Kıbrıs Diye Bir Yer
Kıbrıs Doğu Akdeniz’de bir ada. Osmanlı Devleti’ne bağlı iken 1878’de fiilen İngiliz yönetimine bırakıldı, 1923 Lozan Antlaşması ile hukuken de İngiltere’ye bırakıldı. İngiltere 1924’te Kıbrıs’ta bir koloni (sömürge) yönetimi kurdu ve Türkiye’ye göçe izin verdi. Daha sonra Kıbrıs’tan İngiltere, Kanada ve Avustralya’ya göçler başladı, Rumlar yüzde 78 oranına yükseldi, dışa göçler nedeniyle Türkler yüzde 18’e (120 bine) düştü. Şimdi Kıbrıs’taki Türk ya da Müslüman sayısı 300 bin üzeri.
***
Kıbrıs 1960’da İngiltere’den ayrıldı ve bağımsız bir devlet oldu. Ortak bir yönetim kuruldu. Türkler mecliste ve hükümette yüzde 30 oranında temsil edilecek ve önemli konularda veto hakları bulunacak ya da Türk milletvekili çoğunun oyu istenecekti.
Rumlar 1960 Londra Antlaşmasını kerhen kabul etmişlerdi, 1930’lu yıllardan beri Yunanistan’a bağlanmak istiyor, bunun için İngiliz yönetimine karşı silahlı direnişlerde bulunuyorlardı. Türk tarafı ise ezik, uysal ve sessizdi, kaderine razı gibiydi.
Soruna İngiltere tarafından Türkiye de müdahil edildi, Türk aktivistler öncülüğünde milliyetçi Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu ve Yunanistan ile birleşmeyi savunan EOKA ve Rum-Türk emekçilerin birliğini savunan sosyalist Türklerle mücadele etmeye başladı, birçok solcu Türk ve sendikacı katledildi.
Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios başkanlığındaki sağcı Kıbrıs hükümeti anayasayı ve Türklerin haklarını ihlal etmeye başladı. 1963 yılının Noel olayları denilen Rum terörü sırasında birçok Türk katledildi. Amaç Türkleri yıldırmak, korkutup adadan kaçırtmak, göçe ve boyun eğmeye zorlamaktı.
1963’te Türkler meclisten ve hükümetten dışlandılar, Türk ve Rum köyleri de ayrıldı. 1974 yılına değin Türkler kendi köy ve mahallelerinde bir tür açık hava hapishanesi yaşamı sürdürdüler. Zulümdü.
Rumlar kesintisiz olarak Yunanistan’dan silah ve asker alıyorlardı. Sınır kontrolü Rumlardaydı. 1974’te Rum milliyetçiler faşist Yunan Cuntasının yönlendirmesiyle EOKA-B örgütü lideri Nikos Samson önderliğinde darbe yaptılar ve “Kıbrıs Elen (-Yunan-) Cumhuriyeti” ilanında bulundular. Bu da bardağı taşıran son damla oldu.
Öncesinden hazırlığını tamamlamış olan Türkiye, 1959 Zürih ve 1960 Londra antlaşmalarının verdiği garantörlük yetkisini kullanarak 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a çıkartma yaptı. Ancak yetkilerini aşmış olmakla suçlanıyor. Rum milliyetçi ve faşist kesimi şımarmış, Türkiye’yi hesaba katmama hatasına düşmüştü. Müdahale Ağustos ayında tamamlandı, Kıbrıs’ın yaklaşık üçte biri Türk denetimi altına alındı, 200 bin kadar Rum güneye sürüldü, 40 bin kadar Türk de güneyden kuzeye alındı. Türk nüfus Türkiye’den gönderilen göçmenlerle takviye edildi. Bu da BM ilkelerine uygun düşmüyordu.
Müzakereler başlıyor
Geçtiğimiz yıla değin her iki taraf federal bir Kıbrıs tezi konusunda görüş birliği içindeydi. Eski Kıbrıs Türk lideri sağcı Rauf Denktaş ise konfederatif bir Kıbrıs ya da bağımsız Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyordu. İkisi de aynı yola çıkıyordu. Gerçekleşemezdi, çünkü Rum tarafı bunu asla kabul etmeyecekti. Milliyetçi Rumlara göre Kıbrıs’ın tamamı bir Yunan adasıydı, Türklere tek yanlı bağımsız devlet kurma hakkı (egemenlik hakkı) tanıyacak böyle bir tezi kabul etmeyeceklerdi.
Türkiye’deki milliyetçi, dinci ve faşist çevreler de Rauf Denktaş’ın kabul edilemeyecek görüşlerini hâlâ savunmaya devam ediyorlar. Amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Sol geçinen CHP de sağcı Denktaş’ın kafasında. Bunlar çözüm getiremezler, sorun uzayıp gider.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar iki devletli çözüm diyorlar. Bu tez daha önce kabul edilmiş, Türkiye’nin de imzası bulunan BM parametrelerine ters düşüyor. Parametreler iki kesimli ve iki toplumlu Federal Kıbrıs’ı öngörüyor. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi (Kıbrıs Cumhuriyeti) aksini kabul etmediği sürece Denktaş politikalarının uygulama şansı yoktur.
Denktaş, 1983 yılında, Türk faşist lider General Kenan Evren’in desteğini alarak “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” (KKTC) ilanında bulundu. Bağımsızlık ilanının hiçbir alt yapı ve diplomatik ön hazırlığı yoktu. Hesapsız bir oldu bitti idi. BM Güvenlik Konseyi hemen toplandı ve KKTC’yi hemen tanımış olan T.C. dışında hiçbir devletin KKTC’yi tanımasına fırsat ve zaman vermeden, 5 daimi üyenin oybirliğiyle KKTC’yi tanımama kararı aldı ve yasak koydu. BM Güvenlik Konseyi kararları bağlayıcıdır.
Buna rağmen Azerbaycan ve Pakistan gibi bazı devletlerin KKTC’yi tanıyabileceği gibi yalanlar ileri sürülebilmektedir. Bu gibi ülkeler Erdoğan’ı memnun etmek için BM’den ihraç edilmeyi göze alabilirler mi? İddiaların hiçbir geçerliliği ve temeli yoktur.
Kaçırılan fırsat
2003’te BM, Annan Planı çerçevesinde Türk tarafının yararlanacağı bir çözüm planı ve fırsatı sunmuştu. Ancak Türk tarafınca reddedildi. Denktaş bağımsız Kıbrıs Türk Devleti diyordu, aksi takdirde, ona göre Türk topluluğu ayakta kalamayacak ve dağılacaktı. 2003 yılı Annan Planı kabul edilseydi, önce Türk ve Rum kesimlerinden oluşacak federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacak, ardından referanduma gidilecek, referandumda kabul oyu çıkarsa, Federal Kıbrıs Devleti Avrupa Birliği (AB) üyesi olacak, hayır oyu çıkarsa Kıbrıs Federal Cumhuriyeti ve Rum tarafı da AB’ye alınmayacaktı. Ama Federal Kıbrıs doğmuş olacaktı. Rum tarafını evet oyu vermeye zorlayıcı ve bağlayıcı bir proje söz konusuydu. Gerici-milliyetçi Türk tarafı bunu reddetti ve bir fırsatı kaçırdı.
Gerisi hikâye. Milliyetçi-şoven-gerici Türk politikacılar şöyle uydurma şeyler de söylüyorlar: ‘Türk tarafı 2004 Annan Planı’na referandumda evet derse, AB tarafından ödüllendirilecek ve Kıbrıs Türk toplumuna uygulanan ambargolar kaldırılacak diyorlardı, ama sözlerini tutmadılar’. Yalan söylüyorlar. Türk tarafı 2003 yılı Annan Planı’nı reddederek Federal Kıbrıs ve AB üyeliği fırsatını çoktan kaçırmıştı. Türk tarafı risk altına sokulmuştu.
AB yetkilileri 2003’te sonucu ne olursa olsun, Türk tarafının 2003 yılı Annan Planı’nı kabul etmemesi durumunda, Rum tarafının (Kıbrıs Cumhuriyetinin) AB’ye alınacağını, bir uyarı niteliğinde açıklamışlardı. Türkiye ve Kıbrıs Türk kesimi için kesin bir son uyarı ve tehdit söz konusuydu. Tehdit, 2003 yılı BM planını/ I. Annan Planı’nı kabul ile boşa çıkarılabilirdi. Başka bir yolu da yoktu ve bir dönüm noktası yaşanıyordu. Türk politikacılar bu gerçeği okuyamamış, kozların karşı tarafın eline geçeceğini görememişlerdi. AB’nin başında Kenan Evren gibi dediği dedik kişiler yoktu ki…
Sorumlu ve öngörüsüz olan taraf Türk tarafı ve politikacıları idi. Rumlar ve Yunanlılar derslerine iyi çalışmışlardı. Kurnaz, sinsi ve sabırlı idiler. Her öneriye evet diyecek gibi bir pozisyon takınıyorlardı. Samimi değildiler.
AB’li diplomatların sözlerine ya da özel demeçlerine gelince, böyle şeyler bağlayıcı olamazdı. Bunun için kişi kararı değil, kurum kararı gerekiyordu. 2003’te Rumların (Kıbrıs Cumhuriyeti) AB’ye alınacağı yönünde bağlayıcı bir kurum kararı vardı. Yukarıda belirttik. Bunu bildiği halde kaprisli Rauf Denktaş muzaffer bir komutan edasıyla NewYork’ta masadan kalktı. Denktaş’ın farklı bir başarı şansı var mıydı? Yoktu, zamana oynuyor, KKTC’nin ömrünü uzatmaya çalışıyordu.
Ecevit 1978’de sanayimizi güçlendirir, daha sonra AB’ye gireriz diyordu. Dektaş da Kıbrıs Türk toplumunu önce dağılmayacak ölçüde güçlendirelim, gerisini sonra düşünürüz görüşündeydi.
Hesaplamadıkları şuydu: Yunanistan AB üyesiydi ve Türk kesimi yararına girişimleri veto edip işlemez hale getirebilecek bir konumda idi. Bunu da 1978 ve 1979’da Avrupa’dan gelen üyelik davetini geri çevirerek Yunanistan’a bir altın tepsi üzerinde hediye eden de Türkiye ve Ecevit idi. Maalesef iyi Türk diplomatı sayısı çok azdı, onlar da kızaktaydı. O sıralar 8 eski sosyalist ülkenin AB’ye alınması gibi stratejik bir politik öncelik vardı. Yunanistan bunu biliyordu ve avantajı kendi yararına kullanacaktı. Her koşulda Kıbrıs AB’ye alınacaktı. Türk tarafı ayakta uyuyordu. AB ve ABD, Türk tarafı gücenir diye 8 aday üyeyi feda edemezdi. Yunan vetosu oldukça bu 8 ülke ve Malta AB’ye alınamayacaktı, alınması için Rum Kıbrıs’ın da AB’ye alınması zorunlu hale gelmişti. Yunan şantajı vardı. İbre Yunanistan ve Rumlardan yanaydı. Türk politikacılar bu gerçeği de göremediler, bir Osmanlı Paşa’sı gibi:
Uzun bir Osmanlı-Rus barış görüşmesi yapılmış, bir sonuca varılmış, sıra imzaya gelmişti. Paşamız ise şekerleme yapıyordu. Rus delegasyonu başkanı: “Paşam, ne dersiniz?” demiş. Paşamız da silkinmiş ve “O halde şimdi de tazminatı görüşelim” demiş. Rus delegasyonu başkanı da “Görüşelim!” demiş ve yok yere Osmanlı’ya okkalı bir tazminat yüklenmiş. Doğru mu değil mi, okuduğum bu.
Politikacılarımız hala uyukluyor, gerçekleri gizleyerek ya da değiştirerek kamuoyunu aldatmaya devam ediyorlar. İyi bir politik taktik değil. AB kurumlarında Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum Kesimi) şimdi temsil ediliyor. Veto yetkileri var. Onlar evet demeden AB, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri yararına hiçbir karar alamaz. Türk tarafı mengeneye sıkışmış durumda.
Ancak AB’de Almanya ve Fransa gibi ağırlığı olan ülkeler de vardır, bastırırlarsa etkili olabilirler. Bunlarla, özellikle Fransa ile sürtüşmeler yaşanıyor. ABD ve İngiltere de dıştan etkili ülkeler. Bu ülkelerle de ilişkiler iyi değil.
Ecevit 1978’de AB’den gelen üye olma davetini reddetmiş, büyük bir fırsatı kaçırmıştı. Aymazlıktı. Gerekçesini sonradan şöyle açıklamıştı: “Sanayimiz zayıftı, çökmesinden çekindik, sanayimizi güçlendirip öyle üye olalım dedik”. Sanki üye olacak diye AB ve dünya Türkleri bekleyip duracaktı…
Kozlar şimdilerde Rum ve Yunan tarafının elinde, Türk tarafının AB’ye girmesini ve Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargoların kalkmasını engelliyorlar. Amaçları Türk tarafını yıldırmak, Rum tarafının güdümünde uyduruk bir federal Kıbrıs’a Türk tarafını razı etmek…
Çözüm
Başka çare kalmadı. Türkiye Kuzey Kıbrıs’a yardımlarını artırarak ve orasını ekonomik ve kültürel yönden kalkındırarak, yaşayabilecek bir güç, bir toplum yapabilir. O zaman diasporadaki Kıbrıslı Türklerin bir kısmı Ada’ya dönebilir. Rum ve Yunan planlarını bozmanın yolu bu olabilir. Rumlar gibi, güçlü ve kendi ayakları üzerinde duracak bir Türk toplumu yaratılabilir. O zaman Rum tarafı eşit haklara dayalı bir federasyona evet diyebilir. Rumların kuzeyde mülkleri var, maddi zararları var. Türk tarafının kullanacağı bazı başka kozlar da vardır. Ancak bu kozları uluslararası hukuka ve diplomasiye uygun olarak kullanmak gerekir. Bunu Erdoğan hükümeti gibi ırkçı-sağcı-dinci bir iktidar değil, emekten yana modern ve demokratik bir iktidar gerçekleştirebilir. Türk tarafı haklı ve ezilen bir toplum. Dünyanın da buna inandırılması gerekir. Demokratikleşmeyen, modernleşemeyen ülkeler ve toplumlar zaten çözüm getiremez ve gelişemezler.
Erdoğan, şimdi ırkçı Devlet Bahçeli’yi yanına alıp Kıbrıs’a gitti. Ayrıca kocamış Oğuzhan Asiltürk, Binali Yıldırım, BBP ve DSP başkanları da yanında. Doğu Perinçek de gitti mi, bilemiyorum. Takım tamam. Ama girişim boşuna ve Kıbrıs Türk toplumunu geçici bölme, güçsüzleştirme dışında hiçbir işe yaramazlar. İngiliz terbiyesi/eğitimi almış Türk toplumu gericiliğe asla pirim vermez. Sanırım Kıbrıs’ta mantık geçerlidir. Kıbrıs’ın sol ve emekçi kesimi Erdoğan ve Ersin Tatar’ın gerici/sağcı politikalarına kesin olarak karşı. Nüfusun en az yarısı ve en bilinçli kesimidir karşı çıkanlar.
Kıbrıs’ı/KKTC’yi Türkiye dışı devletler hiç bir biçimde tanımazlar, tanıyamazlar da. Konuşmalar boşuna. Çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin tanıma yasağı var ve bağlayıcı. Sözgelişi faşist Pakistan ne diye KKTC’yi tanısın ki? Çıkarı mı var?..
Bu konuda yazılmış iki makalem var. Sonuncusunu görmek için tıklayınız: https://mefenef.com/kibris-ve-mehmet-ali-guler-1009.html
Bu vesileyle tüm Müslümanların Kurban Bayramını kutlar, tüm insanlık için barış, huzur ve mutluluk dolu günler dilerim.