Ayşet, bir iğne deliğinden iki iplik geçirilerek dikiş dikilemeyeceğini biliyor, çok şeyi düşünüyor, kendisine yapılan iyilikleri unutmuyor, kendisine kalmış olan tek şeyi, onurunu canı pahasına kimseye çiğnettirmiyordu.
Bu durumda Ayşet ne yapabilirdi? Kendisine tatlı dil dökenlere bağlanmıyor, onlara dayanmıyor, saygısız kişiler arasında da onurunu korumaya çalışıyordu. Uymaya çalıştığı Fransız toplumunda, çoğu kişi onu anlayamıyordu: Anlamayanlar laf dokunduruyor, anlayanlar da anlam veremiyor, şaşırıyorlardı. Ayşet Fransızların gelenek ve göreneklerini benimsememiş, onlara uyum sağlamamış biri değildi. Yaşı ilerledikçe Adıge özelliklerini yitiriyor, Fransız özelliğinin kendinde ağır bastığını algılıyor, hissediyordu, kadın onuru, ona kendini bırakma, yanlış yola sapma diyordu.
Büyük annesinin, “Sen bir yabancı isen, keskin gözlü olsan da kör sayılırsın” diyen sözleri şimdi doğrulanmış oluyordu. Bu bilgece sözlerin yararını da zararını da görüyordu. İçine düştüğün insanlara ayak uydurduğunda, içinden çıktığın ulusla olan bağın zayıflar. Ulusal anılarından kopmuş olsaydı, Ayşet gerçek bir Fransız olur, diğer Fransız kadınlarının içinde erir, çoluk çocuğa karışıp giderdi. Ama Ayşet diğerlerine benzemiyordu, güzelliği ve insanca yanı onu farklı kılıyordu: Erkekler onu arzuluyor, kadınlarsa kıskanıyor, kendisini satın alan ve büyüten kontun ona karşı duyduğu arzuysa, ağza alınacak gibi değildi. “Papanın bana karşı duyduğu şeyleri… beni öpmeye kalkıştığını Edie’ye söyler, verdiği mektubu ona okutursam, bana hangi gözle bakar, her zaman o kirli sahne aklına gelmez mi?.. O zaman hemen kararını ver, beni bu çirkin kişilerin içinden çekip al, beni babamdan koru diye yalvaran biri konumuna düşmüş olurum. Bu mektup olmasaydı diğer davranışlarını hastalığına verir, bağışlar ve unutabilirdim… Ama bunu yazan kişiye asla laf anlatılamaz. “Yazdığımı oku, sonra konuşacağız” demişti. Ama çekingen hareket ettiğimi sezmiş olabilir mi, bilemiyorum. Karşımda diz çökmesi ve bana bu mektubu yazdığı için utanıyor ve pişmanlık duyuyor olabilir mi, bilemiyorum, bir şey de demiyor. Öyle olması daha iyi. Aynı kanı taşımıyor olsak da, beni kızı olarak çağırıyor, değer veriyor, ben de ona “papa” (baba) diyorum, beni şimdiye değin büyüttü, beni hiçbir şeyden yoksun bırakmadı…”
Ansızın ortaya çıkan sert rüzgar ağaç dallarını birbirine çarptı, rüzgar pencere aralıklarından öterek sızmaya, kapıyı sarsmaya başladı. Bütün gün sesi çıkmamış olan kont için Ayşet telaşlandı: “Bu rüzgar papaya yaramaz, – diyerek ayağa fırladı, – ilacını içirmek, teselli etmek ve yumuşatmak gerekir, yalnız bırakmaya gelmez. – dedi, ancak Ayşet, nasıl ayağa fırladıysa o biçim kendini dizginledi. – Hayır, hayır, papa odasında yalnız… – Kapıyı açtığında, Sophie’nin koşarak geldiğini gördü, kontun seslendiği odaya doğru Desten ile Laroche’un gittiklerini de gördü. – Yalnız olmayacaksam, sorun çıkmaz…”
– Gidelim, Sophie, papa bizi çağırıyor… – Ayşet’in morali yerine geldi.
– Duymuyor musun, seni değil Laroche’u çağırıyor.
– Şu an Laroche’tan önce, onun yanında ben olmalıyım.
Ayşet’le Sophie, kontun odasına girdiklerinde, kontun yorgan altına girdiğini, iki kişiyi azarlamakta olduğunu gördüler:
– Türk şeytanlar, ne diye başıma üşüştünüz?.. Yıkılın karşımdan… Siz de, iblisler, huysuz Claudine Alexandrine ve Marie Angélique, ne derseniz deyin, ne yaparsanız yapın, Charlotte-Elizabéth Aisse’mi başı boş gezen şövalye ile evlendiremem, yüzsüz Orleans dükünün de onunla oynamasına izin veremem. Aisse, benim herşeyim, şimdi nerede?! Seni benden kapmak istiyorlar… Seni kimselere bırakamam!..
– Papa, kimse beni senden kapıyor değil, – Ayşet göz yaşları içinde konta yanaştı, – işte yanındayım, Sophie, Laroche, Destan da yanındalar. Şeytan da yok, İblis de, şu yorganı üstünden atıp ilacını iç.
Charles de Ferriol sakınarak yorganın altından başını uzatıp baktı, odadakileri tanıdı ve seslendi:
– Sizler misiniz?.. Ben başka birilerini görüyordum… Ne diye karşımda dikiliyorsunuz?.. Kaybolun. Ayşet, getir ilacımı. Sen içirirsen yararını görürüm. – İlacı içtikten sonra biraz yattı, ardından konuştu: – Sizler, Laroche, ne diye hala buradasınız, işlerinizin başına dönün. Sen de, Sophie. Biz, Aisse ile baş başa oturacağız ve konuşacağız.
– Hayır, hayır, Sophie, sen kal, – Ayşet telaşlandı.
– Laroche’la Desten’in gülümseyerek odadan çıkmaları üzerine, kont, Sophie’ye aldırmadan sordu:
– Ne oldu, Aisse, bana artık güvenmiyor musun?
– Beni kızın sayıyorsan, papa, sana güvenirim, ama bunun dışında söylemiş olduklarını ve bana yazdığın yazıyı sana yakıştıramıyorum. Bunları unutursan, eskisi gibi beni kendi kızın sayarsan, ben de seni babam olarak görür, beraber yaşarız, senin bana yaptığın iyilikleri unutacak biri değilim.
– Duydun mu, Sophie, senin kontesinin neler söylediğini? – Charles de Ferriol gülümsedi, gözleri fırlayacak gibi bir halde sözlerini bağladı: – Sana yaptığım iyilikleri anlamamışsan, sana yazdığım yazıyı ve ne demek istediğimi de anlamamışsın demektir. Beni yaşlı, aklını yitirmiş biri gibi görüyorsan, sonra pişman olur ve beni kaybedersin! – Kendinden geçmiş gibi kontun gözleri dışarı fırladı. – Sophie, buradan gitmen sana söylenmedi mi?!
Charles de Ferriol, yanında oturan Ayşet’i, kalkmaya kalkıştığında uzanıp kolundan yakaladı.
– Papa, daha ileri gitme, kendine gel! – Ayşet, kontun elinden kurtulup kapıya doğru koştu, kapıya varınca korku ve gözyaşı içinde geriye dönüp konuştu:
– Bağışla beni, kalbini kırmak istemedim.
– Aisse, Charlotte- Elizabéth Aisse, dur.
– Hayır, papa, şu an bana bir şey söyleme… – kızgın ve uğradığı aşağılanmanın üzüntüsü içinde Ayşet, elini kalbine bastırarak kontu “papa” (baba) diye çağırdı, ardından daha yumuşak bir sesle fısıldadı: – Sana yakışmayan ve sana yakıştıramadığım bu tür davranışların için bir daha düşün.
Ayşet ateşler içinde odasına doğru koşuyordu, yine de kızgınlık içindeki kontun oda kapısına doğru bakmaktan da geri kalmıyordu.
– Gidelim, Aisse, haydi… – diyerek Sophie, Ayşet’in koluna girdi ve onu odasına götürdü.
Ayşet Sophie’nin kolundan çıktı, göz yaşları dökerek ağladı, kendine gelince konuştu:
– Kimsesiz biriysen böyle şeyler başına gelebilir… – kontun odasına doğru baktı ve dinledi, sonra sözünü tamamladı: – Yine papaya kızıyor değilim… Şaşırma, Sophie, hasta birini suçlayamam…
– Öyle diyerek, – Sophie, Ayşet’in sözünü kesti, – onu şımarttınız!.. Hasta ise, hastalığını bilsin… İstediği her şeyi yerine getirerek, onu iyice şımarttınız.
Ayşet duyduklarına şaşırdı, üzüntüsünü unutarak Sophie’ye gülümsedi:
– Sophie, senin bu denli katı biri olduğunu bilmiyordum…
– Kontun isteyip de elde edemediği ne var ki!.. Sen “papa” diyerek, öz kızının bile ona yapmayacağı hizmeti ona yaptın, etrafında pervane gibi dönüyorsun, yine de sana sulanıyor… Ölüm döşeğinde sayılır, yine azgın, hiç doymuyor… Öyleyse ben, ne olduğunu bilmediğin ve senden gizlenen bir şeyi sana söyleyeyim. Laroche’un her dediğine inanma. Fırtınalı, gök gürlemeli günlerde Laroche konta kadın getiriyor. Gördüğüm şeyi söylüyorum, gerisini bilmem, yanılıyor da olabilirim…
– Kendini suçlama, Sophie, – İçi yanıyor olsa da Ayşet gülümsedi, – ben de biliyorum, istersen adını da söyleyeyim. Adı Lulu. Daha önce Laroche’un sevgilisiydi.
– Aisse! – Sophie’nin yüzü kızardı, sesi yükseldi, – bu söylediğini duymasaydım keşke. Kont bu durumlara düşecek biri miydi? Sana bugün söylediği sözler bile yeter…
– Papa, hasta dedim ya sana, Sophie, ona kızma, – Konta olmayacak suçlamalar yapılıyormuş gibi Ayşet telaşlandı. – Bana ne derse desin, nasıl davranırsa davransın, Tanrı bunu alnıma yazmış, bana olan iyiliğini ölçüye vuramam, onu bağışlayacağım. – Bir iç çekti, kısa bir aradan sonra sözünü tamamladı: – Eğer bir çocuğu olsaydı bağışlamayabilirdim…
– Elbette öyle… – Sophie kendisine katıldı, Ayşet’in beklediği şeyi söyledi: – Ya sana saldırmaya kalkışırsa?.. Bu gibi bir kişinin ne yapacağı belli olmaz… Seni mahveder!
Rengi kaçmış halde Ayşet bir süre oturdu, ardından konuştu:
– Ben de o şeyden korkuyorum, Sophie… Ama senden bir ricam var: Bugün gördüklerini kimseye söyleme.
– Laroche ile Desten’in ağızlarını kapatabilirsen benden laf çıkmaz, – üzülerek bu sözü söyledi ve Ayşet’i kınadı: – Sen de iyi yapmıyorsun. Ne diye bir deliye bakmaya kalkışıyorsun? Bir zamanlar acıyıp ve biraz da para verip seni satın almışsa, çok mu önemli. Yaşam boyu ona kul köle olmak zorunda mısın?
Zor duruma düştüğünde, Ayşet’in ailesinin yok edilmesi, kendisinin çalınması, satılması, başka bir dine sokulması, karşı çıkarak Adıgece adını kabul ettirmesi, katıldığı yeni topluma ayak uydurmaya özel önem vermesi, kendisini çekemeyenlerin kendisi için “yabanıl Çerkes” demeleri, Adıgecesini unutmamak için kendi kendisiyle Adıgece konuşmalar yapması, bu gibi uzak ya da yakın geçmişi gözlerinin önünden geçiyor, gözyaşlarını siliyordu.
– Dediklerin doğru olsa da, Sophie, bir noktada sana katılmıyorum: Tanrıya hesap vermek var, hesap kolay verilemez, O’nun takdiri, bilgisi dışında bir şey başıma gelmiş olamaz. Ama Tanrının bana bağışladığı temizliği, aynı Tanrı benden istemiş olsa bile, Tanrı beni anlasın ve bağışlasın kimselere veremem. – Ayşet istavroz çıkarmaya başlayınca, Sophie onun demek istediğini anladı. – Ölümü onursuzluğa yeğlerim! Yoksa, Sophie, senin başka bir görüşün mü var?
– Hayır, Aisse… – Sophie çözüldü. – Daha on beş yaşıma basmışken üvey babam bana tecavüz etti, beni kirletti… Onun bana yaptığı bu şeyi annem kaldıramadı… Erkek gördükçe hala tüylerim diken diken oluyor, senden başka güvendiğim, dayanağım olan biri yok, böyle yaşıyorum. – Ayşet Sophie’ye sarıldı, bir süre öyle oturduktan sonra Sophie konuşmasının devamını getirdi. – Aisse, benim başıma gelenin senin de başına gelmesini istemem… Senin bir çıkış yolun var.
– Ne gibi bir çıkış yolu?
– Şövalye Edie ile evleneceksin!
– Sophie, sevgili kız kardeşim, canımın içi, – Ayşet duyduğu şeyden memnun kalmıştı, ama azarlarmış gibi davrandı, – teşekkür ederim, ben başka bir şey söylemeni bekliyordum… Hayır, hayır, Sophie, şövalyeyle ilişkim henüz dediğin aşamaya varmadı… De Edie’nin üzerinde evlenme yasağı var, bunu bilmiyor musun? Baştan şanssızmışız. Ayrıca hasta papayı bir başına da bırakamam.
– Böyle diye diye kont yüzünden mahvolup gideceksin!
– Sophie, Allah’tan kork, gereksiz şeyler söyleme… – Sophie’nin söylediklerinde gerçek payı bulunduğunu biliyordu, yine de dediklerine katılmadı.
(Devamı var)
İshak Maşbaş (Tarihi roman) (s.388-394) – V