Marie-Angélique Orleans Dükünün Feriollere geleceği günü gizlice Laroche’a söylemişti, öğleden sonra, şimdi onu bekliyordu, çok beklemedi. Kraliyet faytonu önde iki atlı, gerisinde de iki atlı eşliğinde Neuve-Saint Augustin caddesine çıktığında, hiçbir olağandışılık yokmuş gibi Laroche içeriden bahçeye koşup haberi kontese yetiştirdi:
– Konuk geliyor
– Aisse nerede?
– Desten’in gözetiminde konta kitap okuyor.
– Konta iki doz ilaç içirmişsin, dükle konuşurken uyuyup kalmasın sakın.
– Merak etme, kontes, bunu öncesinden düşünerek gerekli ayarlamayı yaptım.
– Jean-Batiste’in hazırladığı öbür ilacı Aisse’nin çayına kattığımızda onu uysal birine çevirebilir miyiz?
– Orleans Dükünün kadınlar için hazırlattığı bu tür ilaçların işe yaradığı uzun zamandan beri biliniyor.
– Bilmiyorum, bilmiyorum… – Marie Angéliqu ansızın inildedi, – öyle diyerek fazla ilaç katma sakın, kızcağızın günahına girmek istemem… Her neyse Tanrının dediği olur, bizim de başımızdan öyle şeyler geçmemiş değil.
Marie-Angélique kuşku uyandırıcı bir gözle Laroche’a baktı, yetmedi, asıl niyetini belli etmeyecek biçimde gülümsedi.
“Bil bakalım, şimdi bunun gerçek niyetini?” – doktor içinden kendine sordu. – Söylüyor – sonra vazgeçiyor – pişmanlık duyuyor.
Yıllar boyunca kontesin neye acıyıp acımadığını anlayabilmiş değilim, ikisini de oynuyor: Bir iyilik yapıyor, derken geri kapıyor. Aisse’yi sevmediği, sorunları ile ilgilenmediği için değil. Kaçırdığı gençlik günlerini anımsadığında, yapacağı şeyleri düşleyerek yaşıyor. Peki, Aisse onun doğurduğu kızı olsaydı, Aisse’ye bunu yapar mıydı? Claudine-Alexandrine kız kardeşi değil mi, aynı kanı taşımıyor mu? Kız kardeşinin yaptıklarını, aynı haltları birlikte yediklerini bilmeyen biri olabilir mi..”
– Laroche ne diye bekleyip duruyorsun? –doktorun vurdumduymazlığı Marie-Angélique’i şaşırtmıştı, bir çıkışta bulundu. – Kontu hazırlayıp konuk odasına getirin. Aisse de, bir türlü can vermeyen birinin başında, perişan oldu, çok önemli bir konuğumuzun geldiğini söyleyin de üst başına bir baksın.
Bir konuk geldiğini Ayşet’e söylemeye gerek yoktu – konuk odasından gelen keyifli sesler durumu açıklıyordu. Aynı sesler Kont Charles de Ferriol’e de ulaştı, kont başını kaldırdı, Ayşet’in okuduğu parçayı dinlemekten vazgeçip Desten’e seslendi:
– Yahu, Desten, ne diye oturup duruyorsun? Gidip ne olduğunu öğren. Bugün yarın diye birkaç aydan beri yolunu gözlediğim kardeşim Augustin-Antoine döndü mü yoksa?
– Hayır, kont, – Laroche geleni söyledi, – gelen kişi kont kardeşin değil, onu da bekliyoruz, şimdi gelen büyük bir konuk, Orleans Dükü senin için geçmiş olsuna geldi.
– O mu konuğumuz?.. – duyduğunu önemsememiş gibi sorup kızmış halde oturdu, biraz bekledikten sonra yeniden sinirlendi: – Hasta ziyaretine gelmesi için hasta olduğumu ona kim söylemiş!.. – Şimdi daha yüksek bir sesle haykırdı. – Ayakta duramayan yatağa düşmüş biri miyim ben?!
– Papa, hasta değilsin, rahat ol, – Ayşet kontun elini okşayarak tuttu, “dük senin için değil benim için getirildi” dedi kendi kendine, ardından kontu yatıştırmaya çalıştı: – Dük boşuna sana gelmiş, en güzel elbiseni giy de evimize gelen birine insanca bir karşılama yapalım.
– Tabii, Charlotte-Elizabéth Aisse, evimize gelen birine insanca davranacağız. – Kont, Ayşet’in “evimize gelen” sözünü beğendi ve güldü: – Desten, diplomat takımımı hemen getir, sen de Aisse, en güzel elbiseni giy, neye benzediğimizi düke gösterelim. Keşke dük geleceğine Kral XIV. Louis’nin kendi geleydi, ona çok şeyi söylerdim. Acelemiz yok, bir gün o da bize gelir. Doğru değil mi, Aisse, canımın içi?
– – Öyle, papa, – “Sakinleştiğini sanmıştım, ama bana duyduğu şeyi unutmamış” diye içinden geçirerek ve “papa” sözcüğünün üstünü bastırarak konuştu: – Konukla konuştuğunda dikkatli bir dil kullan, çok değil, az konuşanın daha akıllı olacağını ona belli et.
– Aisse, sana öğrettiğim şeyleri unutmamış olmana seviniyorum.
Orleans Dükünün alındığı konuk odasının iki büyük kapısı Desten denir denmez açıldı, Marie-Angélique gördüğü ve duyduğu şeyi bildirir şekilde konuştu:
– Kont Charles de Ferriol ve Kontes Charlotte-Elizabéth Aisse!
Ayşet’in güzelliği dükü ayağa kaldırdı, ayağa kalkma adeti olmayan Marie-Angélique de yerinde oturamadı.
– Büyük bir konuğumuz var, – dedi Kont Charles de Ferriol başıyla konuğu selamlarken, ardından sözlerine devam etti: – Geleceğin bana bildirilmedi, ama değer verip ziyaretime geldiğin için, bu eksikliği bağışlıyorum. Kontes Charlotte-Elizabéth Aisse’yi tanıyorsun, seninle tanıştırmam gerekmiyor. Peki, Kontes Marie-Angélique, konuğumuzu boş sofraya mı buyuruyorsun? – Kontun demesi üzerine sofradaki meyve ve tatlılara uygun düşecek şarap ve çay da bitişik odadan konuk odasına getirildi. – Dük, hangi şarabı beğeniyorsunuz?
– Benim beğendiğim şarap, kont, evinizde içilen şaraptır, – içinden “fazla gevezelik ediyorsun” diyerek dük, konta gülümsedi, – senin de bunu beğendiğini şimdi öğrenmiş bulunuyorum.
– Dük, yanılmamışsın. Kırmızı Burbon şarabıyla güzel kadınlara hep değer vermişimdir. Kadehlerimizi yeryüzündeki bütün güzel kadınlar için kaldıralım, bu şarabı sevdiğimiz gibi, erkekler de onları sevsinler!
– Papa… – dedi alçak sesle Ayşet, ardından gülümsedi.
– Evet, Aisse, evet, kontes ne demek istediğini anladım… Ama, ne olacaksa olsun, kadınlar adına bu kadehi içeceğim.
– Öyleyse, kont, – dedi dük, kurnazca Marie-Angélique ile Ayşet’e de göz ataraktan konuştu, – izin verirsen sözlerine şu eklemede bulunmak isterim: Soframızda bizimle birlikte oturan bu iki kadın yeryüzündeki en güzel kadınlardandır, onların onuruna bu kadehlerimizi ayağa kalkarak içelim.
– Öyle diyorsan, benim de onlar için yapmayacağım şey olamaz, senin altında kalmam, – dedi Charles de Ferriol, güçsüz ve dermansız olduğunu unutarak kalkmaya çalışırken şarap kadehinin yarısı üzerine döküldü, ardından koltuğuna yığıldı, bardakta kalanı içti, biraz oturduktan sonra konuştu: – İşte böyle, yiğitlik taslamak istesek de, artık yaşlandık… Sen de benden fazla geride kalmıyorsun, dük, kadınlar konusunda ne düşünüyorsun?.. Yaşlanıyorum diye sakın o işi savsaklama… Değerli konuğumuzun karşısında uyku mu bastırıyor beni… Neredesin, Aisse?..
– Papaya şarap yaramamış… – Ayşet ayağa fırladı ve kontun başını göğsüne yasladı, – uyuma ve dinlenme vaktin geldi… Papayı mazur görün, Fransa’nın ışığı, beni de bağışla, onu yatırmam ve dinlendirmem gerekiyor.
– Ülkenin en önde kişisi bize konuk geldi, mahcup düştük, Charlotte-Elizabéth Aisse, fazla oyalanmadan geri gel diye seslendi Ayşet’in arkasından, – yeter artık katlandığın onca zorluk, şöyle bir hava al. İşte durum böyle, sayın dük, kime anlatırsan anlat, gözleriyle görmedikten sonra, insan, Feriollerin kont yüzünden bu başına geleni kimseyi anlatamazsın… Üstelik Kont Auguste-Antoine Ferriol uzakta, iyi bir işi olup Paris’te bulunsa çok iyi olmaz mıydı? İki aileye bölünmüş olduk, kazancı bize yetmiyor. Gördüğün bu zavallı kontun başına geleni kim öngörebilirdi ki, üstelik evlenme çağına girmiş bir kız da başımıza kaldı. “Evlenme çağındaki kız” dememe şaşırma, dük, “papa” dediği kişinin durumunu gördün, hangi uğursuza yem olur o kız, kendini övme yerine başının çaresine baksa daha iyi olurdu. Kendisine baktığımız bu çerkes kızının beklediği özgürlüğü (azatlığı) ona verse bile, kontu terk etmez, kendisine yapılan iyiliğe karşılık vererek, ebediyen, yaşlı bir nine olana, kont ölüne dek başucunda bekleyip duracak. Bu kız senin gördüğün ve tanıdığın kızlardan değil.
– Doğru söylüyorsun, kontes, – dük gülümsedi ve kapıdan yana baktı, ardından içindekini kontesten gizlemedi. – Bu yıl onunla karşılaşmış olmasaydım, sözünü bile etmezdim.
– Ağzına almadığın şeyin tadını bilmezsin, dük, onu çok mu arzuluyorsun?..- Marie-Angélique karşısında oturan kişinin kral naibi bir dük olduğunu unutmuş, utanma arlanmayı bir yana atmış, sert bir bakışla ona bakarak sordu.
Düzenbaz dük de kontesle dalgasını geçti.
– Kontes, o denli kaygılanma, sana doğrusunu söyleyeyim: İyi bir dönemindesin.
– İnanmam! – Marie-Angélique duymak istediği şeyi duymuştu, yine kestirip attı, ardından kıkırdayarak içindekini söyledi: – Öyle diyorsan ne diye yokmuşum gibi daha ötelere bakıyor, öpüşmesini bile bilmeyen birini arzulayıp duruyorsun? İneğe göre buzağısı daha güzel görünür diye mi? – diyerek şakalaştı.
– Kapıya bakmaktan yorulmadın mı? – Marie-Angelika şaka mı ciddi mi anlaşılmayacak biçimde konuşarak dükü rahatlattı: – Kaygılanma, Charlotte- Elizabéth Aisse’nin evimizden çıkıp gideceği bir yeri yoktur, sonunda geri gelir, ama Şövalye Blaise-Marie de Edie’yi ona unutturabilecek misin, işte onu bilemem… – kontes Laroche dışında kimsenin bilmediği durumu yavaş yavaş ve şakaya vurdurarak düke duyurdu.
– François Voltaire’i ülke dışına sürdüğümüze, onun arkadaşı Lord Bolingbrok İngiltere’den buraya sürüldüğüne göre, biz de Şövalye de Edie için yapacak bir şey buluruz, – dük sorulan soruya düşünmeden yanıt verdi.
“Bu kişi, damat adayımız olma ötesinde, aşk peşinde koşan bu kart kişi amma da zalim biriymiş dedi içinden… – Marie- Angélique duyduğu bu sözler karşısında irkildi. – Tanrı kimseyi bu kişi gibi birinin yatağına düşürmesin!.. Onun gibi birinin hakkından, ancak benim gibi biri gelebilir, Aisse gibi çaresiz biri gelemez… Hey gidi hey, benim gibi hakkından gelebilecek birinin eline düşseydin dük görürdün gününü, iflahını keser, kadın denen kişileri görmekten bucak bucak kaçardın… Öyle ama, yüzümüze gülen, bizimle şakalaşan bu kişi için gereksinim duyulacak biri olabilir miyiz?.. “ Bir zamanlar içi kabarıp taşan kontes içinden kendi kendine konuştu, geçmiş ve bugünkü durumu karşılaştırdı, ne anlam vermediğinden içinin bunaldığı bir sırada Ayşet misafir odasına döndü.
Durum Orleans Dükü ile Kontes Marie-Angélique’in umduğu gibi gelişmedi: Odaya gelen Ayşet yüz hatlarıyla bir şeye üzülmüşse de fazlaca üzülmüş gibi de görünmüyordu, konuğun önünde ekşi bir surat takınmaması yönündeki Marie-Angélique’in ricasına uyarak, ayrıldığı sofraya yeniden oturdu ve konuşmaya başladı:
– Papayı rahatlattım, artık bir kaygı duymuyorum.
– Yaşlılıkta, bir de hastaysan çok şeyle karşılaşılır (değuabe xeĺ) dedikleri bu olmalı… – “onu rahatlatacak olan biz miyiz” Marie-Angélique kendisini överek, ona acıdığını Ayşet’e hissettirecek biçimde inildedi, ardından yakınlaşmaya başladığı konuktan çekinmeden uyarıda bulundu: – Yahu böyle birbirimize bakıp duracak mıyız, Fransa’nın ışığı, bir konuşma (hohu) yap da içelim.
– Konuşurum tabii, ama Kontes Charlotte-Elizabéth Aisse ağzına içki koymuyor.
– O benim kusurum, dük, – yanakları kıpkırmızı olmuş olan Kontes Marie-Angélique uygun bir biçimde sorumluluğu üzerine aldı, içki denen şeyden uzak tutarak ve onlara göz kulak olarak Aisse ile oğullarımı büyüttüm. Tamam, Aisse, izin veriyorum, babanızın sevdiği bu iyi cins şaraptan biraz iç, için açılır, kont yüzünden çektiğin sıkıntıyı biraz olsun unutursun.
– Marie-Angélique mama, – Ayşet sesini yükseltmeden gülümsedi ve konuşmasını kestirip attı, – şimdiye değin sözünden dışarı çıkmadım, seni hep dinledim, ama şimdi bu dediğini yerine getiremeyeceğim.
– İşte, – Kontes Mari-Angélique yakışıksız biçimde bir iç çekti ve kendini övdü, – Charlotte-Elizabéth Aisse’yi dük duydun ve gördün.
– Bravo, Charlotte_Elizabéth Aisse, – dedi dük, yapmacık ve yalancıktan tavrını belli etmeden şarap dolu bardağını kaldırdı, – yine iyi bir gözle sana bakmamı sağladın. Bu bardağı senin adına, senin temiz ve güzel bir kadın olman adına kaldırıyorum.
– Beni de unutma, bardağımı seninle birlikte kaldırıyorum, – Marie-Angélique konuğun söylediklerinden kendine pay çıkardı, şarabını içtikten sonra kırmızı dudaklarını silerken, dükün ne diyeceğine aldırmadan homurdandı: – Anası dururken kızı için kadeh kaldırmanın ne demek olduğunu bilmiyorum… – Ardından mezelerden atıştırıp hizmetçi kıza seslendi: – Aisse’nin çayını değiştirin, soğudu!
Aisse, Kontes Marie-Angélique’in konuğun karşısında kendini saldığını fark etmişti, ama bunu neye yoracağını bilemiyordu: – “Ne diye kontes bugün kendine değer vermiyor? Hiçbir zaman böyle yapmamıştı? İçkiden desem, daha çok içtiğini de gördüm, ama konuşmasına dikkat etmediği, yakışmayacak sözler ettiğini hiç görmedim. “Orleans Dükü geldiğinde yüzünü ekşiltme” diye bana akıl veriyordu, konuşmak için ondan sıra gelmiyor… Benim için çağırdığı konuk da bunu anlamış olmalı… Papa konuşurken sofrada uyukladı, onu kınayamayız. Hasta, kocamış olmalı, hemen yoruldu. Marie-Angélique mamada görmediğim davranışlar belirmeye başladı, neşe içinde, düke ilgi duyuyor, güzel görünmeye çalışıyor… Pon de Vel ile Arjantal’in Paris dışında oldukları bir sırada ne diye dükü bize getirdi ki?..”
– Şimdi sen ve ben, ikimiz, Fransa’nın ışığı, bu kadehleri kendi şerefimize kaldırıp içelim…
– Mama!.. – ne dediğine ve ne yaptığına dikkat et der gibi Ayşet kontese bir göz attı.
– Aisse, sen bize aldırma, çayını içmene bak… – Marie-Angélique Ayşet’e çayını işaret etti.
– Senin şerefine, kontes, bir değil, daha çok kadeh içerim, – “ilacımı sanırım kızın çayına katmış olmalılar” dedi dük içinden, kuşkulandığı şeye gülümsedi, -gücenmeyeceksen, benim başka bir konuşmam (hohum) olacak: Kont Ckarles de Ferriol adına bu kadehi kaldırıyorum. Hohu (konuşma) yaparken, içkisini içerken, düşündüğü şeyi söyledi: – Yeterince oturduk, ziyaretine geldiğim Kont Charles de Ferriol ile fazla görüşemedim, ama sağlık durumunu öğrendim, Kontes Marie-Angélique’i uzunca bir süreden beri tanıyorum, ama ilk kez sofrasına oturdum, sana gelince, Charlotte-Elizabéth Aisse, seni daha yakından tanıma fırsatım oldu, yine karşılaşır ve görüşürüz, birbirimizi daha yakından tanırız. Ayrılma vaktim geldi, konta iyi dileklerimi yollarım, ben, – sıcak ve umut dolu bir gözle Ayşet’e baktı, – yeniden bir araya geleceğimiz günü iple çekerek kalkıyorum, çayınız, şarabınız ve her şeyiniz benim için çok mükemmeldi.
Dükün kraliyet faytonu cadde dönemecine sapınca sesi duyulmaz olunca, Marie-Angélique içtiği şaraba bir göz attı ve yelpazelenirken konuştu:
– Evet, Aisse, Orleans Dükü bizde fazla kalmadı, evimize geldiğini gördük, parıldayan faytonu kapımızın önünde bekledi, bu kadarı bile her şeye değer. Bütün bir Paris bize imrenecek, kıskananlar da az olmayacak, gözleri kalacak, isterlerse dillerini ısırsınlar, hiçbir şeyleri umurumuzda değil! Bugün, Aisse, kendimden ve senden memnun kaldım, büyü konuğumuzu güler yüzle karşıladın, yakınlık verdin, beni mahcup etmedin. Doğru konuş, Aisse, dük büyük bir kişi olarak uygun biri değil mi? Şakalaşması, konuşmaları, şarap bardağını tutuşu, gözlerinin berraklığı, dişlerinin bembeyaz parıldayışı, sırtının dik duruşu… hepsi mükemmel değil mi, Aisse?
– Bilemiyorum, senin gibi bakmamış olabilirim… – Ayşet beğenmediği bu şeyleri kontese geri attı.
– Bakamazsın tabii, kafanda şövalye var!.. – kızmamış, ama yorgun bir yüzle Marie-Angélique Ayşet’e çıkıştı. – Hey gidi, senin gibi bir genç kız olsaydım, düke düklüğünü unutturur, onu baştan çıkarırdım…
– Marie_Angélique mama, yaşım diye kendini yiyip bitirme, – “mamanın içindekini dökmesine fırsat vereyim” diyerek Ayşet, kontesi övmeye başladı, – sofrada bizimle otururken Orleans Dükünün seni unuttuğunu, bir kenara koyduğunu görmedim.
– Öyle mi?! – diye Marie-Angélique sevindi, gençlik günlerini anımsamış olmalıydı, yanakları kızardı, pembeleşti, solgun gözleri yeniden parıldadı, – Öyle mi, Aisse?.. Şaka mı yapıyorsun?..
– Şaka yapıyor değilim, – kontesi daha da inandırmak için Ayşet dediklerini pekiştirdi, – gördüğümü söylüyorum, o kadar.
– Evet, Aisse, – Marie-Angélique insanın içini acıtacak biçimde bir ah çekti, – iki oğlan çocuğunu doğurup kenara çekildi diyorlar benim için… Erkeklerin dikkatini çekecek bir taraflarımın kaldığını unutalı uzun bir zaman oldu… İşte, söylemesem de görüyorsun, içimde uyanan ateş yeniden beni yakıyor… Tamam, dediklerime kulak asma, bugün ne kadar da geveze biri olmuşum… Git, Aisse, sen de dinlen. Orleans Dükü, bize ne yapmış, ikimizi de etkilemiş ve yormuş anlaşılan…
Ayşet ayrılır ayrılmaz Laroche odaya damladı, hararetini soğumuş çayla söndürmeye çalışan kontese baygın ve yakıcı bir gözle baktı:
– Bakıyorum, kontes, çok güzelsin… – içinden “Aisse, seni dolduruşa getirmiş, ama yalancılığın asıl daniskası bende” diyerek Laroche kontese gülümsedi.
– Güzel isem, güzel olmamı sağlayan şey, temiz ve yakışıklı bir erkeğin yanında oturmuş olmam nedeniyle…
– Yanında oturduğun kişi kadar yakışıklı olmasam da, ondan daha fazla körelmiş biri değilim…
– Kendini övme, biraz ara verip yanıma geldiğinde bu dediğinin doğru olup olmadığını öğreniriz…
Marie-Angélique’in dediği gibi, Orleans Dükünün Ferriollere ziyareti bir ay boyunca Paris’te anlatılıp durdu, ama bunu unutturacak bir olay, bir akşam Markiz Deffant’ın salonunda yaşandı.
Markiz otuzuncu yaş karşılamasını sessizce kutlamak istediğinden, en sevdiği yirmi kadar dostunu kutlamaya davet etmişti. İtalya’da bulunduğu için aralarında olmayan Şövalye Blaise-Marie de Edie’nin yokluğunda Ayşet de kutlamaya gelmişti. Üç aydan beri görüşmemiş olan Claudine-Alexandrine ile Ayşet’in sohbet edip oturdukları bir sırada du Deffant’ın teşrifatçısının yüksek sesi duyuldu:
– Orleans Dükü, Fransa’nın ışığı, teşrif ediyorlar!
Şaşkına uğrayan markiz ve konukları, ne diyeceklerini bilemeden bakışıp kaldılar, kapıdan içeri giren davetsiz konuğa isteksizce ayağa kalktılar. Kafası iyi olan dük karşısındakileri fazla bekletmeden konuştu:
– Kontes Charlotte-Elizabéth Aisse de Ferriol burada olacağını ban söylediği için aranıza katılmaya geldim.
– Dük, sana bir şey söylemiş değilim! – diyerek Ayşet yanaklarından ateş saçar gibi sert bir sesle düke karşılık verdi. – Ne diye bana iftira atıyor, ne diye bana karşı saygısızlık yapıyorsun?! Onurlu biriysen peşimden düş, bunu yapmazsan söyleyeyim: Saçımı kazıtır bir manastıra kapanırım! Deffant, canımın içi, bu beni aşağılayan kişiyi daha fazla görmek istemiyorum, beni evime gönder.
– Hayır, Kontes Charlotte-Elizabéth Aisse, bir başına dönmene izin veremem, – Orleans Düküne kızgınlığını belli eder biçimde Claudine-Alexandrine ayağa kalktı, – ben seni evinize, de Ferriollerin evine ulaştıracağım. Gidelim, Le, – dedi Fransa Büyük Meclisi danışmanına, döneceğim anlamında bakarak, Le Frene’ye söyledi, – Sen de bizimle gel.
–
(Devamı var)
İshak Maşbaş (Tarihi roman, s. 419-429)