.
Tanınmış Adıge şairi, Adıge Cumhuriyeti kültür emekçisi, Rusya Yazarlar Birliği üyesi, Adıge Cumhuriyeti Devlet ödülü sahibi Kuyıko Şıhambi 3 Nisan 2023’te 60 yaşına ayak basacak. Bu vesileyle kendisiyle bir görüşme yaptım.
– Şıhambıy, şiirindeki bir parçada “Bir gece, bir gündüz, yaşam ileri gidiyor – Berrak bir pınar suyu gibi aynanın ortasında kalıyor…” dizelerini ünlü Adıge bilim insanı Şeşşe Kazbek senin “Seçilmiş yazılar” (Xeşıpıćığe txığexer) adlı kitabının önsözüne başlık yaptı. Yaşamın sende uyandırdığı düşünceler içinden o dizeler çıkmıştır, bu şeye bağlı olarak sana bir soru yönelteyim: Yaşadığın bu altmış yılı aynaya yansımış berrak bir pınar suyu olarak görebilir miyiz?
– İlk günümden başlayarak bugün ulaştığım altmış yaş için geriye dönüp baktığımda pişmanlık duyacağım hiçbir durumum olmadı. Moskova Gorki Edebiyat Enstitüsü mezunu olup Maykop’taki Adıge Kitap Basımevi’nde çalışmaya başladım, ilk işim bu oldu, burada yapılan çalışmalara yakından katıldım. İki yıl “Zekoşnığ” (Kardeşlik) dergisinin baş editörü (yayıncısı) oldum. Kitap seçimi, harf dizimi ve yayın işini öğrendim, ardından Basımevi müdürü oldum. Öyle olmasaydı karşılaşılan yanlış uygulamaları fark edemezdim. O sıralar “Adıge mak” gazetesinin editörü (baş yayıncısı) Meretıko Ramazan beni yayın kuruluna almak için defalarca çağırdı, ama ben başka işler peşindeydim, kitap yayınlama konusunda daha deneyimli olduğumu biliyordum.
Yaşam yolum şiire bağlı, başka bir kulvarda yürümeyi hiç düşünmedim. İlk şiirimi 5’inci sınıf öğrencisi iken yazdım, moralimin bozuk olduğu bir dönemdi, annemi yitirmiştim. Beklenmedik bir felaketle karşılaşmıştım, annesiz kalmak beni birçok zorlukla baş başa bıraktı. İşte o zamanlar yazdığım şiirlerle soluma olanağı elde ediyor, avunuyordum. Ardından değişik konulu şiirler yazmaya başladım. 7’nci sınıf öğrencisi iken ilk kez bir şiirim “İlyiç Yolu” (Lenin Yolu) adlı rayon gazetesinde yayımlandı. Dünyalar benim olmuştu, kendimi bir şeymişim gibi görmeye, daha güzel şeyler yazmak için çırpınmaya ve sevinç içinde uçmaya başladım. Zaman ilerledikçe şiirimi geliştirmekteydim. İlk kitabım yayımlandığında Moskova’daki Edebiyat Enstitüsü’nün 4’ncü kursunda öğrenim görüyordum. O sıralar enstitüde kitabı yayımlanmış beş öğrenci vardı, bu şey benim için büyük bir olaydı, başım dik dolaşıyordum, sadece kendimi değil, Adıgeyli olduğumu da gururla söylüyor, Adıgey’in adını duyurmuş olmanın sevincini yaşıyordum. Şu an Adıgece ve Rusça yayımlanmış dokuz kitabım var. Bu yıl yıldönümüm vesilesiyle yazılarım 2 cilt halinde yayımlanacak.
İzlediğim şiir yolu benim için hep ilginçti. Anımsıyorum, Yecerukay köyü ortaokulu öğrencisi iken Maykop’ta yapılan Yazarlar Birliği seminerine çağrılmıştım. Daha sonra Edebiyat Enstitüsünde okurken, 1988 yılında genç yazarların Moskova’da düzenlenen seminerine de çağrılmıştım. Orada Yazarlar Birliği üyeliği için aday gösterildim, ancak üye olmak için ilkin kendi yöremden, Adıge Yazarlar Örgütü üyeleri tarafından adaylık için önerilmem gerekiyordu. Bunun için Birlik üyeleri olan ünlü yazarlar Beretere Hamid, Koşbeye Pşımaf ve Kuyeko Nalbıy benim için tavsiye (önerme) yazısı yazdılar ve Birlik üyeliğine alındım. Yalnız değildim, Yemıj Muliet de benimle birlikte Yazarlar Birliği üyeliğine alındı. O sıralar 27 yaşındaydım.
– “Kuraklık çok zalim, toprak da acımasız! Anaların yarısı gözyaşı ötesi yas içinde. Adıge kadınları yağmur yağsın diyerek “Hanśeguaşe” (*) dolaştırıyorlar… Beklenti içindeler…”. Yazdığın “Hanśeguaşe Şarkısına” felsefe bilimleri profesörü Hanehu Ruslan tarafından büyük bir değer biçilmişti. Şarkının Adıge felsefe ve kültür mirası içinde yer aldığını yazmıştı. Bu şiiri nasıl ve hangi duyguyla yazmıştın. Onu sana anımsatan şey ne olabilir?
– Bu şiiri yazdığımda hala öğrenciydim. Moskova’dan köyüm Yecerıkuaye’ye döndüğümde hanśeguaşe dolaştırıldığını gördüm. Bu geleneği ilginç bulmuş, ben de hanśeguaşe dolaştıranlara katılıp dolaşmıştım. Yıldırım çarpan yaşlı nineyi de unutamıyorum, Laba Irmağına götürüp suya sokmuşlardı. Gelenek gereği yıldırım çarpan kişiyi suya atarlardı, ama yaşlı nineye öyle yapılabilir miydi, suya götürüp özenerek bezenerek onu yıkamakla yetinmişlerdi. Ardından köylülerim Set Höyüğü (Kurganı) önünde toplanıp dua etmiş, dua sonrası oturup et ve diğer yiyecekleri yemişlerdi. Böylesine çok sayıda geleneğimiz vardı, anlamsız da sayılmazlardı. İlginç olan şey, hanseguaşe dolaştırılmasından sonra, belki rastlantı sonucu, yağmur yağardı. En azından insanlar bir araya gelir, şakalaşır ve eğlenirlerdi. Günümüzde de, kuşkusuz o gibi günleri, ritüelleri özlemiyor olamayız.
“…Aşkı buldum diyerek bu gece,
Köz oluncaya dek kendimi yaktım.
Közümün küle dönüşeceğini düşünemedimi,
Bilseydim, kör lamba gibi yakardım kendimi bu gün”.
Şiirlerini okurken, en başta, eğitimli biri olduğunu anlıyorum, ardından yetenekli biri olduğunu da. Eğitim ve yetenek bir araya gelmeden beğenilecek bir şiir yazılamaz. Şiirlerin görüntülerle süslenmiş, ölçülü ve insanın içine işliyor. Gençliğinde Edebiyat Enstitüsünde okumuş olmanın bir yararını gördün mü?
– Sen de aynı enstitüde okudun, ne diyeceğimi iyi bilirsin. Birçokları soruyor “şiir yazmayı edebiyat enstitüsünde mi öğrettiler, kişinin kendinde bir yetenek yoksa, şiir yazma tekniği orada öğretiliyor mu?” diyerek.
– Anlıyorum, bana da benzer sorular sorulduğu oluyor…
– Biliyorsun, o enstitü bize şiir yazmayı değil, bilimi öğretti, en başta ülkemiz ve dış ülkeler edebiyatlarını derinlemesine öğrendik; ardından, şiirleri sözcük sözcük ele alıyor, konuşuyor, sözcüğün anlamı kavratılıyor ve kavramamız sağlanıyordu.
Haftada bir gün, genellikle Salı günleri bir seminer düzenliyorduk, şiirlerimiz öğrenciler tarafından tartışılıyor, değerlendiriliyordu, toplantılarda beğenilme durumu nadiren yaşanıyordu. Maykop’taki Öğretmen Enstitüsü’nde üç yıl okuduktan sonra Moskova’daki Edebiyat Enstitüsü’ne kaydolmuştum, karşılaştırma yapma olanağım vardı. Maykop’taki enstitüde sıkı, iyi bir eğitim veriliyordu, ama içimizdekileri kendi başımıza geliştirme tekniği konusunda bize bir eğitim verilmiyordu, Moskova’dakinde ise, bu yöne, içimizdekini dile getirme konusuna ağırlık veriliyordu.
Seminerlerin büyük yararını görmüştük, ilk katıldığımda, yazdıklarım darmadağın edilmişti, “Ne diye buraya geldim ki?” dedirtmişlerdi bana. Daha sonra yavaş yavaş, övülmekle bir yere varılmayacağını anladım. Adıgey’de şiirlerim yayınlandıkça övgü dolu sözler duymaya alışmıştım, bunun yerinde bir şey olmadığını enstitü öğrencisi olduğumda anladım.
Şu anda bile şiirlerimin iyi ya da kötü olduğu açıkça söylenmiyor, Adıgey’de şairin kalbini pek kırmak istemezler. Ama iyi eleştiriyi tanımak gerekir, doğru ve yerinde bir eleştiri yararı olur. Bu arada şairin kişilik haklarına da saygısızlık, hakaret edilmemeli.
Eleştirmen iyi bir bilimsel eğitim almış, edebiyatı derinlemesine kavrayan, okuduklarını birbiriyle karşılaştırıp ölçen ve değerlendiren biri olmalı. Şiirlerimi herkesin aynı ölçüde beğenmesini bekleyemem, herkese beğendirme gibi bir derdim de yok, hiçbir zaman öyle bir amaç taşımış biri değilim. Kişi kendine yakın bulduğu, ısındığı şeyi beğenir. Bir kitapta buna benzer şiirler varsa, o kitabı iyi bir kitap saydığımız da olur.
– Adıge ulusunun büyük şairi Kuyeko Nalbıy’ın akrabasısın (vınekoş’usun), arkadaşındı ve iş arkadaşındı. Birlikte gittiğiniz toplantıları anımsıyorum. Nalbıy ile senin, onun da seninle olan ilişkisinin iyi olduğundan kuşkum yok, Nalbıy sana değer veriyordu, senden sürekli olumlu söz ederdi, bir şiirinde de ismini anıyor, yakını olduğunun altını çiziyor. Ondan esinlenmiş olduğunu söylemiyorum, senin kendine özgü ayrı bir yolun, yazı stilin var. Yine de Nalbıy’ın kullandığı bazı motifleri senin de kullandığını gördüm. Söz gelişi “Nıbjıku” (Gölge) motifi şiirlerinde çok yer alıyor.
“… Gece ile gündüzün birleştiği çizgi
Hiç yorulmayan zamanı,
İki elimle üzerime çekerek,
Demir zincirler boynumda asılı,
Bir yaşamı seçmişim,
Gölgem yabancım olmuş…”
Yanılıyor muyum acaba?
Nalbıy ile tanıştığım zaman 7’nci sınıf öğrencisiydim. Şiirlerimi yazdığım kalın defterim elimde yanına gittim, şiirlerimi ona göstermiştim. O andan başlayarak Nalbıy ile ben şiir yolculuğunu birlikte sürdürdük, danıştığım kişi sürekli o oldu, bana yakın olan kişilerden biriydi.
En son döneminde basımevi müdürlüğüne atandığımda, altını çizerek şöyle demişti: “Yaşamın ilginç bir yanı, evlatlığının emri altına girip çalışmak, bu da bir şans”.
Sadece “Gölge” (nıbjıku) değil, şiirlerimde çok kez “Asma Köprü” (Ĺemıc ćeşşağe) motifi de görülür, verdiğim anlam, köprünün iki yakayı birleştiriyor olması, dünyamız da öyle birbirine bağlı şeylerle örülü ve onların birbirine karşıt olduğu anlamını çıkarıyorum: İyilik ve aydınlık, kötülük ve karanlık. Yaşamımız boyunca, her zaman iki yakadan biri üzerinde duruyoruz, iki yaka arası yaşamdır – asma köprüdür.
Nalbıy’ın şiirlerini herkes beğeniyor diyemeyiz, benim şiirlerimi de anlamayanlar var. Şiirlerime bir son bölüm yazmıyorum, açık bırakıyorum, okuyucuya bir ek yazma fırsatı tanıyorum. Kesin olarak söyleyeyim, şiirlerin sonu diye bir şey olmaz.
– Sadece annene ilişkin olarak değil, bilim insanlarının açığa çıkardığı gibi, şiirlerinin çoğunda annenin yüzü beliriyor. Yaşamın, yaşam biçimin ve seni çevreleyen doğada annenden bir parça var. Ben böyle algılıyorum. Annene duyduğun bu sevgiyi, onun “iki elini sana uzatmasını, içinden gelerek, kendini ona köprü yapacağın, güneş ışıltısı gibi ona sarılacağın”, bu dizeleri üzüntü duymadan okuyamıyorsun, insanın içini eritiyorlar.
Sana bir itirafta bulunayım, annem için gerekeni, ona layık olanı yazmayı başaramıyorum, anneme ilişkin yazdığım şeyler az sayılmaz, anneme ilişkin söylediklerim bana hep az geliyor, buna dikkat etmek istiyorum, içim burkuluyor, yazamadığım durumlara düşüyorum. Sen annene ilişkin ilk şiirini ne zaman yazmıştın? Niçin o konuya sürekli değiniyorsun?
– Daha önce söylediğim gibi annemi yitirdiğimde 5’inci sınıf öğrencisiydim. Kendisi genç yaşta aramızdan ayrıldı, henüz 45 yaşındaydı. Anneme doyamadım, sıcaklığını yeterince duyamadım. Anne şefkatini duyarak bugünlere geldim, şiirlerimde anneme yollamalarda bulunmam bu nedenle. Onunla geçirdiğim kısa süre içinde, sabahları erken kalkar, elinde çapa tarlaya gider, toprağı çapalardı.
Akşamları yemek yedireceğinde, yatıracağında beni okşardı, bana değer veriyordu, ama o eller nasırlıydı. Çapa ve diğer tarım araçları yüzünden elleri sert ve yara bere içindeydi, serttiler, ama beni çok sevdiğini canım gibi biliyordum. Üzüldüğüm şey bizim mutluluğumuzu, güzel günleri görememiş olmasıdır.
– Annem ortaokul mezunuydu, kitap okumayı çok severdi, köy kütüphanesindeki kitapların hepsini okumuştu. Akşamları yaşlı komşu kadınlar annemin yanına gelip toplanır, annem onlara kitap okur, onlar da dinlerlerdi, ben de bir köşeye ilişir annemi dinlerdim. Bunu yitirdiğimde dünyayı yitirmiş gibi olmuştum, ama hane halkı olarak, dayanışarak ve el ele vererek ayakta kalmayı başardık.
Çok geçmeden, 9’uncu sınıfta iken babam tekrar evlendi. Üvey annemiz oldu, bizi büyüttü, anneannem yakınımızda oturuyordu, üvey annem ona da her öğleyin üşenmeden yemek götürürdü, onu da bizi de sonunda memnun etmişti. O sıralar ninem bana “o kişi annenizin yerini aldı” demişti. Bu söz bana dokunmuştu, ninemin bu sözleri bana söyleyebilmiş olmasına hala şaşıyorum.
– Şıhambıy, şiirlerin – büyük ve derin düşünceleri yansıtıyorlar, Adıge edebiyatında oturmuş ve bilenmiş şiirleri olan biri olarak tanınıyorsun. Bugünkü yaşına baktığında, yaşamdaki tüm özlemlerinizi elde etmiş durumda mısınız? Daha başka beklentilerin var mıydı?
– Şiir dersek, amacıma ulaştım, uzun şiir yolculuğumu oldukça güzel ve başarılı görüyorum. Şiir dünyama daha akıllıca şiirler katmayı düşünüyorum, ama orada da duracak değilim. Düzyazıya geçmenin ve düzyazıya daha derin yönelmemin sırası geldi. Güldürü (mizah) tarzı kısa öyküler yazdım, başka alanlarda da çalışıyorum, uzun öykü ve romanlar yazmayı düşünüyorum.
Yaşamım boyunca çok ilginç şeyler yaşayarak bugünlere geldim, güzel başarılara da ulaştığım oldu, ama şimdi, yaşım gereği değişiklik yapma gereği duyuyorum. Olmayan (hayali) kızım üzerine Rusça yazdığım “Gözlerinin rengi gökyüzünün rengi gibi” adlı bir şiirim var. İlginç şey değil mi, kızın yok, olmasını istiyorsun ve bir şiir yazmış olmak? Doğrusunu söylemem gerekirse, bir kızım olmasını çok istiyordum!
– Şıhambıy, şimdi geleneksel çalışma konusuna dönüş yapalım. Adıge Basımevinin 1996 yılından beri müdürüsün. O günden bu güne kitap basımı konusunda ne gibi değişiklikler oldu? Yazarlarımızın elinden çıkan yazılarda bir azalma oldu mu?
– Henüz Basımevi müdürü yapıldığım gün bilgisayar bölümünü açtım. Daha önce buna gereksinim duyulduğunu biliyordum, ileri gitmek için harf dizimi (hurufat) tekniğini terk etmemiz gerekiyordu. Bunu başka sorunlar da izledi, işi genişleterek çalışıyoruz, işi böyle değerlendiriyorum.
Yayın konusuna dönecek olursak yaşlı kuşak yazar sayımız çok azaldı, gençler arasında da Adıgece yazanlar tek tük. Adıge Yazarlar Birliği her yıl gençler arasında edebiyat yarışmaları düzenliyor, jüri (seçici kurulu) üyesiyim, bu nedenle durumu görüyorum. Yarışmaya katılan, diyelim 40 kişi varsa Adıgece yazan kişi sayısı iki üçü geçmiyor, o iki üç kişi arasında da Ruslar var. Şaşırıyorum, Adıgece yazacak Adıge bulamıyoruz, Ruslar ise Adıgece yazıyorlar.
Yazarlara büyük bir değer verildiği dönem artık kapandı, geride kaldı, bizim gençlik yıllarımızda yazarlara çok değer verilir, toplantılara coşku içinde katılırdık. Yazarlar toplu halde okulumuza geldiklerinde, bu bir olay olur, köyümüz, rayonumuz açısından da olay olurdu. Şimdi böyle şeyler yok. Yine de Adıge edebiyatımıza özenle yaklaşıyoruz, elimizden geldiğince onu ayakta tutmaya çalışıyoruz, bizden sonraki kuşağın edebiyatımızı geliştireceğini umuyorum.
– Şiirlerinde aşka, sevgiye, iyiye ve acıma duygusuna geniş yer veriyorsun. İyi ile acıma duygusunu (merhameti) nasıl algılıyorsun, onlara verdiğin felsefi anlam nedir?
– Sadaka konusu üzerine birkaç şiirim var. Krasnooktyabr Caddesinde yaşlı ve zavallı bir kadın oturur, dilenirdi, ona çok acıyordum, önüne para da atardım. O kadının çocuğu yok muydu, bir köke bağlı değil miydi? Dilenecek duruma düşmesi normal miydi? Normal değildi, bir kadının, özellikle yaşlı kadınların dilenmeleri normal sayılamaz. İşte, Çeçen Cumhuriyeti’nde yaşlıların barındığı huzur evleri bile yok, bizde var, bizdekilerde Adıgeler de var, işte zavallılık denen şey budur.
Örnekler vermiş olmam merhamet anlayışımı anlatmak için, bana göre sadece hastalara acımakla yetinilmemeli, zor durumda olanlara da yardımcı olunmalı. Bunun için çevrende, yakınında olanlarla işe başlamalı, ardından acınacak durumda olanlara yardım alanı genişletilmeli. Ben elimden geldiğince insanlara yardımcı olmaya çalışıyorum.
– Şıhambıy, büyük işler başararak altmış yaşına vardın, Tanrı sana uzun bir ömür bağışlasın. Gelecek için ne gibi hedeflerin var?
– Akıl ve düşünce yönünden yazılarımı daha da geliştirmek, yeteneğimi artırmak istiyorum. Bu yıl yayımlanacak iki kitabımı daha başka kitaplarımın da izleyeceğini umuyorum. Yazı yazanları basımevine davet ediyorum, onlarla birlikte çalışacak ve yazdıklarını da yayınlayacağız.
– Şıhambıy, benimle konuştuğun için teşekkür ederim.
– Ben de teşekkür ederim.
DERBE Timur.
(*) – “Hanśeguaşe, eskiden küreğe ya da bir sopaya kadın elbisesi giydirilir, süslenir, kuraklık olduğunda ev ev dolaştırılır, üzerine su atılırdı, “Hanśeguaşeyi dolaştırıyoruz, gökten yağmur boşalsın” diye hep birlikte söylerlerdi… – hcy
Adıge mak, 31 Mart 2023