21 Mayıs Çerkes Soykırımı ve Sürgününün 159’ncu Yıl Anma Günüdür.
Bundan 161 yıl önce, 10 Mayıs 1862 tarihinde yürürlüğe giren bir Rus Hükümet Kararı, bugünkü Maykop kenti ya da Belaya (Şhaguaşe) Nehri hattı ya da Beloreçensk Hattı ile Karadeniz arasındaki topraklarda yaşayan Adıge (Çerkes) nüfusunun göç ettirilmesini, toprağından çıkarılmasını emrediyordu. Görev General Yevdokimov komutasındaki Kuban Ordusu’na verilmişti. Sonuç olarak Rus Ordusu tarafından yürütülen ve iki yıl süren kanlı bir operasyon sonucu yukarıda sınırları çizilen geniş bir alanda yaşayan yaklaşık 2 milyon Adıge’nin 600 bini aşkın bir bölümü öldürüldü, kalanı deniz yoluyla Osmanlı topraklarına sürüldü. Savaş ve sürgünün her biri birer faciadır. 21 Mayıs 1864 bu felaketin, bir ulusa karşı işlenen soykırım, etnik temizlik ve sürgün ya da yok etme suçunun simgesel adıdır. Şimdi bu olayı biraz açarak öğrenmeye çalışalım.
Hat, hatlar
Öncelikle soykırım ve ülkesinden kovma olayının belirtilen Beloreçensk Hattı doğusunda yaşayan Adıgelere ya da diğer Kafkasya topraklarına yayılmadığını söylemeliyiz. O gibi yerler Rus idaresindeydi. Oralardan daha küçük ölçekli ve değişik nedenlere bağlı dış göçler yapılmıştır. Biz, Beloreçensk Hattı ya da Belaya Nehri batısında uygulanan soykırım, etnik temizlik ve kovulma olayını tanıtmaya çalışacağız. Belirtelim Ruslar 1860 yılında Belaya Nehrinin doğu yakası boyunca uzanan ve Beloreçensk Hattı adını verdikleri bir askeri (müstahkem) hat kurmuşlardı. Hat ya da Müstahkem Hat, üzerinde kale, karakol ve gözetleme kuleleri bulunan askeri yola verilen addır ve çok sıkı korunur. Ruslar işgal ettikleri toprakların dış sınırlarında hatlar kurar, hattın kendi taraflarında kalan topraklara Rus nüfus getirip yerleştirir, etnik sınırlarını ilerletirlerdi.
Şimdi olayların gelişimine, soykırım ve kovulma olayına yol açan nedenlere değinmeye çalışalım. Öncelikle belirtelim, olay iç sürgün değil, bir dış sürgündür; bir ülkeden başka bir ülkeye silah zoruyla yaptırılan toplu bir dış göç olayıdır.
1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı
Giresunlu rahmetli bir dostum ve komşum şöyle derdi: “Havlamasını bilmeyen köpek sürüye kurt getirir”.
1774’ten beri Osmanlı Devleti denge politikası sayesinde ayakta duran zayıf, kof bir devlete dönüşmüştü. İngiliz ve Fransızların desteği olmadan, bir başına Ruslara karşı koyacak ya da Rus desteği olmadan, Mısır, Kavalalı Mehmet Ali Paşa olayında görüldüğü gibi İngiliz ve Fransızlara kafa tutacak güçte olmaktan çıkmıştı. Bu gerçeği kavramayan kısır görüşlü Osmanlı yönetimi, Padişah II: Mahmud, 1821’de Mora Yarımadasında patlak veren Rum ayaklanmasını diplomasi yoluyla çözme olanağı varken, kanlı biçimde bastırma, Rum patriğini Fener Rum Patrikhanesi kapısında asma gibi sert bir yöntemi seçmişti. Padişah değişimin ve güçsüz bir imparatorluğun başında olduğunun farkında bile değildi. Buna karşın, Batı dünyasını karşısına almış ve Rusya’ya kozunu bir başına Osmanlı ile paylaşma fırsatını vermişti.

ve liderlerine sadık Şapsığ, Vıbıh ve diğer Karadeniz kıyısı Müslüman nüfusunu elden kaçırmak istemiyordu, bunun için gerekli olan alt yapı ve yasal düzenlemelerini başlattı. Örneğin 1855’te, Kırım Savaşı sırasında yasakladığı Çerkes esir ticaretini 1857’de yeniden serbest bıraktı . Çerkeslerin başına gelecek olanı tahmin ediyorlardı ve batacak gemiden mal kaçırmak istiyorlardı.
