ALTINCI BÖLÜM
I
Yağmur yağması, rüzgâr esmesi ve kar yağması insan yaşamını andırır. Uyum sağlarsan yaşamla uzlaşır, aksi takdirde dışlanırsın. İnsanoğlu aidiyetini, bir toplumun üyesi olmayı yitirdiğinde, düşünemez olur. Düşünce sonsuz bir arama ve başarı aracı, sevinç ve üzüntü üzeri bir bilinçlenme aracıdır. İçinde mutluluk ve ıstırap vardır, başarıyı ve üzüntüyü beraberinde getirebilir. Bunların hepsi kişinin algılama ve bilinç yeteneği, yaşamın tatlı ve zor yanlarıdır. Gücü yeten yukarıya tırmanır, yetmeyen de yukarıya bakar.
Özgürlüğünü yitirir, başka bir toplumun içine düştüğünde, istesen de istemesen de uyum göstermen gerektiğini anlarsın, nitekim Ayşet de Fransızlara uyum sağlamıştı. Beğenmediği yanlarına da alışmış durumdaydı, ama Adıgeliği ve onur anlayışı ağır bastırıyordu.
Ayşet karşılaştığı bu tür çirkin davranışlara katlanacak biri miydi? Dahası bu davranış onursuzca bir davranış mıydı yoksa içinden gelen kendine özgü bir davranış mıydı? Bu şey farklı yanlara çekilebilir, ama sevgi duygusunu suçlamamak daha iyi olur – tatlısı ve acısı ile günaha yol açabilir. “… Başıma gelenden utanıyorum, ama yaptığımdan pişman değilim, – gün boyu odasından çıkmayan Ayşet, kendi kendisine böyle konuştu durdu, – zor duruma düşmemiş olsaydım, kadın zaafı beni alt edemezdi diyebilirim”, – kalp çarpıntıları yeniden başlamıştı, ama kendisini yatıştıracak bir gözyaşı damlası da kalmamıştı. Aynı anda duyduğu kapı sesi ile kendine geldi ve gelenleri sevinçle karşıladı:
– Gelin, gelin, Pon de Vel ve Arjantal.
– Dünden beri seni görmemiştik, biraz rahatsız olduğunu söylediler de Aisse, biz de yanına böyle damladık, – diyerek Pon de Vel Ayşet’e sarıldı, Arjantal da sarıldı. – Nasılsın? Solgun ve keyifsiz görünüyorsun. Kendini harap etme, her şey düzelecek.
– Evet, evet, Aisse, her şey güzel olacak, – dedi Arjantal da. Pon de Vel’in söylemek istemediğini gizlemedi:
– Biraz önce kontla konuştuk, bundan böyle seni üzmeyeceğini söyledi.
– Onu mu söylemek istiyordunuz… “Her şey güzel olacak” sözünden çıkarılacak anlamı bilmeyen Ayşet, getirilen haberi yeniden öğrenmiş oldu, “öyleyse sorun yok” diyerek fısıldadı: – Papanın hasta olduğunu biliyorsunuz, kalbini kırmamalıydınız, ona kırgın değilim. François Voltaire’in başına gelen şey beni daha çok üzdü. Özgür şiir ve düşünceler konusunda dikkatli ol derken, kendini ülkeden kovdurdu.
– Bastil hapishanesinde yatmaktansa, İngiltere’de, Londra’da yaşamak daha iyidir, – dedi Pon de Vel, – daha özgürce yazı yazar, yazıları üzerinde de çalışır.
– Doğru diyorsun, – Ayşet bir iç çekti, – ama el ülkesi kendi ülkene benzemez. Orleans Dükü Voltaire konusunda genç krala dediğini yaptırdı. Siz de dikkatli olun, papanın sizi uyardığı gibi gelişigüzel konuşmaktan kaçının. Julie Calandrini de sizden onu istiyor ve selamlarını size gönderiyor.
– Julie’ye teşekkürlerimizi ilet, kaygılanmasın, – diyerek Pon de Vel gülümsedi. – Sen de kaygılanma, Aisse. Öyle davranışlar içinde olmadığımızı biliyorsun. Voltaire’e yapılanı, Orleans Dükü ve Kral da dahil, doğru bulmuyorum. Onlar özgür düşünceye, insana değil, serbest ilişkiye, aşk ilişkilerine, sevişmeye önem veriyorlar.
– “Öyle şeyler içinde değiliz” diyorsun, Pon de Vel, ama dediklerin farklı şeyler, – dedi Arjantal, ağabeyini uyardı, ardından ona sevgiyle baktı ve sözlerine devam etti: – Anlayamıyorum, artık Kral Naibi olmaktan çıkan Orleans Dükü ne diye bize gelecekmiş?
Ayşet gün boyu ilk kez gülümsedi:
– Kral henüz on altı yaşında iken evlendirildi, bu durumda Orleans Dükünün kral naipliğinin son bulduğunu sanma. Gülme, Jan, ne demek istediğinin farkındayım: Dük benim için değil, hasta ziyareti için papanın yanına gelecek.
– Annemiz de öyle dedi, – Pon de Vel yine gülümsedi, – ama dükün bizim için iyi bir niyet taşıdığını sanmıyorum.
– Niye?.. – ansızın Arjantal’de oluşan kuşku onun yüzünü kızarttı, ardından yanakları pembeleşti ve yanıtını verdi: – Mamaya söylediğimde kabul etmemişti, ama kontu ziyaret bahanesiyle, Aisse, dük senin için gelecek. O sallapati yalancı dük, Adrienne ile benim aramı bozdu, şimdi sıra kimde.
– Artist Lecouver Adrienne’in sana karşı dürüst olmadığını söylemiştim, şimdi bu yaptıkları nedeniyle akıllanmış olabilir misin? – bunu bekliyormuş gibi Pon de Vel kardeşine çıkıştı.
– Adrienne’in bir suçu yok… – Arjantal düşük bir ses tonuyla yanıt verdi ve daha alçak bir sesle konuştu: – Bütün suç Orleans dükünde! Palais-Royal’de şarkı söyletti, üzerine altın paralar saçarak onu tuzağa düşürdü.
– Kont Arjantal Ferriol, çocukluk günlerine artık bir son ver! – Pon de Vel kardeşinden duyduğu bu sözlere hem gücendi ve hem de kızdı.
– Sen, senson ver, Pon…
– Yeter, kesin artık birbirinizle didişmeyi, – Ayşet hemen müdahale etti ve Arjantal’in sözünü kesti, – birbirimize güvenelim, gereksiz konular üzerinde durmayalım. Ne dersek, ne yaparsak, doğru ya da yalan söylesek de yaşadığımız sürece insanlar bizi görürler. Şimdi ikinizden bir ricam var: Bolingbrokların evine gidelim, sizi bilmiyorum, ben bir süreden beri Henry Saint-John ile Marie-Claire Deschamps’ı görmedim. Şövalye de Edie Paris’te onlarla karşılaştı, ikinizi ve beni sordu, söylediklerine göre iki hafta kadar Paris’te kalacaklar.
Bana katıl der gibi Pon de Vel kardeşine baktı, duyduğu habere şaşırdı:
– Aisse, nasıl da içimizdekini okumuşsun? Biz de aynı şeyi sana söylemeyi düşünüyorduk.
– Evet, evet, Pon de Vel, kız kardeşimiz hazırız derse biz de hazırız.
Ayşet kardeşlerin ortak kararından kuşku duymuyordu, Pon de Vel ile Arjantal’e bir sevgi bakışı yöneltti ve onlarla şakalaştı.
– İçinizdekini bilmeyeceksem boşuna kardeşlerim olabilir misiniz? Böyle durumlarda aralarından ayrıldığım Çerkeslerin ne dediğini size söyleyeyim: “Kalp ve ruh birbirini anlar” (gure psere zereşşe). Canım kardeşlerim, siz hazırsanız ben de hazırım. Üçü de sevgiyle birbirine gülümsediler. Ayşet konukları ziyarete hazırlandı ve kardeşlerine seslendi: – O halde nereye gideceğimizi papaya söyleyelim, aksi takdirde gücenir.
– Olur, Aisse, – Arjantal öneriyi beğenmeyerek mırıldanmıştı, – gideceği yer için ondan izin alacak küçük bir kız çocuğu musun hâlâ?
– Hayır, Jan, üçümüz birlikte yanına gidersek daha iyi olur.
Kont Charles de Ferriol gözü pencerde yumuşak koltuğuna kurulmuş oturuyordu. Bir zamanlar gurur duyduğu dik sırtı artık yoktu: Şişmanlamıştı, kamburlaşmış, gıgıları sarkmış, dudak kenarlarından salyaları damlıyordu, dik omuzları düşmüş, ütüsüz elbisesi arkasında yığılıydı, çorapları bileklerine inmiş, sürekli taralı beyaz saçları darmadağınık durumdaydı.
– Papa, bizi tanımadın mı? – Ayşet kontun hiç görmediği bu perişan hali karşısında şaşırdı, ağlamaklı oldu ve ona çıkıştı. – Nedir bu başına gelen, bu hallere hiç düşmemiştin.
– A, siz misiniz?.. – kont vurdumduymaz bir bakış yöneltti, ardından gülümsedi ve konuştu: – Yeni elbiselerinizi giymişsiniz, yoksa maskeli baloya mı gidiyorsunuz?.. Charlotte-Elizabéth Aisse, senin Cenevre’de Markiz Julie Caladrini’nin yanına gittiğin söylenmişti…
– Hiçbir yere gitmedim, papa, – Ayşet gözyaşlarını tutamadı, küçük mendiliyle kontun dudaklarını sildi, çoraplarını yukarı kaldırdı, düzeltti, elbisesini giydirdi, dağılmış saçlarını taradı. – Desten nerede? Ne oldu, Desten, papayla ilgilenmen gerekmiyor mu, yoksa beni mi bekliyordun?!
– Hayır, Matmazel Charlotte-Elizabéth Aisse, sorumluluğumu unutmuş değilim, kont hiçbir şeyi kabul etmiyor. Dün öğleden beri su içmek dışında hiçbir şey yemedi.
– Desten’e kızma, Aisse, kötü biri değil o, ama benimle birlikte namaz kılmıyor.
– Papa, canımın içi, bu Türklük yanını unut, sen su katılmamış bir Fransızsın.
– Evet, Aisse, sen de ben de gerçek birer Fransızız. Seni dinleyeceğim, kalbini kırmayacağım, Desten’i de dinleyeceğim, yemek verdiğinizde yiyeceğim, bana biraz şarap içirtin. Gizli değilse niçin böyle giyindiğinizi söyler misiniz? Dur, Ajantal, sana soruyor değilim.
– Lord le Marie-Claire Deschamps Bolingbroklar Paris’e geldiler, onları görmek istiyoruz, onları yarın ya da yarından sonra da görebiliriz, – dedi Ayşet.
Pon de Vel ile Arjantal bu duyduklarına anlam veremeyerek bakıştılar, ama kont bu iki kardeşe konuşma fırsatı tanımadı:
– Bolingbrok lordunun yanına gidecekseniz, niçin yarını, sonrasını bekliyorsunuz, hemen gidin! İngiltere’de başa geçen Walpole kafasızın yerine, Utrecht Barışını sağlayan Henry Saint-John Bolingbrok İngilizlerin içinden çıkmış tek adam. Eğitimli biri, selamımı söyleyin. Beni görmek isterse karşılamaya hazırım, kendisine yardımcı olmaya çalışırım, – dedi kont ve bir ah çekti, biraz bekledikten sonra sözlerine devam etti: – Kimseye yararlı bir yanın kalmadığında başına gelecek olanı budur… Ama, – ansızın yumruğunu göstererek konuşmasını bitirdi, – Kont Charles de Ferriol gibi kişiler teslim olmazlar! Anladınız mı kardeş Ferrioller? Sen de Charlotte-Elizabéth Aisse. Gidiniz, bana haber verip izin istediğiniz için teşekkür ederim. Merak etmeyin, Desten ile ben felsefi konularda görüş alışverişinde bulunuruz. Paris’te bir manyak belirdi, dikkatli olun, – dedi odadan çıkarlarken arkalarından.
Kont Charles de Ferriol’ün dediği gibi, Lord Henry Saint-John Bolingbrok İngiltere’deki en büyük devlet adamlarından biridir, bir filozof, bir tarihçi ve büyük bir bilim insanıdır, kırk beş yaşında, üç yıl boyunca Avrupa’yı turladı, dolaştı, çok sayıda dil biliyor. 1701 yılında İngiliz Avam Kamarasında yer aldı, izleyen birkaç yıl boyunca oranın başkanlığını yaptı ve orasının beyni konumundaydı. Dört yıl ordu bakanlığı yaptı, ardından ülke sekreteri oldu. Walpole Robert iktidara gelince Fransa’ya sığınmak zorunda kaldı, Orléans kenti yakınındaki La Sorce çiftliğinde yaşıyor. Paris’te de güzel bir evi var. Ayşet ve kardeşleri işte bu eve gideceklerdi.
– Bolingbroklar evdeler!.. – dedi hemen Arjantal, pencereden ışık geldiğini görünce, ardından düzeltme yaptı: – Evde olmayabilirler diye endişelenmiştim. Evde olmayıp da nerede olabilirler, bizim annemiz gibi sokak gezgini değiller ya.
– Arjantal, sana kaç kez söyledim, annene böylesine yüklenme diyerek!
– Haklısın, Aisse, haklısın, – dedi her zaman yaptığı gibi Arjantal kendini kınadı, – Pon de Vel tanığım olsun, bir daha böyle şeyler duymayacaksın. Öylesine dedim, yoksa annemi kötülüyor değilim, – ardından gülümsedi ve kendisini eleştirdi, – doğru değil mi, Pon de Vel?
– Sana ne söylenmişse aklında onu tut, bu tür sorulara yanıt vermiyorum.
– İyi, iyi, o denli akıllı iseniz sizi dinlerim.
Bolingbroklar güleryüzle, kucaklayarak konuklarını karşıladılar: Kont Charles de Ferriol’ün sağlık durumunu sordular, Marie-Angélique, Auguste- Antoin, Claudine-Alexandrine’i, Pierre’i, Sophie ve Laroche’u da sordular. Bu konuşmalar sırasında Pon de Vel Arjantal’e fısıldadı:
– Bir bahaneyle aramızdan ayrıl, de Edie’yi getir.
Henry Saint-John Bloginbrok hemen Ferriol kardeşlere fısıldadı:
– Merak etmeyin, o da bize gelecek.
Bir diğer odadan ince beyaz bir yazma ile başını örtmüş ve uzun bir siyah elbise giymiş, göğüs hizasında küçük bir haç taşıyan yirmi beş, yirmi altı yaşlarında uzun boylu bir kadın çıktı. Pon de Vel ile Arjantal ayağa kalkıp başlarıyla kadını selamladılar. Ayşet de Bolingbrokların sözünü ettikleri ve tanımadıkları din görevlisi kızlarını karşıladı, eskiden beri tanıyormuş gibi ona sarıldı.
Markiz Bolingbrok Marie Claire kadını tanıttı:
– Kızım Isabelle Louise Le Valois de Villette, Sans kentindeki manastırın yöneticisi. Adındaki de Villette ekinin nedenini söyleyeyim: ilk eşim Markiz Villette’nin soy adı. Geçmişimde kalmış bir anı, – dedi ve kocasına gülümsedi, – artık onu söz konusu etmiyoruz. Bunlar, – kızına döndü, – Isabel Louise’a, bunlar kendilerinden söz ettiğim kişiler: Bu, matmazel Charlotte-Elizabéth Aisse, Kont Charles de Ferriol’ün kızı. Bu ikisi de Kont Pon de Vel ve Arjantal kardeşler. Kimin adını söylememişim? – şakacı pozunda Marie Claire kocasına bakıp gülümsedi ve sözünü tamamladı: – Bizlere gelince, İngiltere’den kaçıp Fransa’ya sığındığımız birkaç yıldan beri zaten tanışıyoruz.
Konuklar ile ev sahipleri bir süre konuşup otururlarken hizmetçi kız geldi:
– Markiza, akşam çayı hazır.
O sırada bir fayton sesi duyuldu ve Bolingbrokların bahçe kapısının önünde durdu, faytondan inecek kişiyi bekleyen lord kendi kendine konuştu: – Büyük bir konuğumuz var anlaşılan.
Teşrifatçı eve gelen konuğun adını söyledi:
– Şövalye Blaise-Marie de Edie!
Ansızın takdim edilen bu isim Ayşet’i hafiften ürpertti, ama gelen kişiyle gizli bir bağı varmış gibi ona baktı.
– İyi bir grup oluşturmuşsunuz! – dedi Şövalye Blaise-Marie de Edie, beklemediği ve ummadığı sevgilisine sevinçli bir göz attı, Markiz Marie-Claire’i selamlamakla işe başladı, sıra Ayşet’e geldiğinde, ona yumuşak ve sevecen bir bakış yöneltti:
– Sen de, Aisse, buradasın, hiç beklemiyordum.
Birbirini tanıyan ve seven kişiler söz konusu olduğunda, sofradaki yiyecekler daha lezzetli olur, bunu çay partisi de izlediğinde söyleşi daha koyu, daha güzel ve çekici olur. Akşam çayındakiler birinin dediğine diğeri eklemde bulunarak değişik konuları ele aldılar: Bolingbrokları incitmeyecek biçimde İngiltere ve Fransa’nın iç ve dış sorunlarını konuştular. François Voltaire’in Fransa’dan sürülmesini hep birlikte kınadılar. Sıra komşu ülkelerin yaşam biçimlerine geldiğinde, İsviçre ve Cenevre’den söz edilirken, Arjantal söze karıştı:
– İsviçre’de biliyor olmalısınız akrabamız Markiz Julie Calandrini bulunuyor, Cenevre’de oturuyor. Her konuda, aşk konularında, yaşamın orada en iyi olduğunu söylüyor. Öyle değil mi, Aisse ? Sen orada kaldın.
Aşk konusunu vurgulayarak Ayşet’e soru sormuş olması Pon de Vel’in hoşuna gitmedi ve kardeşini gizlice dürttü.
– Aşk Fransa’da yaşanır, İsviçre’de saygı görür, – diyerek Ayşet’e sorulan soruyu İsabelle Louise yanıtladı, ama kadına verilen değeri düşürenler XIV. Louis ile kral naibi Orleans Düküdür.
– İsabelle… – diye Marie Claire acele söze karıştı.
– Anne, ne demek istediğini anlıyorum, ama doğru davranmıyorsun.
“Din adamları ne kadar da zeki, ne kadar da birbirlerine benziyorlar?! – İsabelle –Louise’in dediğini dinlerken, bir aydan uzun süreden beri görmediği Jeanette-Nicole gözünün önünde canlandı. – İsabelle-Sophie-Louise ile Jeanette-Nicole dost ve tanışıyor olabilirler mi? Manastır yöneticileri mutlaka birbirlerini tanırlar. Pierre’i de tanıyor olabilir… Sorsam mı?.. Şimdi olmaz, daha sonra, daha sonra..”
– Sana katılıyorum, İsabelle-Louise, – dedi yüzü solmuş olan Blaise-Marie de Edie, hiçbir şey yapmadık dercesine Ayşet’e bakarak, – ülke sevgimiz böyle, şimdi bizi sevindirici olacak şeylerden söz edelim. Örneğin, Pon de Vel ile Matmazel Charlotte-Elizabéth Aisse’nin iyi bildikleri tiyatrolarda sahnelenen temsil ve operalardan söz etsek yerinde olur. Pon de Vel, şu sıralar ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
– Oyun yazarlarımız yazı yazmayı bırakmışlar gibi, artık bize iyi bir piyes getirmiyorlar. Seni seviyorum, sen de beni seviyorsun diyecek gibi aşk ve macera konulu güldürü (vodvil) türü, hiçbir sanatsal değeri olmayan basit piyes ve temsiller sahneliyoruz, bıkkınlık vermiş durumda.
– Bunun sorumluları kimler, biliyor musunuz diye Louise sordu, sorusunun yanıtını beklemeden kendi verdi: – Yaşam sorunları konusunda yeni düşünceler içerecek piyeslerin yazılıp sahnelenmelerine izin vermeyen kişi Orleans Düküdür. İşte, anne, ben işin gerçeğini söylüyorum, uyduruyor değilim.
– Söylemek istediğimi, İsabelle-Louise, – Pon de Vel omuzlarını birleştirirek, ellerini oynatarak İsabelle’e gülümsedi, – sen söylemiş oldun. Markiz Marie-Claire boşuna üzülüyorsun, İsabelle-Louise’nin dediklerinde ben sakıncalı bir taraf görmüyorum. Bu nedenle oyun yazarlarımız yeni piyesler yazamıyorlar. Bu nedenle François Marie Arouet Voltaire de Fransa’yı terk etmek zorunda kaldı.
– Sığındığım Fransa’nın kendi çözemediği sorunlarını çözmek bana düşmez, – dedi Lord Bolingbrok Saint-John, – ama gerçeği söylemek gerekirse, Fransa’da politik sorunlar böyle yürüyor, sadece burada değil, İngiltere’de de aynı durum var. Her ülkede demir yumruklar halkın tepesinde… Görüyor musunuz, istesek de istemesek de politik konulara dönmüş bulunuyoruz. Politika iyileştirilemeyen bir hastalık, bu hastalığa yakalanan kişinin tedavisi zordur… İzlediniz mi bilmiyorum, – lord sözlerini hemen değiştirdi, ben “Pyram ile Tisbar” operasını beğendim. Kim yazdı onu?
– O operayı Franker, Rebel ve Lazer birlikte yazdılar, – tiyatro sanatı konusunda bilgili olduğunu belirtir biçimde Kont Arjantal konuştu.
– Ben de onu, Markiz Calandrini ile birlikte izledim, beğendim, düşündürücü yanları var, – Ayşet de operaya ilişkin görüşünü belirtti.
– Markiz Julie Calandrini örnek, akıllı bir kadın, – Calandrini adını Ayşet’in söylemesi Lord Bolingbrok’u memnun etmişti, – ben onu iyi tanırım, şimdi aramızdan ayrılan üvey annemin kız kardeşi. Bu nedenle operayı her ikimiz de beğenmiş olmalıyız, – lord işi şakaya vurdurarak konuşmasını sonlandırdı.
Birbirini seven, aynı sofrada oturan, içlerinden geldiği gibi konuşamayan iki kişiden daha zor durumda olan birileri olamaz. Bolingbrok ve Ferroller bunu anlamış olmalılar, birer bahane uydurup Edie ile Ayşet’i sofrada bir başlarına bırakıp salona geçtiler.
– Aisse, biricik sevgilim, seni gördüğüm için içim sevinçle dolu, buluşma günümüzün saatini iple çekiyordum… – aralarında sofra durduğu için iki sevgili ellerini buluşturdular, – nasıl buraya geldin? Bolingbroklar bilerek mi bizleri bir araya getirdiler?
– Hayır, Edie, kardeşlerim habersiz beni buraya getirdiler.
– Aisse, biricik sevgilim, seni çok seviyorum.
– Ben de seni Edie. Benim senden saklı şeyim yok. Ama bunu başkalarının öğrenmelerini henüz istemiyorum.
– Olur, olur, Aisse. İlk aşk dedikleri de bu. Ebedi bir aşkla yuva kurma konusunda sana güveniyorum, kabul edersen, hemen şimdi, Bolingbrokların ve kardeşlerinin tanıklığıyla üstümdeki yemini, evlenme engelini atarım.
– Hayır, Edie, şimdi değil, daha sonra… biraz süre geçsin, daha sonra onu konuşuruz… Hadi salona geçelim, burada yalnız oturursak ayıp olur…
(Devamı gelecek)
İshak Maşbaş (tarihi roman, s. 408-419).
Tüm ifadeler:
Semih Akgün, Shawshoo Erdemnuri Ilhan ve 14 diğer kişi