Paris’te Bir Çerkes Kızı – 6

 

İsp evleri

Eski Çerkes yaşamına ilişkin karakalem bir desen çalışması

Paris’te Bir Çerkes Kızı – 6
Aynı gün Feriol’ler tiyatro konusunda konuştular, konuşmalar sona erdiğinde, Ayşet kendi dikişi ile ilgilenip dururken uyukladı. İlkin uykusunda “Julie… Julie” adını duyar gibi oldu. Sıçrayarak uyandığında, bu sesin bahçeden, Marie Angélique’den geldiğini anladı. Kont Charles de Ferriol yengesine seslendi: “Kontes, hele bir dur, Markiz Julie Calandrini’ye bir hoş geldin diyeyim. Claudine, bize çok değerli bir konuk getirdin, geri döndün mü?.. Charlotte-Elizabeth Aisse nerede? Cenevre’den Julie’nin geldiğini söyleyin, uzun süreden beri gelmemiş diye çok üzülüyor, yolunu gözlüyordu…”
Ayşet pencereden bakmaya gerek duymadan, kalbi çarparak dışarıya fırladı, artık gencecik bir  kız olmuştu, ama eskiden olduğu gibi kollarını açarak, Julie Calandrini’ye koştu ve ona sarıldı.
– Ağlama, Aisse, rahatla güzelim, başını omuzuna dayayan Aisse’yi – teselli ediyor, başını okşuyordu. – Bak Tanrı yine bizi bir araya getirdi. – Üç dört yıldır görüşmedik, bu denli büyüyeceğini ve güzelleşeceğini beklemiyordum. Claudine ile Cenevre’de senden çok söz ettik. Kızımız Susanna da seni çok sevdi, seni unutmadı, selamı var. Benimle Paris’e gelmek istemişti ama gelemedi.
– Evet, Julie, – diyerek Marie Angélique akrabası kadını destekledi, – Aisse seni seviyor ve özlüyordu. Pon de Vel ve kardeşi de seni yere göğe sığdıramıyorlar. Şu an tiyatrodalar, François Voltaire’in bir piyesi üzerinde sahne çalışması yapıyorlar. Kont, bir baksana, Julie’yi görünce sevincimizden, bir aydan beri bizden uzakta olan Claudine’i unutmuş olduk. Claudine, sana Paris’ten çok Cenevre yaramış, çok daha güzelleşmişsin. Hoş geldin, evine buyurun diyoruz.
– Marie, Cenevre bana iyi gelmiş mi bilmiyorum, ama beni unutan Aisse gibi beni kim güzelleştirebilir ki… – Claudine-Alexandrine şaka yapar gibi, lafını dokundurarak Aisse’nin omuzuna elini sürdü. – Tamam Aisse, gel, biz de bir kucaklaşalım.
– Bağışla beni, Claudine, anne ve baba, siz de – Ayşet kendisine dokundurulan laflara aldırmadan Claudine – Alexandrine’e sarıldı. – Ben ve kardeşlerim de seni çok özledik. François Voltaire ve Pon de Vel seni asıl özleyenler, piyeslerinin ilk sahnelenişini senin de görmeni istiyorlardı, Markiz Julie’yi getirmekle çok iyi ettin.
– Evet, evet, – şimdiye değin ağzını açmayan kont Ayşet’e katıldı, bir yandan da gümüş asası ile oynayarak iki kız kardeşe döndü: – Size ne diyeceğimi biliyor musunuz? Ben, Kont Charles de Ferriol’üm, Orleans Dükü değilim, Güneş Kralımız XIV. Louis aramızdan ayrıldığında unutulmu olan biriyim. Charlotte-Elizabeth Aisse’den daha güzel ve daha endamlı bir kızın gerek Fransa’da ve gerekse dünyada bulunmadığını size söylemek isterim.
– Baba! – Ayşet kontun yumuşak parmaklarını avucunun içine aldı. – Senin sandığın kadar da güzel değilim, Markiz Julie’nin önünde beni utandırma. Kralın sana gönderdiği ilacın süresi geçti, hadi gidelim.
– Öyle mi? – Yanlış bir şey söylediğini belirtmek üzere kont elini Ayşet’e uzattı. – Gidelim, ne diye bekleyip duruyoruz? Kralımızı üzmeyelim, gönderdiği ilacı içelim. Gidelim, hemen gidelim, – biraz daha yavaştan diğerlerine de laf dokundurdu, – siz farkında değilsiniz, iyi bir ilaç içiyorum, kral bu karışımı herkes için yaptırmaz.
Kont Charles de Ferriol’ün durumunu gören Julie Calandrini, Claudine-Alexandirine’e baktı, Marie Angélique de akrabası kadına fısıldadı:
– Julie, bu da başımıza geldi. Sonu nereye varır, bilmiyorum, şimdilik sakin, gürültü patırtısı yok.
– Kontun durumunu Claudine söylemişti… – Julie Calandrini üzüldüğünü başını sallayarak belli etti, – ama bu mükemmel insanın böyle olacağı aklımtn ucundan geçmemişti.
– Onun centilmenliğine bugün için diyecek yok… – diyerek Claudine-Alexandrine gülümsedi.
– Kont Charles de Ferriol için üzülüyorum, – soylu ve oturaklı bir kadın olan Julie Calandrini bir iç çekti, – ama asıl acıdığım kişi zavallı Aisse.
– Aisse bu başına geleni çoktan hak etmiş biri…
– Niye, Claudine?.. – Bu beklenmedik söz karşısında Julie şaşırdı.
– Ülkesine, Çerkesiye’ye götürmek için Fahri ve arkadaşı geldi, ama o Feriol’lere yapışıp kaldı, gitmesi gerekirdi, – diye Claudine  yanıtını vermekte gecikmedi.
– Claudine, dediğin doğru değil, sana öyle yapma dememiş miydim! – Marie Angélique kız kardeşinin dediğini beğenmese bile söylemek istediği şeyi gizlemedi: – Aisse olmasaydı, biz ne yapardık, kontun tek şifa kaynağı o, görüyorsun onun sözünden dışarı çıkmıyor.
– Julie, duyuyor musun, “o olmasaydı” diyerek kız kardeşimizin kendince nasıl tekerleme yaptığını? “Bisert” delikerinin Paris’te dolaşıp durduğunu unutma!.. – Claudine’in gözleri sertçe dışa fırladı.
– Claudine, Tanrıdan kork, neler söylüyorsun böyle?! – Marie Angélique konttan daha kötü duruma düşmüş biriymiş gibi haykırdı. – Dediğini Pon de Vel ile Arjantal da duyacak olursa sana dünyayı dar ederler. Bağışla bizi, Julie, daha aramıza katılmadan seni üzmüş müyüz, bilemiyorum.
– Kont ve Aisse için o senin dediğin şeyi, Claudine, – Julie Calandrini yumuşak yanı daha baskın olsa da, kararlı konuşmaktan geri kalmadı, – duymasam daha iyi olurdu, duymamış olayım.
– Güzel, güzel… Suçlu ben olayım… – Claudine-Alexandrin’in beklemediği bir anda, Ayşet odaya döndü.
– Bağışla beni, Julie, – Ayşet, gördüğü ilk günden beri sevdiği kadına yeniden sarıldı, ardından – Claudina-Alexandrine’e iyi bir hoş geldin diyemedim, bu nedenle ona da sarılacağım, dedi.
– Elbette, Aisse, ablana sarılır, yanaklarından da öpebilirsin, – Ayşet’in söylediği ile yaptığı harekete sevinen Marie Angélique, Ayşet’e arka çıktı. – Sizin Claudine’i ne denli sevdiğinizi benim kadar bilen biri yoktur. Sadece bizimkiler değil, Julie, Voltaire, Montesquieu de seni seviyor. Voltaire ve Montesquieu dışında, Arjantal da seni çok seviyor. Sorarsan sana İran, İspanyol, İngiliz ve diğer edebiyatlar konusunda da bilgi verir, diyorlar. Konuyu başlatırsan, Kral Operasında sahnelenen oyunları bir bir sayar, anlatır, beğendiği makamları mırıldanır, diyorlar.
– Evet, Aisse, Charles de Ferriol eğitimli biri, üstesinden gelemeyeceği şey var mıdır, bilemiyorum… – Claudine-Alexandrine konta ilişkin söylenen sözleri beğenmemiş olsa da belli etmemeye çalışmıştı, ama beğenmediği yüz hatlarına yansımıştı.
– Evet, Claudine, papanın görüş ve düşünceleri çok şeyi etkilemiş durumda, – Ayşet bu laf atmayı, niçin laf atıldığını anlamış olsa da, o övgü dolu konuşma yöntemiyle yanıtını verdi, – Claudine, papam senin yazdıklarını da okuyor.
– Okur, tabii!.. – diyerek, Marie Angélique, kinayeli konuşmalara bir son vermek için lafı kaptı.
– Yazdıklarımı, Aisse, kont beğeniyor mu? – Claudine-Alexandrine Madlen’le Charles de Ferriol’e ilişkin yazısını kontun satın aldığını kendisinden başka bilen birinin bulunmadığını bilmesine rağmen yine sordu.
– Elbette beğenir, ben de beğeniyorum, – dedi Marie Angélique, bu ikisi arasında bir tatsızlık olmaması için.
– Marie, yeter artık, sana soruyor değilim!
– Claudine, güzel kız kardeşim, – kendisine de, muhatabına da değer vererek, Markiz Julie söze karıştı, – böyle bir ablaya da kızılmaz.
– Bağışla beni Julie, sen de Marie, – İçinden gelerek mi yoksa yapmacıktan mı demiş, bilinemez, ama Claudine-Alexandrine saygıdeğer akrabası karşısında kendisine çeki düzen verme gereğini duydu.
– Ben de seni kınıyor değilim, Claudine, seni üzecek bir şey söylemişsem bağışla beni, – Julie Calandrini’nin sözleri Ayşet’i yumuşattı, ona dostça bir bakış yöneltti, kendine düşeni de içinde bırakmadı.
– Birbirimize karşı öyle kalırsak daha iyi, kimse yarın başına ne geleceğini bilemez.
– Evet öyle, Julie, elbette öyle, – Marie Angélique daima yanında taşıdığı renkli mendili ile gözlerini silerken, kendisini destekleyen konuğu onayladı, – zavallı Kont Charles de Ferriol’ün başına bu geleni öncesinden kim bilebilirdi ki… Şimdiye değin bu şeyi kabullenebilmiş değilim.
Uzak bir yoldan gelmiş ve hayli ileri bir yaşta olan Julie Calandrini, yol yorgunluğundan çok bu duyduklarından yorulmuş olmalı ki, akşam yemeğine çağırılmamasını rica ederek, kendisi için ayrılan odasına dinlenmek üzere çekildi.
“Biz, kadınlar, farkında değiliz, bazen kendimizi beğenme konusunda erkekleri bile geride bırakıyoruz, enteresan kişileriz, – diyerek Julie kendisini ayıpladı. – Bir araya geldiğimizde çocuklarımızı övmeye başlıyor, onları kendileri için doğurmuş olduğumuz erkekleri kınamaya, kötülemeye kalkışıyoruz. Tabii, farklı erkekler de var, ama, sonunda hepsi erkek değil mi?.. Hayır, benim Jean Louis için kötüdür diyemem, benim ve çocuklarım için iyi biri, buna rağmen bazen kalbini kırdığım oluyor. Böyle durumlarda “üfürerek beni yiyorsun” (vıkısapşeze, seveşhı) diyor bana. Sana değer vermiyor, seni yiyor değilim, Jean Louis. Benim sevdiğim gibi çocukların da seni sevecekler, ama benim sana özenle yaklaştığım gibi onlar da sana bakacaklar mı?.. Şansı yaver gider de düzgün bir aileye girerse, erkeğe değer veren ve onu başarılı kılan iyi bir eş olur, Aisse. Kont Charles de Ferriol’den olma değil, ama bakın ona nasıl da değer veriyor. Claudine’in dediğine bak, Aisse’nin hayatı kontun elinde, o nedenle konta iyi davranıyor diyebilir miyiz? Bunda ne var, sana iyilik yapana iyilikle karşılık vermek yerinde bir davranıştır. Çıktığı yeri unutup aralarına katıldığı insanlara değer vermenin olmayacak bir yanını göremiyorum. Aisse, ayrı düştüğü toplumunu unutmuş mu ya da ona unutturulmuş mu?..”
Kısa sonbahar günü kararmaya başladığı gibi Julie’nin odasına da karanlık düşmeye başlamıştı. Doğu bahçesine bakan pencereye göre, güneşin battığı batı penceresi daha aydınlıktı. Bu iki pencere arasındaki çekişme gibi Julie Calandirini’nin düşüceleri de beyninde çatışıyordu. Akşam yemeği hazırlığı içindeki Feriol’lerin evinde ayak sesleri duyuluyordu. Julie, büyük bahçe kapısı tarafından gelen bir fayton sesini duymuş gibi oldu. Saint-Nev-August caddesi yakınındaki Kutsal Anne caddesindeki Katolik Kadın Manastırı içindeki kilisenin çan sesleri işitildi, bahçe fenerleri de yakıldı. Julie, Tanrı tablosunun önündeki iki mumu yaktı, Cenevre’deki ailesinde ve konuk olduğu bu ailede huzurlu, sağlıklı ve mutlu bir yaşam olması, Pon de Vel ile Voltaire’in sahnelenecek temsilin, beğenilmesi, Kont Charles de Ferriol’ün hastlığının şifa bulması, Aisse’nin bahtının açılması ve mutlu olması için Tanrı’ya yalvardı.
Dua sonrası Julie Calandrini huzura ermiş otururken, birden bire içindeki düşünceler yeniden depreşti: “Ulu Tanrım, Aisse için şans ve mutluluk dilerken, akrabalarım olan Marie Angélique ile Claudine – Alexandrine’e kızıyor, onların iyiliğini düşünmüyor değildim. Onlar kalpleri, dilleri, dinleri ve eylemleri ile özgür olarak yarattığın bu ülkede oturuyorlar. Aisse yalnız ve akrabasız biri, Sen’den başka koruyucusu yok, kendinden olmayan kişiler arasında yaşıyor. Fransızlığını umursamıyor, geliştirmiyor diyemem. Yardımcısı olmayan birine yardımcı olman için sana yalvarıyorum. Daha başka kuşkulandığım bir şeyi de sana duyurayım. Bundan önceki Paris gelişimde olduğu gibi ve şimdi de, bu iki kız kardeşin Aisse’ye karşı takındıkları tutumlarını beğenmiyorum. Marie Angélique – çok yapmacıklı, Claudine-Alexandrine ise akıllı ve güzel bir kadın, ama kendinden güzel olan birini çekemiyor, kıskançlıktan kendini yiyor. Charlotte-Elizabeth Aisse’nin eksiği yoktur demiyorum, ama sağlam karakterli  bir kız, onu iyi bir insan olarak tanıyorum. Yanlış yola düşmesin, kişiliğini ve onurunu koruyan mutlu biri yap onu, aramızda uyumlu bir yaşam sürdürsün…”
Sophie elinde bir tepsiyle odaya geldi.
– Akşam yemeği istemediğimi onlara söylememiş miydim, Sophie?
– Markiz, bana bir şey söylenmedi. Yemekhanede seni bekledik, gelmemen üzerine, yorulmuşsundur diyerek bu yemeği sana götürmemi Charlotte-Elizabeth Aisse istedi. Süt ve tatlı ekmeği yiyebilecek misin bilemiyorum. Yine de yemekhaneye gelmek istersen biz hazırız. Kont seni sordu, biz de dinleniyor dedik, dinlensin diyerek odasına çekildi.
– Beni unutmadığı için konta teşekkür ederim. Marie Angélique, Claudine-Alexsandrine kontesler neredeler?
– Onlar biraz önce bahçe kapısına gelen iki ayrı faytonla gezmeye çıktılar.
– Öyle mi?..- şaşkınlığını belli etmeden sordu Julie Calandrini, getirdiği yemek için Sophie’ye teşekkür etti: – Yemekhaneye insem de yiyeceğim bu kadar bir şey, teşekkür ederim, Aisse ne yapıyor?
– Charlotte-Elizabeth Aisse Kont Charles de Ferriol’ü yemekten sonra bahçede biraz gezdirdi, ardından odasına çekildi, eline bir kitap aldı, onu okuyor. Senin yanına gelmeyi çok istiyordu, ama dinlenmene engel olmamak için gelmedi.
– Uzun bir sonbahar gecesini nasıl geçireceğimi düşünüp duruyordum, Aisse beni rahatsız etmek istememiş. Yanıma gelmesini söyle, onu bekliyorum.
İçtenlikli konuşursan zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmuyorsun. Görüş birliği sana çok şeyi öğretiyor, kavratıyor, zor şeylerden çıkış yolunu gösteriyor, sevinç ve üzüntüyü paylaşmanı sağlıyor. Tökezlersen ayağa kalkmana yardımcı oluyor, olmayacak şey yaptınsa seni kınıyor, elinden kötü bir şey çıkmışsa seni doğru yola yöneltiyor.
Böylesine şeyleri konuşarak Julie Calandrini ile Charlotte-Elizabeth Aisse gece yarısına değin oturdular.
– Julie, yıllardan beri Paris’teyim, kız kardeşim yerine saydığım Jeanette- Nicole dışında, sizinle yaptığım bu sohbet gibi soluma olanağı bulduğum tek bir anım bile olmadı. Kabul edersen, hemen şu an, seni annem olarak görmek, onun yerine koymak isterim. Gözlerden ırak Cenevre’de yaşıyor olsan da, sana yazar ve sana danışırım. Senin gibi beni anlayan başka biri ile karşılaşmış değilim, Kontes Marie Angélique’i iteliyor değilim, beni koruyacak ve yol gösterecek biri olmanı diliyorum, seni hiçbir zaman utandırmam. Ayşet, Julie Calandrini’ye yeniden sarıldı, Hıristiyan geleneği gereği onu yanaklarından üç kez öptü.
Julie Calandrini yanıt verme yerine, Charlotte-Elizabeth Aisse’nin önünde üç kez istavroz (haç) çıkardı, yetmedi, odadan ayrılırken de arkasından aynısını yaptı.
(Devamı var?
İshak Maşbaş (s. 322-332) – 44.

Yorum Yap