Kuban’dan Osmanlı’ya ikinci büyük göç
1860’lı yıllarda, daha önceleri Rusya’nın eline geçmiş olan Kuban ilinden çok sayıda Çerkes ve Abazin’in reformları, dağdan düze inmeyi ya da gösterilen yerleri beğenmeyerek Türkiye’ye göç ettiğini yazmıştık. 1860 yılında daha doğudaki Terek ilinden 10 bin Kabartay, Kuban ilinden de 4 bin Çerkes göçe öncülük etmişti. Bunlar köy beyleri (pşı) tarafından yönetilen topluluklardı. Varlıklı kesim de büyük ölçüde göçe katılmıştı. Diğer Adıge kabilelerinden de göçe katılanlar olmuştu.
1860’larda 30 bin üzeri Nogay da Kuban’dan Osmanlı topraklarına göç etti.
Terek ve Dağıstan illerindeki Dağlılar için dağdan düze inme zorunluluğu yoktu. Onlar Rus idaresine uyum sağlamışlar ve dağ köylerine dokunulmamıştı. Düze yerleştirme politikası Kuban ilinde uygulandı.
Rus yönetimi Kuban ilindeki dağ köylerinde kalma iznini sadece Karaçaylara tanıdı. Adıge ve Abazinler ise dağ köylerinden düze indirildiler ve gösterilen yerlere (akarsu vadilerine) yerleştirildiler. Düzlüklere yerleşmeyi kabul etmeyenler de Türkiye’ye göç ettirildiler, Rus kaynakları göç eden Abazin sayısını 30 bin, Abazin ve Nogaylar da dahil göç eden ya da sürülen Dağlıların sayısını 500 bin olarak veriyorlar, bu da, bugün için 400 bin Abazin ve 6 milyon üzeri bir Dağlı (Çerkes) nüfusu ifade eder; 1860’da Terek ilindeki Kabartay sayısı 50 bin tahmin ediliyordu, bunun 10 bini 1860 yılında Türkiye’ye göç etti. Karşılaştırınız – 1864’te Terek ilindeki 40 bin Kabartay sayısı 1897’de 84 bine, 2002’de de 500 bin üzerine çıktı.
Rus idaresini gösterdiği yerleri beğenmeyen Kubanlı Adıge ve Abazinler mallarını paraya çevirerek ya da mal karşılığı devletten bedel (tazminat) alarak Türkiye’ye göç ettiler.
Türkiye’ye sürülenler
1864’teki göçle gelenler, Karadeniz bölgesi Çerkesleridir – Abzah, Cıh, Vıbıh, Şapsığ ve Natuhaylardır ve farklı bir kategoride yer alırlar. Bunlar topraklarından sürülüp zorla Türkiye’ye gönderildiler, bu bir sürgün ya da kovulma olayıdır. Rus tarafı sürgün öncesi çarpışmalarda geniş çaplı etnik temizlik ve soykırım suçları da işledi ve 600 bin üzeri (W. Richmond’a göre 625 bin, “Çerkes Soykırımı”) Çerkes’in ölümünden sorumludur. Sağ kalan Çerkesler, 1864 ilkbaharında 3- 4 aylık kısa bir süre içinde Türkiye’nin Karadeniz kıyı bölgelerindeki ve Balkanlardaki düzlüklere yerleştirildiler.
Bu arada Cıhların (Ciget) savaşa katılmadıklarını, tarafsız kaldıklarını, yine de sürülmekten kurtulamadıklarını belirtelim. Cıhların tek “suçu” ya da “şanssızlığı”, boyun eğmiş Natuhaylar gibi etnik temizlik alanı olarak kararlaştırılan Karadeniz kıyısında yaşıyor olmalarıydı. Rus, Karadeniz kıyısı Çerkes nüfusunu, ayırım gözetmeden ve öncesinden planlayarak, yani taammüden yok etmeyi ve yöreyi Ruslaştırmayı kararlaştırmıştı. Bu, politik ve stratejik bir karardı.
Bu gerçeği, maalesef yeterince dikkate almayan Çerkes yazarlar da vardır.
Kuban ili dağlarından ve onun batısındaki Bağımsız Çerkesya’dan/Karadeniz yörelerinden Rusya yönetimindeki Kuban düzlüklerine yaptırılan göç ve yerleştirmeler
1864 yılı öncesinde Adıge ve Abazinlerin dağlardan indirilip doğudaki Büyük ve Küçük Zelençuk (İncıc) ırmakları vadilerine yerleştirildiklerini, bu yerde şimdi Rusya Federasyonu üyesi Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin bulunduğunu, Dağlı nüfusun Kabardey’den getirilen Adıge köylülerle takviye edildiğini söylemiştik. Burada akarsu vadilerinin ovalara açıldığı yerlerde (vadilerin ağızlarında) denetleme amaçlı silahlı Kazak kasabaları (stanitsa) kuruldu. Rus hükümeti devletin ve Rus yerleşimcilerin güvenliği için bu tür önlemler alıyordu. Rus yerleşimciler güvenliğin sağlanmadığı yerlere yerleşmekten kaçınıyorlardı.
Güvenlik sağlanamadığı için, Çerkes nüfusun temizlenmesinden sonra bile Karadeniz yöresi toprakları uzun bir süre (8 – 10 yıl) insansız kaldı ve bol yağışlı bir yöre olduğundan arazi çalı, sarmaşık ve dikenlerle kaplandı ve geçilmez bir cangıla dönüştü. Yerleşimciler yüksek dağlara çekilmiş olan Çerkes direnişçilerden korkuyor ve buralara yerleşmekten kaçınıyorlardı.
Sürgün ve göçlerden sonra Kuban ilindeki demografik durum, ilde kalmış olan sayı
1864 yılında Rus kaynaklarına göre, daha önce Terek’ten Kuban’a göç etmiş barışçı Kabartaylarla birlikte Kuban ilinde 100 bin – 107 bin gibi bir Dağlı nüfus (Çerkes ve Abazin) kalmıştı. 1864 yılı sonrasındaki Adıge sayısı Prof. Dr. Abreg Almir’e göre 80 bin, Adıge tarihçi Hotko Samir’e göre de 51 bin idi. Ana kitle Bjeduğ (Orta Kuban solu) ve K’emguylardan (Orta Laba solu) oluşuyordu. Rus yerel tarihçi Dubrovin’e göre, Kuban ilindeki Adıge sayısı, 1880’de 60 bindi. Düşük bir sayı.
O zamanki Rus terminolojisine göre, Kabartaylar (Kabardinler) diğer Çerkeslerden ayrı bir etnik topluluk sayılıyorlardı. 1959 nüfus sayımına değin durum böyleydi. 1959’da Kabartay ve Çerkes adları yanında Adıge adı da eklendi ve sayı üçe çıktı, 2000 yılında, istekleri doğrultusunda Soçi ve Tuapse yörelerindeki (eski Şapsığ ilçesindeki) Adıgeler de Şapsığ adını aldı, böylece sayı dörde (Çerkes, Kabartay, Adıge ve Şapsığ) çıktı. Şapsığlar konusunda daha geniş bir yazımız için bk. – http://cherkessia.net/author_article_detail.php?article_id=4383.
Rus hükümeti feodal Adıge kabilelerini resmi göç ettirme programı (dış sürgün kararı) kapsamına almamıştı, çünkü Rus feodal sistemi ile Adıge ya da Dağlı feodal sistemleri uyuşuyordu; Kuban’daki feodal kesimde dağlarda yaşayanların düze indirilmeleri ile yetiniliyor, düze yerleşmeyi kabul etmeyenlere de Türkiye’ye göç etme izni veriliyor, maddi destek (para) sağlanıyordu. Rus, bir an önce Adıge ve Abazin nüfusundan kurtulmak istiyordu.
Karadeniz yöresi ya da son bağımsız Çerkes toprakları
Karadeniz yöresine gelirsek, 1864 yılına değin bağımsız ve Çerkes nüfusluydu. Burası ekonomik nedenler (Rus yerleşimi) yanında, askeri/ stratejik nedenlerle yerli nüfustan temizlendi, yerli nüfus toptan sınır dışı edildi. Yöre, bütünüyle Ruslaştırılmak istendiğinden düze yerleştirme, toprağın bir kısmını yerli nüfusa ayırma programı uygulanmadı.
Bu durum çoğu Rus kaynakları tarafından gizlenmek, Çerkesler ve Kuzey Kafkasyalılar genel kapsamı içinde eritilmek (geçiştirilmek), görülmez kılınmak isteniyor. Akademisyen Valeri Tişkov ve Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov örneğinde olduğu gibi. Bu gibi kişiler doğruyu söylemiyor, Çerkeslerin “Ruslarla birlikte yaşamayı istemediklerini, terk edecekleri yerlere karşılık olarak gösterilen yerleri kabul etmeyerek Türkiye’ye göç ettiklerini” söylüyorlar. Göçün nedenini de Çerkeslerin Rus köylerini sık sık basıyor ve yağmalıyor olmalarına dayandırıyorlar. Soçi ve Tuapse yöresinde yaşayan Çerkeslerin yüzlerce kilometreyi göze alıp Kuban kuzeyi Rus nüfusunu yağmalamaları akla uygun olabilir mi? Rus müstahkem hatlarının varlığını da düşündüğümüzde?..
Karadeniz kıyısı Çerkeslerinin, az sayıda da olsa, 1864 yılı öncesinde Kuban’a göç etmiş olanları da vardı, nitekim Adıgey’de bugün 40 kadar Bjeduğ ve K’emguy köyü yanında, 4 Şapsığ, 2 Abzah (biri 1998’de Kosova’dan dönen) ve 1 Natuhay köyü bulunuyor.
İkinci el ve değinme ötesi kaynaklara pek ulaşamadığımız için, bu konuda sınırlı bilgilerle yetinme durumundayız ve sayılar konusunda kesin konuşamıyoruz. Hatalarımız ve dikkatten kaçanlar da muhakkak vardır. Hataları düzeltmek bizden sonraki araştırmacılara düşmektedir. Bizden sonraki araştırmacılar kuşkusuz boşlukları doldurmaya çalışacaklardır. “Gerçeklerin er geç gün yüzüne çıkma gibi bir huyu vardır” denir, buna inanıyoruz. Biz eldeki kıt verilere, olayların olağan akışına göre değerlendirmelerde bulunuyoruz.
Dünkü küçücük Çerkesya, devasa Rusya İmparatorluğu karşısında çaresiz ve dış yardımsız kalmış, boğulmuş, imha edilmişti. Bugünse bütün bir Batı dünyası, dünün Adıge-Çerkesleri konumundaki Ukrayna’nın yanında. Rusya ise saldırgan ve haksız taraf olarak görülüyor, Ukrayna’ya silah, eğitim ve para yardımı yağıyor. Aradaki fark bu. Dünya şimdiye değin görülmeyen büyük bir değişimin içinde.
Kuban’a yerleşim biçimi, çifte standart, Türkiye’ye göç propagandaları
1860’larda Kuban ilinde, Laba Irmağı solundaki düzlüklerde Rus idaresi memurları tarafından uygun köy yerleşim yerleri saptanıyor, köy sınırları çiziliyor, parselasyonlar yapılıyor, Kazak, Rus ve Çerkes köyleri kurduruluyor, ailelere tapulu ya da kayıtlı arsa ve toprak dağıtımı yapılıyordu. Adıgece konuşan Ortodoks Yermeller (Adıge Ermenileri, Çerkesogaylar) için de benzeri düzenlemeler yapılıyordu. Yermeller 1918’de, iç savaş sırasında katliamlara uğradılar, kalıntıları bugün Armavir ve Maykop merkezde, Kuban ve Adıgey’de yaşıyorlar. Bugünkü sayıları 50 bin üzeri. Rus, Yermellerle birlikte yerli nüfus oranının Kuban’da üçte bir oranının üzerine çıkmasını istemiyordu. 1864’de “Kuban’da 100 bin Dağlı’ya karşı 220 bin silahlı Kazak nüfusumuz var, gerektiğinde askersiz de idare ederiz “ diyorlardı (bk. Kadircan Kaflı, “Şimalî Kafkasya”). Ayrıca Çerkesler için zorunlu olan büyük köy, Rus ve Kazaklar için aranmıyor, isteyenler dağlarda da küçük köy ve mezralar kurabiliyorlardı.
Toprak dağıtımında da çifte standart vardı örneğin bir Dağlı (Adıge) ailesine 7 desyatin (76 dönüm), Rus ve Kazak yerleşimci ailesine ise 33 desyatin (330 dönüm) toprak veriliyordu. Toprak ve otlak yetersizliği nedeniyle zaman zaman Adıgeler ile Kazaklar arasında sürtüşmeler yaşanıyor, sürtüşmeler kolluk güçlerince bastırılıyor, birçok Çerkes aile toprak yetersizliği nedeniyle Kazaklardan toprak ve mera kiralamak zorunda kalıyordu.
Böylesine huzursuzluk ortamında Türk ve Rus ajanlar ortalıkta cirit atıyor, buraları bize haram, artık göç zamanı geldi diyorlardı. Ayrıca, huzursuzluğu artırmak için, örneğin Ruslar kendilerinin öldürdükleri Rusların cesetlerini, Adıge köy sınırları içine atıyor, sorumluluk Adıgelere yıkılmak isteniyor, Adıgeleri haksız ceza ve tazminatlar ödemek zorunda bırakılıyorlardı (T. V. Polovinkina, “Çerkesya Gönül Yaram”). Bunlar yıldırma ve Adıgeleri göçe zorlama ve topraklarını ele geçirme taktikleriydiler. Türkiye’de Ermeni ve Rumlara, yakın dönemde de Alevilere yapılan baskılar gibiydi.
Yefendilere (mollalar) gelince, kurtuluş İslam toprağına (Türkiye’ye) göçte (hicrette) diyorlardı, dinci/ bağnaz kişilere göre Türkiye’de cennet misali, bolluk içinde bir yaşam vardı. Onlara göre, Çerkeslere parasız tapulu toprak veriliyor, gerekli alet ve edevat, hayvan ve para sağlanıyordu. Oysa o sıralar Türkiye’de zavallı köylü nüfus ağır vergiler ve yerel zorbalar, köy beyleri ile ağaların zulmü altında inliyor, bit, sıtma ve salgın hastalıklardan kırılıyordu.
Göç dalgasının kabarması üzerine yerel Rus makamları ve fırsatçılar Çerkeslerin tapulu topraklarını ucuza kapatmanın yollarını aramaya başladılar. Beri yandan da, eski Çerkes yiğitliğinin, mertliğinin, dayanışma ruhunun yerini maddecilik (kişisel çıkarcılık) ve bencillik almıştı. Çerkesler dünyaya örnek geleneksel özelliklerinden çok şeyi yitirmişlerdi.
Dinsel bağnazlığın ve mahalle baskısının yol açtığı yıkımlar, yozlaşma
Din ve mahalle baskıları sonucu genç kızlar, özellikle Abzahlarda örtünmeye, erkeklerden kaçmaya, gece karanlığında bire bir ve gizli gizli erkeklerle bir araya gelmeye, kadına verilen değer düşmeye, kız ve erkeklerin birlikte oynadıkları dans, eğlence ve toplantılar günah ve din dışı sayılmaya, buna karşılık kadın kadına ya da erkek erkeğe danslar (ĥugegu) geleneksel dansların yerini almaya başladı. Hucegu (erkek erkeğe dans), Türk, Kürt, Laz, Arap ve diğer geri doğu toplumlarındaki erkek erkeğe dans geleneğinin bir başka benzeridir, kadını baskılama amaçlıdır, halen Kafkasya’da görülmekte ve normal karşılanmaktadır. Ancak bu durum günah ve tesettür (örtünme) gereği olmaktan çok, genç kızların sarhoş erkeklerden çekinmeleri sonucu devam eden, değişime uğramış kalıntı bir uygulamadır. Dincileşme sonucu gelenek yara aldığı için, yaşlıların etkinliği zayıflamış, özellikle Sovyetler döneminde içki içme alışkanlığı yayılmıştır. Şimdilerde kızlar, Adıge kadınların söylediğine göre, alkol almış (sarhoş) gençlerden “çekinmekte”, o nedenle erkeklerle dans etmekten kaçınmaktadırlar. Disaporada erkeklerden kaçma ve “hugegu”, folklor dernekleri kurulmadan ve yeni Kafkas dansları yayılmadan önce, en çok Abzahlar arasında görülüyordu. Düzce, Sakarya, Kocaeli, Bilecik, Eskişehir, Manisa, Aydın, İzmir, Bursa ve Balıkesir gibi Şapsığ, Vıbıh ve iki üç yerde de Abaza (Abhaz) nüfus ağırlıklı yörelerdeki Abzahlar, zaman içinde diğer Çerkeslere uyum sağladılar, bazı gelenek dışı davranışlarını, düğünlerde de hugegu’yu terk ettiler.
1967 – 1968’de olacak, Antalya’da Abzahlar arasında hugegu’ya tanık olmuştum, iki erkek karşı karşıya çaprazlama karşılıklı zıplayarak dans ediyordu. Şimdiki yeni “Hakulaj” dansı “Hucegu”dan türetilmiş olmalı. Abzah kız babası da, kızını “verip vermemek için” damat adayını önce görmeyi, konuşmayı, ardından karar vermeyi gerekli görüyordu. Bu son adet ve benzeri ithal davranışlar halen ve yer yer devam ediyor, ama bu tür gelenekler, dediğim yörelerdeki Şapsığ, Vıbıh ve Abhazlarda yoktur ve çok ayıp karşılanır. Kız veya erkek babaları Şapsığlarda istinai durumlar dışında evlatlarını gönüllü seçimine karışmazlardı.
Diasporada karşılıklı güveni ve soy ailelerindeki kardeşlik anlayışını, geleneksel saygıyı ortadan kaldıran ve genetik sakatlıklara da yol açan akraba evlilikleri, maalesef Türk, Dağıstanlı, Kürt ve Lazlarda olduğu gibi, bazı Abzahlar ve onların etkilediği yörelerde hala devam ediyor ve gelenekselleştiği için de ayıp görülmüyor (Özellikle Samsun, Tokat, Amasya ve Sivas gibi dinciliğin ve tutuculuğun güçlü olduğu illerde), bazı yörelerde ve nispeten sayısı azalan Abzah ailelerinde çocuklu dul yengeyle kıyılan dini nikahı ve evliliği sevap sayan, dışarıya mal kaçmasını önlüyor, şeriat da izin veriyor diyen ve bunları dinen “mübah” gören aileler halen vardır. Din bu türden Arap adetlerini “mübah” görebilir, ama dünyaca örnek kabul edilen Adıge geleneği bunları kaldıramaz.
Böyle şeyler, yüzyıllar içinden süzülerek gelen örnek Adıge geleneği ile bağdaşamaz. Birçok yerde bu tür nikahlar sonucu sakat ve geri zekalı çocuklar doğduğu gibi, doğanlar da utanç içinde, boynu bükük büyüyor ve bunun ezikliğini yaşamı boyunca üzerinden atamıyor. Ancak dinci topluluk ve ailelerde normal karşılanıyor. Adıge geleneğine göre yenge, boşanmış olsa bile kardeş sayılır, çoğu kez de anne yerine konur. Kadına sulanma ve yengesiyle nikahlanma örnekleri geri toplumlara özgü, çok ayıp ve çok yakışıksız sayılan evliliklerdendir. Şeriat, din denerek maalesef bu olumsuz durum içimize sokuldu.
Toprağın devlet eliyle satın alınması
Çerkeslerin Kuban’dan gitmeleri için, son çare olarak devlet toprağı, aldatılma sonucu göçü kafasına koyan kişiden satın alıyor, bu parayı önemli sanan kişi, o parayla yola koyuluyor, devlet de aldığı toprakları emekli askerlere ve Kazaklara dağıtıyordu. Bütün bunlara ilişkin belgeler daha önceki yazılarımda ve değişik kaynaklarda da vardır.
Maddi durumu iyi olup Türkiye’de daha iyi bir yaşam arayanlar ve dezenformasyona (yalan haberlere) aldananlar arazi ve mallarını elden çıkarıp Türkiye’ye göç ediyor, Osmanlı da göçü özendirmek için çoğu dinci ya da dindar ve cahil olan bu gelenlere iskanlı göçmen statüleri veriyor, parasız toprak, konut, uzun süreli gıda yardımı sağlıyor, tohumluk, malzeme, çift ve süt hayvanı veriyor, kişiyi asgari hane sahibi yapıyordu. Bunlar bu gibi yönleriyle, tabii ki olumlu şeylerdi, ama zenginleşmek için bu verilenler yeterli olamazdı. Küçük köy ekonomisinin aşıldığı ve sanayi devrimine geçildiği bir çağda, zenginleşmek için büyük ve modern üretim gerekiyordu. Sonuç yoksulluğa devam oluyordu.
Kuban’da da yoksullaşma ile birlikte Kuban Çerkes nüfusu da çöktü, koca yöre, birkaç küçük ada dışında Rus nüfusla ve çan sesleriyle doldu, 1897’de 250 bin üzeri olması beklenen Çerkes nüfus 52 bine, oranı da üçte birden yüzde 2’ye, 3’e düştü. Bk. – https://mefenef.com/cerkesler-21-mayis-1864ten-gunumuze2-1554.html
Nüfus oynamaları
Öncelikle belirletelim, Rus kaynakları ve yazarları azınlıkların sayılarını genellikle düşük gösterirler. İstisnaları, onurlu Rus yazarları da elbette vardır. Böylelerine saygı duyarız. Bu nedenle milliyetçi Rus yazarlarını ve yazdıkları yazıları okurken ihtiyatlı (dikkatli) olmak gerekir.
Bize göre, 1880’lerdeki göçler olmasaydı Kuban’daki Adıge sayısı 1897’de en az 250 bin, 2002’de de 1 milyon üzeri olabilirdi. En düşük tahmin olan Hotko Samir‘in 51 bin sayısını esas aldığımızda bile, 600 bin üzeri bir sayıya ulaşılabilirdik. Buna bugünkü 600 bin Kabartay sayısını da eklediğimizde 1,5 milyon gibi bir nüfus oluşabilirdi.
(Devamı var)