Rusya Emek Kahramanı, Adıgey, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkesya halk yazarı Meşbaşe İshak’ın yarın doğum günü.
Doğum günü nedeniyle Adıge Cumhuriyeti Başkanı Kumpıl Murat yazarı kutluyor.
“Şumaf oğlu Saygıdeğer İshak!
Doğum günün nedeniyle seni yürekten kutlarım!
– Evet, hepimiz aynı sülaledeniz. Ama Devnejler de bizden. Ağabeyim Mıhamet annemin sülale adı (лъэкъуацIэкIэ) ile yazılmıştı. Annem Muminat dedemin tek kızı idi, dedem Bak, erkek kardeşi de çocuk bırakmadan ölünce sülale adlarının yok olmaması için ağabeyim Mıhamet’i Devnej soy adıyla yazdırmıştı.
Daha sonra, uzun bir zaman sonra, ağabeyim Devnej Mıhamet’in de çocuğu olmadı, benden önceki ağabeyim Muhtar’ın ilk çocuğu Nurbıy, Devnej diye yazdırıldı ve onu amcası Mıhamet büyüttü. Daha sonra çocuk uzman bir hekim oldu, yıllarca Adıgekale (Adıgeysk) hastanesi başhekimi olarak görev yaptı.
– Şhaşefıj’a gidiyor, anıtını ziyaret ediyor musun?
– Fırsat buldukça köye gidiyorum. Hemen hergün kadeşlerimle telefonla konuşuyorum. En yaşlıları (nahıjları) benim. Gittiğimde toplanırlar, bana saygı gösterir ve beni dinlerler, bazen onlara kızarım, ama kalbimi kırmazlar. “Ulus ve sülalenin içinde dayanışma ve yardımlaşma bulunmalı”, derdi annemiz. Sadece bizi değil, gelinlerimizi de terbiye etti, eğitti, yetiştirdi. Hala kendisinden övgüyle söz edilir. Hepimize göz kulak olmak, hepimizi bir arada tutmak istiyordu, bir arada, bir mahallede yaşamamızı o sağladı. Sözünü ettiğin anıtı, sadece açılışı sırasında gördüm. Önünden geçerken gözüme çarptığı olur, bakmaktan utanır, çekinirim. Bana karşı duyulan saygı ve sevgiden yakınıyor değilim, bunu gizleyecek değilim, ama hayatta iken senin için bir anıt dikilmesi seni utandırabilir.
YAZARIN YOLU
– Genç yaşta köyden ayrılıp Maykop’a yerleştin. Öğretmen okulu mezunusun. Ardından Moskova’daki Gorkiy Edebiyat Enstitüsü’ne kaydoldun. Sana kim yardımcı oldu?
– Adıgece 26 kitap yayımladım. İlk dördü şiir kitabı, diğerleri roman. 1945 yılından beri yazıyorum. Öğretmenim Pşıvneł Yusıf bana yazı yazmayı sevdirdi. Vehute Abdulah da bana yardımcı oldu. Maykop’ta Yevtıh Asker, Ĺevsten Yusıf, K’ereşe Tembot gibi yazarlarımızı örnek alıp yazıyordum, onlar da bana yardımcı oluyorlardı. Ama maddi açıdan masraflarımı karşılayanlar ve beni okutanlar ağabeylerim ve annem idi. O sıralar maddi durum iyi değildi, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdi, kıtlık vardı, ailemiz bireylerinin kendileri de açtılar, ama bana yokluk çektirmediler. Ben de okuyup ayakta duracak hale geldiğimde kardeşlerimin 11 çocuğunu okuttum, enstitülerden mezun olmalarını sağladım. Şimdi sülalemizin yarısı öğretmen, diğer yarısı da hekimdir.
– İlk günden başlayarak Rus yazar ve şairleri arasında yer buldun. Sergey Mihalkov son gününe değin dostundu, Robert Rojdestvenskiy’in sıra arkadaşıydın. Senin insan yapın, karakterin, zeki biri olman sayesinde mi onların arasında yer buldun?
– Edebiyat Enstitüsüne gittiğimde Rus edebiyatından sadece Puşkin’in “Kaptanın Kızı” kitabını okumuştum. Onu da Adıgece çevirisinden okumuştum. O sırada enstitüde 125 öğrenci öğrenim görüyordu, bunlar arasında Hamzatov, Drunina ve Starşinov da bulunuyordu.
Robert Rojdestvenskiy, Yevgeniy Yevtuşenko, Bella Ahmadulina, Sevak Paruy da benimle birlikte okudular. Vasiliy Zaharçenko bizi okutuyordu, o kişi “Gençlik Tekniği” (Техника молодежи) dergisi baş editörüydi. Benim sınıfımdakiler eğitimli, benden çok daha ileride, Rus ve yabancı klasikleri okumuş kişiler idiler. Benim o şeyleri ilk baştan öğrenmem gerekiyordu ve geride kalmadım, yılmadan okudum. Pavstovskiy ve Romanov’un seminerlerine katılıyordum, bana ilginç geliyordu. Hepsinden ilgi ve yakınlık gördüm.
– O sıralar Moskova ne durumdaydı? 1950’li yıllarda, öğrenim gördüğün yıllarda durum nasıldı?
– O sıralar Moskova’da durum çok daha farklıydı. Okumak üzere başkente iki kez gittim. Adıgey İl yürütme kurulunda (- Valilikte -) çalışıyordum, Berzeg (5) parti birinci sekreteri olmuştu, Komünist parti okulu gazetecilik fakültesine öğrenim görmek üzere gönderildim. İki yıl Moskova’da okuduktan sonra, bölge gazetesi – şimdi Adıge mak- yayın kuruluna editör olarak atanmam önerildi, ama kabul etmedim, yazar olarak kalmak istiyordum.
Yaşamım boyunca Mihalkov’dan daha iyi, daha mükemmel biriyle karşılaşmadım, ayırımsız bütün uluslardan yazarlara el uzatırdı. O dönemden bu yana dostluğumuz sürdü. O sıralar 50 yaşındaydım. Yaşadığı sürece bana yardımını esirgemedi, Maykop’a geldi ve konuğum oldu. Başkanı olduğu Yazarlar Birliğine benim için bir konut satın aldırdı, beni Birliğin başkan yardımcısı yaptı. Beni Moskova’ya götürmek için uğraştı, ama gitmedim. Ben Adıgece yazıyorum, Moskova’ya gidersem kaybolurdum, kitaplarımı dilimin konuşulduğu kendi toprağımda, yöremde yazmalıydım.
– Moskova’da kalmadığın için pişman olmadın mı?
– Hayır, pişman olmadım. Oraya gitseydim birkaç yıllığına uyum sağlardım, daha sonra beni bir kenara atabilirlerdi. Orası bambaşka bir dünya. Moskova’ya gitmeyi kabul etmemekle doğru olanı yapmış oldum. Moskova’da kalsaydım bu yazdığım birkaç kitabı yazamazdım.
– Moskova’da kalmadığın ve Adıgey’e döndüğün için biz de şanslı sayılırız.
ADIGELERİN MUTLULUK YOLU
– Adıge Özerk Bölgesi’nin 100’üncü kuruluş yılını geçtiğimiz yıl – 2022 yılında – kutladık. Adıge ulusu için en önemli dönem ve en büyük kazanımları elde ettiğimiz dönem hangisidir?
– Adıge ulusunun ayağa kalktığı (-dirildiği-) dönem, bir ulusal devlet sistemine kavuştuğumuz, bizim için özerk bir Adıge il (oblast) yönetiminin kurulduğu, “ulus olarak var olun, geleneklerinizi koruyarak yaşayın, Adıgece öğrenin ve öğrenim görün” dendiği dönemdir (- özerk bir Adıge devletinin doğduğu 1922 yılıdır-). Bizimle birlikte yaşayan Kazaklar da bizi desteklediler. İlk olarak Bolşoy Sidorov (6) köylü Ruslara danışıldı. Onlar Adıgelerle beraber yaşadıklarını ve çalıştıklarını söylediler. Kafkas Savaşı sonrasında bu yerde kalmış yüzde beş nüfus (*) olarak kendimize gelmiştik.
O zamanki liderlerimiz olan Şevgen Mos ile Hahurate Şıhançerıy’e minnet borçluyuz. Onların büyük çabaları sonucu Adıgeler nefes aldılar ve geliştiler, onları izleyen önderler de ellerinden geleni esirgemediler. Ben birbirini izleyen 11 yerel liderimizle (eşhetêt) birlikte çalıştım. Ama en büyük gelişmeyi Adıge Cumhuriyeti’ne kavuştuktan sonra yaşadık. O kuruluş sürecinde çok kişi çalıştı, cumhuriyeti isteyen de istemeyen de çıktı, sonunda herkes memnun oldu.
– Sovyetler döneminin sağladığı kazanımlardan biri de bir Adıge edebiyatına kavuşmuş olmamız. Şimdilerde edebiyatımızın Rusya ve dünya edebiyatları içindeki yeri sizce nedir?
– Yaşadığımız ülke adımızı ve ulusumuzu tanıdı ve koruma altına aldı ve bizi yok etmedi. Küçük bir ulusun içinden çıkmış olan K’ereşe Tembot’a ilk kez devlet ödülü verildi. O dönemde birçok büyük ulus yazarı henüz o düzeyde bir ödül alamamıştı. Halk sanatçımız Zıha Zavır Rusya halk sanatçısı (oyuncusu) oldu.
Şimdi benzeri altı sanatçımız daha var. Adıge edebiyatının yeri konusunda ben kararlılıkla konuşabilirim – Ulusu için yazan kişinin emeği yok olmaz, o yapıt dünya edebiyatı içine girer ve yer alır. Her zaman kendi anadili ile yazan yazara değer verilir, dünya edebiyatının değer ölçütlerinden biri de budur. Bizi izleyecek gençler bizden daha başarılı ve daha mükemmel yazılar yazacaklardır diye düşünüyorum.
– Şimdiki dönemde ulusumuz içinden K’eraşeler, Meşbaşeler ve Şevgentsuklar yetişecektir diye düşünüyor musunuz?
– Yetişecektir, ama çok sayıda olmaz. Edebiyat ormana, dağa benzer. Ormanda ilk görünen en boylu, en yüksek olan ağaçtır, ardından küçük, bodur ağaçlar görünür. En küçük ağaç, büyük ağaca bakar ve yakınır, “gölgen yüzünden büyüyemiyorum” diyerek. Dağ da öyle – biri daha yüksek, biri daha az yüksektir. Edebiyatı da o ölçütlere göre değerlendirebiliriz. Ama ormanı orman yapan ormandaki ağaçların tamamı, toplamıdır.
Edebiyatı tek bir kişi yaratmaz. Tanıtım yazımda “beni klasik yazar” diye adlandırmayın dedim. Biz hala klasik değiliz. Bizler, Adıge edebiyatının temelini atan Hatko (Ahmed) ile K’ereşe (Tembot) ve diğer tüm yazarlarla birlikte yaşadık. Bizi izleyenlerden bizden daha yetenekli yazarlar çıkabilecektir. Bir elin parmakları bile eşit değildir, ama en büyük ve en küçük parmağın bile önemi vardır, her biri kendine düşeni yapar.
Edebiyat da öyledir, büyük yazar gibi daha az yazı bırakan yazar da önem taşır. Ama birinin adı duyulmuştur. Böyle biri yüz yılda, elli yılda bir kendini gösterebilir.
GURUR VE BAŞARI ULUSUNDUR
– Sen bir yazarsın, başta gelen sorumluluğun kalemini kullanmak ve elinden düşürmemektir. Bununla birlikte politik ve toplumsal işlerden de hiçbir zaman uzak kalmadın. Bunlar seni engellemediler mi?
– “Yazar ne diye siyasetle ilgilenir ki?” diyenler var, bana göre yanlış sözler. Yazar ulusun sesidir. İnsanlar farklı biçimlerde doğarlar: kadındırlar, erkektirler; milliyet ve sosyal konum farklılıkları vardır. Politika dediğimiz şey bu farklılıkları bağdaştırıcı bir yol bulmaktır, koca ile karısı arasında ve ev içinde bir politika bulunabilir. Ulusun kaygılarını, bunun ne olduğunu ve ulusun nasıl yaşayacağını bizim gibiler (-yazar ve sanatçılar-) dile getirir, liderlerin (eşhatêt’lerin) ve siyasetçilerin konum ve görevleri gereği söyleyemeyecekleri şeyleri söylemek bizlere düşüyor.
– Yazı yazmaya hiç ara vermedin. 90 kitap yayınladın. Ne zaman yazdığını, gece mi, gündüz mü yazdığını bilmiyorum, ama senin yazdığın kadar yazan başka bir yazarımızı tanımıyorum. Yazdığın kitaplar içinde kendine en yakın bulduğun, en sevdiğin ve en beğendiğin bir kitap var mı?
– Bir anne çocuklarını ayırır mı? Hepsini aynı ölçüde sever. Ama kardeşlerden bazıları iyi, bazıları kötü olabilir. Ama hepsi senin çocuğun, senin doğurdukların değil mi? Bütün yazdıklarımı kanımdan gelerek yazdım. Bu daha kötü ve sevmiyorum, bunu seviyorum diyemem. Bunu okuyucu diyebilir.
– Her zaman söylerim: Meşbaşe İshak “Bu dünyada Adıge halkları yaşıyorlar” (Щэпсэу дунаим адыгэ лъэпкъхэр) şiirinden başka bir şey yazmamış olsaydı bile, kendisini de Adıge ulusunu da ünlendirmeye ve tanıtmaya yeterdi. Bu şiiri yazmanızın ve bu şiirin ortaya çıkışının esin kaynağı nedir?
– Bu dünyada doğdum, Adıgece konuşarak büyüdüm, dedemin haçeşinde düşünce sahibi oldum. Adıgağe (Adıgelik) yönüm yazmamı tetikledi, her zaman ulusumla grurur duydum (сырыгушхуагъ), dinlediğim öyküler bana “şanslıyım ki Adıgeyim” dedirtti. Her ulus kendini beğenir, hepsi de benim için eşittir, ayırım yapmıyorum, ama kişi kendi ulusunu öne alır, eğer yazar isen ulusun için şarkı besteler ve şiir yazarsın.
– 93 yaşındasın, akıl sağlığın yerinde ve zinde, yaşamında karşılaştığın tarihleri, yılları, ad ve olayları unutmuyorsun. Maşallahın var, bedenin dinç, beynin de zinde. Bu gücü yazı yazıyor olmaktan mı aldın?
– Evet, gücümü yazı yazmaktan alıyorum. Beyin çalışır. Bir romanda yüz kişi yer alabilir, her birini ayrı ayrı tanıman gerekir, dediklerini, yaptıklarını, karakterlerini (kişiliklerini) – her şeylerini bilmen gerekir. Yararı oluyor, öğrenmeni sağlıyor. Dünyada iyi ve kötü yan yana, bitişik olarak gelir. Şanslıyız ki iyiler daha çok. Yarın güneş yeniden doğacak, bunu unutmamak gerekir. Umut kişiyi yaşatır.
– Bugün de yazı yazacak mısın?
– Sabahleyin yazdım. Bilgisayar kullanmıyorum, yayımlanan bütün roman ve şiirlerimi elle yazdım. Bazen, yazamaz duruma düştüğüm de oluyor, oturuyor ve sayfaları karıştırarak yarım saat kadar sofra başında kalıyorum. Yazı yazmadan önce dua ederim, dileklerimin gerçekleşmesi için Tanrıya yalvarmadığım hiç çıkmaz. Bazen birilerinin elimi kaleme doğru ittiğini hisseder gibi oluyorum.
Tanrıya yalvarmak ve dilekte bulunmak gerekiyor, bugün başaramadığın şeyi yarın başarabilirsin, günler ve yıllar bitmez. Umudunu yitirmen, düş kırıklığı iyi olmaz. Sabah saat 10.00’a kadar evde çalışırım. Sonra iş yerime giderim, yayımladığımız dört dergide yer alacak olan yazılara bakarım. Hepsini dikkatle okuduğumu söyleyemem, ama göz gezdiririm. İnsanlarla buluşur ve konuşurum. Günlük yaşamım böyle sürüp gidiyor.
– 90 yaşına ayak bastığınızda seninle bir görüşme yapmıştım. O sırada Hattiler (Hititler) konulu kitabını yayımlamıştın ve yazı yazmayı bırakacağını söylemiştin. Ama yerle-göğün birleştiği yere değin bir şey görecek olursam yeniden yazmaya başlayabileceğim demiştin. Lağo ile Naka adlı kitabını o tarihten sonra yayımladın ve orada da durmadın. Yer ile Göğün Birleştiği Yerde ne gördün ki?
– Çeçanıko Çeçan (-Nart kahramanı-) üzerine bir parça, bir tekst Adıgece “Zekoşnığ” dergisinde yayımlanıyordu. Geciktirilmeden Rusçası da yayımlanacaktı. Çocukken o öyküyü anlatılırken duymuşluğum vardı. Nart destanı içinden bir parça, masallarda da adı geçiyor. Çeçanıko Çenan’ın doğumundan önce babası öldürülmüştü, büyüyünce babasının katilinin izini sürmeye başladı ve başından pek çok olay geçti. Nartlar döneminden alıp onu günümüz dünyasına getiriyorum. Sorduğu ve aradığı sorular ilgi çekici. Bu yeni kitabı kısa bir süre içinde okuyucuya sunacağım, beğenileceğini umuyorum. İşte şimdi yazı yazmaya son veririm diye düşünüyordum, ama seninle konuşurken bile aklıma yeni yeni şeyler geliyor, bu nedenle kitap yazma işine bir son vereyim diyemiyorum.
– Sağol, benimle konuştuğun için. 100 yaşına ayak bastığında yine bir görüşme olanağı sağlaması, üzerinde çalıştığın romanı ele alma olanağına kavuşturması için Tanrıya yalvarıyorum.
– Bu şeyler Tanrının takdirine kalmış şeyler. Onun alnımıza yazdığı şeyin ötesine geçemeyiz. Ama kişinin her şeyi Tanrıya bırakmadan, kendi insanlık görevlerini de ihmal etmemesi gerekiyor, böyle yaparsa kişinin daha uzun bir süre yaşayacağını da söyleyebiliriz. O yaşa, 100 yaşına ulaşırsak iyi olur, yine bir görüşme yapabiliriz. Bazen bana yapmam gerekeni yaptığımı söyleyenler de oluyor. Ama konuşurken bile özlemlerim kafamda uçuşuyor, yine bir şeyler düşünüyorum. Elimden gelirse onları da yerine getiririm.
– Tanrı tüm özlemlerinizi gerçekleştirsin. Sağol.
Konuşmayı yapan Ҭeşu Svetlan.
Çevirmenin notları:
1 – Tube, eski Abzah yöresinde, güneyde dağlık bir yöre. Batıda, Karadeniz kıyısındaki eski Şapsığ ve Vıbıh yörelerinden sıradağlarla ayrılıyor, sıradağlarsa yazın geçit veriyordu.
2 – Sayın Meşbaşe İshak, Seyıko’nun kınanmaması gerektiğini söylüyor. Peki, Seyıko’nun dedikleri, “Adıgelerin Rusların içinde eriyecekleri iddiası” , o koşullarda doğru ve mantıklı olabilir miydi? Semen Esadze kitabında, görüşme sonrasında Abzah kampında çatışma çıktığını, bazılarının Çar’a karşı çok sert konuşulmuş ve durumun kötüleştirilmiş olmasından yakındıklarını, karşılıklı kamaların çekildiğini, araya yaşlıların girmesiyle durumun yatıştırıldığını yazıyor. Barış görüşmesini, uzlaşmayı ve bir ulusun geleceğini “sabote ” etmeyi doğru bulabilir miyiz? Örneğini Amerikan Kızılderili – Kovboy filmlerinde görüyoruz: Yiğitlik taslamaya kalkışan dik başlı bir delikanlı kabileyi eşitsiz bir savaşa sürüklüyor ve kabileyi askerlere yok ettiriyor; buna karşılık akıllı bir şef de uzlaşıyor ve kabileyi kurtarıyor. Adıgelerin Çar ile pazarlık yapma gücü kalmış mıydı? Çeçenler, Dağıstanlılar, Osetler, Kabartaylar, Karaçaylar, Gürcüler, Azeriler, vd Ruslarla uzlaşarak yerlerinde kaldılar, peki Rusların içinde erimişler mi? Barış ve uzlaşma yerine, savaşı ve ölümü yeğlemek daha mı akılcı?..
3 – Çar II. Aleksandr‘ın dürüst biri olmadığını okuduklarıma ve sezgilerime dayanarak hep yazmışımdır. Rus yazarlarının çoğu, dahası bazı Amerikalı tarihçiler bile, bilir bilmez şeyler yazabiliyorlar. “Generaller Çarı yanılttılar” diyorlar. Ben Eylül 1861’den üç ay önce Çar II. Aleksandr’ın Vladikavkaz’a geldiğini ve üst düzey generallerle gizli bir toplantıda buluştuğunu ve Adıgeler konusunda karar alındığını, daha doğrusu Çar’ın Vladikavkaz’daki toplantıya katıldığını bilmiyordum. Sadece üst düzey generallerin 1860 yılında toplanıp Adıgelerin bir kısmının (Şapsığ, vd) Türkiye’ye göç ettirilmeleri kararının alınmış olduğunu okumuştum. Sayın yazar Çar II. Aleksandr’ın Vladikavkaz’daki toplantıya gizlice katıldığını ve daha sonra Adıgelerin arasına gelerek yalan söylediğini, Adıgeleri aldattığını söylüyor. Bunu gizli belgelerden okumuş olmalı. Yazar, Sovyetler Birliği Parlamentosu’nda milletvekili (deputat) ve parti üyesi idi, rejimin kuşku duymadığı biriydi. Gizli kalmış bir gerçeği aydınlattığı için, ayrıca Sayın yazara teşekkür ederim.
4 – Proçnıy Okop, Krasnodar Kray’da, Uspensk rayonunda Şhaşefıj köyü yakınlarında büyükçe bir Rus köyü.
5 – Berzeg Nuh, Adıgey’in eski liderlerinden, döneminde güneydeki dağlık ve turistik Maykop rayonu Adıgey sınırları içine alındı ve Adıgey toprakları iki kat genişlemiş oldu (1962).
6 – Bolşoy Sidorov, Adıgey’in Krasnogvardeysk rayonunda küçük bir köy.
7- Belgelere dayalı hesaplamalarıma göre, 1864 yılında şimdiki Kuban (Krasnodar Kray)’topraklarında yaşan Çerkeslerin yüzde 5 kadarı anayurdunda kaldı. Bu da 100 bin kadar bir nüfus eder. Bu 100 bin sayısının normalde, 1897’de iki katı üzerine, 200-250 bin sayısına çıkması gerekirdi. Kuzey Kafkasya halklarının nüfusu o dönemde iki kat üzeri artmıştır. Ancak bu 100 bin nüfusun büyük çoğunluğu, özellikle 1880’lerde ya da 93 Harbi sonrasında Türkiye’ye göç ettiği için sayı düşmüştür. Bu son göçler olmasaydı Adıge nüfusu bugünkü 130 bin yerine 1 milyon üzeri olabilirdi. Kabartaylar bu nüfus kapsamına alınmamıştır. Bk. https://mefenef.com/cerkesler-21-mayis-1864ten-gunumuze-1-1534.html
Not: Tire içindeki yazılar çevirmene aittir.
Adıge mak, 26 Mayıs 2023