XI
Komedi tiyatrosu dönüşünden birkaç gün sonra Kontes Marie Angélique (Mari Anjelik) Ayşet’e çıkıştı:
– Aisse (Aïssé; Ayse), sana kırgınım.
– Neden, anne?
– Küçükken daha sevimliydin, şimdi içine kapanık biri olup çıktın.
– Niçin böyle konuşuyorsun, kalbim her zaman sana açık.
– Konuşma, konuşma, her şeyi biliyor ve görüyorum. Tiyatroda Orleans dükü ile ne konuştuğunu bana anlatmadın.
– Bunun gizlisi saklısı yok ki. Baba, kral naibinin gelip bizimle konuştuğunu, hepinize selam gönderdiğini özel resepsiyonunda (furşette) söyledi ya.
– O, babanın, kontun dediği, ben senin gelip olup biteni bana anlatmanı bekliyordum. Anlıyorum, anlıyorum… Kimsenin artık umurunda değilim… Nikolay mareşalime büfede baktım, yaşlılık yüzünden akıyordu… Sen kontu düşünüyorsun, oysa ben şişmanlıyor, kilo alıyorum, ama umurunda bile değil… Görmüyor musun göz kapaklarımı, ayaklarımın şiştiğini?.. – Marie Angélique’in içi bunaldı, önceleri küçük bezlerle gözlerini sildiği gibi bu kez yapmadı, ağlamaya başladı. – Çok su içemiyorum, niçin böyle olduğumu bilemiyorum… Hatırlamıyor musun, Aisse, bir zamanlar narin, ince belli biri olduğumu?.. Siz bilmezsiniz, lafını etsek bile bir anlamı kalmadı, Nikolay mareşal ve niceleri etrafımda pervane idiler… Tiyatroda kimsenin gözüne çarpmadım, kimse yüzüme bakmadı…
– Marie Angélique anne, – Ayşet yanına oturdu ve onu okşadı, – moralini bozma, Balaryuk ya da Bourbon-Lancy’deki sağlık merkezlerine seni götüreceğim. Oralarının kaplıca suları sana iyi gelecektir.
– Gideriz, ama parayı nereden bulacağız, onu bilemiyorum… Gençlik dönemlerimizde Nikolay benim için harcamaktan kaçınmazdı, şimdi sanki cebinde diken var, eli cebine gitmiyor. Etrafında pervane olduğun konta da, resepsiyonda gereken birkaç yüz livreyi verdiremedik.
– Resepsiyon (furşet) çok mükemmeldi, anne.
– Bizi bırakıp gittikten sonra dönüp bir baksaydın mükemmel mi, değil mi anlardın… Şampanya tükenip konuklar birbirine bakmaya başladığında, gözümü kapayamazdım, şanslıymışım, cebimde biraz para vardı, yeniden 15 şişe şampanya ile yiyecek-meze getirttim. Pişman değilim, sizin için yaptım, lafın gelişi söyledim sadece.
– İyi olmamış, anne, sana nasıl yardım edeceğimi bilemiyorum.
– Konta söyle, – bu fırsatı beklermiş gibi kontes harekete geçti, – yeniden elini cebine atsın… Bu koca beyaz evle bu koca bahçe benim sırtımda, Augustine’nin gönderdiği azıcık para ancak o işe yetiyor. Kontun kendisi silkinmiyor, her yük bizim sırtımızda.
– Anne! – Ayşet bu sözler üzerine şaşkınlık geçirdi, gözleri fırlayacak gibi oldu. – Baba hasta, hasta biri için böyle şeyler söylenmez, evin Pazar, alışveriş gideri için diyerek her ay sana para veriyor.
– Onu da mı biliyorsun?
– Biliyorum tabii, evde yaşayan biri değil miyim?
– Öylesin, ama iş o senin bildiğin gibi değil.
– Öyleyse, anne, bana söylememen gereken şeyleri söylemiş olmuyor musun!
– Ben çok şey söylerim, Aisse, her sözüme takılma, – Marie Angélique ustaca söylediği şeyi geri çekerken yine gözlerine ellemeye başladı, – seni nereye koyayım ki, seni büyüttüm, yetiştirdim… Zavallı kız kardeşim Claudine’i azarlasam da, bir şeyler yazıyor, kazandığı parayla geçimini sağlıyor. Sense bir meslek sahibi bile değilsin, her gün seni düşünüyorum, tamam şu olur diye sana uygun olur diyeceğim biri de yok. Bu söylediklerim nedeniyle, Aisse, bana gücenme, ama sana yeniden bir şey sormak istiyorum. Yarın ne olacağını Tanrı’dan başka bilen biri olmaz, kont bugün varsa yarın yok. Tanrı ömrünü uzun etsin, ama başına bir şey gelirse, sen ne yapacaksın, yaşamını sürdürmen için kont sana bir şey bırakmadı mı?
– Bıraktı.
– Ne kadar? – Marie Angélique’in rengi değişti.
– Yıllık dört bin livre almamı garantiledi.
– Fena para değil, geçinmene yeter. Ne zaman bunu yaptı?
– İki ay kadar önce. Hatırlar mısın, babanın iyi olduğu bir dönemdi.
– Evet, hatırlıyorum. Bütün bir gün evde yoktunuz, nereye gittiğinizi bilmediğimiz o gün bunu yapmış olmalısınız. Seni unutmadığı ve düşündüğü için konta teşekkür ederim. Dört bini on iki aya böldüğümüzde 300 üzeri livre eder, – kontes, kayın biraderinin sormadan yaptığı bu şeyden hoşlanmamıştı, ama belli etmedi, Ayşet’ten yana imiş gibi sözlerini sürdürdü: – Dört bin livreye bir o kadar daha ekleseydi yoksul düşmezdi, parası olmayan biri değil. Bunu mühürlenmiş resmi bir belge olarak mı sana verdi?
– Evet, niçin, anne, bana inanmıyor musun? İstiyorsan, göstereyim.
– Hayır, Aisse, birinin parasını kovalama peşinde değilim, sana inanıyorum. Şimdiye değin söylemedin… Söyleseler inanmazdım, gerçekten ağzı sıkı, ketum birisin. Şimdi taktığın altınların ve giydiğin elbiselerin kaynağını öğrenmiş oldum.
– Onlar, Marie Angélique anne, senin için yapmayacağım şey olamaz diyerek, baba bana aldı. Bunları bana aldığı için benden çok o seviniyor. Ne kadar eli açık ve merhametli biri olduğunu bilmez misin?
– Bilirim, bilirim… – Kontes gülümsedi. – Gelin olarak bu eve geldiğimden bu yana içinden gelerek bana bir şey aldığını anımsamıyorum. Kardeşi Augustine de ondan farklı değil, bir kadın olduğumu unutmuş, koca Ferriole ailesini sırtıma yüklemiş bulunuyorlar. Çok iyi, çok iyi, Aisse, kontun sana olan bu tutumundan memnunum. Ondaki varlık bende olsaydı, onun sana yaptığını ben de sana yapardım, ama yok, olmayan için vardır desen kim inanır ki… Bu yıllık gelir, irat dışında, Aisse, kont sana mülkünden bir pay vermedi mı? “Onun bu evde de payı var… – dedi içinden Marie Angélique – Kendi ailesini düşünmeden, malından, mülkünden kalanı öteye beriye dağıtıyor…”
Mülk sorusu üzerine, Ayşet, Marie Angélique’in ne demek istediğini ancak anlamıştı, ayıldı: “Ona rant gelirimi söylememeliydim. Babamın ölümünden sonra, mirastan 30 bin livre almam için babamın yaptığı vasiyetten iyi ki bahsetmemişim… Buna ben değil, babam karar verdi… Babam daha sağken Marie Angélique böyle sorarsa, babam öldükten sonra bana ne yapmaz ki…”
– Bana sorduğun mülk konusunu bilmiyorum, – Yalan söyleme durumuna düştüğünü bilerek Ayşet, kontese yalan söyledi: – Baba daha sağken niçin onun adına konuşuyoruz…
– Doğru diyorsun, Charlotte-Elizabéth Aisse, – Marie Angélique konuyu hemen değiştirdi, – öylesine sordum, yoksa başka bir niyetim yok, dükle karşılaşmış olmanız daha önemli, ona ne dediğinizi, onun size ne dediğini anlatmanı istiyorum… Gece boyunca gözünü senden ayırmadı, temsile değil sana bakıp durdu, sense ona hiç bakmadın…
– Marie Angélique anne, – bu söz üzerine Ayşet’in yanakları kızaracak gibi oldu ve kontese çıkıştı, – bu tür şeyleri bana söylememeni rica etmemiş miydim?
– Fransa’nın birinci kişisi, Orleans dükü öyle her gördüğü kadınla konuşan biri değil. Bunu niye anlamak istemiyorsun?
– Temiz biri, – birileri naip dükten yakınacak olduğunda söyleyeceği şeyi, kontese tekrarladı.
– Sana yaptığı iyiliğin karşılığını, ben de hasta konta sunuyorum demekle, Aisse, eline bir şey geçmez – Marie Angélique sesini yükseltti, ardından yumuşak sözcüklerle konuşmasını bitirdi: – Dünyanın güzelliklerinden alman gereken payı al, kendini yoksun bırakma.
– Bana gücenme, Marie Angélique, anne, ama sormak istiyorum. Bir kız çocuğun olsaydı, bana söylediklerini ona da söyler miydin?
– Aisse, kızım bir yana, senin yerinde olsam, aynı şeyleri kendime de söylerdim… Kraliyet Sarayı gecesine seni de davet edeceğini söylemişti, direnip de o fırsatı kaçırma. Uygun bulursan ben de sana eşlik ederim. Senin o çok beğendiğin Şövalye Blaise-Marie de Edie de, ne ki?.. Şövalye gibi sıradan kişiler her yerde bolca var…
– Marie Angélique anne!
– Tamam, tamam, bana bağırma!..
Marie Angélique ile Ayşet’i yerinden hoplatan yüksek bir şarkı sesi Kont Charles de Ferriole’ün odasından geldi.
– Baba!.. – Ayşet ayağa fırladı.
– “ Proserpina” operasından bir şarkı konağı çınlatıyordu.
– Evet, evet, sen bunun için doğmuşsun… “Baba” diyerek, ömrünü tüketeceksin. Tamam, ilk kez buna tanık olmuyorsun, sen olmasan da Destan ve diğerleri onu yatıştırırlar.
– Uzunca bir süreden beri baba böylesine kötüleşmemişti!.. Ayşet telaş içinde odadan fırladı.
– A-a, Adrienne sen misin?.. – Kont Charles de Ferriole şarkı söylemeye ara verip sordu.
– Baba, benim, ben Aisse’yim, – Ayşet kontun elini tuttu, – tanımadın mı beni?
– “Proserpina” ışığım, Proserpina sevgilim…” – diyerek kont, Ayşet’e bakarak şarkısına devam etti, ardından ve ansızın şarkıyı kesti, gözleri sağa sola oynayarak Ayşet’e sordu: – Aisse, ne diye şarkıma eşlik etmiyorsun?.. – yoksa “Bellerofona” operasını mı daha seviyorsun? – o operadan bir şarkıya başladı: – “Bellerofona, Bellerofona”, sevgilim, neredesin?.. Şöyle beni sıcak kollarınla bir sar, sıcak dudaklarını bir öpeyim…”
– Yeter, baba, sus!.. – Kont Charles de Ferriole’ün kendine doğru çektiği Ayşet ürkmüş halde kontun elinden kurtuldu.
– Korkma, şaka yaptım… – kont hiçbir şey olmamış gibi gidip yumuşak koltuğuna oturdu, öpmek niyetinde olduğu kızına kızdı: – Sana gücendim, Charlotte-Elizabéth Aisse.
– Bugün Marie Angélique ile senin başına ne geldi böyle? – Aşağılanmış bir durumla karşılaştığını geçiştirerek, Ayşet konta sordu, – O bana gücenik, sen de aynısını söylüyorsun, bir anlaşmanız mı var?
Bir süre konuşmadan oturan Charles de Ferriole gülümseyerek yanıt verdi:
– Bana sözünü ettiğin kontes, güvendiğim ve söyleştiğim biri değil. Şimdi soruyorum:
– Markiz Défan’ın salonunda Şövalye Blaise-Marie de Edie ile buluştuğunu ne diye benden gizledin?! – kont elbisesinin kollarını savurarak ayağa fırladı, odanın içinde koşuşturarak bir soru daha sordu: – Orleans dükünün Kraliyet Sarayına gitmeye hazırlanıyorsun, öyle mi?!. Benim bir şeylerden haberim olmadığını sanma, Paris’te benden habersiz kuş uçmaz. Benden habersiz dışarıya bir adım dahi atmamalısın. Anladın mı?
Ayşet bu türden azarlayıcı sözleri ilk kez duyuyor değildi. Bir gün nereden kaynaklandığını bilmediği bu tür sözleri kont kendisine yöneltmişti, ama o sıralar bu gibi sözlerin üzerinde fazla durmamıştı.
Ancak şimdi Kont Charles de Ferriole’ün dedikleri ile yapacağını söylediği şeyler… “Şaka kaldırır şeyler değildi! – Ayşet’in kalbinin içinden bir kartal kanat çırpar gibi oldu. – Baba seni kucaklar, okşar, seni uyarır, azarlar, seni korur, ama gözleri fırlamış biri gibi üstüne gelmez, dudaklarından öpmeye kalkışmaz, çirkin şeyler bunlar… Dahası aklımdan geçmeyen şeylerle beni suçluyor. Şövalye de Edie ile tanışmışsam ne olmuş… Kim bu haberi ona uçuran, kim azdırdı onu?.. Orleans dükünün Kraliyet Sarayı konusunda söylediği şey gülünç… Aynı şeyi bugün bana Marie Angélique de söylememiş miydi? “Konta bağlanmış oturup duracak mısın öyle, de Edie ile tanıştığımızı da konta hemen yetiştiriyorlar… “Evde oturma, evden dışarı çıkma, döndüğümde de seni evde bulmayayım” dendiği gibi… Kim ola ki bu laf taşıyıcılar? Baba ile aramızdaki yakınlıktan hoşlanmayanlardır. Peki ona kızı olduğumu unutturanlar kimler ola?.. Hasta, öyle mi? Hasta olmasaydı?.. İnsanın çaresizliğinden yararlanmaya kalkışmak ayıp ötesi bir şeydir. Ben onu ilk kez Konstantiniyye (İstanbul) esir pazarında gördüm. Şansım varmış ki, baba, beni o gün satın aldı. Ya bir randevu evi sahibine satılsaydım?.. Sana yapılan iyiliği unutmak yakışmaz, şimdi zor gününde babayı itelersem günaha girerim. “Göz ağrısı görülür, kalp ağrısı gizli kalır” derdi babaannem. “Başı ağrıyan eğri ağızlıyı sever” (Шъхьаузым жэгъазэ ик1ас) diye bir deyim de eklerdi sözlerine. Bana yakışıksız davrandı diyerek hasta babamı terk edemem. Marie Angélique yıllarca bana baktı, insan yaşlandıkça çocuklaşır derler, doğru olmalı, beğenmediğim bir şey söylemiş diye onun da kalbini kıramam. Ne de olsa, Pon de Vel ile Arjantal’in hatırı var…
“Sorduğum şeye niçin yanıt vermiyorsun?” der gibi Charles de Ferriole yalvarırmış gibi bir gözle kendisine bakmaya başlayınca, Ayşet ona acıdı ve yumuşadı:
– Evet, baba, anladım. Senden habersiz dışarıya adımımı bile atmam.
– Beni anlaman iyi oldu, Aisse… – Charles de Ferriole çökmüş göz yuvarlarından göz yaşları dökülerek ağladı. – Bu dünyada benim tek neşe kaynağım, tek umudum sensin…
– Baba, umudunu yitirme, – Ayşet gözyaşları içinde kontun karşısında dizüstü çöktü, ellerini tuttu ve öptü, – ben seninleyim, kardeşin Agustine, Pon de Vel ve Arjantal hepimiz senin yanındayız. Sophie, Desten, Laroche ve diğer çalışanlarımız, hepsi senin için ellerinden geleni yapıyorlar. Orleans dükünün adını anmak istememişti, – seni iyi yönlerinle andıklarını duydun, seni tanıyan ya da tanımayan ve seni soran çok kimse var.
– Sağ olsunlar, – kont daha rahatlamış halde sözlerine devam etti: – Amcan Augustin’in durumunu biliyor musun, zor durumda… – Bir süre sonra yeniden sordu. – Charlotte-Elizabéth Aisse, Laroche’un kendileriyle sırdaş olduğunu Guérin de Tansen kız kardeşler bana söylemediler.
– Laroche sana ne dedi ki? – kontun anlatmadığı şeyi, Ayşet, kuşku duymayarak sordu.
– “Bisert” hastanesi… – Kont Charles de Ferriole’ün yeniden göz yaşları dökülmeye başladı.
– Baba, öyle bir şey yok! – Ayşet kararlı bir tonda kestirip attı, sonra yumuşak bir sesle devam etti, – Bu şeyi unut, içini rahat tut.
– Öyle mi kızım? – Baba şefkati daha da belirginleşmiş halde, korktuğu şeyi yeniden sormadan edemedi, – Ne olur, Aisse, beni bu evde yalnız bırakma…
İshak Maşbaş (Tarihi roman, s. 349-356)