Kafkasya’ya Dönüş Konusu
![]()

1 Ağustos günü yaklaştıkça dönüş konusu güncellik kazanmaya başladı. Çok sayıda yazı yazılacağı ve etkinlik düzenleneceği şimdiden anlaşılıyor. Ben de konuya eğilmeyi yararlı buldum.
1964 yılında Çuşha İzzet Aydemir’in Ankara’da çıkardığı “Kafkasya” adlı kültürel dergi, 1950 yılı sonrasında çıkan yayınlardan farklı olarak sol görüşlere de yer vermeye başlamıştı. Bu bağlamda ulusal görüş ve Kafkasya işleri daha ciddi biçimlerde ele alınmaya başlandı. Giderek “Dönüş” görüşü de belirdi. https://www.google.com/search?q=mafehable+k%C3%B6y%C3%BC&oq=mafehable+k%C3%B6y%C3%BC&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyBggAEEUYOTIHCAEQIRigAdIBCTE0MjUwajBqN6gCCLACAfEFLDn0AirEc
1960’larda Ankara’da okuyan ve İzzet Aydemir’in ziyaretçilerinden biri olan Ürdünlü Semih Thabısım Kafkasya’ya döndü ve Nalçik’e yerleşti. O sıralar Çerkessk ve Maykop birer özerk bölge merkezi idi. İlkinde 30 bin Çerkes (Kabartay ve Besleney), ikincisinde de 80 bin kadar Adıge bulunuyordu. Tuapse ve Soçi’de ise az miktarda (10 bin kadar) Şapsığ kalmıştı. Bu dört yerin adı pek duyulmuyordu. Bir özerk cumhuriyet yönetimleri olan Kabartaylar ve Balkarlar dışındaki yerlere ve o yerlerde yaşayan azacık insanlara ilişkin bilgiler yüzeyseldi. Bu üç özerk bölge ve Kuzey Kafkasya’daki diğer bölgeler arasındaki ilişkiler de, bölge yetkililerinin karşılıklı olarak resmi kutlamalara katılmalarıyla sınırlı idi. Örneğin, 1924-1945 yılları arasında yaşayan özerk Şapsığ rayonu ile ilgili bilgisi olan kişi yok gibiydi. Şapsığ için bk.
Şapsığlar ve Bir Kitap -I, mefenef.com.tr.
Sovyet yönetimi Ortadoğu’daki Adıgelerle ilişkileri Kabartay-Balkar Cumhuriyeti (Nalçik) üzerinden yürütmeye ve sempati yaratmaya çalışıyordu.
Semih Thabısım’ın da katkılarıyla Kafkasya’ya yönelik bir “anayurt sevgisi” gelişti. Av. Fahri Huvaj ve Dr. Necdet Hatam Meşfeşşu gibi bazı Abzah gençler Kabartaycayı öğrendiler ve Kafkasya’ya dönüşü savunmaya başladılar.
Fahri Huvaj ve beraberindekiler Kafkasya’ya, Nalçik’e davet ediliyor ve yerel yöneticiler tarafından ağırlanıyorlardı, Fahri giderek popüler biri olmuştu.
Fahri’ye göre üç bölge [Kabartay-Balkar, Karaçay-Çerkes ve Adıgey], tek bir cumhuriyet yönetimi olarak birleştirilebilir, diasporadan (Fahri’ye göre muhaceretten) nüfus takviyeleriyle statü birlik cumhuriyetine yükseltilebilirdi. Bunun için yüzbinlerce kişinin Kafkasya’ya dönmesi ve oraya yerleşmesi gerekiyordu. Fahri’ye göre, anayurt motifleri işlenir, milliyetçi görüşler canlandırılırsa dönüş gerçekleşecekti. Kolhozlarda (köy kolektif tarım işletmelerinde) tarım işçisi açığı vardı ve iş bulma sorunu yoktu.
Yüksek İslam Enstitüsü mezunu ve Din bilgisi öğretmeni olan Yenemıko Mevlüt Atalay da “Döneceğim, komünist olmayan bir kişi olarak kolhozda traktör sürücüsü olarak çalışabilirim…” diyordu.
Düzce’de eşine babasından miras düştüğü için zenginleşen İzzet Aydemir ise, Nalçik’te konut satın almış, kışlarını orada geçirmeye başlamıştı.
Bu kişiler aslında sosyalist ve Sovyet rejimi yandaşı kişiler de değildiler, ancak Sovyetler’e dönüşü savundukları için, gerici ve dinci kesimler tarafından “solcu” (komünist) olarak ‘suçlanıyorlardı’. O dönemde solcu-komünist olmak “dinsiz ve kötü kişi olmak” gibi algılanıyordu.
Bu kişilerin çoğu sonunda Kafkasya’ya döndü. Bazıları iş buldu, bazıları iş kurdu, bazıları evlendi ve Kafkasya’da kaldı. Bazıları da düş kırıklığı içinde Türkiye’ye geri döndü.
Deneyimsizlik ve güçlükler
Kafkasya’ya dönüş düşüncesi, gelişmemiş bir akım olarak kaldı, taban yapamadı. Çünkü altyapısı yoktu, dönüş yapanlara hiçbir maddi yardım yapılmıyordu. Devlet, en çok da belediyeler dönenlere, varsa baraka büfeler kiralıyordu. Konut ve tatmin edici bir iş verilemiyordu. Yüksek öğrenim görmüş, Türkiye’de iş bulma olanağı olan kişi, çok daha aşağı bir ücretle kolhoz işçisi ya da kazmayla kanal kazıyan amele olmayı kabul eder miydi? Adıge yöneticilerin ellerinden bir şey gelmiyordu. Bu durumda dönüş düşüncesinin çekici bir yanı olamazdı.
Demokratikleşme dönemi
Aralık 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı ve Boris Yeltsin başkanlığında Rusya Federasyonu kuruldu. Federasyon ekonomik sıkıntı içindeydi, ama Gorbaçov reformlarının devam ettiği sanılıyor ve Yeltsin sempati ile karşılanıyordu.
Daha önce Gorbaçov, patlamaya hazır bir Sovyet bombasının (sistemin) başına geçmişti (1985). 2.Dünya Savaşı’nın yaralarını henüz sarmış olan Sovyetler, Kruşçev ve izleyen Brejnev döneminde büyüklük kompleksine kapılmış, uzaya insan göndermiş, dünyayı soyan emperyalist ABD ve Batı dünyası dev firmalarıyla ekonomik, özellikle silah sanayii ve uzay teknolojisi alanında yarışmaya kalkışmıştı. Çok para gerektiren bu yeni teknolojiler Sovyetler Birliği’nin belini bükmeye ve onu bir çöküş sürecine doğru itmeye başlamıştı.
Bir Şapsığ atasözü şöyle diyordu: “Bzıv ṡıqum qeqefo kesqeṡışt zéom yışut reqetĥağ” (Küçük kuş büyük yumurta yumurtlamaya kalkışınca poposu yırtıldı).
Geri ve hantal bir ekonomi olan Sovyetler Birliği, ABD tarafından tuzağa düşürülmüş ve bir çöküş sürecinin içine çekilmişti. Güya Sovyet (parti) siyasetinde bir “yanılmazlık ilkesi” vardı. Birçok saf Sovyet insanı bu dogmaya inanıyordu.
Her şeye bir teknokrat ve bürokrat kadro karar veriyordu. Bir “anayasal hak” olan eleştiri ya da özeleştiri yoktu ya da sözde vardı. Söylenenler araziye uymuyordu.
ABD Başkanı Reagan’ın petrol fiyatını düşürtmesi sonucu, geliri petrole dayanan ve nükleer bir güç olan Sovyet sistemi zangırdamaya başladı. Bugün 9 ülke – Kuzey Kore ve Pakistan dahil – nükleer güç. Nükleer güç olmak halkın karnını doyurmaya yetmiyordu, aksine insan soyunun sonu anlamına da geliyordu.
Gorbaçov’un son çare olan reformlarına karşı çıkan ve ne yaptığını bilmeyen, şımarık ve şaşkın bir parti üst bürokrasisi Ağustos 1991’de Komünist darbe yama çılgınlığında bulundu. Girişim bastırıldı, ardından Aralık 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı.
Rus milliyetçiliğinin zirve yapması, reform ve okulların Ruslaştırılmaları
Sovyetler Birliği V. İ. Lenin önderliğinde çok uluslu bir birlik topluluğu (devleti) olarak kurulmuştu (30 Aralık 1922). Birlik, 15 “egemen/ soyuznıy” cumhuriyet, 20 özerk cumhuriyet, 8 özerk bölge (oblast) ve 10 özerk okrug’dan oluşuyordu. 15 cumhuriyetin, anayasal anlamda birlikten ayrılma hakkı vardı. Diğer 38 özerk birim ise, anayasal özerklik güvencesine “sahipti”. Ayrıca özerk ilçeler ve yerli topluluklar da vardı. Şapsığlar gibi adı ve geçmişi sansürlü (cezalı) olan – istenmeyen – topluluklar (uluslar) da vardı.
2000’li yıllarda 10 özerk okrug’un 6’sı, anayasal güvenceye karşın lağvedilecekti.
Devlet, giderek 100 üzeri ulusu ve 53 ulusal üniteyi temsil etmekten uzaklaşmakta, çoğunluğu ve Rus dışı ulusları dışlayan ve fiilen aşağılayan bir “Rus ulus devletine” dönüştürülmekteydi.
Bu da ezilen ulusların karşı tepkilerini güçlendiriyor ve Birlik ruhunu zedeliyordu.
Devlet fiilen Ruslaştırma politikasını uygulamaya koymuştu. İsviçre, Kanada ve yeni federal devletlerde (Irak, vb) böyle uygulamalar yoktur. Federal yönetim federe birimlerin iç işlerine, federal anayasanın tanıdığı yetkiler dışında karışamaz. Dil konusu da öncelikle yerel birimlerin yetkisindedir.
Ancak Sovyetlerde Rusça dışı dillerin kullanım alanı giderek daraltıldı. Anayasa gereği bu diller, 1980’lerde Türkiye’de yapıldığı gibi resmen yasaklanamıyordu. Ama okullarda Rusça eğitime ölçüsüz ağırlık tanınıyor, Rus milliyetçiliği öne çıkarılıyor, diğer diller, özellikle küçük azınlık dillerindeki dersler göstermelik düzeylere düşürülüyorlardı. Örneğin, Kabartayca ve Adıgece eğitim bazı okullardan tamamen kaldırılıyor, bazı okullarda da haftada 1 ders saatine düşürülüyordu. O 1 ders saati de Rusça öğretmek için yardımcı ders olarak kullanılıyordu. Radyo-televizyon ise Rusçaya ağırlık veriyor, yerel dillere çok az alan bırakılıyordu.
Böylece Sovyetler çapında, karşı bir milliyetçi tepki fokurdamaya başladı. İşler durmadan kötüye gidiyordu. Adıgey Ruslaşma akımında önde gidiyordu. Maşallahı var, Adıgeler anadilini ve dinini terk etmede bayrağı kimselere kaptırmıyorlardı.
Adıge Cumhuriyeti’ne doğru
Aşırı Rus milliyetçi politikalarına ve ekonomik çöküntüye ilk tepki, beklenmedik bir yerden, 1988 yılında 100 bin dolayında Ermeni’nin yaşadığı Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’ndan geldi. Kıbrıs Rumlarının Yunanistan’a bağlanmak istemeleri gibi, ayaklanan Karabağ Ermenileri de Azerbaycan’dan ayrılıp Ermenistan’a bağlanmak istiyorlardı.
Dağlık Karabağ, Azerbaycan içinde ve dışarıya sınırı olmayan kapalı bir yöre, bir anklav idi. Dağlık Karabağ benzeri bir oblast, Rusya’nın Krasnodar Krayı (ili) içinde ve oraya bağlı bir anklav olan Adıge Özerk Oblastı idi.
Sovyet yönetimi, karışıklığı gidermek ve durumu kurtarmak için yeni bir düzenleme yapma gereği duydu (1988).
Haberi Kfar-Kama Belediye Başkanı Nepsev Yahya’dan aldım, bk- https://jinepsgazetesi.com/2007/06/israilden-yahya-nepsev-ile-eski-bir-gorusme/ .
Buna göre, bir anklav olan Adıgey’e pilot anlamda bir cumhuriyet kurdurulacak, örnek başarılı olursa, özerk oblastlara (belki de bazı özerk okruglara), bu arada Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’na da cumhuriyet statüsü verilerek etnik sorunlar kökten çözülecekti.
Proje sonradan genişletilmiş olmalı, Adıgey yanında, Rusya’ya bağlı 3 özerk oblast daha bir paket kararla cumhuriyet yapıldı (3 Temmuz 1991). Ama, Ağustos 1991 darbe girişimi sonucu, süreç kesintiye uğradı ve durdu; Sovyet sistemi karar alamaz hale geldi. Dağlık Karabağ’ın cumhuriyet yapılmasına sıra gelmeden Sovyetler Birliği dağıldı ve Dağlık Karabağ, RF sınırı dışında, bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin içinde kaldı.
Ağır yol alınmış, üç yılda karar alınamamış ve proje suya düşmüştü.
Tuzu kuru Ermeni diasporası ve onun etkisindeki milliyetçi Ermenistan yönetimi, ileri görüşlü olamadığından, gerileyen Rus devlet desteğine güvenerek, petrol zengini 10 milyonluk Azerbaycan’a kafa tuttu ve bir Pirus Zaferi niteliğinde Azerbaycan’ın beşte birini işgal etti, uzlaşmaya yanaşmadı, sonunda 100 bin Dağlık Karabağ Ermeni’sinin başını yedi ve onların perişan halde Ermenistan’a sığınmalarına ve dağılmalarına yol açtı (2024).
Bundan çıkarılacak ders, güçlü dayıları, tutarlı statüleri ve uygun konumları olmayan küçük ulusların maceralardan uzak durmaları gereğidir.
Güçlü dayı olmayı çoktan yitirmiş olan Osmanlı Devleti’nin yedeğine takılan Adıgeler (Şapsığlar ve kıyı toplulukları) 1864’te bağımsızlıklarını ve topraklarını yitirecek ve ülkelerinden kovulacaklardı. Adıgeler Osmanlı’nın geri ve kof bir devlet olduğunu anlayamamışlardı. Şimdiki Soçi ve Tuapse’nin perişan Şapsığlarının durumu bunun acıklı bir sonucudur.
Rus, şimdi, geçmişin görkemli Şapsığları ile kedi fare oyunu oynuyor.
Türkiye gibi güçlü bir dayısı olan 100 bin Kıbrıslı Türk ise, ayrı bir Türk Cumhuriyeti ‘ilan etmiş’, ama sağlam bir hukuki zemine (statüye) kavuşamamış, fırsatları kaçırmıştır. Bu konuda mefenef.com’daki “Kıbrıs” konulu yazılarıma bakılabilir.
Öncelikle şunu belirteyim: Türk ve Rum yazarlar kendi çıkarlarına göre her şeyi kendine yontarak yazıyor, kusur kabul etmiyor, kendi kamuoylarını yanıltıyorlar.
Yazılanlar ciddi, bağımsız ve objektif olmalıdır.
5 Ekim 1990’da kuruluşu ilan edilen, 3 Temmuz 1991’de (Ağustos 1991 darbe girişiminden yaklaşık 1ay önce) kuruluşu Rus Sovyet Parlamentosu tarafından onanan Adıge Cumhuriyeti nüfusunun beşte biri (% 22 kadarı) Adıge idi. Oran, 2021 yılı nüfus sayımında bazı bölücü Kabartayların Adıgelerin iç işlerine karışmaları, onları ikiye ya da üçe böldürmeleri sonucu, – resmi olarak – beşte birin de altına düşmüştür (2021 nüfus sayımına göre, Adıgey’de % 19,75 Adıge [98 bin] ve % 3,25 Çerkes [16 bin] bulunuyordu). Bu gidiş sürecek olursa, Kabartaycanın da Adıgey’in üçüncü resmi dili olmasının yolu açılabilecek ve ufalanma tehlikeli boyuta yükselebilecektir. Adıgey’de 4 köy Adıgece yanında, Kabartayca da konuşur. Bölücülere göre bu yolla, Adıge değil de Çerkes adını seçersek, tek cumhuriyete gidilecek imiş…
Çerkes adı, Rus resmi terminolojisine göre, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin Kabartayca konuşan azınlığına verilen addır [K-Ç Cumhuriyeti’ndeki Çerkes (Kabartay) sayısı 58 bin, dışarılardan eklenen sayı ile, bunun iki katı oluyor. Buna karşılık Şapsığ sayısı 2021’de 1,914’e düşürülüyor, oysa sadece Aguy-Şapsığe köyünde 2,000 Şapsığ nüfusu bulunuyor]. Oynanan oyun ortada…

Son Şapsığ merkezi Psışuape
Gorbaçov ve Yeltsin dönemleri
Gorbaçov döneminde (1985-1991) okullara yeniden anadili dersleri kondu. Rus öğrenciler bile yerel-etnik sınıflara yazılmaya ve çift dilliliğe teşvik edilmeye başlandı. Daha önce üst-ırkçı baskılar nedeniyle hiçbir Rus öğrenci azınlık sınıflarına yazılmıyor, yerel dillere ilgi duymuyor, bu gibi şeyleri bir aşağılanma [attan inip eşeğe binme] olarak algılıyordu. Politik uygulama öyleydi. Demek ki, her şey bilinerek yapılıyor ve balık baştan kokuyordu.
Yeltsin, Ruslaşmaya yumuşak dönüşü sessizce uygulamaya başladı: Örneğin cumhuriyetlerin egemenlik hakları kırpılıyor, cumhuriyet dili Rusçanın gerisine, ikinci plana itiliyordu. Cumhuriyet başkanı seçilmek için cumhuriyet dilini bilme zorunluluğu da kaldırıldı, cumhuriyet dillerindeki ders saatleri iyice azaltıldı.
Yeltsin sonrası 25 yıla Başkan Vladimir Putin damgasını vurdu..
Putin cumhuriyet ve azınlık dillerinde eğitimi ve ders seçimini öğrenci velisinin yazılı isteği şartına bağladı. dilekçe vermeyen öğrenci anadilinde ders alamıyor. Anadili dersi için dilekçe vermeyen ailenin çocuğu doğruca Rusça sınıfına yollanıyor. Adıgey’de şimdilik bunun tersi uygulanıyor.
Adıge Cumhuriyeti eski sistemi korumuş bulunuyor. Eski sistemde ilk ve orta okulda haftada 3 ders saati, lisede de 1 ders saati anadilinde okutuluyor, anadili derslerinden muaf olmak için öğrenci velisinin ayrıca dilekçe vermesi gerekiyor. Eski ve yeni sistem arasındaki fark bu. Adıgey’de Adıgece ders almak istemeyen öğrenciler, okul müdürlüğüne dilekçe vermek zorundalar.
Yeni ders çizelgesinde ilkokulda (1-4 sınıflar) haftada 3 ders saati, ortaokulda (5-9 sınıflar) 2 ders saati anadili dersi okutuluyor. Liselerden (10-11 sınıflar) ise anadili dersleri kaldırıldı.
Tatarca ve Adıgece yeni ders kitapları onanıp “ federal ders kitapları listesine” alındı. Diğer cumhuriyetlerdeki dil eğitimi ve ders kitapları uygulamasını öğrenemedim. Dönüşçüler içinde uzman eğitimci eksikliği olduğundan durumu onlardan öğrenmek de olanaksız gibi.
Yasal bir zorunluluk olmamasına karşın RF Devlet Başkanı Putin, cumhuriyet başkanı (Łışha) adayını yerli halktan belirliyor, onanması için de yerel parlamentolara sunuyor. Cumhuriyetlerin çoğunda yerli nüfus azınlıktadır: Adıgey % 19,75 [Çerkeslerle/Kabartaylarla birlikte % 23], Hakasya % 12, Udmurt % 24…
Buna karşılık, iskanlı göçmen statüsü ile kabul edilen ve RF hükümetince Adıgey’in Tahtamukay rayonuna yerleştirilen dönüşçü-yerleşimci Rus sayısı, son 30 yılda en az 50 bin olarak düşünülebilir. (2021 yılı Tahtamukay rayonu nüfusu 122,759 (% 56,90’ı Rus = 69,847; % 21,92’si Adıge = 26,919). Rayon nüfusu 1989’da 64 650 idi, 2025’de 131,771 oldu. Son 36 yılda nüfus 67,121 arttı. Anlaşılan yoğun Rus yerleşimi devam ediyor
|
Bu insanlara RF hükümeti tarafından konut, iş ve parasız arsa verildi. Yanılmıyorsam bu kişiler eski Sovyet coğrafyasından, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, vb yerlerden dönüş yapmış olan Ruslar.
Kuban’da kalanların sayısı, bize göre, biraz daha fazla olabilir. Ruslar sayıları az gösterebiliyorlar. Örneğin, 2021 yılı RF nüfus sayımında Kıyıboyu Şapsığların sayısı [aslında13 bin] 1914’e düşürüldü, sayı büyükçe bir köy nüfusu bile etmiyor. Rus, isteseydi böyle yaptırmayabilir, Şapsığ’ı resmi kimliği ile kayda aldırabilirdi. Demek ki, Rus, Şapsığ’ı süreç içinde sessizce ortadan kaldırmak istiyor. İşbirlikçileri de var…