Sevgili dostum Abaze İbrahim’i bugün yitirmiş bulunuyoruz. İbrahim, pandemi ortamında 27.12.2020 Pazar günü Nalçik’te toprağa verildi. Ruhu şad olsun, mekanı Cennet olsun.
İbrahim’le dostluğumuz 1967’li-68’li yıllara uzanıyor. O sıralar Antalya’da öğretmendim, Düzce’ye gelip giderken Ankara’ya da uğruyor, tanıdık kişileri ziyaret ediyordum. Rahmetli İzzet Aydemir ağabeyimizin çıkardığı “Kafkasya KD” de yazı ve çevirilerimiz yayımlanıyordu. İbrahim’le o yolla tanıştım. Daha sonra, küçük eniştemin teyze kızı ile evlendi ve hısım da olduk. Düzce’ye, bize, köye geldiği gibi, Ankara’ya her gidişimde İbrahim’e ve evine de uğruyor, konuğu oluyordum.
Ortak anı ve maceramız çok. Birini anlatayım:
- Yıl 1971, faşist askeri müdahale ortamı var. İbrahim Gazi Eğitim Enstitüsü’ne yakın bir yerde, bir matbaada çalışıyor. Buldum. İşi vardı, benim de vardı, öğleden sonra matbaada buluşmaya karar verdik.
Öğleden sonra matbaaya geldiğimde matbaa sahibi bayan bana seslendi: – İki sivil kişi geldi, polis olduklarını söylediler, alıp götürdüler. Hangi karakolda olduğunu bilsek tanıdığım bir albay var. Elimizden geleni yaparız, – dedi.
Bir bir civardaki karakolları dolaştım. Başka karakollara da sordurdum. “Yok” dediler. Yaz mevsimiydi, günler uzundu. Yakındaki bir okulda Ankara Kafkas Derneği Başkanı Kemal Cankat ağabeyimiz memurdu. Ona gittim. Kemal abi, “Sıkıyönetim olduğuna göre, İbrahim’i Mamak’a götürmüşlerdir” dedi.
Geri döndüm, durumu İbrahim’in patronuna söyledim. Hemen telefona sarıldı ve durumu tanıdığı albaya anlattı.
İbrahim, 2-2,5 saat sonra matbaaya döndü.
Gözaltına alınma nedeni de ilginçti: Yaşlı bir kadınla torunu, az kalsın bir askeri jeep tarafından ezilecekmiş. Jeep hızlı geliyormuş. İbrahim tez canlıydı, kendini tutamamış, “Hayvan” diye bağırmış. Jeep’ten küçük cüsseli bir albay inmiş, İbrahim’in sigorta kartını ve iş yeri adresini alıp gitmiş. Olay buydu.
Araya başka bir albay girince, İbrahim’in de öğrenci olduğu anlaşılınca, iş yumuşamış. Görevli askerler baştan “Şanslısın, iyi bir albaya düştün” demişler, bir merdiven altına hapsetmişler, “Orada uyudum” demişti İbrahim. Albay ufak tefek biriymiş. “Beni gözüne kestirmiş olmalısın, istersen bir kapışalım” diye şakalaşmış, ardından “Çocuk sözüne dikkat et, eşek de hayvandır, aslan da. Aslan dedin diye kimse gocunmaz ama eşek dersen bozulurlar” diye öğütte de bulunmuş.
Işıklar içinde yat. Anayurt toprağını çok seviyordun. Sonsuza değin kavuştun. Huzur içinde yat.
***
İbrahim zeki ve üretici bir insandı. Emekli olduktan sonra, Ankara-Nalçik arasında gidip gelmeye başlamıştı. Ankara merkeze 30-40 km mesafedeki Gölbaşı ilçesinin Hacımuratlı köyündendi, çevrede birkaç Çerkes köyü daha bulunuyor, demişti. İbrahim’in dediğine göre Ankara yerinde, önceleri 10-15 adet Şapsığ köyü varmış. Bunlar kent içinde kalıp silinmişler.
Biri kız biri erkek iki çocuk yetiştirdi, eşini yıllar önce yitirmişti, torunları var. Kızı Düzce’de bir Adıge genciyle evli, oğlu ise Nalçik yakınlarında bir tavuk üretme çiftliği kurmuş, bir Adıgeyli kızla evli.
İbrahim, Nalçik’te oğluna destekte bulunuyordu. Ayrıca Kabardey-Balkar Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü’nde bir bilim insanı olarak çalışıyordu.
Tam bir Adıge idi, yalnız yemek yemeyi sevmez, sofrasını birileriyle paylaşmayı yeğlerdi.
Edebi çalışmaları arasında Kafdav yayınlarından “Türkçe- Adıgece Sözlük” (Ankara, 2005) ile “Kalembiy’den Adıge Halk Öyküleri” çevirisi (Ankara, 2010) vb sayılabilir.
***
İbrahim son görüşmemizde Kabardey at cinsi ile ilgilendiğini, bu atların 1860 yılında seyisler tarafından Kabardey’den Uzunyayla’ya getirildiğini, şimdi yılkı atı olarak onlara Erciyes Dağı eteklerinde rastlandığını, para verip birkaç damızlık at yakalatmayı ve bu cinsi yeniden çoğaltmayı düşündüğünü söylemişti. Resimler göstermişti. Birkaç yıldan beri Ankara’ya gitmediğim ve kendisini görmediğim için ne yaptığını bilemiyorum. Hastaydı ama dik durmaya çalışıyordu. Umudunu yitirmiyordu.
İnanıyorum dik duruşu ile kalplerde yaşamaya devam edecektir.
ABAZE İBRAHİM’DEN BİR DERLEME – BJIHAŁ LİVAN: BİR ADIGE/ KABARDEY KÂHİN (VISEREĴ)
Kabardey’de Büyük Prens Kaytoko Aslanbek’in baş danışmanı Kazanoko Jebağı döneminde, 1750 yılı öncesinde Bjıhał Livan adında konuşmayan biri vardı. Kırk yaşına geldiği halde söğüt dalından atlarla oynayan çocukların arasına katılıyor, konuşmuyor ve onlarla atçılık oyunu oynuyordu.
Köylüleri Livan’ın bu durumuna üzülüyorlar ama bir çözüm yolu bulamıyor, onun katır inadını kıramıyorlardı. Sonunda Jebağı’ya gidip durumu anlattılar.
Jebağı, “Livan’ın çocuklarla birlikte oynadığı yere bir darağacı (idam sehpası) kurun ve buraya köylüleri toplayın” dedi ve devam etti:
– Bu yolla korkutup konuşturursak konuştururuz, başka bir çıkar yol göremiyorum.
Jebağı, Livan’ı konuşturmak için hayli dil döktü, ama konuşturamadı.
– Bu böyle olmayacak, asalım da kurtulalım ondan, – dedi bir köylü.
– Asın, – dedi Jebağı da.
Livan’ı sehpaya çıkardılar, boynuna yağlı ipi geçirdiler.
Livan “Hı” diyerek güldü ve konuşmaya başladı:
– Sizler ne kadar da saf adamlarsınız! Hiç bir şeyden anladığınız yok. Niye konuşmadığımı bir ben bilirim, bir de Allah. Geleceği gördüğüm, bundan sonra neler olacağını bildiğim için konuşmuyorum, konuşmak da istemiyorum.
Livan’ın ilk sözleri bunlar oldu.
– E…, bunları bilen kişi, mutlaka devamını da bilecektir, anlat da dinleyelim. Neymiş o gördüğün şeyler? – dedi oradaki kişilerden biri.
“Anlat da dinleyelim” dedi Jebağı da.
– Olacakları söyleyeyim. İnsan öldürmek için demirden yapılma toplar, yine demirden yapılma tank denilen araçlar icat edilecek, bu araçlar birer süvari gibi önlerine çıkanı öldürecekler, evleri, köyleri dümdüz edecekler.
Livan orada durdu. Israr edilince yeniden konuşmaya başladı:
– Kuzeyden, Rusya’dan bu taraflara doğru burun uçları gökyüzüne doğru kıvrık, gözleri gök renginde, mavi, kısa kuyruklu, saçları kesik kişiler Kabardey toprağına gelecekler. Bu insanlar iki aile arası bir yere yerleşecekler, Müslümanlara haram olan şeyleri yiyecekler. Komşuya gidip ödünç bıçak isteyecek, o bıçakla haram olan şeyi, domuzu kesip yiyecek, ardından tencere isteyecek, o tencereyle haram et pişirecek. Böylece kap kacak değiş tokuşu başlayacak. Bu aşamaya 1960 yılında varılacak.
İşte o zaman Çerkes toplumunda kadınlar önder olacaklar. İçme ve kullanma suyu evlere götürülecek, geleceğin çocukları üstün zekâlı olarak doğacaklar. İnsan soyu küçülecek.
Bizden sonra at da, öküz de boyunduruğa koşulmayacak, içinde ateş olan ve yürüyen arabalar olacak. Vırıs (Rus) diye adlandırılan bir ulus dört tekerlekli arabalarla buralara gelecek. Köpek ve domuz derisinden ayakkabılar üretilecek. Yalancı rahvan atlarla, Allah’ı inkâr eden ve yalan söyleyenler çoğalacak. Adıgelerin arasına yerleşen Ruslar/ Vırıslar Adıgelerden un eleği alacaklar. Ama insanlar ortak bir görüşü paylaşmayacaklar.
Batıdan bir ordu, doğudan da başka bir ordu gelecek. Çegem (Şecem) Ovasında karşılaşacak, köpek ve at derisinden yapılma ayakkabılar orada giyilecek.
Yukarıya büyük fare (uçak) çıkacak, uçacak, fare birçok insanı öldürecek. O olaydan elli yıl sonra bir barış dönemi yaşanacak, Allah o günleri sevdiklerine göstersin. Kediyle köpek birlikte oynayacak. At koşulmamış arabalar yayılacak. Gökyüzünde yürüyen, kartal gibi uçan araçlar yapılacak. Demiryolu üzerinde yürüyen ateş arabaları da üretilecek.
Baksan’ı (Baĥsen) elde bulunduran ülkeye egemen olacak.
Baksan Irmağı yukarıya doğru akıtılacak.
Livan konuşmasını sürdürdü:
– Arpa tohumu ile tekeleri (erkek keçileri) koruyun. İnsanlar dağlara yüklenecek ve onları yok edecekler.
Bağımsız Çerkes Devleti
Haţoĥşokoların dul bir gelinleri vardı. Hamile kaldı, bunun üzerine “Çocuk kimden?” diye sordurdular. “Birinden hamile kalmış değilim. Bir gece yaşlı bir adam bana göründü ve bana üfürüp gitti, ben de hamile kaldım” dedi kadın.
Kadın bir erkek çocuk doğurdu, adını Livan koydular.
Livan bildiği her şeyi yazı yazmasını bilen birine yazdırmıştı. Bu kişi Navırzeko adında bir yefendi, imam, bir din alimi ve hali vakti yerinde biriydi. İstanbul’a göç etmeye karar verdi.
“Niye İstanbul’a gidiyorsun?” diye sorduklarında, yefendi, “Bir dönem sonra bu topraklar acı, gözyaşı ve kanla sulanacak, çocuklarımı kurtarmak için gidiyorum” yanıtını verdi.
Livan’ın yazdırdığı notlardan bazı pasajları okudu: “Çegem Irmağı yatağında binlerce ton tutarında taş var, ama tek bir taş ve kum tanesi bırakmayacaklar. Şu gördüğünüz sazlık ve bataklık yerler tarla olacak, ekin ekilecek. Çok katlı ve demirden yapılma evler çoğalacak. İşte o zaman Adıgelerin özgürlük yıldızı da doğacak, gökyüzünde görünecek, Bağımsız Çerkes Devleti kurulacak ve bütün bir dünya bu günleri görecek…”
Not: Livan’ın “Baksan (Baĥsen) Irmağı yatağında tek bir taş bile kalmayacak, ırmak yukarıya doğru akıtılacak” sözleri, öngörüsü (kehâneti) aynen gerçekleşti. Şimdi Baksan üzerinde bir baraj ve hidroelektrik santralı bulunuyor, – dedi Abaze İbrahim.
Anlatıyı derleyen ABAZE İbrahim, yazan Hapi Cevdet Yıldız
İlk biçimi için bk. http://cherkessia.net/makale_detay.php?id=3312
İlgili bir makale için bk. http://cherkessia.net/makale_detay.php?id=3337