Adıge/ Çerkesler üzerine, özellikle Çerkeslerin Osmanlı topraklarına yerleştirilmeleri gibi konularda yazılmış çok sayıda yazı ve kitap var. Bu yazılar, Çerkesya’dan ya da Çerkesya’ya komşu diğer Kuzey Kafkasya yörelerinden yapılmış olan dış göç olaylarını, Adıge soykırımı, etnik temizlik ve ülke dışına sürme (deportasyon) olayı ile aynı kategori içine almak istiyorlar. Bu tür değerlendirmelerde, bilgisizlik yanında, gerçeği değiştirme, kendi kabilesini övme gibi sübjektif yaklaşım örnekleri de görülüyor. Örneğin, isteğe bağlı yer değiştirmeler bile, kimi yazarlar tarafından toplu dışa gönderilme olayı (deportasyon) imiş gibi gösteriliyorlar. Bu gibi durumlar, asıl soykırım ve sürgünü ve işlenmiş suçları görünmez yapmaya, küçültmeye ya da gözlerden kaçırmaya yarıyorlar. Bu durum tarihsel gerçeklere, adalet anlayışına da aykırı düşüyor.
Baştan belirteyim, soykırım ve sürgün olayı, 1864’teki Bağımsız Çerkesya’nın, sınırları öncesinden (1862’de) çizilen bir alanına ve bu alandaki nüfusa karşı, direnen, sınırları öncesinden çizilmiş bir alandaki Çerkesleri kapsamak üzere işlenmiştir. Bu alan ve nüfus, Karadeniz kıyıları ile bitişik bir alan ve bu alanda yaşayan nüfustur. Bu alanda 5 ana Adıge-Çerkes topluluğu yaşıyordu – Şapsığlar, Natuhaylay, Vıbıhlar, Cıhlar (Ciget) ve Abzahlar. Sözü edilen alandaki Dağlı (Çerkes) nüfusunun ‘göç ettirilmesi içerikli ve 10 Mayıs 1862 tarihli bir Rus Hükümet kararı çıkarıldı ve kararı yerine getirme görevi Kuban Ordusu Komutanlığına verildi”. Bu alan dışındaki Çerkeslere (Bjeduğ, Kemguy, vd) ya da Kuzey Kafkasya’daki diğer halklarına karşı, bu tarz bir resmi göç ettirme kararı çıkarılmamış ve uygulanmamıştır. O halkların (Kabartay, Karaçay, Oset, İnguş, vd) yerlerinde kalmalarına izin verildi. Bunun da bir tarihi vardır. Karadeniz kıyılarında yaşayan Adıgeler ise, Rusya’nın geleceği açısından tehlikeli ve zararlı görüldüler. Bu son bölge ekonomik olduğu kadar siyasi ve stratejik bir önemdeydi.
Zorunlu göç ile isteğe bağlı göç arasındaki temel fark budur. İlki zorla yerinden sürülüyor, kovuluyor, ikincisine yerinde kalma izni veriliyor, dağlık alandan düze indirilecek olanlara, ya gösterilen yerlere’ ya da Türkiye’ye göç etmeleri bildiriliyor. Bu ikisini karıştırmamak gerekir, karıştırmak Rus politikaları yararına olur. Rus tarafı, Çerkeslere soykırım ve sürgün politikaları uygulanmadığını, “Rus idaresi altında yaşamak istemeyenlerin Türkiye’ye göç ettiğini iddia edlyor”, olayı sıradanlaştırmak istiyor.
Üzülerek belirtmemiz gerekir ki, birçok Adıge yazarı da, soruna yüzeysel yaklaşıyor, kurulmuş tuzakları ve dezenformasyonu (aldatmayı) göremiyor ve kolaycı yazılar yazıyor. İsim belirtmeye gerek yok. Örneği bol.
***
Batı’da yazılmış, yazarları Çerkes olmayan ve bazıları Türkçe’ye çevrilmiş ciddi araştırma ürünü kitap ve yazılar vardır: John F. Baddeley‘in “Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil” kitabı; W. E. D. Allen ve ölü Paul Muratoff’un “Kafkas Harekatı 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi” adlı kitabı bunlardandır. Ancak Allen’in kitabının çeviri dili, uzman elinden çıkmadığı için olmalı iyi değil. Teknik hataları da var. Örneğin, “Abadzeh” için “Abzah” denecek yerde “Abaza” deniyor, Abzah ile Abaza’yı (Abazin ya da Abhaz) karıştırılıyor. Bu nedenle çevirinin “Birinci Kitap” bölümünü, daha iyi anlaşılması için, “Allen ve Muratoff’un gözüyle “Kafkasya ve Kafkasyalılar” (1,2,3,4) adı altında Cherkessia.net’de özetlemiştim. Ancak, daha başka çalışmalarım nedeniyle, özetlemeye ara vermiş bulunuyorum.
Bir de Vikipedi’nin “Adıge Cumhuriyeti” ve diğer maddelerinde de önemli bilgiler veriliyor. Bundan sonra olumlu yazıların çoğalacağını umuyorum. Bunun bir örneği olarak, Dr. Walter Richmond’un “Çerkes Soykırımı” adlı kitabının Erdoğan Boz tarafından yapılan çevirisini gösterebilirim (Ocak 2018).
Ancak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 1,5 milyar diye sayısı ile övündüğü İslam Dünyası‘ndan olumlu tek bir tık bile çıkmıyor. Liderleri paraya ve çıkara takılı kalmış kof bir sayı söz konusu. İsrail örneği, Yahudi’nin Adıgelere tanıdığı hakları olsun kimse görmüyor ve kimse utanmıyor. Adıgey’de bile Rusça konuşan bebekler çoğaltılırken, İsrail’de bebekler şakır şakır Çekesçe konuşuyor.
Tüm olumsuzluklara karşın, Adıge ya da Çerkes sorunu yavaş yavaş açığa çıkmaya, bulanıklık ve sis perdesi dağılmaya, bilimsel ve gerçekçi yazılar yazılmaya ve su yüzüne çıkmaya başlanmıştır, diyebiliriz. Ancak başkalarından önce kendimize güvenmeyi, sorunlarımıza eğilmeyi ve kendimiz yazmayı başarmalıyız. Çünkü sorunun sahibi biziz.
Adıgeler şöyle derler: “Sahibi başında olmayan atı köpekler yer” (Зышъхьэ щымыIэм иш хьамэ ашхы). Sessiz kaldığımız sürece, bıraktığımız boşluk, doğal olarak başkaları tarafından doldurulmak istenecektir. Bu bir fizik kanunu. Bu bakımdan ciddi, bilinçli ve dürüst olmamız, sahte kahramanlıklar peşinde koşmamamız gerekiyor.
İsteğe bağlı göçler
Bu noktada şunun da altını önemle çizmek isterim. Bu da şudur: 1864’te, dediğimiz gibi, Adıgelerin hepsi değil, çoğu – 1,5 ila 2 milyon kadarı askeri operasyona hedef oldu ve ülke dışına kovuldu. . Kovulmayan kesimler de var, bunlar Kuban’ın Orta Sol kıyı ovalarında, küçük bir alanda yaşayan Bjeduğlar ile Laba Irmağının Orta Sol ovalarında yaşayan Çerkeslerdir (K’emguylar, vd). Bu iki kesim Çerkesleri, Kabartaylar ve diğerleri (Abazinler, Besleneyler), 1860 yılında (ve daha sonra 1880’lerde) ve sonrasında, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında varılan anlaşmalar gereği, sağlanan kolaylıklarla Türkiye’ye göç etmişlerdir. Osmanlı, bu tür Adıge-Çerkes göçlerini, uluslararası hukukun tanımına girsin girmesin iskanlı göçmen statüleriyle kabul etmiştir. Bu da Adıge ulusunu vurmuştur. Osmanlı hoyrat, sinsi ve çıkarcı davranmıştır.
Osmanlı, Adıgelerin ülkelerini terk edip Türkiye’ye gelmelerini, Adıgeleri kullanmayı ve Hıristiyan nüfusa karşı denge kurmayı istiyordu. Elbette kendisinden yararlanmayı istediğin insanlara, bir şeyler vermen ve göçü özendirmen gerekiyordu. İskanlı göçmen statüsünü bu yönleriyle değerlendirmek gerekir.
1864 yılı sonrasında da, Rus ve Osmanlı devletleri ile işbirlikçilerinin yönlendirmeleri sonucu, özellikle 1880’lerde yoğun göçler yapılmıştır. Ayrıca aristokratlar (özellikle Kabardey, Besleney, K’emguy, Bjeduğ, Hatukay beyleri) ve din adamları (Abzah, vd kabileler yefendileri) öncülüğünde yapılan gönüllü göçler de büyük boyutludur ve bu tür göçler dış sürgün/ ülke dışına çıkarılma olayı (deportasyon) kategorisinde yer almaz.
Zorunlu göçler ya da kovulma olayı
Sonuç olarak, Rusya’nın resmi dış sürgün politikası Adıgelerin bir bölümüne, yukarıda adlarını saydığımız 5 ana topluluğa ya da kabileye yönelik olarak uygulanmıştır. Bu 5 kabilenin şu anki nüfusu diasporada büyük çoğunluktur, ama bu nüfustan kişiler anayurdunda çok azdır ya da kalmamış gibidir.
Ayrıca, günümüz dil gerçeğine dönersek, diasporadaki Kabartaylar Kabartay edebiyat dilini izleyebiliyorlar. Bu nedenle Türkçeye çeviri kolaylığı yaşanıyor. Ama diasporada çoğunluk Şapsığca konuşuyor. Adıge edebiyat dili ise küçük bir kabile olan K’emguyların lehçesine dayanıyor. Bu da Adıgeceden Türkçeye çevirilerde zorluk yaratıyor, bu nedenle Adıgeceden Rusçaya, Rusçadan da İngilizceye yapılan çevirilerden yararlanılıyor. Türkiye’de Adıge edebiyat dilinden çeviri yapacak kişi sayısı çok az, bu nedenle mevcudun azıyla yetinme durumu var, ayrıca, K’emguyca modern Adıge şarkıları diasporada zor anlaşılıyor, bu nedenle de bir kültürel kopukluk söz konusu. Kabartayca şarkılar daha oryantal geliyor.
Bu acı gerçeği de bilmek durumundayız. Tarih ve bilim dünyası Karadeniz kıyısındaki barışçı ve demokrat Adıgelerin yurtlarından toplu halde kovulduklarını, bu arada en azından 625,000 Çerkes’in öldüğünü biliyor (W. Richmond, “Çerkes Soykırımı”, s. 123). Kayıp konusunda gerçeği değiştirme ya da saptırma olanağı kalmamıştır. Sonunda Gürcistan Parlamentosu 20 Mayıs 2011’de Çerkes Soykırımını tanımıştır. Kuşkusuz, zamanla bunun gerisi de gelecektir.
Deportasyon, Sürgün ve kovulma nedir?
Soykırım ve etnik temizlik suçtur, adı üstünde insanlığa karşı işlenmiş suçlardandır ve zaman aşımına tabi değildir. Bu tür suçları askerler (generaller) ve onlardan destek alan paramiliter güçler (çeteler) işlerler, temelinde yağma ve zararlı görülen toplulukları ortadan kaldırma amacı yatar. Çerkes soykırımı suçunu Rus askerleri ile işbirlikçileri olan Kazaklar (Kosak) birlikte işlediler. Bu suçu işlemek için dini duygular, karalama kampanyaları (yalan propaganda) harekete geçirilir, askerler ve işbirlikçiler birlikte cinayet işlerler. Adıge soykırımı suçunu işleyenler arasında işbirlikçi soydaş alaylar da vardı. Bu nedenle terimlerin yeniden tanımlanmasına gerek görmüyorum.
Ancak soykırım sorumluları olarak bugünkü nesilleri suçlayamayız. Suçlular çoktan ölmüş bulunuyorlar. Ancak politik ve tarihi anlamda Rus yöneticiler ve kimi “Rus aydınları” tarihleriyle yüzleşmekten kaçınıyor, işlenmiş suçlar nedeniyle pişmanlık duymuyor, işlenmiş cinayetleri kabullenmeye yanaşmıyorlar, yalanlar sıralamaya devam ediyorlar: Prof. Dr. Valeri Tişkov ve diplomat Aleksey Yerhov gibi.
Deportasyon (ülke dışına sürülme olayı), Uluslararası Hukuk ve Avrupa Birliği Roma Antlaşması hükümlerine göre, insanlığa karşı işlenmiş olan ve zaman aşımına uğramayan suçlardandır. Şimdi Hollanda La Haye’de bir Uluslararası Ceza Mahkemesi vardır, yakalama, kovuşturma kararları almakta, yargılama yapmakta ve hapis cezaları vermektedir. Ancak, yargılama geçmiş dönemlere yönelik işlemediği için, uzak geçmişe ilişkin yargılama yoluna gidilememektedir. İkinci Dünya Savaşı ve Birleşmiş Milletler (BM) kuruluş tarihi, 1945 yılı sonrası olayları ile ilgili yargılama yapmaktadır. Bu durumda, Adıgeler açısından sadece tarihsel ve ahlaki anlamda adalet aranabilir. Bu gerçeği iyi bilmeli ve akıntıya kürek çekilmemelidir.
İç sürgün
İç sürgün olayları tartışmalıdır. Osmanlı Devleti 1915’te Ermeni nüfusu Anadolu topraklarından, yine kendine bağlı Arap topraklarına, bugünkü Suriye ve Lübnan’a sürdü. Sürgün süreci askerler ve fanatik ve yağmacı Müslüman paramiliter (yarı askeri) güçler denetiminde yürütüldüğü için, çok sayıda sivil öldürülmüş, kadın tecavüze uğramış, kadın ve çocuklara el konmuş, katliamın boyutu büyümüştür. Rusya’nın Çerkes soykırımını yadsıması gibi, Türkiye de Ermeni soykırımını yadsımaktadır.
Bir sürgün olayının suç kapsamına girmesi için, bir ulusal topluluğun yaşadığı yörenin dışına ya da bir ikinci ülkeye zorla ve savaşla bağlantılı olarak gönderilmesi ya da sürülmesi gerekir. Bu tür bir iç sürgün de, bir insanlık suçudur.
Bir halk ya da ulus toptan suçlanamaz, ama grupların birlikte işlediği suçlar vardır, ama cezanın bireyselliği (şahsiliği) ilkesi de vardır.
Soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün
Çerkesya’nın Karadeniz yöresi Adıgelerine uygulanan sürgün, tartışmasız bir dış ülkeye sürülme ya da kovulma olayıdır. Sürülmeyi kabul ettirmek ya da ülkelerini terke zorlamak için yüz binlerce insanın öldürülmesi, kadınlara tecavüz edilmesi ve yağma suçları işlenmesi gerekmiştir. Rus politikacı ve görevliler ne derlerse desinler bu gerçeği kimse değiştiremez, belgeler ortadadır. Sürgün alanı kapsamındaki Çerkesya topraklarında sıfır nüfus kalmış olmasına karşın, diasporada Karadeniz kıyıları ya da kovulma alanı kökenli milyonları bulan bir Adıge nüfusu vardır.
Konuyu biraz açalım: 1860’larda Bağımsız Adıge Ülkesi’nin/ Çerkesya’nın sınırları kuzeyde Kuban Irmağından güneyde Bzıb Irmağına değin uzanan Karadeniz kıyıları ve doğusu idi. Kıyı şeridi Rus işgali altındaydı. Şeridin hemen doğusunda yükselen sıradağlarda ve doğusunda yerli Adıge/Çerkes toplulukları olan bağımsız Şapsığ, Vıbıh, Cıh (Ciget) ve Abzah toplulukları, ayrıca Rus idaresi altında Natuhaylar (Anapa ve Novorossiysk çevresinde) yaşıyorlardı. Bu insanların hepsi 1864’te son bireyine değin toprağından sökülüp Türkiye’ye gönderildi. Bu 5 yöre kökenli nüfustan 3’ü – Şapsığ, Abzah ve Vıbıhlar, 1861-1864 döneminin egemen Adıge/Çerkes nüfusunu oluşturuyordu. Daha doğudaki eski Çerkes (Kuban – Bjeduğ, Laba – Kemguy, vd) ve Kuzey Kafkasya yöreleri (Batalpaşinsk – şimdiki Çerkessk, Büyük ve Küçük Kabardey) ise, daha yukarıda belirttiğimiz gibi Rus idaresi altındaydı. Bu 3 yöre ya da Bağımsız Çerkesya ve onlarla birlikte Natuhay ve Cıh yöreleri de, dış sürgüne, kovulma işlemine tabi tutuldu. Bu da kıyılı Çerkeslere ve Abzahlara, 1860’larda yörelerinde kalma izni tanınmadığını kanıtlıyor, savaş da bu yüzden uzadı, bu Adıge kesimine topraklarında kalma izni verilmedi. Nitekim, Rusya, stratejik nedenlerle, boyun eğmiş ya da eğmemiş bütün Karadeniz kıyılarını yerli Çerkes nüfusundan boşaltma ve oralara Rusları yerleştirme kararını almıştı. Ülke, Rus hükümetinin aldığı 10 Mayıs 1862 tarihli karar gereği, Rus birliklerince kuzeyden, doğudan ve kıyı kesiminden kuşatma içine alındı. Adıgeler iki yıla yakın, 1863 yılı sonbaharına değin ülkelerini adım adım savundular ve tükenme noktasına vardılar. 1863 sonbaharında önce Abzahlar, bir süre sonra da Şapsığlar ateşkes istediler ve Rus isteklerini, yörelerini terk etmeyi ve Türkiye’ye gitmeyi kabul ettiler. Savaş süreci içinde sivil halka karşı, sistemli olarak soykırım ve etnik temizlik suçları işlendi, 1864 yılında kıyıda toplanmak zorunda kalan halk, gemilere doldurularak, bir dış ülkeye, Türkiye’ye gönerildi. Bu olay Rus ve Osmanlı hükümetlerinin işbirliği ile gerçekleştirildi. Uygulama, tartışmasız bir soykırım olayıdır ve niteliği yönünden insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamına girmektedir.
Bunun tartışılması bile gereksiz.
Abzahlar sorunu
Kuban ve Laba ırmakları solundaki ovalarda barınan Bjeduğ, K’emguy, Besleney, Mahoş, Mamhığ, Yecerıkuay, Kuban Kabardeyleri ve diğer Adıge toplulukları, 1859’da, Rusya’ya bağlılık yeminleri vererek boyun eğmişlerdi. İşin ilginci Abzahlar da Aralık 1859’da Baş Efendi (Molla), Şeyh Şamil‘in naibi (temsilcisi) Muhammed Emin’in ve diğer alt kademe efendilerin (yefendi/ mollalar) ve köy muhtarlarının öncülüğünde Rus yönetimine bağlılık yemini verdiler. Abzahlar şeriat hukuku ile yönetiliyorlardı. Bu nedenle geleneğin yerini büyük ölçüde dini değerler (Arap – Türk değerleri) almıştı ve dini önderlere (efendilere, Baş Efendi- Muhammed Emin’e ve Baş İmam Şamil’e) sorgulamasız itaat etme vardı. Aynı ideoloji ve dinci değerlerin izleri, gerek anayurtta ve gerekse diasporada, çeşitli görünümler altında, özellikle Abzahlar arasında görülmektedir. Son dönemde Türkiye’de ve Kafkasya’da Afrika’daki Müslüman köylerde su kuyuları açtırma kampanyası, özellikle dinci Abzah aydınları arasında taraftar bulmuş ve moda olmuştur, kampanya dinci-sağcı medya (televizyonlar) ve İslamcı örgütler tarafından desteklenmektedir. Bu gibi yardımların insani yardım kapsamına girmesi için Müslüman olmayan köylerde de artezyen kuyuları açılması, baskı gören ve muhtaç durumdaki topluluklara da din ve ırk ayrımı gözetilmeden yardım edilmesi gerekir…
1859 sonbaharında Abzahların boyun eğmiş olmasına karşın, 1860 yılında Ruslar, Maykop’un solundan akan Belaya Irmağının sağ yakası boyunca (Rus tarafında) Beloreçensk Müstahkem Hattı‘nı kurdular. Bu hat, Abzah sınırının bittiği yerde değil, başladığı yerde kurulmuştu. Hat, Abzah yöresini düşman Şapsığların saldırılarına karşı koruma altına almıyordu. Bu da, daha 1860 yılında, Rusların, kendi yurttaşları olan ve Şamil’e bağlanmakla kadim Adıge geleneğinden kopmuş olan dinci Abzahlara karşı dürüst olmadıklarını ve onları oyaladıklarını, yok etme niyeti taşıdıklarını kanıtlıyor. İşleri bitince ya da hat inşaatı tamamlanınca, General Evdokimov, 1861’de Abzahlara saldırdı. Rus yazarlar ve tarihçiler bu gibi durumlara değinmiyor ya da durumu çarpıtıyorlar. Beloreçensk Müstahkem Hattı, Abzahları Rus sınırının dışında, Şapsığ tarafında tutarken, korumazken, diğer boyun eğmiş Adıge kabilelerini (Bjeduğ, K’emguyları, vd) koruyordu.
Abzah yöresinin stratejik önemi
Abzah ülkesi (yöresi) stratejik bir konumda idi, Abzahlar eski Adıgey’in (Çerkesya’nın) merkezinde yaşıyorlardı ve büyük bir topluluk idiler, sayıları tahminen 500 bin dolayındaydı. Sayı 1830 yılında, 30 yıl önce, Rus istihbarat subayı Novitski‘nin keşif raporunda 260 bin olarak gösterilmişti (*). Sayı 1860’da iki katına ulaşmış olmalıydı. Bu büyük sayılarıyla Abzahlar, yerlerinde kalırlarsa, Abzah yöresi, diğer Adıgeler ve diaspora için bir çekim merkezi, bir sığınma yeri ve bir toplanma alanı olacaktı. Nüfusları da milyonlara ulaşacaktı. Nitekim akıllı bir kişi, bir emperyalist lider olan İmparator II. Aleksandr ve karagahı bunu anladı ve Çerkesya topraklarını ırkçı amaçlarla Rusya’ya kazandırmak istedi. Çar, Eylül 1861’de son noktayı koydu, Adıge temsilcilerin yüzlerine karşı ve kesin olarak, şöyle demişti: “Abzahlar, ya Türkiye’ye gidersiniz ya da gösterdiğimiz yerlere yerleşirsiniz, düşünmeniz için size bir ay süre veriyorum. Kararınızı General Evdokimov’a bildiriniz”, dedi.
Daha sonra
1880’lerde Abzah yöresi bir çekim merkezi olacağına, tam tersi, bir dağıtım merkezi oldu. 1880’lerde itibari (varsayımsal) bir sayıyla 160 bin gibi bir nüfus, kendi isteğiyle Türkiye’ye göç etti.
Abzahlar ve Şapsığlar, Çar’ın Kuban ve Laba düzlüklerine göç etmeleri önerisini kabul etmiş ve Türkiye’yi devreden çıkarmış olsalardı, en azından, taktik anlamda zaman kazanılmış olacak ve belki büyük bir savaş ve soykırım olayı yaşanmayacaktı. Ukrayna’ya (Donbass’a) sürgün gerçekleşmiş olsa bile, yıkımı daha az olacaktı. Anadolu Türklerin bir eritme kazanıydı.
Ukrayna’ya sürgün olayı bir iç sürgün niteliğinde kalacağından, konjonktür değiştiğinde, eski yerlere (Çerkes topraklarına) dönüş kolaylaşabilecekti. Bunun başka bir örneği de vardır: Karadeniz kıyılarından daha doğudaki Kuban düzlüklerine göç eden Şapsığ ve diğer ailelerin bir bölümü, 1870 – 1880’lerde Dağlardaki direnişçilerin uzlaşmalar sonucu Karadeniz kıyılarında kurdukları köylere yerleşmiştir (Kuban’daki Şapsığların çoğu da, büyük bir olasılıkla 1880’ler sonrasında Türkiye’ye göç etmiştir) .
Rus emperyalist iddialarının aksine, Adıge yörelerinin hiçbiri, 1860’larda Rusya için herhangi bir tehdit ve tehlike oluşturmuyordu. Rus, ırkçı ve dinci düşüncelerle, aslında stratejik ve kolonyalist nedenlerle, öncesinden Çerkesya toprağına göz koymuştu. Çerkesler kuşkusuz bunu okudular, ama siyaset bilmediklerinden, doğan fırsatları değerlendiremediler.
Ama iyi önderlere ve aydınlara kavuşan Adıgeler 1988’de Dağlık Karabağ olayı nedeniyle doğan fırsatı iyi değerlendirdiler ve Kuban yöresindeki Adıge Cumhuriyeti bu yolla kuruldu.
Etnik temizlik kavramı
Etnik temizlik, bir etnik yöreyi yerel nüfusundan zorla arındırma olayıdır ve tartışmasız bir insanlık suçudur, soykırım, kovulma ve toplu sürgün cezası ile iç içe uygulanan bir olaydır, Adıgelere, ABD’de bazı Kızılderili topluluklara ve Afrika’da da birçok topluluğa uygulanmıştır. Daha önceleri Yahudiler Filistin^den, Müslüman ve Yahudiler İspanya’dan kovulmuşlardı. 1860’lı yıllarda Çerkesya’nın 5 yöre Adıgelerine (Çerkeslere) – Şapsığ, Abzah, Vıbıh, Cıh ve Natuhaylara karşı uygulanmıştır. Ki, bu topluluklardan Natuhay ve Cıhlar Rusya’ya karşı verilen son savaşa katılmamışlardı. Ayrıca Natuhay’, Rus idaresinde bir yöreydi.
Uluslararası hukuk deportasyonu/ ülke dışı sürülmeyi, yani bir ülkeden ikinci bir ülkeye –egemen tarafın zorlamasıyla- yaptırılan göçü ya da sürgünü tanımlıyor ve bir insanlık suçu olarak kabul ediyor. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı yoktur. Yukarıda belirtildiği gibi soykırım, etnik temizlik ve deportasyon savaş içinde ve savaşla bağlantılı olarak gerçekleştirilir.
1856 Paris Antlaşması sonucu savaş sona ermişti. Ancak Çeçenistan ve Çerkesya’da Rusya karşıtı savaş ve direnişler vardı.
Bir de etnosid – kültürel soykırım vardır. Örneğin, Şamil-Muhammed Emin yönetimi, Çeçenlere ve Abzahlara kültürel soykırım (etnosid) uygulamış, eski/ geleneksel kültürel değerleri, tapınma, tıp gibi tedavi yöntemlerini, geleneksel kardeşlik ilişkilerini kaldırmış, buna karşılık akraba evliliğini, poligamiyi (çok karılılığı) getirmiştir. Böylece geleneksel utanma duygusu darbe yemiştir. Şeriat mahkemeleri 4 kadınla evlenmeye, sınırsız sayıda köle kadınla nikahsız cinsel ilişki kurmaya, amca, dayı, hala ve teyze gibi yakın akraba çocukların birbirleriyle evlenmelerine, kardeşin ölen ağabeyinin karısını nikahlamasına) izin tanımıştır. Akraba evliliği halen Tokat ve Samsun yöresi Adıge-Abzahları arasında daha fazla, diğer Adıgeler arasında daha az görülüyor. Düzce ve Adapazarı gibi Şapsığ ağırlığı olan yörelerdeki Abzahlar arasında ise, akraba evliliği iyice azalmıştır. Demokratik Adıgelerde, Şapsığ, Vıbıh, vd akraba çocukları birbirlerini kardeş görür ve asla evlenmezler, birbirlerinden kaçmazlardı. Bu nedenle akraba kızlar ve erkekler birbirlerinden kaçmazlar, birbirlerine itimat ederler ve bu akrabalık bağı ömür boyu sürerdi. Aynı köyün delikanlıları akraba ya da aynı köyün kızlarını kendi atlarına alıp komşu köylerdeki düğün ve eğlencelere götürüp getirirlerdi.
Bu güzel ilişki Şamil’e, Şafii (dinci) Dağıstan’a bağlanılmakla yara almıştır.
***
Başka bir örnek, iki ülke arasında ve barışçı bir ortamda yapılmış olan, ama zorla uygulanan ve deportasyon biçimli nüfus mübadeleleri de vardır. Nüfus mübadeleleri, ölüm olmaması dışında, uygulanış yönünden dış sürgünün daha yumuşatılmış biçimidir. Barış zamanında Yunanistan ile Türkiye arasında yapılan 1923-1927 “Ahali mübadelesi” bunun bilinen bir örneğidir, mübadele 4-5 yıllık bir zaman sürecine yayılarak uygulanmış, 2 milyon üzeri insan yer değiştirmiştir. Adıgeler ise, 1863-1864’te Rusya’dan zaman koparmayı başaramamışlardır. Sürgün sırasında Adıge topluluklarına en çok 20 gün ya da bir ay gibi bir hazırlanma süresi veriliyordu. Mübadeleler de – yerel nüfusun onayı alınmadan yapılmış olması nedeniyle – insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamına girer, ancak bildiğim kadarıyla, mübadeleler henüz uluslararası suç kapsamına alınmış değil. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sında birçok yerde nüfus değişimi ya da dış göç olayları yaşanmıştır. Ancak bu ülkeler AB üyesi olduklarından artık gidip gelme ve dönüş engelleri büyük sorun olmaktan çıkmıştır.
Bir de 1974 Kıbrıs örneği vardır, 200 bin Rum güneye, 50 bin Türk de kuzeye göç ettirilmiştir.
Mantıklı düşünecek olursak, iki devlet anlaşmıştır denerek, insanların doğduğu topraklardan zorla gönderilmeleri deportasyon dışı bir olay olarak açıklanabilir mi?.. Örneğin, Milat öncesinden beri Karadeniz kıyısında yaşayan, o yerde bir imparatorluk da kurmuş olan Pontus Rumlarının, bir Hıristiyan-Müslüman mübadelesine tabi tutularak Yunanistan’a gönderilmeleri olayı, adil ve hukuka uygun olabilir mi?..
Ancak konumuz o değil.
Adıgelere etnik temizliğin uygulanış biçimi
1862-1863 yılları boyunca şiddetlenerek süren savaş, anlaşmalar sonucu 1863 yılı sonbaharında durdu. Ülkreden çıkarılma süreci 1864 yılı ilkbaharında başladı ve Haziran ayı sonlarında sona erdi. Karadeniz kıyılarına aralıksız akan insan seli, 3-4 ay gibi çok kısa bir süre içinde gemilere doldurularak Osmanlı’nın Karadeniz kıyılarına boşaltıldı. Sonuç olarak, Karadeniz kıyıları ile kıyı boyunca uzanan bir alan ve hinterlandı (gerisi), yerli nüfusundan tamamen arındırıldı. Bu arada çok sayıda Çerkes katledildi. Çerkes köyleri, bütün halinde Rus askerleri ve Kazaklarca ateşe verilip yakıldı. Bir ülke son yerleşimine değin yok edildi. Köy yakmaları, ormanlarda saklanan sivil nüfusun geri dönüşünü engellemek içindi.
Bu sonuca ulaşmak için, Rus askeri sınırı, planlı olarak ilerletiliyor, Adıgelerden temizlenen yerlerde devlet desteğiyle Kazak stanitsaları (askeri köy ve kasabalar) kuruluyor, Çerkeslerden yağmalanan gıda maddeleri ve hayvanlar sanitsalardaki yeni yerleşimcilere, askerlere ve Kazaklara dağıtılıyordu.
İşgal komutanlığı tarafından yerli nüfusa, ülkesini terk etmesi, Türkiye’ye göç etmesi emri iletilmişti (1862). Halkın Rus topraklarına göç etmesi için gerekli koşullar yoktu, barikatlar ve denetim vardı. Rus topraklarına göç, Türkiye seçeneği ortaya çıktığından beri, fiilen geçersiz hale gelmişti. 1861’de göç için 2 milyon nüfuslu Çerkeslere önerilen yerler büyük bir nüfus için yetersizdi, olsa olsa 100 bin Çerkes’i barındıracak bir genişlikteydi, ailelere verilen toprak da, bir Rus ailesine verilen topraktan çok daha azdı. Bu koşullarda, Türkiye’ye göç dışında bir seçenek bırakılmamıştı. 1863 yılı sonbaharında ilkin Abzahlar, ardından Şapsığlar ateşkes isteyerek savaştan çekildiler, Rus birlikleri de kışlalarına döndüler. Bazıları 1863-1864 kışı boyunca savaş olduğunu yazıyorlar. Doğru değil. Abzahlara, kış koşulları gereği 13 Şubat 1864; Şapsığlara da 18 Mart 1864 günü akşamına değin köylerinde kalma izni verildi. Abzahlar ve Şapsığlar anlaşmaya bağlı kaldılar, Abzahların bazıları, örneğin Tubeliler, 13 Şubat 1864’e değin verilen sürenin dolmasına karşın yerlerinden ayrılmak istemediler, Rus birlikleri harekete geçince de itirazsız göç ettiler. Benzeri bir girişim Soçi yöresindeki Aibga köyünde de yaşanmış, bir günlük bir direnişten sonra, köy halkı 24 Mayıs 1864’te Türkiye’ye göç etmek üzere kıyıya inmiştir.
Ruslar Kafkasya’nın fethini 21 Mayıs 1864’te (yeni takvim – 21 Mayıs 1864), Kbaada Yaylasında bir dini ve askeri tören düzenleyerek kutladılar. 21 Mayıs Adıgeler tarafından bir anma, yas günü, Ruslar tarafından da bir kutlama, bayram günü olarak anılıyor.
Rus yönetimindeki Kuban Oblastına göç
1862 yılında Karadeniz yörelerinden, İmparator’un izin vermesi üzerine, Kuban Oblastında (vilayet) Rusların gösterdiği yerlere bazı göçler yapıldığına ilişkin kayıtlar vardır. Kuban’a göç politik bir taktikti. Ayrıca göç için Kuban’daki koşullar elverişli değildi. Ailelere yeterli toprak, otlak ve baltalık orman verilmiyordu. Örneğin, yerleşimci bir Kazak ailesine 33 desyatin (360 dönüm) arazi verilirken, bir Adıge ailesine 7 desyatin (76 dönüm) toprak veriliyordu, belirgin bir ayırımcılık ve aşağılama durumu vardı (Kadircan Kaflı, Şimalî Kafkasya, İstanbul, 1942). Bu da Adıge ailelerini Kazaklara bağımlı kılıyor, yarıcı, kiracı, gündelikçi ve ırgat durumuna düşürüyordu. Bu durum huzursuzluğa yol açacaktı, nitekim 1877′de Kuban Adıgeleri protesto eylemlerinde bulunmuş ve şiddetle bastırılmıştı. Ardından, 1880’lerde efendilerin (mollaların ve zenginlerin) yönlendirmesiyle Türkiye’ye yoğun bir Adıge/Abzah göçü yapılmıştı. Abzahların önemli bir bölümü 1862’de Kuban’ın dağlık kesimlerinden inip düze inmişti (bk. “Abzegh ülkesi bozulunca…).
1860’larda Bağımsız Adıge Ülkesi nüfusu için Türkiye ve Rusya, her iki ülke de ikinci ülke idi. Sonuç olarak, Adıgelere karşı Ortaçağ’ı aratmayan bir program (politika) uygulandı. Ortaçağ’da, işgal edilen bir ülkenin nüfus dokusu, bir ölçüde de olsa korunur, yaşlılar, çocuk ve kadınlar öldürülmez, özellikle vergi ve gelir kaynakları kurutulmak istenmezdi. Rus uygulaması Ortaçağ vahşetini de aşmıştır: Bir ülke, bir devlet ve bir ulus yok edildi. Dr. Richmond‘un Tiflis’teki Rus askeri arşiv belgelerine dayalı araştırmasına göre, General Evdokimov‘un operasyonları sonucu en az 625.000 Çerkes öldü.
Rus bunu gizlemek istiyor: Prof. Dr. Valeri Tişkov, Ankara’daki Rus Büyükelçi Aleksey Yerhov‘un yazı ve demeçleri bunun tipik örneklerindendir. Bunlar gerçeği değiştiriyorlar. Ancak bu gibi kişilerin söylediklerini hiçbir bağımsız kaynak ciddiye almıyor.
Gerçek şudur: Rusya bir ülkeyi – 1864 yılı Çerkesya’sını – kendi yerli nüfusundan ve mimarisinden bütünüyle arındırdı ve yok etti. Tarihi Çerkes ülkesi Rus nüfusla dolduruldu. Rusya, o yörede 1924’te Lenin‘in kurulmasına destek verdiği küçücük Şapsığ rayonu’na bile katlanamadı, Şapsığ’ı tehlikeli buldu. Krasnodar Kray yönetimi 30 yılı aştı, Şapsığlar için çıkarması gereken Tüzüğü (Устав) çıkarmıyor.
Modern zamanların ilk soykırımı
Bilim insanı Dr. Walter Richmond, Çerkes soykırımının “modern zamanların ilk soykırım ve etnik temizlik olayı olduğuna inanıyorum” diyor ve akademisyenlerin “insanlık tarihini yazarken nüfusu ne olursa olsun hiçbir halkı göz ardı etmemeleri gerektiğini” söylüyor (Dr. Walter Richmond ile Söyleşi, 8 Nisan 2011, Cherkessia.net).
Bu saygın bilim insanına, “Doğru ile Eğri” yazarı Prof. Dr. İ. Kustenko’ya,“Çerkesya Gönül Yaram” kitabının yazarı T. Polovinkina’ya ve onlar gibi değerli bilim insanlarına, tarih ve insanlık hak ettikleri değeri, elbette bir gün verecektir, inanıyorum onlar adına insanlık anıtları dikilecektir. Adıge genç kuşakları da, doğruları araştıran ve ortaya koyan bu değerli bilim insanlarını hiçbir zaman unutmayacaklardır.
1860’larda politik durum
1862-1864 yıllarında Karadeniz kıyılarından doğuya göç eden bir bölüm Adıge’nin şimdiki Adıge Cumhuriyeti arazisine ve çevresine (Belaya ve Laba ırmakları arasındaki düzlüklere) yerleştirildiğini biliyoruz. Bu yer, 1857 ve1859’da Rusya’ya bağlanmış ve oradaki Adıgeler Rusya’ya bağlılık yeminleri vererek Rus yurttaşı olmuşlardı (1859). Batıdan gelip bu yöreye yerleşme olayını bir iç sürgün olayı olarak göremeyiz. Çünkü Beloreçensk Hattı’nın batısı egemen Adıge toprağı, doğusu da siyasal anlamda bir ‘Rus toprağı’ idi, dolayısıyla Rus yönetimindeki eski bir Adıge bölgesine göç söz konusu idi.
Bu açıklamaya şu nedenle gerek görüyoruz: Bir insan topluluğunun askeri ve politik nedenlerle bulunduğu yerden başka bir yöreye göç ettirilmesi olayı da bir suçtur. Örneğin, Almanların Volga Alman Cumhuriyeti’nden, Tatarların Kırım’dan, Çeçenlerin, vd yurtlarından çıkarılıp sürülmeleri insanlık suçu kapsamına girer. Örneğin Çin, bu yakınlarda Arakan Müslümanlarına karşı işlenen suçları bir “iç sorun” diye niteleyerek BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararı almasını veto etti. Bir iç olay, insan hakları ihlali niteliğinde ise, artık iç sorun sayılmıyor. Çin tehlikeli bir eğilim içinde. Çin’in kendisinin de Müslüman nüfusa baskı uyguladığı yönünde ciddi suçlamalar var. Bu gibi özel durumlar objektif kararları alınmasını engelliyor.
1860-1864 arası, Kafkasya’da, birbiriyle savaşan iki bağımsız devlet vardı: Çerkesya ve Rusya. Burada da devletten devlete – Çerkesya’dan Rusya’ya, Rusya’nın Kuban Oblastına, eski bir Çerkes arazisine – göç söz konusu idi. Rusya, gönülsüz de olsa, isteyenlerin Kuban’a göç edebileceğini söylüyordu. Bunu belirtmemiz gerekir.
1864 yılına değin Adıgey (Çerkesya ya da Circassia), politik anlamda egemen bir ülke idi, Rus askeri, siyasi ve idari otoritesi, yönetimi altında ve hiçbir ülkeye de bağlı değildi. Dış dünya artık bu gerçeği kabul ediyor. 1863-1864 yıllarına değin egemen/bağımsız bir ülke olan Adıge/Çerkesya ülkesi, Rus istilası sonucu yok edildi, sadece ulusun egemenliği, devleti değil, ulusun kendisi ve ülkesi de yok edildi, ülkenin etnik kimliği değiştirildi, Novorossiya (Yeni Rusya) sayıldı ve Rus nüfusla dolduruldu. Eski ülkenin etnik nüfusu ise bir ikinci ya da üçüncü ülkeye silah gücüyle ve toptan kovuldu.
Bu, bir ulusa karşı işlenmiş açık bir yok etme, bir soykırımı olayıdır.
Sonuç olarak, bağımsız bir ülke, devleti ve halkı tarihten silinmiş oldu. Bu gerçeğin tartışılacak, eksiği gediği aranacak bir yanı olamaz. Gerçek, tüm çıplaklığıyla ortada. Binlerce yıllık bir geçmişi olan bir ülkenin yok edilmesi ve halkının başka bir ülkeye ya da ülkelere göç ettirilmesi olayı, soykırım dışında, nasıl açıklanabilir ki?..
1860’lardaki uygulamalar
1860’lı yıllarda Adıge Ülkesi nüfusu 2 milyon kadardı. Bu nüfusun, Tiflis’teki Rus askeri arşiv belgelerine dayanan Dr. Richmond’a göre, Evdokimov’un operasyonları sırasında en az 625.000’i öldü (Çerkes Soykırımı, s. 123). Sağ kalan nüfusun ezici çoğunluğu Türkiye’ye gönderildi. Daha küçük bir nüfus da -Maykop kenti solundan akan – Belaya Irmağı (Şhaguaşe) ile daha doğudaki Laba ırmakları arasındaki düzlüklere yerleştirilmişti. Bu son Adıge nüfusunun, çoğu Abzah 40 bin kadar olabileceğini düşünüyorum.
Şimdiki Adıgey ve Karaçay-Çerkes yörelerindeki eski yerleşik 60 bin Çerkes ile, Kabardey’deki 40 bin nüfusa, batıdan gelen bu yeni 40 bin nüfusu da eklediğimizde, 1864’te Kafkasya’da toplam 140 bin kadar genel bir Adıge nüfusunun kalmış olduğunu söyleyebiliriz. Değişik kaynaklar da, aşağı yukarı bunu doğruluyor.
Ancak bu Adıge kalıntı (bakıye) topluluklarının bir toprak birliği de kalmamıştı, birbirinden savrulmuş topluluklar söz konusuydu (Bak. Baştaki harita). Lenin iktidarı, 1920’lerde bu dağınık topluluklara Kabardey, Çerkes, Adıge ve Şapsığ adları altında toprağa dayalı 4 özerklik verildi. Şimdilerde dört Adıge etnik adı halen resmi olarak tanınıyor, ancak bazıları sadece ortak “Çerkes” adı altında yazılalım diyerek, en küçük birim olan Şapsığlara darbe indiriyorlar. Bunların en az bir bölümü Rus işbirlikçisi/ajanı olabilir. Bakalım önümüzdeki sayımda Karadeniz kıyısı Şapsığları, daha önceleri olduğu gibi bu Rus oyununa gelecek ve başka yöresel adla kendilerini yazılacaklar mı?..
Bu son göç, yani Rus egemenliğindeki topraklara yerleştirilme durumu, ayrıntıları ve işin niteliğini bilmeyenler için bir ‘iç sürgün’ olayı olarak da algılanabilir, biz de bilmeyerek, önceleri öyle yazıyorduk. Ancak, işin derinliğine inildikçe ve yeni belgelere ulaştıkça yanıldığımızı anladık. Rus egemenliğindeki topraklara yerleştirilme olayı hukuken ve politik anlamda bir iç sürgün olayı olarak kabul edilemez, bu da bir dış sürgün/deportasyon olayıdır, başka bir devletin unsurlarını yerinden sürme olayıdır.
****
İç sürgün olayları, örneklere bakarsak, ayaklanmaları bastırmak için ya da savaş sırasında güvenlik gerekçesiyle ya da toprak gaspı amacıyla uygulanabiliyor. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ermenileri toptan sürülmüş ve mal varlıkları yağmalanmıştır. Bir iç sürgün olayı niteliğindeki bu olay, suçlu suçsuz, bir din ya da ırk topluluğunu hedef aldığı için, Batılı ülkelerin hemen tamamı tarafından soykırım olarak tanımlanmaktadır. Osmanlı’yı haklı bulan yoktur (belki Azerbaycan politik nedenlerle haklı bulabilir). Üstüne üstlük, savaş sona erdiğinde Ermenilerin evlerine dönmelerine izin verilmemiş, çok azı dönebilmiş, mal varlıkları iade edilmemiş ya da tazmin edilmemiş, mal kapanın elinde kalmıştır. Bu çirkin olaya katılanlar arasına “Çerkes” adı altında Adıgeleri de bulaştırmak isteyenler vardır. Öncelikle yabancıların Çerkes dediklerinin hepsi Adıgeler değildir. Birçok Adıge olmayan topluluk, Abaza-Abhazlar, Çeçenler, Osetler ve Dağıstanlılar da yabancılar tarafında Çerkes olarak tanımlanabiliyorlar. Farklılığı belirtmek için, bu gibi nedenlerle Çerkes yerine, Adıge demeyi daha uygun buluyor ve yeğliyoruz. Adıgelerin o sıralar, Ermeniler ve Rumlarla ilişkileri iyiydi. 1915’te Ermenilerin yaşadıkları yerlerde Adıge sayısı yok gibiydi. Adıgeler, Orta ve Batı Anadolu ile Batı ve Orta Karadeniz ovaları, Suriye ve Filistin’de yaşıyorlardı.
ABD ve Sovyetler’de sürgünler
İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon asıllı ABD yurttaşları, güvenlik gerekçesiyle, Japon istilasına açık olan stratejik yerlerden, Pasifik kıyılarından doğuya, uzak iç bölgelere, kamplara taşındılar, savaştan sonra eski yerlerine geri getirildiler, mal varlıkları donduruldu, savaştan sonra iade edildi, uğradıkları zararlar tazmin edildi. Aynı sıralarda 10 Sovyet ulusu toplu olarak –ırk esası üzerinden- ülkesinden sürüldü, bu 10 ulusun 5’i (Karaçay, Balkar, İnguş, Çeçen ve Kalmuk), 1957’de devletçe eski topraklarına geri getirildi, özerk yönetimleri, sürülenlerin lehine olacak biçimde yeni baştan ihya edildi, bunlar için yeni konutlar inşa edildi, konut ve iş sağlandı.
1999 yılında Kosova sürgününe kenarından tanık oldum. Yazlık ev ve bahçemin bulunduğu Erdek Tatlısu Mahallesi Valtonoz Küme Evleri mevkiindeki kampa bir grup Kosovalı sığınmacı geçici statüyle yerleştirilmişti. Bir aile Türk, diğerleri Arnavut’tu. Devlet, önce bunların pasaportlarını topladı ve birer geçici belge verdi. Savaş bitene değin kampta kaldılar. Bu kişilerin geçimini BM üstlendi. Kosova’da barışın sağlanması üzerine, bu kişiler otobüslerle Balıkesir İl Emniyet Müdürlüğüne götürüldüler, ellerindeki geçici belgeler toplandı ve pasaportları geri verildi, Tatlısu köyüne geri getirildiler. Daha sonra, eşyalarını toplayıp kampı boşalttılar ve BM korumasında Kosova’ya döndüler. Çoluk çocuk hepsi Türkçe ve Arnavutça konuşuyordu.
Kosovalılar yapılan ve yapılması gerekli olan uygulama örneklerindendir, burada bir telafi durumu söz konusu. Ama Karadeniz kıyısı Adıgelerinin ve şimdiki Şapsığların uğradığı haksızlıklar telafi edilmiş, özerk yöreleri geri verilmiş değil. Bundan daha ileride de söz edeceğiz.
Diğer 5 Sovyet halkının ise hakları iade edilmedi. Sibirya taraflarına sürülen Şapsığlara ne oldu? Bunu da bilemiyoruz. Günümüzde Gürcistan, 1940’larda sürülmüş olan Meskheti Türkleri’nin (Ahıskalılar) dönüşüne, Abhazya da Gürcülerin toplu dönüşüne sıcak bakmıyor. 1990’larda Abhazya’da yaklaşık 100 bin Abhaz’a karşılık, 240 bin Gürcü yaşıyordu. Benzeri çözülmemiş birçok insanlık sorunu bulunuyor.
Örnekleri çoğaltabiliriz.
Adıge soykırım, etnik temizlik ve dış göç/kovulma olayı, yukarıdaki bütün bu örneklerden daha ağır ve daha zalimane bir biçimde gerçekleşmiştir.
(*) – гл.3. «Кубанские областные ведомости», No.38,1884.
(Devam edeceğiz)