Site icon MEFENEF

Kafkasya’ya Dönüş Konusu 

 

 

 

1 Ağustos günü yaklaştıkça dönüş konusu güncellik kazanmaya başladı. Çok sayıda yazı yazılacağı ve etkinlik düzenleneceği şimdiden anlaşılıyor. Ben de konuya eğilmeyi yararlı buldum.

1964 yılında Çuşha İzzet Aydemir’in Ankara’da çıkardığı “Kafkasya” adlı kültürel dergi, 1950 yılı sonrasında çıkan yayınlardan farklı olarak sol görüşlere de yer vermeye başlamıştı. Bu bağlamda ulusal görüş ve Kafkasya işleri daha ciddi biçimlerde ele alınmaya başlandı. Giderek “Dönüş” görüşü de belirdi. https://www.google.com/search?q=mafehable+k%C3%B6y%C3%BC&oq=mafehable+k%C3%B6y%C3%BC&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyBggAEEUYOTIHCAEQIRigAdIBCTE0MjUwajBqN6gCCLACAfEFLDn0AirEc
1960’larda Ankara’da okuyan ve İzzet Aydemir’in ziyaretçilerinden biri olan Ürdünlü Semih Thabısım Kafkasya’ya döndü ve Nalçik’e yerleşti. O sıralar Çerkessk ve Maykop birer özerk bölge merkezi idi. İlkinde 30 bin Çerkes (Kabartay ve Besleney), ikincisinde de 80 bin kadar Adıge bulunuyordu. Tuapse ve Soçi’de ise az miktarda (10 bin kadar) Şapsığ kalmıştı. Bu dört yerin adı pek duyulmuyordu. Bir özerk cumhuriyet yönetimleri olan Kabartaylar ve Balkarlar dışındaki yerlere ve o yerlerde yaşayan azacık insanlara ilişkin bilgiler yüzeyseldi. Bu üç özerk bölge ve Kuzey Kafkasya’daki diğer bölgeler arasındaki ilişkiler de, bölge yetkililerinin karşılıklı olarak resmi kutlamalara katılmalarıyla sınırlı idi. Örneğin, 1924-1945 yılları arasında yaşayan özerk Şapsığ rayonu ile ilgili bilgisi olan kişi yok gibiydi. Şapsığ için bk.
Şapsığlar ve Bir Kitap -I, mefenef.com.tr.

Sovyet yönetimi Ortadoğu’daki Adıgelerle ilişkileri Kabartay-Balkar Cumhuriyeti (Nalçik) üzerinden yürütmeye ve sempati yaratmaya çalışıyordu.
Semih Thabısım’ın da katkılarıyla Kafkasya’ya yönelik bir “anayurt sevgisi” gelişti. Av. Fahri Huvaj ve Dr. Necdet Hatam Meşfeşşu gibi bazı Abzah gençler Kabartaycayı öğrendiler ve Kafkasya’ya dönüşü savunmaya başladılar.
Fahri Huvaj ve beraberindekiler Kafkasya’ya, Nalçik’e davet ediliyor ve yerel yöneticiler tarafından ağırlanıyorlardı, Fahri giderek popüler biri olmuştu.
Fahri’ye göre üç bölge [Kabartay-Balkar, Karaçay-Çerkes ve Adıgey], tek bir cumhuriyet yönetimi olarak birleştirilebilir, diasporadan (Fahri’ye göre muhaceretten) nüfus takviyeleriyle statü birlik cumhuriyetine yükseltilebilirdi. Bunun için yüzbinlerce kişinin Kafkasya’ya dönmesi ve oraya yerleşmesi gerekiyordu. Fahri’ye göre, anayurt motifleri işlenir, milliyetçi görüşler canlandırılırsa dönüş gerçekleşecekti. Kolhozlarda (köy kolektif tarım işletmelerinde) tarım işçisi açığı vardı ve iş bulma sorunu yoktu.
Yüksek İslam Enstitüsü mezunu ve Din bilgisi öğretmeni olan Yenemıko Mevlüt Atalay da “Döneceğim, komünist olmayan bir kişi olarak kolhozda traktör sürücüsü olarak çalışabilirim…” diyordu.
Düzce’de eşine babasından  miras düştüğü için zenginleşen İzzet Aydemir ise, Nalçik’te konut satın almış, kışlarını orada geçirmeye başlamıştı.

Bu kişiler aslında sosyalist ve Sovyet rejimi yandaşı kişiler de değildiler, ancak Sovyetler’e dönüşü savundukları için, gerici ve dinci kesimler tarafından “solcu” (komünist) olarak ‘suçlanıyorlardı’. O dönemde solcu-komünist olmak “dinsiz ve kötü kişi olmak” gibi algılanıyordu.
Bu kişilerin çoğu sonunda Kafkasya’ya döndü. Bazıları iş buldu, bazıları iş kurdu, bazıları evlendi ve Kafkasya’da kaldı. Bazıları da düş kırıklığı içinde Türkiye’ye geri döndü.

Deneyimsizlik ve güçlükler

Kafkasya’ya dönüş düşüncesi, gelişmemiş bir akım olarak kaldı, taban yapamadı. Çünkü altyapısı yoktu, dönüş yapanlara hiçbir maddi yardım yapılmıyordu. Devlet, en çok da belediyeler dönenlere, varsa baraka büfeler kiralıyordu. Konut ve tatmin edici bir iş verilemiyordu. Yüksek öğrenim görmüş, Türkiye’de iş bulma olanağı olan kişi, çok daha aşağı bir ücretle kolhoz işçisi ya da kazmayla kanal kazıyan  amele olmayı kabul eder miydi? Adıge yöneticilerin ellerinden bir şey gelmiyordu. Bu durumda dönüş düşüncesinin çekici bir yanı olamazdı.

Demokratikleşme dönemi

Aralık 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı ve Boris Yeltsin başkanlığında Rusya Federasyonu kuruldu. Federasyon ekonomik sıkıntı içindeydi, ama Gorbaçov reformlarının devam ettiği sanılıyor ve Yeltsin sempati ile karşılanıyordu.
Daha önce Gorbaçov, patlamaya hazır bir Sovyet bombasının (sistemin) başına geçmişti (1985). 2.Dünya Savaşı’nın yaralarını henüz sarmış olan Sovyetler, Kruşçev ve izleyen Brejnev döneminde büyüklük kompleksine kapılmış, uzaya insan göndermiş, dünyayı soyan emperyalist ABD ve Batı dünyası dev firmalarıyla ekonomik, özellikle silah sanayii ve uzay teknolojisi alanında yarışmaya kalkışmıştı. Çok para gerektiren bu yeni teknolojiler Sovyetler Birliği’nin belini bükmeye ve onu bir çöküş sürecine doğru itmeye başlamıştı.
Bir Şapsığ atasözü şöyle diyordu: “Bzıv ṡıqum qeqefo kesqeṡışt zéom yışut reqetĥağ” (Küçük kuş büyük yumurta yumurtlamaya kalkışınca poposu yırtıldı).
Geri ve hantal bir ekonomi olan Sovyetler Birliği, ABD tarafından tuzağa düşürülmüş ve bir çöküş sürecinin içine çekilmişti. Güya Sovyet (parti) siyasetinde bir “yanılmazlık ilkesi” vardı. Birçok saf Sovyet insanı bu dogmaya inanıyordu.
Her şeye bir teknokrat ve bürokrat kadro karar veriyordu. Bir “anayasal hak” olan eleştiri ya da özeleştiri yoktu ya da sözde vardı. Söylenenler araziye uymuyordu.
ABD Başkanı Reagan’ın petrol fiyatını düşürtmesi sonucu, geliri petrole dayanan ve nükleer bir güç olan Sovyet sistemi zangırdamaya başladı. Bugün 9 ülke – Kuzey Kore ve Pakistan dahil – nükleer güç. Nükleer güç olmak halkın karnını doyurmaya yetmiyordu, aksine insan soyunun sonu anlamına da geliyordu.
Gorbaçov’un son çare olan reformlarına karşı çıkan ve ne yaptığını bilmeyen, şımarık ve şaşkın bir parti üst bürokrasisi Ağustos 1991’de Komünist darbe yama çılgınlığında bulundu. Girişim bastırıldı, ardından Aralık 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı.

Rus milliyetçiliğinin zirve yapması, reform ve okulların Ruslaştırılmaları

Sovyetler Birliği V. İ. Lenin önderliğinde çok uluslu bir birlik topluluğu (devleti) olarak kurulmuştu (30 Aralık 1922). Birlik, 15 “egemen/ soyuznıy” cumhuriyet, 20 özerk cumhuriyet, 8 özerk bölge (oblast) ve 10 özerk okrug’dan oluşuyordu. 15 cumhuriyetin, anayasal anlamda birlikten ayrılma hakkı vardı. Diğer 38 özerk birim ise, anayasal özerklik güvencesine “sahipti”. Ayrıca özerk ilçeler ve yerli topluluklar da vardı. Şapsığlar gibi adı ve geçmişi sansürlü (cezalı) olan – istenmeyen – topluluklar (uluslar) da vardı.

2000’li yıllarda 10 özerk okrug’un 6’sı, anayasal güvenceye karşın lağvedilecekti.

Devlet, giderek 100 üzeri ulusu ve 53 ulusal üniteyi temsil etmekten uzaklaşmakta, çoğunluğu ve Rus dışı ulusları dışlayan ve fiilen aşağılayan bir “Rus ulus devletine” dönüştürülmekteydi.
Bu da ezilen ulusların karşı tepkilerini güçlendiriyor ve Birlik ruhunu zedeliyordu.
Devlet fiilen Ruslaştırma politikasını uygulamaya koymuştu. İsviçre, Kanada ve yeni federal devletlerde (Irak, vb) böyle uygulamalar yoktur. Federal yönetim federe birimlerin iç işlerine, federal anayasanın tanıdığı yetkiler dışında karışamaz. Dil konusu da öncelikle yerel birimlerin yetkisindedir.
Ancak Sovyetlerde Rusça dışı dillerin kullanım alanı giderek daraltıldı. Anayasa gereği bu diller, 1980’lerde Türkiye’de yapıldığı gibi resmen yasaklanamıyordu. Ama okullarda Rusça eğitime ölçüsüz ağırlık tanınıyor, Rus milliyetçiliği öne çıkarılıyor, diğer diller, özellikle küçük azınlık dillerindeki dersler göstermelik düzeylere düşürülüyorlardı. Örneğin, Kabartayca ve Adıgece eğitim bazı okullardan tamamen kaldırılıyor, bazı okullarda da haftada 1 ders saatine düşürülüyordu. O 1 ders saati de Rusça öğretmek için yardımcı ders olarak kullanılıyordu. Radyo-televizyon ise Rusçaya ağırlık veriyor, yerel dillere çok az alan bırakılıyordu.
Böylece Sovyetler çapında, karşı bir milliyetçi tepki fokurdamaya başladı. İşler durmadan kötüye gidiyordu. Adıgey Ruslaşma akımında önde gidiyordu. Maşallahı var, Adıgeler anadilini ve dinini terk etmede bayrağı kimselere kaptırmıyorlardı.

Adıge Cumhuriyeti’ne doğru

Aşırı Rus milliyetçi politikalarına ve ekonomik çöküntüye ilk tepki, beklenmedik bir yerden, 1988 yılında 100 bin dolayında Ermeni’nin yaşadığı Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’ndan geldi. Kıbrıs Rumlarının Yunanistan’a bağlanmak istemeleri gibi, ayaklanan Karabağ  Ermenileri de Azerbaycan’dan ayrılıp Ermenistan’a bağlanmak istiyorlardı.
Dağlık Karabağ, Azerbaycan içinde ve dışarıya sınırı olmayan kapalı bir yöre, bir anklav idi. Dağlık Karabağ benzeri bir oblast, Rusya’nın Krasnodar Krayı (ili) içinde ve oraya bağlı bir anklav olan Adıge Özerk Oblastı idi.
Sovyet yönetimi, karışıklığı gidermek ve durumu kurtarmak için yeni bir düzenleme yapma gereği duydu (1988).
Haberi Kfar-Kama Belediye Başkanı Nepsev Yahya’dan aldım, bk- https://jinepsgazetesi.com/2007/06/israilden-yahya-nepsev-ile-eski-bir-gorusme/ .
Buna göre, bir anklav olan Adıgey’e pilot anlamda bir cumhuriyet kurdurulacak, örnek başarılı olursa, özerk oblastlara (belki de bazı özerk okruglara), bu arada Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’na da cumhuriyet statüsü verilerek etnik sorunlar kökten çözülecekti.
Proje sonradan genişletilmiş olmalı, Adıgey yanında, Rusya’ya bağlı 3 özerk oblast daha bir paket kararla cumhuriyet yapıldı (3 Temmuz 1991). Ama, Ağustos 1991 darbe girişimi sonucu, süreç kesintiye uğradı ve durdu; Sovyet sistemi karar alamaz hale geldi. Dağlık Karabağ’ın cumhuriyet yapılmasına sıra gelmeden Sovyetler Birliği dağıldı ve Dağlık Karabağ, RF sınırı dışında, bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin içinde kaldı.
Ağır yol alınmış, üç yılda karar alınamamış ve proje suya düşmüştü.
Tuzu kuru Ermeni diasporası ve onun etkisindeki milliyetçi Ermenistan yönetimi, ileri görüşlü olamadığından, gerileyen Rus devlet desteğine güvenerek, petrol zengini 10 milyonluk Azerbaycan’a kafa tuttu ve bir Pirus Zaferi niteliğinde Azerbaycan’ın beşte birini işgal etti, uzlaşmaya yanaşmadı, sonunda 100 bin Dağlık Karabağ Ermeni’sinin başını yedi ve onların perişan halde Ermenistan’a sığınmalarına ve dağılmalarına yol açtı (2024).
Bundan çıkarılacak ders, güçlü dayıları, tutarlı statüleri ve uygun konumları olmayan küçük ulusların maceralardan uzak durmaları gereğidir.
Güçlü dayı olmayı çoktan yitirmiş olan Osmanlı Devleti’nin yedeğine takılan Adıgeler (Şapsığlar ve kıyı toplulukları) 1864’te bağımsızlıklarını ve topraklarını yitirecek ve ülkelerinden kovulacaklardı. Adıgeler Osmanlı’nın geri ve kof bir devlet olduğunu anlayamamışlardı. Şimdiki Soçi ve Tuapse’nin perişan Şapsığlarının durumu bunun acıklı bir sonucudur.
Rus, şimdi, geçmişin görkemli Şapsığları ile kedi fare oyunu oynuyor.

Türkiye gibi güçlü bir dayısı olan 100 bin Kıbrıslı Türk ise, ayrı bir Türk Cumhuriyeti ‘ilan etmiş’, ama sağlam bir hukuki zemine (statüye) kavuşamamış, fırsatları kaçırmıştır. Bu konuda mefenef.com’daki “Kıbrıs” konulu yazılarıma bakılabilir.
Öncelikle şunu belirteyim: Türk ve Rum yazarlar kendi çıkarlarına göre her şeyi kendine yontarak yazıyor, kusur kabul etmiyor, kendi kamuoylarını yanıltıyorlar.
Yazılanlar ciddi, bağımsız ve objektif olmalıdır.
5 Ekim 1990’da kuruluşu ilan edilen, 3 Temmuz 1991’de (Ağustos 1991 darbe girişiminden yaklaşık  1ay önce) kuruluşu Rus Sovyet Parlamentosu tarafından onanan Adıge Cumhuriyeti nüfusunun beşte biri (% 22 kadarı) Adıge idi. Oran, 2021 yılı nüfus sayımında bazı bölücü Kabartayların Adıgelerin iç işlerine karışmaları, onları ikiye ya da üçe böldürmeleri sonucu, – resmi olarak – beşte birin de altına düşmüştür (2021 nüfus sayımına göre, Adıgey’de % 19,75 Adıge [98 bin] ve % 3,25 Çerkes [16 bin] bulunuyordu). Bu gidiş sürecek olursa, Kabartaycanın da Adıgey’in üçüncü resmi dili olmasının yolu açılabilecek ve ufalanma tehlikeli boyuta yükselebilecektir. Adıgey’de 4 köy Adıgece yanında, Kabartayca da konuşur. Bölücülere göre bu yolla, Adıge değil de Çerkes adını seçersek, tek cumhuriyete gidilecek imiş…
Çerkes adı, Rus resmi terminolojisine göre, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin Kabartayca konuşan azınlığına verilen addır [K-Ç Cumhuriyeti’ndeki Çerkes (Kabartay) sayısı 58 bin, dışarılardan eklenen sayı ile, bunun iki katı oluyor. Buna karşılık Şapsığ sayısı 2021’de 1,914’e düşürülüyor, oysa sadece Aguy-Şapsığe köyünde 2,000 Şapsığ nüfusu bulunuyor]. Oynanan oyun ortada…

Son Şapsığ merkezi Psışuape

 

 

Gorbaçov ve Yeltsin dönemleri

Gorbaçov döneminde (1985-1991) okullara yeniden anadili dersleri kondu. Rus öğrenciler bile yerel-etnik sınıflara yazılmaya ve çift dilliliğe teşvik edilmeye başlandı. Daha önce üst-ırkçı baskılar nedeniyle hiçbir Rus öğrenci azınlık sınıflarına yazılmıyor,  yerel dillere ilgi duymuyor, bu gibi şeyleri bir aşağılanma [attan inip eşeğe binme] olarak algılıyordu. Politik uygulama öyleydi. Demek ki, her şey bilinerek yapılıyor ve balık baştan kokuyordu.
Yeltsin, Ruslaşmaya yumuşak dönüşü sessizce uygulamaya başladı: Örneğin cumhuriyetlerin egemenlik hakları kırpılıyor, cumhuriyet dili Rusçanın gerisine, ikinci plana itiliyordu. Cumhuriyet başkanı seçilmek için cumhuriyet dilini bilme zorunluluğu da kaldırıldı, cumhuriyet dillerindeki ders saatleri iyice azaltıldı.
Yeltsin sonrası 25 yıla Başkan Vladimir Putin damgasını vurdu..
Putin cumhuriyet ve azınlık dillerinde eğitimi ve ders seçimini öğrenci velisinin yazılı isteği şartına bağladı. dilekçe vermeyen öğrenci anadilinde ders alamıyor. Anadili dersi için dilekçe vermeyen ailenin çocuğu doğruca Rusça sınıfına yollanıyor. Adıgey’de şimdilik bunun tersi uygulanıyor.
Adıge Cumhuriyeti eski sistemi korumuş bulunuyor. Eski sistemde ilk ve orta okulda haftada 3 ders saati, lisede de 1 ders saati anadilinde okutuluyor, anadili derslerinden muaf olmak için öğrenci velisinin ayrıca dilekçe vermesi gerekiyor. Eski ve yeni sistem arasındaki fark bu. Adıgey’de Adıgece ders almak istemeyen öğrenciler, okul müdürlüğüne dilekçe vermek zorundalar.
Yeni ders  çizelgesinde ilkokulda (1-4 sınıflar) haftada 3 ders saati, ortaokulda (5-9 sınıflar) 2 ders saati anadili dersi okutuluyor. Liselerden (10-11 sınıflar) ise anadili dersleri kaldırıldı.
Tatarca ve Adıgece yeni ders kitapları onanıp “ federal ders kitapları listesine” alındı. Diğer cumhuriyetlerdeki dil eğitimi ve ders kitapları uygulamasını öğrenemedim. Dönüşçüler içinde uzman eğitimci eksikliği olduğundan durumu onlardan öğrenmek de olanaksız gibi.

Yasal bir zorunluluk olmamasına karşın RF Devlet Başkanı Putin, cumhuriyet başkanı (Łışha) adayını yerli halktan belirliyor, onanması için de yerel parlamentolara sunuyor. Cumhuriyetlerin çoğunda yerli nüfus azınlıktadır: Adıgey % 19,75 [Çerkeslerle/Kabartaylarla birlikte % 23], Hakasya % 12, Udmurt % 24…

Adıge Cumhuriyeti, görüldüğü gibi 100 bin dolayında nüfuslu küçük bir ulusal toplumun (ulusun) devletidir. Yerli nüfus oranı beşte bir kadardır.
Sistem, şimdilik 100 bin Adıge ya da 114 bin Adıge+Çerkes ile, bunun 4 katı Adıge olmayan nüfusun eşit temsili esası (paritet) üzerine kurulu. Sistem şimdilik yürüyor gibi.
Sistemin sağlıklı ve güvenilir olması için, fiili bir nüfus dengesi gerekiyor. Bu da diasporadan nüfus takviyesi ile sağlanabilir.
Dönüş  ve dönenler
Peki dönüş görüşünün savunulduğu 50 yıl boyunca elde edilen sonuç nedir? Maykop’ta 4 yıl kalan ve okulunu bitirerek dönen bir yakınımın verdiği bilgiye göre, kişisel olanakları ile diasporadan dönmüş ya da okumak üzere Maykop’ta bulunan Adıge sayısı tahminen 400 dolayında. Adıge basınına göre, Adıgey tamamında dönenlerin sayısı 2 bin, yeni bir basın bildirisine göre de 3 bin. Bunun çoğu Suriyeli sığınmacı. Bunlar da 200 Kosovalı dışında serbest göçmen olarak Adıgey’e gelmiş olan kişiler. Serbest göçmen kendi olanakları ile gelen, devletten konut ve iş garantisi almayan kişi demektir.

Buna karşılık, iskanlı göçmen statüsü ile kabul edilen ve  RF hükümetince Adıgey’in Tahtamukay rayonuna yerleştirilen dönüşçü-yerleşimci Rus sayısı, son 30 yılda en az 50 bin olarak düşünülebilir. (2021 yılı Tahtamukay rayonu nüfusu 122,759 (% 56,90’ı Rus = 69,847; % 21,92’si Adıge = 26,919). Rayon nüfusu 1989’da 64 650 idi, 2025’de 131,771 oldu. Son 36 yılda nüfus 67,121 arttı. Anlaşılan yoğun Rus yerleşimi devam ediyor

 

Bu insanlara RF hükümeti tarafından konut, iş ve parasız arsa verildi. Yanılmıyorsam bu kişiler eski Sovyet coğrafyasından, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, vb yerlerden dönüş yapmış olan Ruslar.

Rusya, eski Sovyet doğu cumhuriyetlerinden Rus olmayan göçmen kabul etmiyor, ancak Rus olmayanlar işçi olarak çalışmak ve para kazanmak üzere, geçici olarak Rusya’ya gelebiliyorlar.
Demek ki, o cumhuriyetlerde ücret ve gelir durumu, RF’den de daha düşük.
Rus kökenli olmayanlar için iskanlı göçmen olarak Rusya’ya kabul edilmek söz konusu değil. Buna Adıgeler de dahil.
Tek istisna olarak, 1998’de 200’den az Kosovalı Adıge iskanlı göçmen statüsü ile RF’ye kabul edildi ve Adıgey’e (Mafehable köyüne) yerleştirildi.
Cumhuriyetlerin yetkileri sınırlı: 1 yıllığına “Geçici oturma izni”, ardından daimi oturma izni veriyorlar, kişinin kendi parasıyla konut satın alma, inşa ettirme ya da kiralama ve iş yeri açma (ruhsat alma) olanağı var. Dönenlerden isteyenlere Mafehable köyünde parasız arsa verildiği de söyleniyor. Yani uluslararası genel hükümler uygulanıyor.
Dönen Adıgelere sivil hemşerileri de yardım edebiliyor. Örneğin bir Şapsığ köyünde Suriyeli sığınmacılar için 20 adet konut inşa edilip sığınmacı ailelere verildiğini okumuş ve fotoğraflarını görmüştüm. Bu konutları köylüler imece yoluyla yapmış olmalılar…
Ayrıca, kente göç nedeniyle boşalan köylerde (özellikle terk edilmiş Rus köylerinde) ucuz köy evi alınabilir, çiftçilik ve hayvancılık yapılabilir deniyor. Ama bunun için belli bir sermaye, işçi bulmak ve uzmanlaşmak gerekiyor.
Bu durumda Adıgey’e ya da RF’ye dönüşün koşulları ve işleyişi, Avrupa ve Kanada ölçülerine göre cazip (çekici) değil. Kazanılan para az. Örneğin, söylendiğine göre, Dr. Necdet Hatam Meşfeşşu ve Av. Fahri Huvaj ayda 500’er dolar (20 bin TL) maaş ile Adıgey ve Kabartay-Balkar araştırma enstitülerine bilimsel araştırmacı olarak kabul edildiler. 500 dolar Rusya ölçülerine göre büyük bir para, ama AB ve Türkiye ölçülerine göre düşük bir ücret, asgari ücretin de altında.
Kabartay-Balkar ve Karaçay-Çerkes bölgeleri ise nüfus fazlalığı olan ve dışarıya mevsimlik tarım ve inşaat işçisi (amele) gönderen yoksul bölgeler.
Konuya dönersek, Adıgey’de geçici oturma izni almak için, davetli olarak RF’ye gitmek ya da Maykop’ta bir kefil bulmak gerekiyor.
Durum 50 yıl önce böyleydi, şimdi de böyle, değişen bir şey yok.
Dış ülkelere dağılmış Adıgelerin ve diğer Kafkaslıların ata yurduna dönüşünü kim istemez ki? Yeter ki koşullar uygun ve cazip hale getirilsin. Öncelikle Rus Hükümetinin dönüş izni vermesi şarttır …
Durum böyle.
Türkiye’ye göçler
Kafkasya’dan Türkiye’ye göç konusu karışık bir konu ve karışık anlatılıyor. Büyük bir bilgi kirliliği de var. İçinden çıkılması kolay değil. İşi somutlaştırmak gerekiyor. Bize göre göç üç ayrı etapta ve değişik siyasal nedenlere bağlı olarak yapıldı, şöyle özetleyebiliriz:
1. 1860 yılında Rusya’ya bağlı Kuban ve Terek oblastlarından yapılan göçler.
1859 yılında Kuban’ın orta sol kıyısında (Krasnodar’ın yakınında) yaşayan Bjeduğlar, ardından Laba ırmağının solunda yaşayan Adıgeler Rus yönetimine alındılar. Bu yörelerden yapılan göçlere Kabartay, Abazin, Abzah, Nogay, Kemguy, Besleney, Bjeduğ, Hatukay, vb katıldılar. Bu insanlar mal varlıklarını paraya çevirip kiraladıkları deniz araçları ile ve Karadeniz yoluyla Samsun’a geldiler. Bu göçmenler devletin sağladığı arabalarla, günlük kumanya ya da sıcak yemek verilerek önce Sivas merkeze götürüldüler. Sivas’ta geçici olarak kalacakları yerler öncesinden hazırlandı.
Devlet göç sürecini titizlikle izliyordu.
Bu arada göçmenler için başta Uzunyayla’da ve başka yerlerde (şimdiki Sivas, Kayseri, Maraş, Tokat, Amasya, Çorum, vb illerde) konutlar inşa edildi ve göçmenlere parasız dağıtıldı. Konut inşaatı tamamlanamayanlara da kira yardımları yapıldı. Bu konuda yazılmış yüksek lisans tezleri vardır. Kabartay köy beylerine (pşı) ve zenginlere ait soylu atlar seyisler tarafından karayoluyla Uzunyayla’ya getirildi. Amaç at neslini çoğaltmak ve orduya at satmaktı. Bu bilgiyi arkadaşım Kabartay-Balkar Bilimsel Araştırma Enstitüsü bilim çalışanı rahmetli yazar Abaze İbrahim de doğrulamıştı. Nur içinde yatsın. Abaze İbrahim son Kabartay yılkı atlarını Erciyes eteklerinden yakalatmak ve yeniden çoğaltmak istiyordu.
1860 yılı göçleri, izleyen yıllarda, 1864 yılı göç ettirme (etnik temizlik) uygulamasından ayrı bir kategoriden olarak sürdü.
2. Son Bağımsız Adıge Ülkesi’nin yok edilmesi (1864) ve halkının topyekûn sınır dışı edilmesi olayı – soykırım, etnik temizlik ve deportasyon.
Soykırım ve etnik temizlik Belaya (Şhaguaşe) Irmağı ile Karadeniz arasındaki alanda (Bjeduğ yöresi hariç) uygulandı. Bu geniş alanda dağlarda ve ormanlarda direnen Şapsığ kalıntılar dışında hiçbir canlı Adıge bırakılmadı, hepsi Türkiye’ye (Karadeniz limanlarına) deport (kapı dışarı) edildi. Yerleşim yerleri ateşe verildi, ekin tarlaları atlara çiğnetildi, ceviz gibi meyve ağaçları bile bir bir kesildi. Amaç direnen savaşçıların besin kaynaklarını kurutmak ve geriye dönüşün önünü kesmekti.
Kafkasya’daki Rus Ordusu Kurmay Başkanı (sonradan Savaş Bakanı) General Milyutin, 1857 yılında, Çerkes sorununu çözmek için, Karadeniz kıyısındaki Çerkeslerin (Şapsığlar, vd) kuzeydeki Don Nehri Havzasına sürülmelerinin zorunlu olduğunu gizli bir raporla Çar II. Aleksandr’a sundu. Ruslar soykırım ve etnik temizlik yaptıkları bu alanı – Belaya Irmağı batısını ve buralarda yaşanan cinayetleri hâlâ gözlerden ırak tutmak, gizlemek istiyorlar. Ama arşivler ortada ve yalan söylemez.
1857’de Şapsığların kuzeye sürüleceğini öğrenen Osmanlı yönetimi, derhal harekete geçti, Çerkesleri Türkiye’ye kabul etmek için Rus hükümeti ile görüşmelere ve gerekli düzenlemeleri yapmaya başladı,  Osmanlı hemen 1858’de tapu kanunu çıkardı. Süreç büyük bir gizlilik içinde sürdürülüyor, göç edecek Çerkes sayısı Rus generaller tarafından 50 bini geçmeyecek deniyor, olay küçültülüyor, kamuoyu yatıştırılmaya ve yanıltılmaya çalışılıyordu.
Buna karşılık Tarihçi Dr. Walter Richmond’un ‘Çerkes Soykırımı’ kitabında, arşiv belgelerine dayalı olarak, General Evdokimov’un 1860-1864 dönemi operasyonları ile bağlantılı olarak ölen Çerkes sayısı 625.000 olarak veriliyor. Daha önce merhum Prof. Dr. Abreg Almir sayıyı 500 bin üzeri olarak tahmin etmişti.
Evdokimov 1860 yılında Dağıstan ve Çeçenya’da görev yapmış, ardından Kuban’a (Çerkesya’ya) atanmış yetenekli ve deneyimli bir asker ve yöneticiydi.
625 bin sayısının en az iki katı Çerkes’in eski Adıgey’in Karadeniz kıyılarından Türkiye’ye deport edildiği (sürüldüğü) de kuşkusuzdur. Bu sayıya daha önce Rus yönetimine alınmış olan Kuban ve Terek oblastlarından kendi istekleriyle göç eden Çerkes göçmenler dahil değildir.
Bu büyük göç için Osmanlı Devleti öncesinden Karadeniz limanlarında kamplar kurdu, Samsun, Düzce ve Köstence gibi yörelerde, Tuna Nehri boylarında ve Balkanlar’da köy sınırlarını çizdi, binlerce konut inşaatını başlattı, on binlerce insan (inşaatçı) seferber edildi, arazi parselasyonu yapıldı, ahır ve samanlıklar inşa edildi. Parasız tapu, tarım aletleri, iş ve süt hayvanı verildi ve para yardımı yapıldı. Böylece Türkiye’ye göç çekici bir hale getirildi. Ulus bilinci gelişmemiş olan göçmen ailelere, üretici güç haline gelene dek, 2- 3 yıl gıda yardımı da yapıldı.
3. 1864 yılı Çerkes deportasyonundan sonra Rus hükümeti ve Osmanlı Devleti Doğu Kuban’da kalmış olan Adıge kalıntılarının yakasını bırakmadı.
Adıge ‘Rus’un cini’ olmuştu, canım topraklardan ‘cinler’ kovuluyorlardı.
1864 yılından sonra Belaya (Şhaguaşe) Irmağı doğusunda küçük bir Adıge nüfus kalmıştı. Sayı, Adıge tarihçi Hotko Samir’e göre 51 bin, Prof. Dr. Abreg Almir’e göre de 80 bin idi… Bir iki yıl öncesinin iki milyonluk muhteşem Adıgeleri işte şimdi bu hallere düşmüşlerdi…

Kuban’da kalanların sayısı, bize göre, biraz daha fazla olabilir. Ruslar sayıları az gösterebiliyorlar. Örneğin, 2021 yılı RF nüfus sayımında Kıyıboyu Şapsığların sayısı [aslında13 bin] 1914’e düşürüldü, sayı büyükçe bir köy nüfusu bile etmiyor. Rus, isteseydi böyle yaptırmayabilir, Şapsığ’ı resmi kimliği ile kayda aldırabilirdi. Demek ki, Rus, Şapsığ’ı süreç içinde sessizce ortadan kaldırmak istiyor. İşbirlikçileri de var…

Naip Muhammed Emin’in tarikat ve şeriat turnikesinden geçmiş ve çoğu Abzah Kubanlı Adıge nüfusun, ümmet ideolojisiyle beyni yıkanmıştı: Asimilasyoncular, “Müslüman olduktan sonra Türk-Çerkes fark etmez, hepimiz Türküz ve Müslümanız” diyorlardı. Kuban’daki Adıge nüfus daha Kafkasya’da iken yarı Türkleşmiş, Türk-Arap geleneklerini benimsemiş ve asimilasyona teşne (hazır) hale gelmişti. Arapça bilen yefendiler (mollalar) toplumun başı ve en saygıdeğer kişileri olmuşlardı. Rus’un amacı, Adıgelerden kurtulmak ve verimli Adıge topraklarına bir biçimde konmak ya da onu ucuza kapatmaktı.
Bunun için Rus, taassuba (kör bağnazlığa) göz yumuyor, Adıgelerin uyanmalarını istemiyordu.
Eski Mısır Memluk Sultanlığı, Adıge öğrenciler için bir yardım fonu (vakıf ve burs fonu) kurmuştu deniyor. Bu da araştırılmalı. Çocuklar Arapça dini eğitim almaları için Doğu Kuban’dan ta Mısır’a, Kahire’ye götürülüyorlardı.
1. Dünya Savaşı sonunda Kafkasya’dan gelen yaşlıların anlattıklarına göre, Türkiye’deki durumun aksine, Kafkasya’da Arapça bilmeyen biri, Adıgeler tarafından yefendi (imam, molla) olarak kabul edilmiyordu. Türk imamlar içinde, bugün Arapça bilenler yok gibidir. Türk imam şimdi devlet memurudur ve resmi talimat dışına çıkamaz.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında Doğu Kuban’daki Adıgeler ile yerel Rus yönetimi arasında sürtüşmeler yaşanmaya başladı. Ruslar, yukarılarda dediğimiz gibi bu Adıge kalıntılarından kurtulmak istiyor, Adıge toprağına konmak için çeşit çeşit oyunlar tezgahlıyorlardı. Adıge tarihçiler bu döneme (1880’li ve1890’lı yıllara) ilişkin araştırmalar yapmışlar mıdır? Bilemiyorum.
Tarihçi Tamara V. Polovinkina’nın ‘Çerkesya Gönül Yaram” kitabında hayli bilgi var. Ama yetmez. Ayrıca Prof. Dr. Kuyeko Asfar’ın 1868 yılı Fedz (Hodz) köyü direnişine, 1880 yılı öncesi eski bir döneme ait bir araştırma yazısını okumuş ve yazıyı Türkçeye çevirmiştim. Yerel Rus yöneticiler şimdiki Fedz (Hodz) köyü halkını sürmek ve verimli topraklarına el koymak istiyor, katliam yapıyorlardı.
Aynı Rus 1878 Berlin Antlaşması ile, Balkanlar’da birikmiş olan Çerkes nüfusunu, Osmanlı eliyle ilerilere, güneye, Anadolu, Suriye ve Filistin içlerine sürdürmüştü.
Osmanlı, yobazların şişirmeleri ve yalanları sonucu, zorunlu olmadığı halde ve Batı desteği elde edilmeden ve boş bir özgüvenle, tek başına Rusya’ya karşı 93 Harbi’ne sokulmuştu.
O sıralar gerici ve yalancı tarikat şeyhleri istiareye (hayırlı rüyaya) yatıyor, Muzaffer İslam Ordusu’nu Moskova Caddelerinde zafer yürüyüşü yapar halde gördüklerini söylüyor, halkı kandırıyor ve cahil halkı cihat diyerek galeyana getiriyorlardı.
1840 ilkbaharında dolduruşa ve galeyana getirilip çevirme hatlarındaki Rus kalelerine saldıran Adıgeler de ağır kayıplar vermiş ve düş kırıklığına uğramışlardı. Güya, Çerkesler harekete geçecek olurlarsa, Türkler ve İngilizler Çerkeslere yardıma geleceklerdi.
Moskova Caddeleri derken, 1878’de Rus Ordusu İstanbul’un kapısına dayandı, Kıbrıs karşılığı İngiltere’nin araya sokulmasıyla, yalvar yakar Rus Ordusu durdurulmuştu.
1878 yılı yenilgisinden, sadece Türkler değil, Türk çengeline takılan Kubanlı Çerkesler de zararlı çıktılar, özellikle1888 yılı sonrasında Doğu Kuban’dan Osmanlı’ya yoğun göçler yeniden başladı ve Doğu Kuban’ın (Laba-Belaya arası) son Adıgelerinin çoğu yefendilerin (mollaların) öncülüğünde Türkiye yolunu tuttu. Özellikle Abzah köy sayısı tek köye düştü.
Bunun bir sonucu olarak Doğu Kuban’daki Adıge nüfus iyice seyreldi [Bu yerde şimdi ‘Adıge Cumhuriyeti’ bulunuyor]. Eğer bu son göçler yaşanmış olmasaydı, Kuban’daki toplam Adıge nüfus, bugünkü 140 bin yerine 1 milyonu geçebilecekti. – https://mefenef.com/cerkesler-21-mayis-1864ten-gunumuze-1…
Kuban oblastından gelen bu son göçmenler de Osmanlı yönetimi tarafından iskanlı göçmen statüsüyle kabul edilip Anadolu içlerine, Suriye ve Filistin’in (bugün Ürdün) değişik yörelerine, küçük kümeler halinde dağıtılarak, 1878 yılında Balkanlardan sürülen Çerkeslerin yanlarına ya da yakınlarına yerleştirildiler.
Çerkeslerin Osmanlı’ya kabul edilmelerinin ana nedeni dürüst ve güvenilir kişiler olmaları, genellikle kaypak kişiler olmamaları, Osmanlı’nın ekonomik ve güvenlik çıkarlarıydı. Yoksa, Osmanlı Adıge-Çekeslerin kaşına-gözüne aşık değildi. O sıralar Osmanlı’ya gelen vuruyor, giden vuruyordu.
Diasporadaki Adıgeler ve nüfus
Normal nüfus artışına göre, diasporadaki Adıge nüfusunun (Çerkes ve Kabartaylar da dahil), bugün için birkaç milyonu bulmuş olması gerekiyor. Bu nüfusun kentlere ve karışık olarak köylere yerleşen kesimleri asimilasyona uğramış, Türkleşmiş ya da Araplaşmıştır. Bunda din faktörü de belirleyici olmuştur ve bundan yukarılarda söz ettik.
Kafkasya dışında Adıgelerin Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail ve daha birçok ülkeye dağılmış olduğunu biliyoruz. Ayrıca AB ülkeleri, ABD, Kanada ve Avustralya’da, Mısır, Libya, Irak, İran ve Madagaskar’da da Adıgelerin bulunduğunu biliyoruz. Adıge nüfusunun çoğu anadilini yitirmiş durumda, ama Adıge olduklarını unutmuyorlar, Adıge dil ve geleneklerini küçümsemiyor, bağlılık duyuyorlar.
Diasporada sadece İsrail’de (2 köy) Adıgece anadili toplum dili olarak varlığını sürdürüyor. Bunda İsrail’in asimilasyon politikası uygulamaması belirleyici oldu. Ne denli saldırgan bir siyaset izleyen bir ülke olsa da, dil konusunda İsrail tek olumlu örnektir.
Suriye, Türkiye ve Ürdün’de de Adıgece bilenler çok, ama baskıcı devlet politikaları sonucu, korkutulmuş ve yıldırılmış çoğu kişi, bildiği halde anadilini konuşmuyor ve kullanmıyor. Bu politika değişmediğinde ve toplum rehabilite edilmediğinde (yeniden dilin itibarı iade edilmediğinde) asimilasyon kaçınılmaz görünüyor.
Güncel politik gelişmeler
Dünya yeniden yapılanıyor. Eski güç odakları azametlerini hayli yitirmiş durumdalar.
Özellikle Çin’in kalkınması ve büyük bir sanayi gücü olması, ABD, AB ve Japonya gibi büyük sanayi  devlerinin üstünlüğünü ve sömürü çarkını yavaşlattı. Eski kazançlar azaldı. Tek üstünlük kalite. Batı kalite üstünlüğünü koruyor, yatırıma büyük para ayırıyor ve değeri yüksek, çok para eden mallar üretiyor.
Günümüzde, kolay erişilebilen sanayi malları piyasaları doldurdu, rekabet arttı ve fiyatlar düştü, taksitli satışlar da yaygınlaştı.
Şimdi çoğu sanayi malı orta gelirli kişilerin satın alabileceği bir düzeyde.
Demokratik gelişmeler
Suriye’deki faşist Baas Arap  rejimi, ABD, İsrail ve Türkiye’nin öncülüğünde uzunca bir ön hazırlık ve operasyon sonucu çöktü. Şimdi ABD destekli merkezi Suriye rejimi ile, yine ABD ve İsrail destekli Kürtlerin ve diğer dini grupların uzlaşmaları sorunu bulunuyor. Bir yanda ABD ve İsrail destekli laik Kürtler, ayrıca Aleviler, Dürziler, Hıristiyanlar ve seküler Araplar duruyor. Bu toplulukların Merkezi Suriye iktidarıyla anlaşmaları gerekiyor. ABD Afganistan’da Taliban’ı törpüledi ve onunla uzlaştı. Suriye’de de aynısını yapmak istiyor. Rusya ve İran ise Suriye’den çekilmiş durumda.
Son dönemde Kürt ağırlıklı bölge, Kuzeydoğu Suriye ya da Rojava denen yerde, Münbiç yöresinde,  Adıgece de resmi diller arasına alındı. Bu durum, Suriye’nin yeni devlet yapılanması sürecinde dikkate alınacak mı? Ya da engellenecek mi? Gelişmeleri görmek gerekiyor.
Türkiye’de 1923 cumhuriyet ilanından sonra, laik, milliyetçi ve Türkçü sert bir sağcı askeri rejim kurulmuştu. Bu sayede birçok demokratik-Türkçü-ulusçu-asimilasyoncu reform yapıldı, şeriat kaldırıldı. Rejim, 1950’de sivilleşme süreci içine girdi. Bayar ve Menderes ikilisi süreci berbat etti, 1960’da askeri darbe oldu. 1961 anayasası sola ve işçi örgütlenmesine nispi  bir özgürlük getirdi. Amerikancı 12 Mart 1971 askeri müdahalesi ile 1950 öncesinden de kötü bir sürece dönüldü. Askeri terör, faşizm, Adıgece dahil, 70 kadar küçük dile öldürücü darbe indirmişti.
Amerikancı 12 Eylül 1980 askeri darbesi de, sola ve azınlıklara yönelik daha sert bir baskı rejimi getirdi, ABD patentli işkence odaları ve idamlar sıradanlaştı, Türkçe dışındaki 70 yerel dil yasaklandı ve dinci-şeriatçı örgütlerle, gericilikle ittifak ve işbirliği yapıldı. Yarı dinci-şeriatçı bir yapılanmaya destek verildi. Bunların hepsi ABD patentli Türklük ve ‘Komünizmle Mücadele’ adı altında yapıldı. Güya generaller, ayırımsız “Atatürk’ün” ve ‘laikliğin mutlak savunucuları’ idiler. 12 Mart’ın faşist lideri General Memduh Tağmaç öyle diyordu. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, 300 generalin üçte birinin ve kurmay subayların yüzde 95’inin gerici ve şeriatçı olduğunu açığa çıkardı. Sinsi yılanlar her yanı sarmak üzereydiler. Fetöcü faşistler iktidar olanaklarıyla ordu ve devlet aygıtı içinde iyice örgütlenmişlerdi. Büyük bir felaket, 252 şehit verilerek, 15 Temmuz 2016’da atlatıldı.
Paranın gözü kör olsun. 15 Temmuz şeriatçı darbe girişimi de bir ABD tezgahlamasıydı.
50 yıldan beri gericiliğin sancıları yaşanıyor.
Böylesine baskıcı bir ortamda merkezi partiler milliyetçi-Türkçü ve antikomünist politikaları rahatça sürdürüyorlardı. Bir ilk olarak 1965’de TİP seçime katıldı, lehteki milli bakiye sistemi sayesinde 15 sosyalist milletvekili parlamentoya girdi. Böylece 40 yıllık antikomünist soygun  tezgahı bozulmuş oldu.
Ulusal-politik bilinci olmayan ya da bastırılan Müslüman azınlıklar da (Aleviler hariç) merkez sağa oy veriyorlardı. Yine de Bülent Ecevit’in koalisyonları (1974-1975), (1978-1979), özellikle 1997-2002 yılları arası döneminde AB ve liberalleşme yolunda bazı önemli adımlar atıldı. Dil yasağı ve ölüm cezası kaldırıldı. İzleyen dinci Tayyip Erdoğan döneminde de kontrollü Kürtçe ve Zazaca tv yayınına izin verildi. Bu gibi izinler askerden onay alınarak yapılıyordu. Bu oluşuma askeri vesayet deniyordu.
Kürtçe, Zazaca ve Arapçaya izin çıktı, ama konuşanları çok olmasına karşın Adıgece [Şapsığ ve      K’emguy] ve Mohti-Lazca tv’nin önü kesildi.
PKK ile uzlaşma
2025 yılında, şimdilerde, Abdullah Öcalan – PKK, AKP, MHP ve DEM partilerinin anlaşmasıyla PKK’nin kendisini dağıtması ve silah bırakması süreci başlatıldı. Karşılığında liberalleşme gelecek deniyor. Sürece, ana muhalefet CHP de karşı çıkmadı, CHP sürecin TBMM’ne taşınmasını istedi.
Oysa 1950 yılı öncesinin eski CHP’si Çerkes ve Kürt sözcüklerini telaffuz etmektense cin görmeyi yeğliyordu.
Yeni süreç sevindirici, ama sonuç verecek mi?.. Bilemiyoruz. Sütten ağzımız yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyoruz.
Öte yandan Erdoğan, ters bir uygulamayla CHP’li belediyelere karşı yargı sopasını kullanmaya başladı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile çok sayıda  belediye başkanı ve memurlarını tutuklattı, İmamoğlu’nun 34 yıllık üniversite diploması bile iptal ettirildi. Bu da güven sarsıcı bir gelişme. Erdoğan CHP’yi güdümüne almak ve sindirmek istiyor olmalı. Bunun başka bir açıklaması olabilir mi?..
Erdoğan hafife alınmamalı. Boş biri değil. Elini göstermez ve oyun kurmayı iyi bilir, Kasımpaşa’da büyümüş. İstanbul’un en uyanıklarının, bıçkınların Kasımpaşalı olduğu söylenir.
Erdoğan dün CHP başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu parmağında oynatıyor, ona istediği çok şeyi yaptırıyor ve onu hep yeniyordu.
Şimdiki Özgür Özel de, Deniz Baykal ve Kılıçdaroğlu gibi, ilkin Erdoğan’ın çengeline takılıp yenik Erdoğan’ın ayağına gitti, mahalli seçimde kaybetmiş olan Erdoğan’a koz, moral ve toparlanma fırsatı verdi.
1975 yılı sonrasında Demirel, Ferruh Bozbeyli’nin düzmece DP’sinin (45 milletvekili “vardı” ve CHP ile koalisyon için yetiyordu) içini boşaltıp Ecevit’i oyuna getirmiş, faşizme taban yaptırmış, ülke kana bulanmıştı. Ecevit, Erbakan’dan sonra Demirel’in de oyununa gelmişti. Bizans’ta oyun bitmez demişler. Ama Özel, çabuk ders almışa ve akıllanmışa benziyor.
Artık kitlesel demokratik eylemlere önderlik etmeye başladı. Sonuç verecek mi?..
DEM parti sadece Kürtlere değil, bütün yerel topluluklara da hak (dil özgürlüğü) tanınmasını istiyor, ilkeli hareket ediyor. Demokrasi bunu gerektirir diyor.
Sol Türkçüler (ya da sağ Atatürkçüler) asimilasyon politikalarından vazgeçilmesini istemiyorlar. Onlar her şey ‘Türklük için olsun’ istiyorlar. İnatçılar. Ama çağdaş demokratik değerlerin çok çok gerisindeler. Cumhuriyet ve Sözcü gibi sol bilinen Türkçü-milliyetçi gazetelerin kimi yazarlarının yazdıkları ortada. Sağ gazeteler ise Erdoğan ve Bahçeli’nin işaretlerine göre yön belirliyorlar.
Birgün ve Evrensel gibi sol gazeteler de var.
Ortadoğu, ABD ve İsrail yönlendirmesinde yeniden yapılandırılmak isteniyor. Erdoğan da “Türk-Kürt-Arap ittifakı” diyor… Henüz işin başlangıcındayız.
Gelişmeleri görmek için beklememiz gerekiyor.
Dönüş olabilir mi?
Bireysel dönüşler elbette yapılabilir. Bireysel dönüş, milliyetçi ve emperyal Rusya rejimine de ters düşmez. Ama ciddi bir sonuç da vermez.
Biz dönüş dediğimizde, Yahudilerin İsrail ve İspanya’ya dönüşleri gibi, kısıtlamasız, en azından devletçe kabul görmüş bir dönüş izni verilmesini anlıyoruz. Demokrat Rusların buna karşı çıkmayacaklarını biliyoruz. Ama şimdiki otoriter Rus idaresi buna hazır değil.
Engellerden biri olarak Rusya-Ukrayna savaşını görüyoruz. Ukrayna ekonomisi, altyapısı ve kentleri büyük bir yıkıma uğradı, çok kayıp verdi. Ukraynalı, bunu asla unutmaz, Adıge’nin soykırım ve deportasyonu (kapı dışı edilmeyi) unutmadığı gibi. Rusya da ağır bir maddi ve insani kayıp yaşadı. Bunca ölüm ve yıkım, değer mi ve olumlu bir sonuç verir mi? Rusya dünyaya kafa tutacak güçte mi ve şık mı? Rusya’nın Ukrayna’yı yutması, Avrupa’nın geleceği için tehdit anlamına gelmez mi? Tarafsız ülkeler İsveç ve Finlandiya kapağı NATO’ya attılar.
ABD ve Batı’nın Rusya’ya yaptırımları henüz tam kapasite uygulamaya konmadı. ABD ve İsrail’in şakası yok, işi şansa bırakmazlar.
Rusya, Kuzey Kore’den paralı asker ithal etti, Ukrayna’ya gönderdi. Doğrusu tuhaf bir “komünist” Kuzey Kore… Getirisi nedir, Kursk mu geri alınmış, o denli çaresiz mi düşülmüş? Rusya bu bataktan çıkabilecek mi? Zor görünüyor.
Ukrayna’nın arkasında blok halinde ABD, AB ve Batı var. Rusya’ya ise İran, Kuzey Kore ve el altından Çin destek veriyor.
Teknolojik üstünlük ise kesin olarak ABD, İsrail ve Batı’da.
Çözüm ateşkes yapılıp savaşın durdurulması ve barış olabilir.
Sonucu bekleyip göreceğiz.
Dönüş ve demokratikleşme, maddi hesap ve denge gereği değil, bir hak olduğu için ele alınmalı; ulusal birimlere saygı ve tanıma, haksızlıklara karşı çıkma ve çözüm yoluyla yapılmalı.
50 yılda ‘2-3 bin Adıge’nin’, bir köy nüfusunun Kafkasya’ya dönmesi ile “dönüş gerçekleşmiş’ olmaz.
30 yılda en az 50 bin yerleşimci Rus’un devlet eliyle Adıgey’in Tahtamukay rayonuna yerleştirilmesi (iskânı)  gibi, o düzeyde bir Adıge nüfus Adıgey’e iskân edilmiş olsaydı, bir dönüşten söz edilebilirdi. Bundan yukarılarda söz etmiştik. Şimdilerde Kafkasya’ya Adıge (Çerkes) dönüşü değil, Rus dönüşü yapılıyor.
Dönüş, en azından anayurt kapılarının kısıtlamasız Adıgelere açılması, Rusların 1864 yılı öncesinde işlenen soykırım suçunu itiraf ve kabul etmeleri, özür dilemeleri, Adıgelere şartsız çifte vatandaşlık hakkı tanımaları, Soçi ve Tuapse’nin tarihi mirasçıları olan ve özerk yöre yönetimleri gasp edilen Şapsığlara yeniden özerklik verilmemesi için, kapı kapı dolaşıp imza toplayan yerleşimci Rus faşistlere yüz verilmemesi, arka çıkılmaması, tüm halkların eşitliği ve kardeşliği ilkesinin, hakkaniyetin benimsenmesi ve yerli halkların haklarına saygı ile olur.
 
Exit mobile version