Site icon MEFENEF

Çözülemeyen Bir Uluslararası Sorun: Kıbrıs

 

Türkiye 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a askeri çıkartma yaptı ve Kuzey Kıbrıs’ta askeri denetim kurdu. Ancak 50 yıldan beri soruna bir  çözüm getirilemedi. Rum ve Türk tarafları uzlaşamıyorlar.
Kıbrıs Osmanlı yönetiminde iken, 1878’de II. Abdülhamit yönetimi tarafından İngiltere’ye verildi. Verilmemiş olsaydı, Ege Adalarını Yunanistan’a bırakan Osmanlı Devleti, stratejik bir ada olan Kıbrıs’ı elde tutabilecek miydi?..
Küçücük Yunan Krallığı’nın bir donanması vardı, koca Osmanlı İmparatorluğu’nun yoktu. Yunan tarafı uyanık ve ileri görüşlü idi…
İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kıbrıs’ta koloni (sömürge) yönetimi kurdu. Türkiye ile İngiltere arasında Kıbrıs’tan Türkiye’ye göç antlaşması yapıldı.
Kıbrıs’tan Türkiye’ye göç başladı, göçler sonucu Türkler adada azaldılar ve yüzde 20 gibi bir azınlığa düştüler. Yine de bu, küçümsenmeyecek bir orandı.
1878 (93 Harbi) yenilgisinden sonra Rusya’nın Kuban ilinden Türkiye’ye yoğun bir Adıge (Çerkes) göçü başladı, Kuban ilinin bir bölümünde (Doğu Kuban) çoğunluk olan Adıge nüfusu çöktü, il tamamında  yüzde 30 üzeri olan Adıge oranı yüzde 2’lere düştü. Bu konuda bk. “Kuzey Kafkasya’nın Ekonomik Potansiyeli ve Sosyo-politik Durumu”, Mefenef.Com.
Lenin 1922’de bu yüzde 2 nüfusa bir özerk il – Adıge Özerk Bölgesi – kurma hakkı tanımıştı. Orta Sol Kuban ve Orta Sol Laba ovalarında Adıgelerin yoğun olduğu iki yer kalmıştı, mesafeli bu iki ada birleştirildi ve Adıgelere özerk devlet kurma hakkı verildi.
Rum ise “Ada’nın tamamı benim olmalı” görüşündeydi.
1960 yılında Kıbrıs; İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğünde bağımsız bir ülke oldu. Garantörlük, statüko (mevcut durum) bozulduğunda ve gerektiğinde, eski durumu geri getirmek üzere, bu üç ülkeye birlikte ya da tek başına Kıbrıs’a müdahale hakkı tanıyordu.
Rum tarafı çoğunlukta olmanın sağladığı avantaj ve faşist Yunanistan’ın desteğiyle Ada’yı Yunanistan’a bağlamak (ENOSİS) istiyordu.
Kısa sürede, 1960’da kurulan Rum-Türk ortak yönetimi işlemez hale geldi. 1963’te Türkler saldırılara uğradılar ve Ada yönetiminden dışlandılar; savunma amaçlı küçük Türk köy ve mahallelerinde toplanmak zorunda kaldılar..
Temmuz 1974’te faşist Rum örgütü (EOKA-B) Yunan Cuntasının silahlı desteğiyle darbe yaptı; Ada’da “Elen (Rum) iktidarı” (Rum Devleti) ilan edildi. Ada Yunanistan’a bağlanacaktı.
Sonuç olarak tek yanlı Türk müdahalesi gerçekleşti, Kıbrıs’ın 1/3 oranındaki kuzeyi Türk denetimine alındı. Rum darbesi ve destekçisi Yunan Albaylar Cuntası (askeri rejim) çöktü. Patron ABD Yunanistan’da demokrasiye geçiş izni verdi, Türkiye’ye ise vermedi, aksine cezalandırma (ekonomik ve askeri ambargo) uyguladı. MSP’nin çelme takmasıyla Ecevit yönetimi de çöktü. Ecevit bir daha güvenilmez  dincilerle koalisyona gitmeyecekti. Sinirli biri olan Ecevit süreci hiçbir zaman idare edemedi, Milliyetçi Cephe hükümetleri dönemi başladı. Süleyman Demirel’in Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde faşizm taban yaptı ve sol ezildi, kilit devlet kadrolarına faşistler sızdılar ve yerleştiler. İleri görüşlü biri olmayan Ecevit, kendinden önce yaşanan  öğretmen ve memur eylemleri ile ilgili basit bir disiplin affını bile akıl edemedi. Ama 1980 darbecileri bunu unutmadılar ve “affetmediler”, yıllar sonra, 10 küsur yıl sonra eski dosyaları açacak, on binlerce öğretmen ve memura ceza yağdıracak, boşalan idari kadrolar dinciler, aşırı milliyetçiler ve ırkçılarla doldurulacaktı.
***
Milliyetçi Cephe terörüne tepki olarak, 1977’de Ecevit büyük bir halk desteği ile yüzde 41 oy aldı, ama barajsız nispi temsilin azizliği nedeniyle, 226 yerine 213 milletvekilinde kaldı. Oysa AKP,  faşist general Kenan Evren‘in koydurduğu yüzde 10 seçim barajı sayesinde  yüzde 34 oy ile Meclis’in 2/3  çoğunluğunu (% 66) alacaktı. Sabırsız Ecevit, Demirel’in Adalet Partisi’nden 13 milletvekili devşirerek yamalı bohça bir hükümet kurdu. Böylece ülkede kontrol kurabileceğini sanıyordu. Dinci, faşist ve ırkçıların arkasında komünizmle mücadele adı altında ABD desteği vardı. Siyasi ve ekonomik ABD ambargosu  sürüyordu. Kısa sürede ülke kan gölüne döndü. Faşistler katliamlara kalkışıyorlardı. K. Maraş ve Çorum’da Alevilere saldırılmıştı. Ecevit çaresiz kalmıştı, Hazine tamtakırdı,  Amerikan ambargoları nedeniyle benzin ve yağ kuyrukları uzuyordu.
Demirel “Bana sağcılar suç işliyorlar dedirtemezsiniz” deyip sağcılara arka  çıkarken; tepki oylarını kendine yontan ve büyüklük kompleksine kapılan Ecevit, kendisini destekleyen ve desteklemiş olan solcu gençleri “Gölge etmeyin, başka ihsan istemez” diyerek itecek ve küstürecekti.
Avrupa’dan davet: 
1978’de şimdiki AB’den Ecevit’e beklenmedik bir cankurtaran simidi, zeytin dalı uzatıldı, Türkiye ve Yunanistan birlikte Avrupa Ortak Pazarı üyeliğine davet edildi. Sığ görüşlü bir Türk milliyetçisi olan Ecevit  fırsatı değerlendiremedi, güya “zayıf Türk sanayisinin çökmesinden” çekiniyormuş…
Ertesi yıl yönetimi devralan Demirel’in azınlık hükümeti de, Erbakan’ın tehdidi sonucu AB’ye katılma fırsatını kaçırdı. Erbakan Avrupa Ortak Pazarı değil, “İslam Ortak Pazarı”, Amerikan Doları değil, İslam Dinarı istiyordu. Sanırsınız İslam ülkeleri Erbakan’ın ardına dizileceklerdi… Oysa para ve Petrol diye gittiği Körfez’den arkasına teneke bağlanıp Türkiye’ye uğurlanmıştı…

Gerisi 12 Eylül 1980 Amerikancı askeri darbesi, askeri rejim.
Üçüncü bir çözüm fırsatı 2003 yılı I. Annan Planı ile ele geçmişti. Kabul edilseydi, önce Kıbrıs’ta federal bir devlet yönetimi (Kıbrıs Federal Cumhuriyeti)  kurulacak, ardından AB’ye katılım için referandum yapılacaktı, Türkiye’ye de AB üyeliği yolu açılabilecekti. Çünkü Kıbrıs ve Yunanistan, Türkiye’nin AB üyeliğe karşı oy kullanmamayı taahhüt edeceklerdi. Referandumdan “Hayır” oyu çıkması durumunda Kıbrıs Rum ve Tür tarafı, her ikisi de AB’ye alınmayacak, ama Federal Kıbrıs Cumhuriyeti  varlığını sürdürecekti. Referandum Rum ve Türk tarafları için bağlayıcı idi. BM’nin bu KIbrıs parametresi tek çıkar yoldu. Türk tarafı “acele etmeme gerek yok,  fırsatların sonu kesilmez”  havasında ve, ayakta uyuyor, Run tarafının ‘taktik’ görüşme ve anlaşma oyunlarına aldanıyordu. Oysa kritik bir süreç işliyordu: Türk tarafı federal yönetimi kabul etmediğinde ya da Federal Kıbrıs ve I. Annan Planı için imza vermediğinde, Rumlar için konan bağlayıcılık kararı  kalkacak, Rum tarafı, tek yanlı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında  AB’ye alınacaktı. Durum AB tarafından açıkça ilan edilmişti. Türk tarafı bunu da okuyamadı. Türkiye’nin direktifiyle Cumhurbaşkanı Rauf  Denktaş Federal Kıbrıs için imza vermedi.
Denktaş’a göre, Türk tarafına bağımsız devlet kurma (egemenlik) hakkı tanınmadığında, kurulacak federasyon yaşayamayacak ve Türk azınlığı Rum çoğunluk karşısında çözülecekti. Denktaş konfederasyon istiyordu. Temelde haklıydı, Rumlar aslında niyet olarak Ada’nın tamamını istiyorlardı, ama federasyon dışı bir seçenek de yoktu. Demek ki Türkiye ve Denktaş’ın, Kıbrıs Türk toplumuna güveni yoktu. Türklerin ceplerinde İngiliz pasaportları vardı, diledikleri yerlere gidip yerleşebilirlerdi. İngiltere, Kanada ve Avustralya’da Kıbrıslı Türk toplulukları vardı. Suni ya da geçici bir toplum muydu Kıbrıs Türk toplumu? Peki İsviçre’de Fransızca ve İtalyanca konuşan azınlık nüfus, Almanca konuşan çoğunluk karşısında yaşayamıyor ve çözülüyor muydu?
Bu gerçeğe rağmen KKTC Cumhurbaşkanı ve Çerkes damadı Rauf Denktaş bir  düşüncesizlik örneği vererek masadan kalktı, Federasyon girişimi ve I. Annan Planı çöktü. Böylece önemli bir fırsat elden kaçtı, kozlar Rumların eline geçti ve bir daha da aynıfırsat yakalanamadı. Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum tarafı) 2004’te AB üyesi oldu.
2004 yılında Türkiye durumun büsbütün kötüye gittiğini nihayet anladı, Denktaş gitti, yerine Mehmet Ali Talat Başkan seçildi. Son bir çabayla 2004 yılı İkinci Annan Planı devreye sokuldu ve törenle taraf hükümetler temsilcileri tarafından imzalandı, ama boşunaydı, iş işten geçmişti. İkinci Annan Planı’nın bağlayıcılığı yoktu, İş Rum nüfusun takdirine kalmıştı, Rum ise bir taşla iki kuş vurmuş, alacağını fazlasıyla almıştı. Türk tarafı bütün bunları okuyamamıştı. Bağlayıcılık yanı olmayan bir referandum yapıldı, Türk tarafı teşviklerle “Yes be annem, evet” dese de, Rum tarafı yüzde 75 oyla  “hayır” dedi ve iş bitti.

Hükümetlerin ön kabulü yüzde 75 Rum “Hayır” oyuyla suya düşmüş oldu. Oysa I. Annan Planı’na göre, “Hayır” oyu çıksa bile, AB üyesi olmayacak bir Federal Kıbrıs Cumhuriyeti yaşayacaktı

Türk tarafı hâlâ hataları itirafa yanaşmıyor, sorumluluğu başkalarına yıkmak istiyor:
“AB bizi aldattı, Kıbrıs Rum Kesimi’ni aldı, bizi almadı, bu bir haksızlık, vs” gibisine dövünmeler yaşandı.
Şimdi Erdoğan ve Kıbrıs’taki adamı Ersin Tatar, “İki devletli çözüm” diyor. Türk tarafı böyle bir şeyi isteyebilir, ama Rum tarafının bunda bir yararı var mı? Bu iş nasıl gerçekleştirilecek?..
Süreç Rum’un lehine işliyor…Türkiye ya da Türk tarafı 2004 yılı II. Annan Planı’nı kabul etmişti (yüzde 64,91 evet oyu ile), bu federasyon tezini ve bir Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kabul etme anlamına geliyordu. Rum’un kabul etmemesi Türk’e vazgeçme hakkını verir mi?  Şimdi geriye dönülmek, başka bir tez kabul edilmek isteniyor.
İki devletli çözüm tezi, sadece Türkiye’nin 2004 yılında kabul ettiği federasyon tezine değil, BM ilke ve kararlarına, uluslararası hukuka, BM tarafından hazırlanan Annan Planı’na ve Türkiye’nin garantörlük yetkisine de aykırı. Annan Planı BM’nin bir parametresi olarak hâlâ BM’nin portföyünde. Garantörlük hakkı,  garantörlere her istediklerini yapma yetkisini vermiyor. Türkiye 1974’te Kıbrıs Türk toplumunun varlığını (bekasını) korumak için müdahalede bulunmuştu. Müdahale ilanihaye devam edebilir mi? Bölünmenin uluslararası platformda savunulur hiçbir yanı yoktur, hiçbir uluslararası platformda destek de alamaz. Ortada, BM Güvenlik Konseyi tarafından alınmış, KKTC’yi tanımama gibi geçerli bir karar var, karar nasıl aşılacak? BM, üyesi olan bir devletin topraklarının tek yanlı bir taleple bölünmesini hiç kabul eder mi?
Bu durumda bir çözüm olabilir mi?.. Çok zor.
Mutlaka başka çözüm yolları aranmalı.
Kıbrıs; Keşmir ve Filistin sorunu gibi müzmin bir sorun. Türkiye, askeri gücü sayesinde 50 yıldan beri diretiyor.
Türkiye’ye AB üyeliği verilmesi karşılığında sorun belki çözülebilir diye düşünüyorum… Bunda Rum tarafının da çıkarı olabilir. ,
İlgili bir yazı için bk. – Kıbrıs ve Mehmet Ali Güller, Mefenef.Com.
Exit mobile version