Site icon MEFENEF

21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgününün 159’ncu Yıl Anma Günüdür.

Bundan 161 yıl önce, 10 Mayıs 1862 tarihinde yürürlüğe giren bir Rus Hükümet Kararı, bugünkü  Maykop kenti ya da Belaya (Şhaguaşe) Nehri hattı ya da Beloreçensk Hattı ile Karadeniz arasındaki topraklarda yaşayan  Adıge (Çerkes) nüfusunun göç ettirilmesini, toprağından çıkarılmasını emrediyordu. Görev General Yevdokimov komutasındaki Kuban Ordusu’na verilmişti. Sonuç olarak Rus Ordusu tarafından yürütülen ve iki yıl süren kanlı bir operasyon sonucu yukarıda sınırları çizilen geniş bir alanda yaşayan yaklaşık 2 milyon Adıge’nin 600 bini aşkın bir bölümü öldürüldü, kalanı deniz yoluyla Osmanlı topraklarına sürüldü. Savaş ve sürgünün her biri birer faciadır. 21 Mayıs 1864  bu felaketin, bir ulusa karşı işlenen soykırım, etnik temizlik ve sürgün ya da yok etme suçunun  simgesel adıdır. Şimdi bu olayı biraz açarak öğrenmeye çalışalım.

Hat, hatlar

Öncelikle soykırım ve ülkesinden kovma olayının belirtilen Beloreçensk Hattı doğusunda yaşayan Adıgelere ya da  diğer Kafkasya topraklarına yayılmadığını söylemeliyiz. O gibi yerler Rus idaresindeydi. Oralardan daha küçük ölçekli ve değişik nedenlere bağlı dış göçler  yapılmıştır. Biz, Beloreçensk Hattı ya da Belaya Nehri batısında uygulanan soykırım, etnik temizlik  ve kovulma olayını tanıtmaya çalışacağız. Belirtelim Ruslar 1860 yılında Belaya Nehrinin doğu yakası boyunca uzanan ve Beloreçensk Hattı adını verdikleri bir askeri (müstahkem) hat kurmuşlardı. Hat ya da Müstahkem Hat,  üzerinde kale, karakol ve gözetleme kuleleri bulunan askeri yola verilen addır ve çok sıkı korunur. Ruslar işgal ettikleri toprakların dış sınırlarında hatlar kurar, hattın kendi taraflarında kalan topraklara Rus nüfus getirip yerleştirir, etnik sınırlarını ilerletirlerdi.

Şimdi olayların gelişimine, soykırım ve kovulma olayına yol açan nedenlere değinmeye çalışalım. Öncelikle belirtelim, olay iç sürgün değil, bir dış sürgündür; bir ülkeden başka bir ülkeye silah zoruyla yaptırılan toplu bir dış göç olayıdır.

1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı 

Giresunlu rahmetli bir dostum ve komşum şöyle derdi: “Havlamasını bilmeyen köpek sürüye kurt getirir”.

1774’ten beri Osmanlı Devleti denge politikası sayesinde ayakta duran zayıf, kof bir devlete dönüşmüştü. İngiliz ve Fransızların desteği olmadan, bir başına Ruslara karşı koyacak ya da Rus desteği olmadan, Mısır, Kavalalı Mehmet Ali Paşa olayında görüldüğü gibi İngiliz ve Fransızlara kafa tutacak güçte olmaktan çıkmıştı. Bu gerçeği kavramayan kısır görüşlü Osmanlı yönetimi, Padişah II: Mahmud,  1821’de Mora Yarımadasında patlak veren Rum ayaklanmasını diplomasi yoluyla çözme olanağı varken, kanlı biçimde bastırma, Rum patriğini Fener Rum Patrikhanesi kapısında asma gibi sert bir yöntemi seçmişti. Padişah değişimin ve güçsüz bir imparatorluğun başında olduğunun farkında bile değildi. Buna karşın, Batı dünyasını karşısına almış ve Rusya’ya kozunu  bir başına Osmanlı ile paylaşma fırsatını vermişti.

Ardından Osmanlı Devleti Rusya ile bir başına yaptığı  1828-1829 savaşından yenik çıktı. Kof bir devlet olduğu açığa çıktı. Ruslar doğuda Erzincan Şebinkarahisar’a, batıda Edirne’ye değin ilerlediler. İngilizlerin ve büyük devletlerin müdahalesiye durum Türkler lehine yumuşatıldı. Ancak 1829  Edirne Antlaşması ile Osmanlı’nın Çerkesya kıyılarındaki Anapa ve Sucuk-Kale (bugün Novorossiysk) liman kaleleri Rusya’ya bırakıldı. Rusya sınırlarını, güneyde Batum  yakınına  değin ilerletti, Poti dahil Doğu  Karadeniz kıyılarını ele geçirdi. Osmanlı Devleti ayrıca bir Yunan Krallığı‘nın kuruluşunu onamak zorunda kaldı. Edirne Antlaşması uluslararası bir anlaşmaydı ve diplomatik geçerlilik taşıyordu.
Ancak Çerkesler, Rus egemenliği altına girmeyi kabul etmediler, gerekçeleri “Çerkeslerin Türk yurttaşı olmadıkları ve Osmanlı Devleti’nin, uluslararası hukuka göre Çerkeslerin geleceğine ilişkin karar verme yetkisinin bulunmadığı” idi. Gerekçe doğru ve  haklıydı, ama ortada bir antlaşma vardı, Çerkesler kurtlar sofrasında kuzu olarak  dertlerini  kime anlatabilirlerdi ki…
Rusya Çerkesya’nın Karadeniz kıyılarında işgal faaliyetlerini başlattı (1830). Buna göre Novorossiysk’de büyük bir liman, Hılejıy (Хылъэжъый; Gelencik) denen yerde de bir deniz ve kara üssü kuruluyor, Gelencik’ten şimdiki Krasnodar kentine (Olginsk’e) uzatılacak ve Çerkesya’nın içinden geçecek bir askeri yol da  büyük bir Çerkes kabilesi olan Natuhayları ve bir kısım Şapsığ’ı diğer Çerkeslerden ayıracaktı. Kıyı boyunca, Anapa’dan Sohum Kale’ye uzatılacak olan bir kıyı hattı ile Adıgelerin Türkiye ile ilişki kurmaları engellenecekti.
Doğuda Ayaklanma – Gazi Molla
1830 yılında Dağıstan ve Çeçenistan’da Rus karşıtı büyük bir dini ayaklanma patlak verdi. Nedeni ağır vergi, angaryalar ve Hıristiyanlaştırma girişimleri ve değişik baskılardı. Kazak çapulcular Çeçen kadınlarını kaçırıyor, karı yapıyorlardı. Ayaklanmanın lideri İmam Gazi Molla (Şeyh Gazi Muhammed) idi. Bunun üzerine Ruslar Karadeniz kıyılarında başlatmış oldukları kıyı hattı, liman ve kale inşaatlarını ertelediler. Ayrıca Polonya’da da Rus karşıtı büyük bir ayaklanma patlak vermişti. Çerkesya’daki Rus komutan General Paskeviç ayaklanmayı bastırması için Polonya’ya gönderildi.
Ruslar ayaklanmaları bastırdılar (1832). Ancak 1834 yılında Şeyh Şamil, Rus karşıtı direnişin başına geçti. Şeyh Şamil dağlarda yaşayan ve Dağıstan’ın en büyük kabilesi olan Özgür Avarlara dayanıyordu. Bu bölge hanların (prenslerin) egemenliğinde olmayan ve Nakşibendi Tarikatı’na mensup din adamları tarafından yönetilen bir yöreydi. Benzeri bir yöre de Kadiri Tarikatı imamları tarafından yönetilen komşu Çeçenistan’dı. Rus korumasındaki yerel prenslikler (hanlıklar) ve büyük toprak sahipleri ise Rus işbirlikçileri ve  Şeyh Şamil’in düşmanları idiler.
Şeyh Şamil’in Dağıstan’ı terk etmesi, Çeçenistan’a geçmesi ve Çerkesya’da Rus kale ve yol inşaatlarının yeniden başlatılması
Şeyh Şamil 1837’de Dağıstan’ın Ahulgo Kalesi’nde kuşatma altına alındı. Ruslar kaleyi aldılar, ancak Şamil kaçmayı ve Çeçenistan’a sığınmayı başardı.
Ruslar Şamil’i kesin olarak yendiklerini sandılar ve Çerkesya’ya yönelik operasyonlarını yeniden başlattılar. Anapa’dan başlayan ve şimdi Soçi’nin güneyindeki Adler’e uzanan uzun bir kıyı hattı, ayrıca  Karadeniz’e dökülen stratejik akarsuların ağızlarında kale ve karakollar ve gözetleme kuleleri kurdular. Üç yıl boyunca Adıgelerle savaştılar, Çerkesya’yı yağma ve yıkımdan geçirdiler. Gelencik’ten başlayan, ülke içinden geçen ve Krasnodar (Yekaterinodar) yakınlarına, Olginsk’e uzanan iç hattı da tamamladılar ve Adıgeleri parçaladılar. Ayrıca doğudan da batıya doğru ilerleyerek, doğudan  Laba Irmağına dayandılar. Rusların hat ve kale inşaatları için yetiştirilmiş binlerce kişiden oluşan kalabalık inşaatçı birlikleri, mühendisleri vardı.
Ajanlar ve yalan propagandaları, 1840 karşı saldırısı
1840 ilkbaharında Adıgeler güçlerini birleştirdiler, büyük birlikler halinde Rus kalelerine ve iç hat üzerindeki Abinsk Kalesine saldırdılar. Hatları yıktılar, kalelerin birçoğunu ele geçirdiler, ancak çok kayıp verdiler.
Bu tarihten önce, Çerkesler arasında dolanan Türk ajanları (imamlar), özellikle İngiliz ajanı J. Bell, vd ajanlar “Çerkeslerin harekete geçmeleri durumunda Türklerin ve İngilizlerin  yardıma gelecekleri” yalanını propaganda etmişlerdi. Ama yardıma gelen olmadı. Çerkesler söylenenlerin yalan olduğunu anladılar ve savunmaya geçtiler.
Çerkesler 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda da Türklerle birlikte hareket etmiş, Rusları  Anapa önlerinden iki kez püskürtmüşlerdi. Bu yüzden Ruslardan sert bir karşılık görmüş, binlerce sivil  Çerkes kılıçtan geçirilmiş, köyler yağmalanmış ve ateşe verilmişti.
Anapa’dan iki kez Rusların püskürtülmüş olmasından cesaret bulan Türkler başarıyı kendi hanelerine yazmış ve söz dinlemez olmuş, Adıge muhalefetine karşı doğu, Kabardey  seferini başlatmışlardı. Önce Rus müttefiki Kabardey’i ele geçirip Dağıstan’a, oradan Türkistan’a geçecek, oaralardaki Müslümanlardan yeni kuvvetler oluşturup Moskova’ya yürüyeceklerdi. Ancak  şimdiki Çerkessk kenti (Batalpaşinsk)  yerinde, Kuban Irmağı sağ yakasında  Osmanlı ve Çerkes birlikleri baskına uğrayıp bozguna uğramış, komutanları Battal Paşa da esir düşmüştü- 30 Eylül 1790. Ardından Anapa Rusların eline geçti (1791). Adıgeler iki yüzlü ve çıkarcı davranışlar içindeki Osmanlı paşalarına güvenlerini yitirmişlerdi. Bu kez İngilizlere olan güvenlerini de yitirdiler.
Bunun zararını daha sonra, Kırım Savaşı sırasında göreceklerdi. Çerkeslerin belki de bilmedikleri gerçek, milletlerin sürekli dostları ve sürekli düşmanlarının olmayacağı gerçeği idi.
1840’da Ruslar, Karadeniz kıyılarına daha güçlü bir biçimde yeniden geri döndüler. Bütün sahil kaleleri Kırım Savaşı’na değin Rusların elinde kaldı.
Karşılıklı ve küçük ölçekli  gerilla çatışmaları sürdü.
Şamil’in Çeçenistan’da faaliyete geçmesi, Abzahların Adıge-Çerkes birliğinden kopup doğudaki Şamil’in şeriatçı yönetimine bağlanmaları
Çerkeslerin Rus kalelerine saldırmaları ve beklenmedik bazı geçici başarılar elde etmeleri üzerine Şamil cesaretlendi, yeniden harekete geçti ve  Rus mevzilerine saldırmaya başladı.
Ruslar, çok daha önce Karaçay’dan Hazar Denizi kıyılarına uzanan bir hattın güneyindeki Dağlı halkları (Karaçay, Kabartay,  Balkar, Oset, İnguş, Çeçen ve Dağıstanlıları) barışçı yöntemlerle kendilerine bağlamışlardı. Çeçenler de bunlar arasındaydı. Rusların Çeçenlere komutan olarak atadıkları  General Pullo Rusça bilen Çeçen elemanlar bulamadığı için Çeçen hainleri Çeçenlerin başına yönetici olarak atadı. Bunlar zulme, halka kan kusturmaya başladılar. Ayrıca Çeçenlerin mujikleştirileceği (köleleştirileceği), dolayısıyla Hıristiyanlaştırılacağı  biçiminde bir söylenti de (şayia) yayıldı. Osetler Hıristiyanlaştırılmaktaydı.
Mujik, Rus köle köylülere verilen isimdi. Mujikin efendisinden izinsiz hareket etme, çizme giyme, ata binme ve silah taşıma yetkisi yoktu. Özgür Çeçenler bunu kabul edemezlerdi.
Şeyh Şamil bu tür söylentilerden yararlanmasını bilen biriydi. Usta bir oyun kurucuydu. 1845’te Rus komutan Vorontzov’u Dargo‘ya çekip tuzağa düşürdü, 9 bin kişilik  Rus birliğine 4 bin gibi  büyük bir  kayıp verdirmeyi başardı. Ancak bu bir Pirus Zaferiydi. Ertesi yıl, 1846’da, gerilla taktiği dışına çıktı ve Kabardey’e yürüdü, amacı Kabartayları yanına alıp Çerkesya’ya geçmekti. Ancak Kabartay prensleri Şamil’e destek vermediler, dağ geçitlerini tutup köylülerin Şamil’e destek vermelerini engellediler. Rus birliklerinin Kabardey’e  yaklaşmaları üzerine, tehlike geçiren Şamil alelacele Çeçenistan’daki üssüne döndü.
Rusların aldıkları yeni takviye ve önlemler sonucu Şamil’in gücü zayıflamış, savunmaya geçmişti. Ancak dış dünya, Türkler ve Adıgeler Şamil’in zayıflamış olduğunun farkında değillerdi. Gerçek anlamda Şamil inişe geçmişti.
Adıge birliğini parçalanması ve Naib Muhammed Emin Dönemi
Adıge kabileleri Peçetnıko Zefes adı verilen bir ulusal toplantıda (açık havada yapılan bir meclis toplantısında), ülke savunması konusunda birlikte hareket etme kararı almışlardı. Daha sonra Abzahlar arasında güçlü bir yefendi (imam) sınıfı oluştu. İmamlar Ruslarla uzlaşılmasına karşıydılar. Bunu bilen Şamil 1848’de naiplerinden Muhammed Emin’i temsilcisi olarak Çerkeslerin (Abzahların) arasına gönderdi. Muhammed Emin derhal şer’i (din esaslı) bir devlet örgütlenmesi başlattı, muhaliflere sert cezalar uyguladı: İdam, el kol kesme cezalarını getirdi. Abzahlar Çerkes birliğinden koptular ve Muhammed Emin’in despotik şeriat rejimine boyun eğmek zorunda kaldılar.
Abzah din devletinin bayrağı (1848-1859)
Büyük ve demokratik bir kabile olan Şapsığlar şeriat rejimini reddettiler, Naip yanlısı imamları ve kişileri Şapsığe’den kovdular, şeriat mahkemesi binalarını da ateşe verip yaktılar.
Sonuç olarak Adıge birliği bölünmüş ve Adıge gücü de zayıflamış oldu.
Kırım Savaşı (1853-1856)
Müttefikler (İngiliz ve Fransızlar, vd) açısından savaşın amacı Karadeniz’i silahsızlandırmak, Akdeniz’e ve Hindistan’a yönelik Rus tehditlerini, Karadeniz’deki Rus donanma ve deniz üs ve tersanelerini yok etmekle sınırlıydı. Adıgeler, özellikle Şapsığlar bunu doğru okudular, ama politikaya müdahil olmayı ve müttefikleri yanlarına almayı başaramadılar, beliren fırsatları da kaçırdılar. Sanırım o diplomatik beceri Adıgelerde yoktu. Bunda Türklerin ve atadıkları Vali Sefer Paşa‘nın (Heğake -Хэгъак1э prensi Zaneko Seferbıy) engellemeleri de söz konusudur.
1856 Paris Antlaşması’yla savaş öncesi sınırlara dönüldü, Karadeniz savaş gemilerine kapatıldı ve Rus deniz üsleri yok edildi.
Rusya açısından geride sorun olarak Şamil ve Çerkesya’daki direnişler, hukuki reform konusu kalmıştı. Reformist II. Aleksandr hukuki eşitlik getirmeye ve köleliği (serfliği) kaldırmaya karar verdi. Köleleri özgürleştirmek için sahiplerine devletçe tazminatlar ödenmeye başlandı. Yöresel ve köy prenslikleri kademeli olarak kaldırılıyordu.
Ruslar, Kırım Savaşı sırasında en eğitimli ve deneyimli birliklerini Çerkesya sınırında bekletmede bıraktılar ve  Kırım’daki cepheye süremediler.
Yeni Kafkasya Genel Valisi ve Kafkas Ordusu Başkomutanı General Baryatinski’nin ustaca strateji ve taktikleri sonucu Çeçenler arasında Şamil’e deste azalmaya başladı, sonunda Çeçenler  Şamil’i bölgelerinden kovdular,  Şamil, 6 Eylül 1859’da çekildiği Dağıstan’ın Gunip Kalesi’nde General Baryatinski’ye teslim oldu. Buna koşut olarak Şamil’in Çerkesya’daki naibi Muhammed Emin de yanındaki Abzah yefendi ve köy muhtarları ile birlikte törenle Ruslara boyun eğdi – 1859.
Şapsığlara sürgün yolunun görünmesi
1857’de Kafkas Ordusu Kurmay Başkanı (ardından Savaş Bakanı) General Milyutin Çerkes sorununun çözümü için “Çerkeslerin bir kısmının kuzeydeki Don Nehri Havzasına – Ukrayna’ya – sürülmelerini” gizli bir raporla hükümete bildirdi (Ali-Hasan Kasumov, Çerkes Soykırımı).
Bunu haber alan Osmanlı hükümeti  de derhal harekete geçti, uyumlu, uygar, çalışkan, barışçı

ve liderlerine sadık Şapsığ, Vıbıh ve diğer Karadeniz kıyısı Müslüman nüfusunu elden kaçırmak istemiyordu, bunun için gerekli olan  alt yapı ve yasal düzenlemelerini başlattı. Örneğin 1855’te, Kırım Savaşı sırasında yasakladığı Çerkes  esir ticaretini 1857’de yeniden serbest bıraktı . Çerkeslerin başına gelecek olanı tahmin ediyorlardı ve batacak gemiden mal kaçırmak istiyorlardı.

Çerkes köle sahipleri Türkiye’ye göç ettikleri takdirde kölelerini serbestçe kullanmaya devam edecekler, isterlerse onları  satıp paraya çevirebileceklerdi (1857). 1858’de Osmanlı Tapu Kanunu çıkarıldı. Böyle bir kanun örneğin Fransa’da, ABD ve bazı ülkelerde  vardı ama Türkiye’de yoktu. Artık Türkiye’ye gelecek olan Çerkeslere parasız tapulu toprak, ayrıca konut, tarım aletleri, çift ve süt hayvanı verilecek, para yardımı yapılacaktı. Türkiye’ye göç cazip ve avantajlı hale getirilmişti.
O sıralar Kuzey Anadolu ve Balkanlarda nüfus çoğunluğu Ortodoks Hıristiyandı (Rum, Bulgar, Sırp, vd). Müslüman nüfus çoğaltılmak ve böylece ayrılıkçı hareketler bastırılmak isteniyordu. Osmanlı kendi çıkarı için Çerkes’i kullanacak, bu da Çerkeslerin çifte  felaketine yol açacak, 1864 sürgününü, 1878 Balkan sürgünü izleyecekti.
Türkiye seçeneği ile Ukrayna’ya sürgün projesi denklemden çıkmış oldu. Rusya ağır bir maddi yükten kurtulmuş olacaktı.
1859 yılında Şapsığlar ve bileşenleri Vıbıh ve Cigetler dışındaki bütün Çerkesler (Bjeduğ, K’emguy, Besleney, Abzah, vd) birer anlaşmayla Rusya’ya bağlandılar. Onlar kapılarına dayanan felaketi görmüşlerdi.
1860 yılında Rus komutanlar Karadeniz kıyısı Çerkeslerinin (Şapsığ, vd) Türkiye’ye göç ettirilmeleri kararını aldılar ve onay için hükümete, St.Petersburg’a  gönderdiler. Beloreçensk Hattı doğusundaki  Çerkesler karar kapsamı dışındaydılar. Ancak hattın batısında yaşayan Abzahlar ne olacaktı? Bu konu belirsiz kalmıştı.
Abzahların sürgün kapsamına alınması ve üç Adıge kabilesinin birleşmesi
1861’de Abzahlar da, bir bahane bulunup sürgün kapsamına alındılar. Bunun üzerine 25 Haziran 1861’de Abzah, Şapsığ ve Vıbıh kabilelerinin birleşmesiyle Soçi’de ilk Çerkes Parlamentosu (Büyük Özgürlük Meclisi) açıldı.. Parlamento devletleşme sürecini başlattı, dış ilişki ve yardım arayışları içine girdi. Ama her kapı Çerkeslerin yüzüne kapanıyordu. Hiçbir devlet barışı bozmak ve Rusya ile yeni bir savaş başlatmak istemiyordu.
Öte yandan Eylül 1861’de Çar II. Aleksandr Kuban Oblastına geldi, Abzah temsilcilerle görüştü, görüşmeye  diğer kabileler ve Parlamento temsilcileri de  geldiler. Ünlü Adıge yazarı Meşbaşe İshak, Çar’ın bu tarihten üç ay önce Vladikavkaz’da Baryatinski, Filipson ve Yevdokimov’la bir araya gelerek Çerkes sorununu çözümünü görüştüklerini, bunu gizlediklerini ve yala söyleyerek Adıgeleri aldattıklarını yazmıştır (https://adygvoice.ru/2023/05/26/%d0%b0%d0%b4%d1%8b%d0%b3%d1%8d%d0%bc-%d0%b8%d1%82%d0%b0%d1%80%d0%b8%d1%85%d1%8a-i%d0%be%d1%82%d0%b0%d0%bai%d1%83/).
Çar, boşaltılacak alanlardaki Çerkeslerden isteyenlerin Türkiye’ye göç edebileceklerini, Kimsenin yerinde kalmasına izin vermeyeceğini,  Türkiye’ye göç etmek istemeyenler olursa, onlara da  Kuban Nehri solundaki düzlüklerde yer gösterileceğini, göçün hemen başlatılmasını dikte etti. Aksi takdirde üzerlerine  askeri birliklerin sevk edileceğini  söyledi, cevap vermeleri için bir ay süre tanıdğını söylediı. Çerkesler Çar’ın önerisini kabul etmediler. Çar, ayrılırken General Yevdokimov‘un kulağına harekat için hazırlıklarını tamamlamasını fısıldadı.
Aslında Çerkeslerin savaşacak bir gücü de kalmamıştı. Direnmek yok olmayı beraberinde getirecekti. Silah ve cephaneleri ya yoktu ya da yetersizdi. Rus Devleti kesin kararını vermişti.
Son savaş ve etnik temizlik alanı
10 Mayıs 1862’de Karadeniz kıyısındaki (Abzah yöresi dahil) Çerkeslerin göç ettirilmeleri içerikli hükümet kararı yürürlüğe girdi. Kararı uygulama, Çerkesleri topraklarından çıkarma görevi Kuban Ordusu Komutanı General Yevdokimov’a verildi.
1860 yılından beri Şapsığlarla savaşmakta olan Yevdokimov, 1863 sonbaharında Abzah ve Şapsığlara boyun eğdirdi. Ateşkes antlaşmaları imzalandı. Buna göre Abzahlara 13 Şubat 1864, Şapsığlara da 18 Mart 1864 günü akşamına değin yerlerinde kalmaları, ardından Türkiye’ye göçü başlatmaları kararları alındı. Kış aylarında Karadeniz’in ulaşıma elverişli olmaması nedeniyle böyle bir erteleme kararı verilmişti.
Sonrası soykırım, etnik temizlik ve sürgündür. Büyük bir felaket ve faciadır. Bunu ayrıca açmaya gerek görmüyoruz.
Amerikalı tarihçi W. Rıchmond’un Tiflis eski Rus askeri arşivindeki belgelerden saptadığına göre, General Yevdokimov’un operasyonları sonucu ölen Çerkes sayısı 625.000’dir. Bunun en az iki katı Çerkes de yurdundan sürüldü.
Rus hükümetince sınırları çizilen sürgün sahasında tek bir Çerkes yerleşimi  bırakılmadı, köyler ateşe verilip yakıldı. Sadece dağlara çekilip direnen ya da saklanan  Adıge grupları kalmıştı.
10 Mayıs 1862 tarihli sürgün kararnamesi Aralık 1864’te uygulamadan kaldırıldı, dış göç durdu, 1867 tarihinde kararname iptal edildi. İptal üzerinde sürgün sahasındaki askeri yönetim ve askeri kontrol da kalktı, Tiflis’teki Genel Vali ve Büyük Prens Mihali Nikolayevsk‘in temsilcileri ile dağlardaki Şapsığ direnişçiler arasında görüşmeler yapılmaya başladı. Şapsığlara kıyı çizgisinden uzak durmaları  koşuluyla dağlarda ve diledikleri yerlerde köyler kurma ve dilediklerini köylerine kabul etme izni tanındı. Çerkesler artık bir tehdit ve  tehlike olmaktan çıkmışlardı. Böylece şimdiki Karadeniz kıyısı Şapsığ toplumu oluşmuş oldu. Ruslar Türk casuslarla ilişki kuracakları endişesiyle Şapsığları kıyıdan uzak tutuyorlardı. Bu endişe Lenin dönemi dışında hep vardı ve halen kalkmış değil..
Şimdi maalesef Adıgey ve Krasnodar Kray’da  130 bin kadar bir Adıge ve Şapsığ nüfusu kalmış bulunuyor. Bu nüfusun 22 bin kadarı 2021 nüfus sayımında, Kabartay oyunları etkisinde kalarak kendisini Çerkes (Kabartay) diye yazdırdı, ama hiçbir Kabartay kendini Adıge diye yazdırmadı. 1860’lardaki 2 milyon üzeri Adıge nüfusundan anayurdunda kalmış olanların hazin sonu işte böyle.
Adıgelerin şimdi Maykop merkezli ve Adıgey adı altında bir cumhuriyetleri, Soçi ve Tuapse’de de Şapsığ adı altında bir azınlık ulus statüleri bulunuyor.
Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes cumhuriyetleri bu kapsamın dışındadır.
Birçok kişinin yalan beyanlarına karşın 21 Mayıs 1864’te Kbaada Yaylasında (Atkuac köyü çayırında; bugünkü Krasnaya Polyana’da) savaş olmadı. Kafkasya Genel Valisi ve Veliaht Prens (Grandük) Mihail Nikolayeviç komutasında bir askeri tören ve bir dini ayin yapıldı. Törende Kafkasya’nın sonsuza değin bir “Rus toprağı olduğu”, “yağmacı ve soyguncu kavimlerin” ülke dışına sürüldüğü ya da sürülmekte olduğu, artık bir tehdit ve tehlike oluşturamayacakları ilan edildi, Çar’a bağlılık ve saygı ifadeleri dile getirildi. Bunun anlamı “Ey Ruslar, Çerkeslerden boşalan yerlere serbestçe yerleşebilirsiniz” demekti.Kbaada’daki törende savaşa katılan askerleri temsilen gelen birliklere madalya ve nişanlar dağıtıldı. Papazlar kutsal su serptiler. Törene katılan  birlikler arasında maalesef işbirlikçi birlikler, paralı askerler de vardı.
Fotoğraf – 21 Mayıs 1864. Kbaada. Tören için kurulan çadırlar, askerler ve geri planda subay atları.
21 Mayıs, şimdi dünyanın her köşesindeki Adıge-Çerkes ve Kabartaylar arasında bir yas günü olarak anılıyor. Diasporada Abhaz ve diğer Kuzey Kafkas kökeliler de kendi bayrakları ile anmalara katılıyorlar. Ruslar ise farklı anma ve etkinlikler düzenliyor ve Zafer  kutlamaları yapıyorlardı.
Çerkes soykırımını sadece Gürcistan Parlamentosu tanımış bulunuyor (2011). Türkiye ve tüm Müslüman ülkeler ise Çerkes soykırımını tanımıyorlar. Menfaat adalete galebe geliyor. Ekonomik ve siyasi  kaygılarla Rusya ile arayı bozmak istemiyorlar.
Maalesef birçok ithal utanmazlık örneği de var: 21 Mayıs 1864’te Kbaada Yaylasında 20 bin Vıbıh atlısının şehit düştüğü gibi yalanlar yazılabiliyor. O dönem 20 bin süvari imparatorluk ordularında bile yoktu – (https://tr.wikipedia.org/wiki/Qbaade_Muharebesi). Bu Wikipedia maddesinde 100 bin Rus askeri ile 20 bin Çerkes atlısının Kbaada’da savaştığı yazılıyor. Mümkün mü, dağlık Kbaada’ya, bir küçük yayla düzlüğüne  120 bin savaşçı maddi olarak da sığar mı?.. Bu satırları bir Adıge yazmış olabilir mi?..
Resim I- 21 Mayıs 1864’te Kbaada çekilmiş tarihi bir fotoğraf: Rus asker ve çadırları, geri planda Rus subaylarının atları.
Resim II- Şeyh Şamil’e bağlı Naip Muhammed Emin başkanlığındaki Abzah din devletinde kullanılan Abzah bayrağı (1848-1859).
Exit mobile version