Site icon MEFENEF

Ayşet-32 (s. 225-237)

Ayşet-32 (s. 225-237)

Ayşet – 32 (s. 225 – 237)

Kötülük kimden gelir, iyilik neye benzer? Bunlar insanın hep sorduğu şeyler, insanoğlu yaşadıkça böyle şeyleri düşünüp durur. Her şey bununla sınırlı değil, ama bunlara yanıt bulamayıp aramızdan ayrılan ya da  yanıt bulduğunu söyleyen kişi sayımız da az değil. Buna akıl erdiremeyenler, farklı düşünenler ve bütün bunları umursamayanlar da alabildiğine çok.

Charles de Ferriol sık sık “İyilik yapan değil, kötülük yapmayan iyi insandır” der. Bir kötü darbe almamış, hep iyilik dolu bir yaşam sürdürmüş tek bir kişi var mıdır? Böylesine bir algılaması  olan tek canlı yoktur, aramızdan göçenler içinde de yoktu. Yaşam  düzeninin, birbirini anlama ya da zor anlama üzerine kurulmuş olduğunu kimse anlamıyor, anlayacak gibi de değil. Bu gibi şeyleri, yaşam içinde karşılaşılan sorunları, kendi başına gelen durumlar üzerinden düşünmek, fikir yürütmek  ve sonuçlar çıkarmak Charles de Ferriol’ün sevdiği bir şeydi. Bu gibi konularla bu son yıllarda daha fazla ilgilenmeye başlamıştı.

Bunun nedeni ne olabilirdi? Yılları heba ediyor muydu ya da bilmediği yüksek bir duvara (dik kıyıya)  doğru yüzüyor ve sonunun ne olacağını bilememenin kaygısını taşıyor olabilir miydi? Yaşamı anlamak kolaydı, ama sorunlarını çözmek o kadar kolay değildi. Kendi kendisine böyle diyordu. Ancak, “insanın gölgesinin önden gittiği gibi, bundan  kendi de kendi gölgesinin peşinden gitmeli anlamı çıkmaz” diyerek, bazen kendine yönelik öğütlerde bulunuyordu.

Bir akşam iki saat boyunca Paris’in en ünlü restoranı “Grafik”de Jeanette-Nicole ile oturup konuştuğu günü anımsadı: “Akıllı, zeki bir kadın, güzel, kişilikli, sorduğun sorulara karşılık verebiliyor, benim bildiğim ülke ve dünya tarihini biliyor, edebiyat ve dünya tiyatrosunu da tanıyor. Onları ve daha başkalarını, elçilik mesleğim gereği  bildiğim şeyleri, benden çok daha genç olduğu halde, nasıl öğrenmiş bilemiyorum. Aisse’nin sempatik ve esprili olma nedenini şimdi anlıyorum, onun zeki bir kız çocuğu olduğunu, daha ilk günden anlamış ve kuşku duymamıştım, ya şimdi… Charlotte-Elizabeth Aisse’ye Çerkeslik ruhundan çok daha fazla Fransızlık ruhunu katan kişinin Jeanette- Nicole olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyorum. Aisse,  güneş kralımızın gece kutlama balosunda muhteşem  bir boy gösterdi, kıskananlar ve imrenenler bile, onu bugüne değin anlatmakla bitiremiyorlar. Bir kont, bir büyükelçi olarak bana eş olacak, bana ayak uyduracak kişi Jeanette- Nicole olabilirdi… Ama seni eğitecek,  seni adam edecek akıllı bir kadını ne yapacaksın!.. Aramızda kaç yaş fark var, on üç- on dört yıl. Aisse ile  Jeanette- Nicole arasında? O da o kadar. Yine de geç kalmış sayılmayız, kanı donmuş kart kız yerine kanı kaynayan genç bir kız çok daha iyi olmaz mı…”

– Charlotte-Elizabeth Aisse’ye Çerkes eğitimi konusunda daha önce söylediklerimi, Jeanette- Nicole, unutmanı rica ederim, – diye restoranda söylemiş olduğunu anımsadıO sözlerin için, kont, seni kınayacak değilim. Farkında olmadığın şeye üzülmen sorun değil, o şey küçük kızın nedeniyle olursa, birçok şey aklına gelebilir. Sana kırılmış olmam o nedenle değil,

– Aisse’nin Çerkes giysisi olabilir mi? – konuşurken bir kadının sözünü kesmek Charles de Ferriol’ün tarzı değildi, ama Jeanette- Nicole’ün sözünü kesti.

– O konuyu konuşup kapatmıştık, kont, – deyip Jeanette- Nicole kontun sözünü kesti: – Charlotte-Elizabeth Aisse’nin elbisesi konusunda kraliçenin dediğini duydun.

Charles de Ferriol daldığı anılarından sıyrılarak Jeanette-Nicole’ün sözlerini içinden tekrarladı: “Ortada bir kalp varsa, kont, üzüntüsü de eksik olmaz…” “Bununla bana ne demek istedi? Kalp üzüntüye, sevince ve hakarete, hepsine katlanır, başa çıkamadığında da durur. Bana söylemek istediği şey  bu olabilir mi? Bu şey bilinmeyen bir şey değil ki – dünyamız kadar geçmişi olan bir deyim. Böyle diyorum, ama şimdi daha yakınlaşmış  olduğum  Jeanette-Nicole nedensiz konuşmaz. Sözlerine derin içerikler katar, dinlemeyi, sormayı, yanıtlamayı, gülümseyeceği-gülümsemeyeceği durumları bilir. Bu şey iyi mi kötü mü? Böyle biri karın olacaksa, kötü, birlikte çalışacaksan, iyi. Yine de onda bıkmayacağın bir yan var: Sıcaklığı, soğukluğu, farkında olmadan insanın içine işliyor. Bu nedenle ya da başka bir nedenle olmalı genç yazar Claudine- Alexandrine’in onu kıskanmakta olması? Güzelliği- mükemmelliği ile kıskandığı kadını kardeşine uygun bulmaması da bu yüzden olmalı. Böyle birini yazılarında tanıtmak, göstermek iyi olmaz mı. Ama Jeanette-Nicole ile Claudine- Alexandrine, ne denli güzel ve akıllı geçinseler de,  Charlotte-Elizabeth Aisse’nin, benim küçük Çerkes kızımın eline su dökemezler… “

Kontun kendi bildiği, başkalarından gizlediği bir huyu vardı: Tek bir kadın, tek tip yemeklerden, tek tip giyinmekten ve tek bir cadde boyunca  yürümekten çabuk bıkardı. İşin ilginç yanı, yıllarca omuzladığı devlet, elçilik  hizmetlerinden hiçbir zaman bıkmadı. Fransa ve kral için deyin, onu kimse durduramazdı. Kendi Fransız kimliğine verdiği değer gibi, bulunduğu, hizmet verdiği Türkiye’ye de değer veriyordu, başka uluslardan Türkiye yararına bir şeyler koparmayı ve elde etmeyi amaç edinmişti, bu gibi konularda karşısına çıkanlara verecek yanıtı, diyeceği sözü olurdu. Kendisini anlamak istemeyenlere, Adıgelerin “Deli ile karşılaşırsan, ısrar da ederse, şapkanı verip geç” (Dêlem kayğe vıkišıme, vipao yeti, bleć) dediği gibi, fazla üstelemez, sorun yaratmazdı.

“Bir ara Müslümanlarla Katoliklerden konuşurken, dediklerimi beğenmeyen Pierre bana ne demişti? – Charles de Ferriol anımsadığı o şey konusunda, üzülüp üzülmediği anlaşılmaz bir biçimde gülümsedi. – “Unutma, kont, Müslümanların “haçlılar” diyerek yüzyıllarca bizimle savaşmış olduklarını”. “Unutmazdım, biz de, Müslümanları aşağılamış ve  “dinsizler” diyerek onlarla savaşmamış olsaydık… “. “Kont, hangi tarafı suçluyorsun? “. “Başpiskopos, sorduğun şeyi yanıtlamak kolay şey değil. Ama anlayacaksan, soru sorarak seni yanıtlayayım: Topraklarımıza girenler Araplar mı, yoksa onların topraklarına girip savaşanlar Fransızlar, İspanyollar ve Portekizliler midir?.. “Gerçeği aramak  istiyorsan, söyleyeyim: O Katolik inancını aşıladığın Çerkes kızı Charlotte-Elizabeth Aisse’nin soydaşları olan Memluklardır Arapları ve İslam dinini savunmuş olanlar. Batıda bizimle çarpışmakla yetinmediler, doğuda da Moğollara karşı koydular, onları Mısır’a sokmadılar, İslam dinini korudular”. “Seni dinliyorum, Arapların İslam dinini benimsemesen de, tarihlerini ve dinlerini bilen birisin,  ama Charlotte-Elizabeth Aisse’ye ilişkin bana yönelttiğin suçlamada haksızsın. Ben Aisse’ye Katolik inancını benimsetmedim, sadece Katolik  dinine kaydettirdim. Bizin haçlılarımızın kılıçla başaramadığı şeyi ben iyilikle, barışçı yöntemlerle başardım. Sen inanarak Katolikliği benimsedin, Tanrı katında evlenmeyeceğine söz verdin, ama Jeanette-Nicole ile ilişki kurarak andını bozdun, uygun mu bu yaptığın şey? Bunu ikimiz de biliyoruz, beni yanıtlamazsan da olur…”

Bir ses duymuş gibi kont daldığı düş dünyasından uyandı, kulak verdi, ardından bahçeye bakan pencereye doğru gitti. Henüz erkendi, günü ağartacak sonbahar güneşi doğu ufkunu henüz  kızıllaştırmaya başlamıştı. Paris üzerindeki gökyüzünde tek bir bulut yoktu, dünkü gibi bugün de havanın sıcak geçmesini umuyordu. Uyanmaya başlayan kent de, değişik ses ve uğultular içinde, tıpkı İstanbul’da olduğu gibi ortalığı çınlatmaya başlamıştı. Seine (Sen) Nehri üzerindeki bir gemi de öteye beriye dolandıkça  korna çalıyordu.

Nedir bu gün aydınlanmadan  duyduğum fayton sesi? Fayton Ferriollerin büyük bahçe kapısı önünde durdu. Faytondan tek başına Claudine-Alexandrine indi. Gizli saklı şeyim yok, kim olursa olsun, herkes beni kıskansın der gibi başı dik ve vakur,  güzel boyuyla bahçeye girdi, acele etmeden, yavaş yavaş, kendine değer vererek eve girdi.

“Bu kadın kendisi ile evlenmemi, İstanbul’a götürmemi benden bekliyor… – gördüğü ve söylediği şeyden mutluluk duyarak kont gülümsedi ve kendi kendine söylendi: – Her istediğini elde edemezsin demeleri boşuna değil. İstediğimde ulaşamıyorum, istemediğimde de beni yakıyor. Bu kadın neredeydi, nereden geliyor?.. Kimin yatağından, kimin kucağından kalkıp gelmiş?.. Ne diye bunun için üzülüyorum ki? Biri açık, diğeri gizli, biri kendine saygı duyuyor, öbürü kirli. Ötekine berikine değer biçmek, eleştirmek ve suçlamak istemiyorum. Bu Claudine-Alexandrine kendini güzel görüyor, hava yapıyor ama benim Charlotte-Elizabeth Aisse’min tırnak ucu bile olamaz. Jeanette-Nicole dışında, onun zekası ve güzelliği ile boy ölçüşecek biri ile de karşılaşmadım… Aisse olmasaydı, bugünkü edebiyat söyleşisinde  konuşmamı istemiş olmasalardı, diplomatik işlerimi ve diğer işlerimi bitirmiş, Paris’ten ayrılmış ve İstanbul’un yolunu tutmuş olurdum. Türkiye ve Doğu Dünyası konusunda beni dinlemek istediler. En çok da François ile Arjantal ricada bulundular. Onların istediği şeyi Aisse istemedi, ama belli etmedi. Bir şey demediyse de onun bundan hoşlanmadığını tutumundan anladım…”

Öğleden sonra saat 16.00’da yapılması kararlaştırılan edebiyat söyleşisi, Charles de Ferriol’ün ricası üzerine sabah saat 11.00’e alındı. Bir gün önce, Cuma günü eve dönen Ayşet’in gece boyunca ve sabahleyin başka düşündüğü şey olmamıştı. Sabahleyin gelen ılık sonbahar güneşi Ayşet’i sevindiriyordu, endişesini dün olduğu gibi, konta söyledi:

 

Charles de Ferriol üzgün olduğunu belli etmeden bir iç çekti: “Duyuyor musun, kont, bunun ne dediğini!.. “ Kont, uzatmadan konuyu kapattı:

Sonbahar rüzgarının harekete geçirdiği değişik renkte ağaç yaprakları hışırdıyor, dallardan düşen sarı ve pembeye çalan yapraklar dönerek ve uçuşarak yere düşüyorlardı.

Gül ve toplanmış olan  kişilere bir baktı, hepsini tanıyordu, “bunlara ne diyeyim ki” diye içinden geçirdi: “Ne diyeceğimi biliyorum, ama beni anlayacaklar mı? Büyükler sorun değil, sorun küçükler, onları ikna etmek kolay olmaz… Aisse Türkleri övme dedi… , Charles Louis Montesqiueu bana bakıyor, François-Marie Arouet Voltaire beni süzüyor. Laroche, aile hekimimizi ve hizmetçi kız Sophie’yi ne diye getirdi ki?.. Öyle diyorum ama anlatacaklarım en çok da onun ilgisini çekecek. Kim onu çağırmışsa teşekkür ederim… “

“Bu çocukların bana  gereksinimi kalmadı”, – diyerek Charles de Ferriol, Claudine-Alexandrine’e baktı ve bu duyduklarından memnun olmuş gibi ona gülümsedi. Ama, Ayşet karşı çıktı diye Türklerden iyi yönleriyle söz etmekten de geri kalmadı. Bir saat süren konuşması boyunca Türklere ilişkin tek bir olumsuz eleştiri getirdi: Kadınlarının örtünmelerini, bol ve uzun entariler giymekte olmalarını beğenmediğini söyledi.

Laroche’un Fransa için söylediği sözler üzerine François Voltaire alkış tuttu, diğer gençler ve Charlotte-Elizabeth Aisse de, hep birlikte Laroche’u alkışladılar. Claudine Alexandrine, MarieAngélique ve Sophie de diğerlerinden geride kalmadılar. Kont, bu gördükleri ve duydukları için sevindiğini söyledi:

İshak Maşbaş (tarihi roman- s. 225-237) – 32.

 .   

Exit mobile version