24 Temmuz 1923: Lozan Barış Antlaşması ve Kısa Bir Değerlendirme
24 Temmuz 1923’te İsviçre’nin Lozan kentinde Türkiye Devleti (TBMM Hükümeti) ile Birinci Dünya Savaşı galibi devletler arasında Lozan Barış Antlaşması imzalandı.
Daha önce, Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile yenik olarak çekildi, geçici sınırlar çizildi. Mütarekenin (Ateşkes Antlaşmasının) bir maddesine göre, galip devletler, çizilen ve Osmanlı yönetimine bırakılan yerleri de, güvenlik gerekçesiyle işgal edebileceklerdi.
Galip devletler bu maddeyi kötüye kullanmaya, aşırı müdahaleye, işi Osmanlı ülkesini yer yer işgal etmeye vardırdılar (Daha sonra 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşmasıyla galip devletler kötü niyetlerini iyice ortaya koyacaklardı). Osmanlı hükümeti durumdan memnun değildi. Başta, devleti savaşa sokup felakete yol açan İttihat-Terakki karşıtı bir iktidar vardı. İttihatçıların önde gelenleri ise kaçmıştı. O sıralar savaş sorumlusu sayılmayan milliyetçi bir tuğgeneral ve albay grubu İstanbul’da bulunuyordu. İttihatçı olmayan daha yaşlı generallerin (paşaların) desteğiyle, güvenilen genç generaller güvenliği sağlama amacıyla Anadolu’ya gönderiliyorlardı. Devletin bekası için de buna gerek duyuluyordu. Bu anlamda Tuğgeneral Kazım Karabekir Paşa Erzurum’a, Ali Fuat Paşa da (Cebesoy, anne tarafından Çerkes) Ankara’ya kolordu komutanları olarak atandılar (Nisan 1919). Erzurum’da henüz terhisi tamamlanmamış güçlü ve donanımlı bir kolordu bulunuyordu.
Osmanlı hükümeti Tuğgeneral Mustafa Kemal Paşa’yı (mirliva) 9. Ordu müfettişi olarak Anadolu’ya atadı. Mustafa Kemal yanındaki kalabalık teftiş heyetiyle birlikte İstanbul’dan ayrılıp 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastı.
Dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İzmir Yunan ordusu tarafından işgal edilmişti. Bu da Müslüman nüfus arasında genel bir tepkiye ve nefrete yol açmıştı. Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı milis kuvvetler (efeler) ve Ethem Bey (Çerkes) kuvvetleri tarafından bir direniş hareketi başlatıldı. Ethem Bey’i Oramiral Rauf Bey (Abaza) görevlendirmişti, Rauf Bey Mustafa Kemal’i destekleyen ve daha üst rütbede olan eski bir deniz subayıydı. Mondros Mütarekesini Osmanlı hükümeti adına imzalayan kişiydi.
Mutafa Kemal; Rauf Bey, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa’nın desteğiyle Erzurum ve Sivas Kongrelerini gerçekleştirdi, 7 Eylül 1919’da sivil savunma kuruluşlarını Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirmeyi başardı, Ankara’yı merkez seçti, ardından Padişah’tan seçim yapılmasını istedi.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi
Seçim yapıldı, 12 Ocak 1919’da toplanan Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde milletvekili çoğunluğu Mustafa Kemal yanlısıydı. Meclis 17 Şubat 1920’de Misak-ı Milliyi kabul etti. Kabul edilen metnin 6. maddesi Mütareke sınırları dışında kalmış olmakla birlikte, çoğunluk nüfusu Türk olan yöreleri de Misakı Milli (Osmanlı) sınırları içine almayı öngörüyordu, petrol bölgesi Musul gibi.
Buna bir tepki olarak İngilizler 16 Mart 1919’da İstanbul’u işgal ettiler, ardından Meclis’i bastılar, Rauf Bey ve beraberindeki bir grup Mustafa Kemal yanlısı önde milletvekilini tutuklayıp Malta Adasına sürdüler.
Büyük Millet Meclisi (sonradan TBMM)
Anadolu’da fiilen iktidarı elde bulunduran Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’ni Ankara’da topladı ve bir Meclis Hükümeti kurdu. Bu sırada Osmanlı Hükümeti yanlısı gerici ayaklanmalar (Biga, İzmit, Düzce, Yozgat, vd) patlak verdi, ancak BMM Hükümetinin emrindeki Çerkes Ethem Bey’in Kuvayı Milliye birlikleri tarafından bastırıldı. Ethem Bey çok sayıda kişiyi idam ettirdi, terör estirdi. Eski Çerkesler bu acımasızlığı nedeniyle onu nefretle anıyorlardı. Böylece, belki de bindiği dalı kesmiş, Çerkes nefretine yol açmış, Mustafa Kemal’in kendisini tasfiye etmesi işini kolaylaştırmış oldu. Mustafa Kemal Türkçü ve şeriat karşıtı biriydi, sertti, ama bu yönlerini öne çıkarmıyor, konumunu sağlamlaştırmaya öncelik veriyor ve planlı hareket ediyordu: Örneğin, gerektiğinde, taktik gereği “Anasırı İslamiye” (İslami uluslar, topluluklar, bunların birliği ve kardeşliği) ve Kürt livalarına (illerine) muhtariyet verilebileceği gibi sözler de edebiliyordu. Önce, Çerkes Ethem Bey’i destekleyen ve kendisinin olası rakiplerinden biri olan Ali Fuat Paşa’yı Moskova’ya Büyükelçi olarak atadı, ayağını ordudan ve Ankara’dan kesti ve onu etkisizleştirdi (1920). Ardından Çerkes Ethem’i tasfiye etti (Ocak 1921). Ordu’da güçlü rakibi olarak Kazım Karabekir Paşa kalmıştı.
Mustafa Kemal, denge siyaseti uygulayarak Sovyetlerden yardım elde etmeyi başardı, hibe anlamında para, silah, mühimmat, elbise, tıbbi ve askeri teçhizat aldı. Sovyetler kendi güvenlikleri açısından İngiltere ile kendi aralarında tampon bir Türkiye’nin bulunmasını istiyorlardı. Mustafa Kemal İngilizlere ve Fransızlara karşı da uzlaşmacı bir politika yürüttü ve başarılı oldu. Karşıt iki tarafı idare etmesini bildi.
Örneğin, Türkiye Komünist partisi lideri Mustafa Suphi’yi (Çerkes, Şapsığ olduğu söylenir) öldürttü, ama Sovyetleri dikkate alarak kendi kontrolünde düzmece bir Komünist partisi kurdurmaktan da geri kalmadı. Üstelik kız kardeşini, Fevzi Bey (Çakmak) ve İsmet Bey’i bile Komünist partisine üye yazdırdı. Ancak, daha sonra, “Şurası unutulmamalıdır ki, Türk âleminin en büyük düşmanı komünistliktir, her görüldüğü yerde ezilmelidir” dediği söylenir. Döneminde Büyük Şair Nazım Hikmet (anne tarafından Çerkes) başta, çok sayıda komünist ve solcu işkenceden geçti ve hapis yattı.
Durumunu güçlendiren Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Savaşı (22 Ağustos – 13 Eylül 1921) ve Büyük Taarruz (26 Ağustos 1922 – 18 Eylül 1922) sırasında Meclis’ten (TBMM) aldığı özel yetkilerle orduyu ve idareyi yeniden düzenledi (dizayn etti), güvendiği kişileri kilit mevkilere yerleştirdi, konumunu iyice güçlendirdi, bu gibi kritik konularda titiz davrandı, kendine güveni arttı, daha serbest hareket etmeye başladı:
Örneğin, Eylül 1922’de İzmir’den Ankara’ya dönüşünde, hiç kaçırmadığı Cuma namazına gitmedi. Yaverinin Cuma namazı vaktinin geldiğini hatırlatması üzerine de, “Artık ihtiyaç kalmadı”, dedi.
Ankara’da artık güçlü bir Türkçü iktidar oluşmuştu. İktidar Türkçü generallerden güç alıyordu (Bu son yıllarda ise Gülen Cemaati’nin orduya sızması ve iktidardan yüz bulması sonucu şeriatçı/ Nurcu subay ve generaller de çoğalmıştı). Yine de TBMM hükümeti için tasfiye süreci henüz gelmemişti. Orduda hala güçlü muhalifleri vardı. Lozan sonrasında onlar da tasfiye edilecekti.
Lozan Antlaşması
Antlaşmayı anlatacak değilim. Bilinen bir konu. Lozan Antlaşması Türkçü-laik kadronun başarısıyla sonuçlandı. Bu kadro Mustafa Kemal Bey, İsmet Bey (İnönü), Fevzi Paşa( Çakmak) ve Celal Bey(Bayar) gibi kişilerden oluşuyordu. İslamcı-Türkçü kadronun önce, bir şekilde ordu ile ilişiği kesildi ve cumhuriyetle birlikte tasfiye edildi, bazıları öldürüldü ya da idam edildi (1925-1926). İslamcı-Türkçü kadro Rauf Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Albay Refet Bey (Bele) ve Çerkes Ethem Bey (Pşav) gibi isimlerden oluşuyordu.
Lozan’da Türk delegasyonunun başı olan İsmet Bey (İnönü), “Müslüman unsurların – toplulukların – azınlık değil, eşit haklı unsurlar (uluslar) olduğunu, İslami uluslar arasında ayırım yapılamayacağını, kendilerine yönelik hiçbir baskının söz konusu olmadığını ve olamayacağını” savundu ve başarılı oldu. Batılı diplomatik delegasyonların yanında, İslamcı-Türkçü muhalefeti de oyuna getirdi. Azınlıklar (ekaliyet) din esasından gidilerek Rum, Ermeni ve Musevilerle (Gayrı Müslimlerle) sınırlandı.
Baskı dönemi
Lozan sonrasında Türkçe dışındaki Müslüman toplulukların (unsurların) dillerinde yapılan eğitim ve yayın faaliyetleri durduruldu, İstanbul Beşiktaş’daki “Çerkes Nümune Mektebi” kapatıldı (1923), diğer okullar (medreseler) yeraltına çekilmek zorunda kaldılar. Köylerde Çerkesçe eğitim din esası üzerinden veriliyordu. Bu nedende dini eğitime sınırlama getirildi ve durumu kontrol için Diyanet İşleri Başkanlığı oluşturuldu. Müslüman azınlıklara yönelik baskı ve Türkleştirme çalışmaları, özellikle 1925 Takriri Sükun Kanunu ile artırıldı, hedefteki ilk topluluk Çerkesler oldu, “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyaları yoğunlaştırıldı. Kampanya Kürtleri pek etkilemedi. Çünkü Kürt ve Arap çoğunluk geniş bir coğrafyaya yayılmıştı ve zaten çoğu Türkçe bilmiyordu. Daha sonra Kürtlere ve özellikle de Dersimli Alevi Kürtlere yönelik sert operasyonlar başlatıldı. Harekatlar 1938 yılı sonlarına değin zaman zaman yoğunlaştırılarak sürdürüldü. Askeri okullardaki Kürt, Çerkes ve Gürcü kökenli öğrenciler okullardan atıldı.
İsmet İnönü cumhurbaşkanı olunca, Türk kökenli olmayan kişilere yönelik ayrımcılık hafifletildi ve Türk kökenli olmadığı tespit edilen Sünni öğrencilerin askeri okullardan atılmalarına son verildi. Ancak, Sünni -Türkçü politikalar günümüze değin, AKP hükümetleri de dahil, özellikle askeri darbeler dönemlerinde sertleştirilerek sürdürüldü.
Lozan’da Müslüman azınlıkların Türklerden ayrı bir unsur (etnik topluluk) oldukları kabul edilmedi ve Türk olmayan toplulukların hakları güvence altına alınmadı, Türkçü kliğin dediği oldu, katı bir milliyetçi-Türkçü atmosfer oluşturuldu. Şimdi bunun sıkıntıları yaşanıyor. Türkçü klik, günümüze değin şaşırtıcı bir başarı elde etmeyi başarmıştır. Bu da Türkçü kliğin son derece titiz, hesaplı ve planlı hareket etmiş olduğunu gösteriyor. Ancak şimdi HDP ve sol partilerden oluşan güçlü bir siyasal muhalefet de filizlenmiş bulunuyor. Bunun bir sonucu olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2015 yılından beri, anayasayı değiştirmek için istediği çoğunluğu bulamıyor.