Düzce’den Kafkasya’ya “Gerçek Bir Dönüşçü’nün Öyküsü” Yusuf Suad Neğuç
Kitabın adı, “Düzce’den Kafkasya’ya “Gerçek Bir Dönüşçü’nün Öyküsü” Yusuf Suad Neğuç”, yazarı Av. Sefer E. Berzeg.
Neğuç Yusuf Suad Düzce Karaköy’de (şimdi “Yeni Karaköy”, Ĥumatıykohabl ya da Şırełhabl) 1877’de doğdu. Ailesinin 100 dönüm gibi bir arazisinin olduğu söylenir. Yusuf ilk ve orta (rüştiye) öğrenimini Düzce’de tamamladı. Babası Neğuç Hasan Hulusi Efendi bir din adamı (yefendi) ve “Nakşi-Halidi Şeyhlerinden ve ulemadan biri” idi (kitap s.5); bugün Düzce merkezdeki “Cedidiye” ya da halk arasındaki adıyla “Çerkes Camii”nin arsasının Yusıf Suad’ın babası tarafından bağışlandığı söylenir. Yusuf bir süre, Bataklıçiftlik (Şhaleĥohabl) köyünde vekil öğretmenlik de yaptı.
Buraya kadar olan bilgilerin bir bölümü Düzce Kafkas Kültür Derneği kurucu Başkanı ve Yusuf Suad’ın akrabası (vınekoşu) Hikmet Neğuç tarafından verildi.
Suat daha sonra Konstantiniyye’ye (İstanbul’a) gitti, 1901’de medrese (lise) ve Darülfünun (üniversite) – İlahiyat eğitimini tamamladı,.
1908 Meşrutiyeti ve nispi özgürleşme ortamı sonucu İstanbul’da (o zamanki adıyla “Konstantiniyye”de) “Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyyeti” (Çerkes Birlik ve Yardımlaşma Derneği) kuruldu. Yusuf Cemiyet’in aktif üyelerinden biri oldu.
Yusuf Suad Bâb-ı Meşihat’da (Şeyhüslamlık’ta) çalışırken, bir yandan da, dışarıdan Hukuk Mektebi’ni bitirdi ve avukat oldu, ardından hukuk doktorasını da verdi. Hem dini ve hem de hukuki bir eğitim aldı.
Yusuf’un oğlu Bedri’yi tanırdım, karşılaştıkça konuşur, sohbet ederdik. 1950 ve 1960’lı yıllardaki yayınlarda Yusuf Suad’ın 1919’da Bolşevikler-Sovyetler tarafından idam edildiği yazılıyordu. Bunu Bedri’ye sorduğumda, “Babam 30 Nisan 1930’da kendi eceliyle öldü. Bolşevikler öldürmüş olamaz, Bolşevik karşıtı değildi” dedi. Bedri Düzce’de terzi kalfalığı yapıyordu.
Bedri’nin dediğini o zamanlar Ankara’dan tanıdığım hukuk öğrencisi ve yazar Sefer E. Berzeg’e aktardım, not aldı, gerçeği aradığını söylemişti.
Birkaç yıl sonra Neğuç Bedri ile Düzce’de karşılaştığımda, “Babamın suikasta uğradığı söyleniyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum” demişti. Düzce dışında olduğum için kendisini uzunca bir süreden beri görmemiştim.
Sonradan ortaya çıkan belgeler Yusuf Suad’ın 30 Nisan 1930’dan sonraları da yaşadığını kanıtlıyor. Buna ilişkin kitaptaki bilgiler yanında, Prof. Dr. Abu Şhalaho’dan bir çeviriyi de facebook’ta yayımlamıştım. Ayrıca, Muammer CANIDEMİR, Orhan DOĞBAY ve Nail SÖNMEZ imzalı “Kafkasya’da Şapsığların Var Olma Mücadelesi ve Yusuf Suad Neğuç” (İstanbul, 2021) adlı kitapta da önemli bilgi ve belgeler vardır.
Sayın Berzeg’in küçük hacimli (116 sayfa) kitabında önemli bilgiler var. Bunları tek tek anlatacak, kitabı yeniden yazacak değilim.
Ben daha çok Yusuf Suad’ın yaşadığı yıllarda, Kafkasya’daki politik ortamı dikkate alıp bazı özel değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.
Şunları söyleyebilirim:
1905’te Rusya’da, 1908’de de Osmanlı’da meşrutiyete, parlamenter rejimlere geçişler yaşandı ve Kafkasya’ya gidiş gelişler çoğaldı. Kafkasya’ya giden politik kişiler İst. Çerkes Teavun Cemiyeti’nden destek alıyorlardı.
O sıralar Adıge-Çerkes ve Kabartaylar üç ilde yaşıyorlardı:
- Karadeniz, 2. Kuban ve 3. Terek illeri.
Yusuf Suad ilkin Karadeniz ilinde (guberniya), eski Şapsığ’da, bugünkü Aguy-Şapsığe köyü ile Kuban’daki (oblast) Afıpsıpe köyünde bulundu. İkisi de Şapsığ köyüdür ve oralarda akrabaları (vınekoşları) vardı.
Bir Kabartay olan eğitimci ve yazar Ṡağo Nuri de Terek iline (oblast), Kabardey’e, Nalçik’e gitti ve orada kaldı. Düzceli din adamı ve öğretmen Xıźeł İbrahim de Kuban’a gitti, o da bir Şapsığ idi.
Öncülerin çoğu Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Türkiye’ye döndü.
1917 Ekim sosyalist devrimi üzerine Osmanlı Devleti ile Rusya arasında savaş fiilen sona erdi. Rusya’da eğitim ve örgütlenme özgürlüğü oluştu.
Yusuf Suat yeniden Kafkasya’ya gitti. Herhalde derin dini ve hukuki bilgisi nedeniyle Adıgelerden, özellikle Karadeniz ve Kuban ili Şapsığlarından ilgi görmüştü. Bugün Karadeniz kıyısında (Soçi – Psışope ve Tuapse rayonu) ve Adıge Cumhuriyeti’nde hala Şapsığ köyleri var.
O sıralar politik anlamda aktif olanlar Şapsığlardı. Çoğu 1880-1890’larda Kuban’dan göç etmiş yeni göçmenler olan yoksul Abzahlar politik anlamda pasif, şeriat ve tarikat bağlantıları içinde idiler. Abzahlar Kafkasya’da Şapsığlara oranla daha da azalmışlardı. Kafkasya’da tek bir Abzah köyü (Hakurınehable) kalmıştı.
Kuban’da, daha erken bir tarihte Rus yönetimine girmiş ve daha doğuda olan Kuban Batalpaşinsk ilçesinde (bugün Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti) ve Terek oblastında (bugün Kabardey-Balkar Cumhuriyeti) yaşayan Kabartayları saymadığımızda, Kafkasya’da üç küçük Adıge topluluğu kalmıştı, 1920’lerde hepsi 50 bin kadar ediyordu, 1860’lardaki 2 milyon Adıge nüfusundan geride kalanı buydu: 1. Orta Kuban solunda, Krasnodar kenti güneyinde Bjeduğlar, 2. Orta Laba solunda K’emguylar, 3. Kıyıda Tuapse yöresinde de Şapsığlar. Diğerleri sayıca az idiler ve lehçeleri bugün sönmüştür. ilk iki yöre, 1922’de Sovyet iktidarı tarafından birleştirilerek Adıge Özerk Bölgesi kurulacak, Tuapse ya da Şapsığ yöresi dışarıda tutulacaktı. Neğuç Yusuf Suad, Tuapse yöresindeki Şapsığların da Adıgey’e bağlanmasından yanaydı, ama bağlanmadı; bu konuda, o zamanki Adıge devrimciler yeterli çabayı göstermemiş olabilirler.
Kabartaylar ise daha uzakta yaşıyorlardı ve onlara da ayrı özerk yönetimler kurdurulacaktı (1921-22): Kabardey (KBÖB) ve Çerkes (KÇÖB) özerk bölgeleri kuruldu..
1917 Şubat ve Ekim devrimleri
Şubat 1917 devrimi ile Çarlık rejimi sona erdi. Çar’ı tahttan indirdiler, ailesi ile birlikte sürgünde ev hapsine aldılar, bir süre sonra da ailesi ile birlikte katlettiler. Halk yokluk içindeydi ve bir an önce savaşa bir son verilmesini istiyordu. Geniş kitlelerin muhalefetine karşın, eski Çarlık yanlısı gerici generallerin ve tutucu (Rus milliyetçi) kesimlerin etkisindeki yeni yönetim savaşı sürdürdü. Bu da muhalefeti büyüttü.
Yeni yönetim (geçici Prens Lvov ve Kerenski hükümetleri) döneminde Rusya’nın bütün illerinde ve kırsal birimlerde geçici özerk il yönetimleri kuruldu. Sonuç: yönetim tutucu, gerici ve varlıklı kesimlerin eline geçti.
Dağıstan ve Terek ilinde yerli nüfusun çoğunlukta olduğu kesimde yönetim Dağlıların (varlıklı kesim ve din adamlarının) eline geçti. Komşu Kuban ve Don (Rostov) illerinde de tutucu- gerici Kazak yönetimleri kuruldu.
Ancak bu yönetimler gelişen Bolşevik ilerlemesi karşısında tutunamayacak ve kısa sürede dağılacaklardı. Yerel Dağlı hükümeti de bunlardandı ve dağıldı.
1917 Ekim sosyalist devrimi üzerine Neğuç Yusuf Suad Kafkasya’ya ikinci kez gitti. Bu kez eğitsel konulardan çok politik konulara ağırlık vermeye başlamıştı.
Savaştan çekilmeyi, barışı, toprağı toprak baronlarından alıp parasız olarak köylülere dağıtmayı, işçi-köylü iktidarını ve ulusların kendi geleceklerini belirlemeleri hakkını savunan Bolşevikler ve onların işçi-asker komiteleri St.Petersburg, Moskova ve büyük sanayi merkezlerinde iktidara el koydular. Buraları Rusya’nın kalbi konumundaydı. Büyük sanayi ve silah fabrikaları oralardaydı. Sosyalist iktidar büyük merkezlerde hızla taraftar buldu ve gelişti. Rus işçi sınıfı büyük bir sınıf bilincine kavuştu: İki sınıf var, biri burjuva (kapitalist/sermayeci sınıf), diğeri proletarya (işçi-emekçi sınıf) diyorlardı.
Tutucu çevrelerin, kilisenin, varlıklı ve arazi sahibi güçlerin denetimindeki taşra, Lenin başkanlığındaki Sovyet hükümetini tanımadı ve ayaklandı.
Lenin taşradaki egemen sınıfları fena halde ürkütmüştü.
3 Mart 1918 Brest-Litovsk Antlaşması ile Sovyet Rusya savaştan çekildi. Antlaşmayı Rusya’nın eski müttefikleri tanımadılar. Almanlar ve Türkler ise tanıdılar.
Mart 1918’de Kuban-Karadeniz, Terek ve Dağıstan illerinin tamamı – Kuzey Kafkasya Sovyetlerin eline geçti.
Anti-Sovyet cumhuriyetler dönemi
Güney Kafkasya’da Sovyet karşıtı cumhuriyetler oluştu. Mayıs 1918’de Güney Kafkasya’da Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan cumhuriyetleri kuruldu. Ukrayna bağımsızlığını ilan etti. Buna koşut olarak Kuzey Kafkasya’da (Dağıstan ve Terek oblastlarında), teorik anlamda (kağıt üzerinde) “Dağlı” ya da “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti” (Kuzey Kafkasya Dağlıları Cumhuriyeti) ile bir Kazak devleti olarak, Kuban ve Karadeniz illerini kapsayan “Kuban Halk Cumhuriyeti” kuruldu.
Teorik olarak, Kabartaylar Dağlı, Adıge ve Şapsığlar da Kuban Halk Cumhuriyeti sınırları içinde kaldılar.
Ancak Sovyet yanlısı Ruslar, daha önce, Mart 1918’de Kuzey Kafkasya’nın tamamını ele geçirmişlerdi. Anti Sovyet yerel şefler de Menşevik (Sosyal Demokrat) bir iktidarın bulunduğu, Alman ve Türkler tarafından tanınan ve desteklenen anti Sovyet Gürcistan’a sığındılar.
Dağılmış Dağlı Cumhuriyeti şefleri Osmanlı desteği ile Kafkasya’ya dönmeyi umuyorlardı. Nitekim dağılmış eski Dağlı Cumhuriyeti şefleri 11 Mayıs 1918’de Batum‘da Osmanlı yönlendirmesiyle ve kâğıt üzerinde bağımsız “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti” ilanında bulundular. Türk askeri müdahalesi ile Dağıstan’da iktidar Dağlı Cumhuriyeti’ne (Kuzey Kafkasya Dağlıları Cumhuriyeti’ne) devredildi. Yusuf Suad, kendi ifadesine göre ve rastlantı sonucu bu cumhuriyetle ilişki kurdu. Bundan daha aşağılarda söz edeceğiz.
Av. Neğuç Yusuf Suad ulusal uyanış ve eğitim amacıyla Karadeniz (Şapsığ), Kuban (Adıge) ve Terek illerine (Kabartay) ilk giden aydınlardan biriydi.
Şapsığların trajedisi
Ekim devrimi üzerine Av.Neğuç Yusuf Suad Kafkasya’ya döndü, Karadeniz’e dökülen Aguy Irmağı yukarı vadisindeki Aguy-Şapsığ (Rusça adları – “Agoy”, “Karpovski”, “Kuybişevka”) köyüne (1) yerleşti. Daha önce o köyde öğretmenlik yapmıştı. Aguy Irmağı aşağı vadisinde, denize yakın bir yerde ve kıyıda ikinci bir turistik köy daha var, Adıgeler o köye Aguyape (Rusça “Agoy”) diyorlar. Köylerin ilkin Rusça olan resmi adları, Boris Yeltsin dönemindeki özgürleşme sırasında Şapsığların yeniden yerli bir küçük yerli halk olarak tanınmaları – Soçi Büyük Şehir Belediyesi ile Tuapse rayonunun yerlileri olarak kabul edilmeleri sonucu Adıgeceleştirildi. Ad değiştirme durumları nedeniyle, köy isimlerinin sık sık karıştırıldığı görülebiliyor.
Karadeniz kıyıları ilerici ve Bolşevik yanlısıydı. Toprak ve özerklik beklentesi içindeki Şapsığlar da ortama uyuyorlardı. Güneyden gelen Sovyet karşıtı Gürcü kuvvetleri 1918’de geçici olarak Soçi ve Tuapse’yi ele geçirmişlerdi. Şapsığlar Yusuf Suad başkanlığında bir Şapsığ heyetini Gürcü komutanlığı ile görüşme yapmak üzere Tuapse’ye gönderdiler. Heyet, bu toprakların tarihi anlamda Çerkeslere ait olduğunu ve çekilmelerini komutanlıktan istedi. Komutanlık o konuda yetkili olmadığını, konuyu Tiflis’teki Gürcü hükümeti ile görüşmelerini söyledi.
Bunun üzerine Yusuf Suad Başkanlığında üç kişilik bir Şapsığ heyeti Gürcü hükümeti ile görüşme yapmak üzere Tiflis’e gönderildi. Bu arada Gürcü birlikleri Bolşevik ilerlemesi sonucu geri çekildiler, bu durumda görüşülecek bir konu kalmamıştı. İki Şapsığ temsilci Tuapse’ye geri döndü.
Yusuf İzzet Paşa (Tarihçi Met Çunatıko İzzet)
Yusuf Suad ise Tiflis’te kaldı, Beşiktaş’taki Çerkes derneğinden (Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyyeti’nden) tanıdığı ve şimdi Osmanlı Kuzey Kafkasya tümeni (fırkası) komutanı, Adıgece adı Tarihçi Met Çunatıko İzzet, Türkçe adı da Yusuf İzzet Paşa olan eski bir arkadaşı ile karşılaştı.
Neğuç, Yusuf İzzet Paşa ile birlikte Bakü’ye (Azerbaycan’a), oradan da Dağıstan’a gitti. Paşa, asker kaçağı olarak aranan ya da aranması olası Yusuf Suat Bey’in askerlik sorununu çözdü ve Paşa’nın önerisiyle Neğuç Yusuf Suad, Karadeniz kıyısı Şapsığlarının temsilcisi olarak Türk destekli Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Parlamentosu üyeliğine alındı ve maaşa bağlandı.
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ve Türklerin Kafkasya’yı boşaltmaları
Ateşkes sonrası Osmanlı birlikleri Kafkasya’yı boşalttılar. Yusuf Suad kendi isteğiyle Kafkasya’da kaldı. Dağlı Parlamentosu’nun dağılması üzerine de Neğuç Yusuf Suad Karadeniz kıyısındaki Poti limanına gitti. Amacı deniz yoluyla Tuapse’ye dönmekti. Ancak hava muhalefeti nedeniyle deniz ulaşımının kesilmesi üzerine Poti’de bir ay kadar bekledi, eski milletvekili maaşından artırdığı parayla idare etti. Sonunda Tuapse’ye, Aguy-Şapsığe’ye döndü.
Aguy-Şapsığeliler ona bir konut, bağ ve bahçe vermeyi, köye yerleşmesini önerdiler, Neğuç köye yerleşmeye karar verdi. Ancak olaylar farklı boyutlarda gelişecekti.
İç Savaş
Mart 1918’de Kuzey Kafkasya’nın tamamı Sovyet yönetimi altına girmiş, anti Sovyet kalkışmalar bastırılmıştı. Ancak anti Sovyet dış askeri müdahale oldu, ABD, İngiliz, Japon ve Fransız birlikleri Rusya’ya girdiler ve karşı devrimcileri örgütlemeye başladılar. Bolşeviklerle savaş için yabancı askerler gönderilmesi, silah ve para desteği sonucu Sovyet karşıtı isyancı büyük birlikler oluştu. Bu birliklere Beyazordu deniyordu. Paralı-gönüllü Beyazordu hızla gelişti, asker ve subaylara maaş ödeniyordu. Parayı ABD, İngiltere ve Batılı ittifak ülkeleri karşılıyorlardı. Bu paralı isyancılardan biri de Güney Rusya’da faaliyet gösteren General Denikin yönetimi ve kuvvetleriydi. Denikin, Troçki komutasındaki Sovyet Kızılordu birliklerine yenildi ve İç Rusya’dan daha güneydeki topraklara doğru vuruşarak çekilmeye başladı. Güney’deki bütün isyancı-yerel hükümetler Denikin güçleri ile birleştiler. Sovyet karşıtı Dağlı (Kuzey Kafkasya Dağlı) hükümeti de bunlardan biriydi.
Denikin’in kuvvetleri İngiliz ve Batılı ülkelerin istekleri sonucu Azerbaycan ve Gürcistan sınırında durdular. Denikin’e karşı Kuzey Kafkasya’daki tek ciddi direniş Çeçen Şeyhi Uzun Hacı’dan geldi. Onun ölümü üzerine devrimcilerin de yer aldığı Uzun Hacı birlikleri dağıldı.
Kızılordu karşısında gücü tükenmeye başlayan, para, silah ve yabancı asker desteği kesilen General Denikin’in yerini General Vrangel aldı. O da yenildi ve Kırım üzerinden yurt dışına kaçtı (1920). Dış yardımlar kesilince paralı Beyazordu birlikleri dağıldılar ve bunların bir bölümü yurt dışına kaçtı. Böylece Güney Rusya’daki Beyaz Terör Dönemi sona ermiş oldu (1920). Beyazlar çok sayıda, bir veriye göre 1,2 milyon insanın öldürülmesine imza atmışlardı.
Özerk Sovyet cumhuriyet ve yöreler dönemi
1920’de Sovyet egemenliği yeniden kuruldu, bunun üzerine, Terek ve Dağıstan illerini kapsayan kısa ömürlü “Kuzey Kafkasya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” ilan edildi, ardından Kuzey Kafkasya coğrafyasındaki tüm iller ayrı ayrı cumhuriyetler oluşturuldu: Kısa süreli Kuban-Karadeniz, Terek ve Dağıstan özerk Sovyet sosyalist cumhuriyetleri kuruldu.
Sovyet iktidarı diğer Rusya halkları gibi Kuzey Kafkasya halklarına da özerklik vermeyi ilke olarak benimsedi ve yeni etnik özerklikler doğmaya başladı: Dağıstan (Dağıstan ilinde) ve Dağlı özerk Sovyet sosyalist cumhuriyetleri (Terek ilinde) kuruldu (20 Ocak 1921).
Kabartay ve Karaçaylar, Terek ilinin diğer yerlileri (Balkar, Oset, İnguş ve Çeçenler) ile birlikte Dağlı Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırı içinde yer aldılar.
Batıda, daha önceleri Çerkes nüfusundan boşaltılan Kuban-Karadeniz oblastında (ilinde) ise 50 bin kadar dağınık bir Adıge nüfusu kalmıştı, bunun birkaç bini de kıyıdaki Şapsığlardı.
Neğuç Yusuf Suad, anlaşıldığına göre, Şapsığ aktivist Neğuç Cambulet ile birlikte Kuban’daki ve kıyıdaki Adıge yerleşimlerinin tamamını içine alacak ve merkezi Tuapse kenti olacak bir “Adıge Cumhuriyeti” kurulmasını istiyordu. Ancak yöreler arasında mesafe ve nüfus sorunu vardı. Moskova’daki karar vericilerin kuşkusuz bu gibi konuları bilen uzman ve danışman kadroları vardı. Ayrıca Büyük Rus ulus milliyetçiliği de vardı. Şapsığlar, Lenin’in savunduğu, uygulamada mutlak değil, görece bir kavram olan “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” ilkesini farklı anlamda, mutlak ve her koşulda uygulanabilecek bir ilke olarak mı algılıyor ve yorumluyor idiler?.. Lenin, küçük ve ayrı bağımsız devletler kurulmasını değil, büyük devleti, ulusların birliğini savunuyordu. Ama en küçük ulusal birimlere bile özerklik verilmesinden yanaydı. Leninist ilkenin uygulanması ya da bağımsız bir devletin kurulması için belli kriterler vardı: Zorunluluk ve makul bir öneri, istek olması gibi. Lenin, Finlandiya, Baltık ülkeleri ve Polonya’nın bağımsızlığını tanımıştı.
Kafkasya halkları içinde, Adıgelerin – Şapsığların diğerlerinden farklı, tarihsel anlamda haklı, olağanüstü ve özel bir konumları vardı. Moskova’nın bunu dikkate almadığı, kaba davrandığı – Adıgelerin toprağın asıl sahipleri olduğunu ve katliama uğradıklarını görmediği – anlaşılıyor.
Yusuf Suad’ın cumhuriyet için öngördüğü yerlerde Adıgeler, demografik anlamda küçük bir azınlık durumuna düşmüşlerdi, Güney Kuban’da 1 milyon gibi bir nüfus içinde hepsi 50 bin kadar idiler, ama 60 yıl önce o yerlerin tamamı Adıgelere aitti ve bütünüyle Adıge nüfusluydu. Adıgeler silah zoruyla topraklarından çıkarılmış, kırılmış, ülke dışına sürülmüş, yerlerine İç Rusya’dan getirilen Rus köylü nüfus yerleştirilmişti. Bu bir kolonizasyon ve bir gerici devlet politikasıydı ve günümüz hukukuna göreyse suçtur. Bu durumda, zulme uğrayan, ülkeleri ellerinden alınan Adıgeler için pozitif ayrımcılık uygulanmalı ve bir Adıge Cumhuriyeti olsun kurulmalıydı. Adıgelerin ana kitlesi şimdi Türk ve Arap ülkelerindeydi. Bir adalet arayışı vardı. Gerekçe buydu. Çerkes nüfus eksikliği ise, Türkiye’den getirilecek Çerkes nüfusla takviye edilebilirdi. Şapsığ ve Vıbıhlar arasında Kafkasya’ya dönme eğilimleri vardı… Bu da Moskova’nın hiç istemeyeceği bir şeydi. Ama Rusya, 1992-1993’te, işine geldiği için, Abhazya’da farklı davranmış, nüfusun altıda biri olan Abhazlara Abhazya yönetimini teslim etmişti. Rus üst yöneticiler Adıgeler söz konusu olduğunda tarihsel gerekçeleri dikkate almayacaklardı. Şapsığlar aşırı iyimser olmalıydılar. Kitaplarda yazılı olanların arazide de uygulanacağını sanıyor olmalıydılar. Her koşulda güç ve sayı önem taşıyordu. Rus milliyetçilerin “en istemeyeceği” şey de “vahşi ve korkunç” Çerkeslerin geri dönüşü olabilirdi.
İç savaştan yeni çıkmış Rus önderlerin “derdi” bu gibi “ayrıntı konular” olabilir miydi?..
Ortalıkta Lenin’e rağmen her an hortlamaya hazır bir Büyük Rus ulus milliyetçiliği vardı ve beklemedeydi. Ukrayna ve Gürcistan olayları bunu doğruluyordu. Rus milliyetçi liderler eşit statülü bağımsız devletlerden oluşacak bir federasyona karşıydılar, Rusya’ya bağlı ve ayrılma hakkı bulunmayan özerk cumhuriyet ve bölgelerden oluşacak bir devlet yapılanmasını, üniter devleti savunuyorlardı. Sorun hasta yatağından bizzat Lenin’in müdahalesi, Ukrayna ve Gürcistan’a Rusya ile eşit statü ve ayrılma hakkı tanınmasıyla çözülmüştü. Lenin’in yerinde müdahalesi ile, olası ikinci bir Rusya iç savaşı önlenmişti.
Rusların birçoğu, özellikle gerici ve sağcı Ruslar, “eski haşmetli imparatorluk günlerinin” nostaljisi, özlemi içindeydiler. Bunlar ırkçı kişilerdi ve Rus ırkında üstün özellikler bulunduğuna inanıyor ve Bolşevik saflarına sızmış bulunuyorlardı. Çok sayıda samimi ve dürüst devrimci iç savaşta ölmüş, orduda ve yönetimde devrimcilerin ağırlığı azalmış, eski Çarlık dönemi subayları Kızıl Ordu’ya alınmış, bu da Bolşevik saflarında ideolojik gedikler açmıştı. Daha sonraları, ulusal bölgelerdeki Rus ırkçılar işi, yerli dillerde konuşanları otobüslerden atmaya, ses çıkaranları dövmeye kadar vardıracaklardı. Özellikle Kuruşçev döneminde Ruslaşma ve Rus kolonizasyonu yoğunlaştırılacaktı.
Buna karşılık çok uluslu İsviçre ve Kanada‘da öyle şeylere izin verilmiyor ve bu ülkeler huzur içinde sorunlarını çözüyorlardı. Merkezi iktidar yerel birimlerin, köy yönetimlerinin bile içişlerine karışamıyordu. Örneğin, İsviçre Bern Kantonu’ndaki huzursuz Jura Fransızlarına (Bern’de yüzde 15) referandum yoluyla ayrı devlet (kanton) kurdurulacak (1978), Kanada’ da Fransızca konuşanlara (yüzde 21 üzeri Fransızca, yüzde 57 üzeri İngilizce), İngilizce konuşanlara tanınan haklar sağlanacaktı. Bugün Kanada’da İngilizce ve Fransızca birlikte eşit statülü resmi diller. Başbakan Fransızsa genel vali (devlet başkanı) İngilizce konuşanlardan seçilir.
Yusuf Suad ve Şapsığların 1920’lerdeki dönüşçü görüşleri ile 1980-1990’lardaki ve günümüzdeki dönüşçü görüşler örtüşüyordu, ama dönüşçülerin görüşlerinin maddi temeli yoktu (konut, toprak, iş ve geçim garantileri yoktu). Maddi temeli açıklanmayan bir görüş Leninist ulusal görüş ve reel politika ile ne ölçüde uyuşabilecekti?.. 1920’lerde savaş içindeki Kemalist Türkiye, Kafkasya’ya Çerkes dönüşü konusu ile ilgilenebilir miydi, ayrıca bu görüş Kemalistlerin gizli Türkleştirme ideolojisi ile uyuşabilir miydi? Üstelik Lenin felçli ve ağır hasta idi, bir halefi de yoktu.
Lenin küçüğe büyüğe oranla daha fazla, dahası büyüğün aleyhine artı haklar verilmesini istiyordu.
Kuban-Karadeniz ilinde özerklik mücadeleleri ve Şapsığlara baskı
Kuban-Karadeniz ilindeki Adıgelerin ilk toplantısı 11-15 Ağustos 1920’de Krasnodar kentinde yapıldı ve Kuban-Karadeniz ili yönetimine bağlı bir Dağlı bölümü (departman, sekreterya) kuruldu, bölümün yürütme komitesi başkanlığına da Hahurate Şıhançerıye (Şahingiray) (2) getirildi. Bunu sınırları çizilmiş bir özerk bölge (il) talebi izledi. Moskova’ya gönderilen dilekçede Kuban-Karadeniz ilindeki Adıge yerleşimlerinin tamamını (kıyı Şapsığ yerleşimlerini de) içine alacak bir özerk bölge (il) yönetiminin kurulması isteniyordu. Tuapse, özerk bölge içine alındığında, yerli halk rahatlayacak, özerk bölgenin Karadeniz’e bir çıkış kapısı olacaktı. Bu doğrultudaki çalışmalara komite üyesi olarak Yusuf Suad da katılmıştı. Ancak Moskova talebe aykırı olarak özerk bölge alanını daraltacak ve Adıgeleri kıyıdan uzak tutacaktı. Sorun da bu yüzden patlak verdi.
O dönemlerde yerli ve göçmen nüfus kavramı şimdiki gibi açıklık kazanmamıştı. Örneğin, Ermeni nüfus bir göçmen nüfustu, ama Ermeniler için Şapsığ Ulusal rayonu‘nun yanı başında eski Adıge toprağında bir Ermeni Ulusal Rayonu kurulacaktı (Rusların “Çerkesogay” dediği Adıgece konuşan Adıge Ermenileri farklı bir kategori oluştururlar, onlar göçmen sayılmazlar, çünkü Rus istilasından ve Rusların Ermenileri Kuban’a, Adıge topraklarına yerleştirmesinden önce Kafkasya’da, – bağımsız Adıgeler arasında – yaşıyorlardı). Adıge Ermenileri (Yermeller) esmer, kavruk, orta ve kısa boylu Ermenistan ve Orta Doğu Ermenilerine göre daha uzun boylu ve açık tenli idiler ve Adıgelere benziyorlardı.
Adıgelere özerklik tanınırken kaba nüfus esasına göre bir politika izlendiği anlaşılıyor. Şapsığ rayonu kurulurken de böyle kaba ve itici bir politika izlendi, toprak ve toprağın yerlisi olma anlayışından çok, nüfus ve nüfus çoğunluğu anlayışından gidildi, ilkin nüfusu sadece Adıge olan köyler, adacıklara bölünerek Şapsığ rayonu içine alındılar. Adıgelerin azınlıkta olduğu köyler rayon dışında tutuldu.
27 Temmuz 1922’de Krasnodar kenti merkezli “Çerkes (Adıge) Özerk Oblastı” (ili) kuruldu. Moskova bunu onadı, “Çerkes (Adıge) Özerk Oblastı”, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti devlet yapısı içine alındı. Kuşkusuz bu kadarı bile büyük bir kazanımdı. Ancak Tuapse yöresi özerk bölgenin dışında tutuldu. Yusuf Suad ve arkadaşlarına göre, Adıge Ulusunun geçmişi, tarihi ve birliği dikkate alınmamış, ulus parçalanmış, Adıgelerin üç sacayağından biri koparılmış ve Adıgelere – Şapsığlara büyük bir haksızlık yapılmış oldu. Yusuf Suad ve Şapsığlar bu parçalanmışlıktan şikâyetçi oldular.
Her türlü bela da bu yüzden başlarına gelmiş olmalı.
Bir Adıge atasözü: “Sivrisineğin kalçasından – budundan – parça alındığında, sivrisinek, aldığın şeye ve kimden aldığına bir bak demiş” (Аргъоым ыкопкъ зыхахым, хэпхыгъэми зыхэпхыгъэми зэ еплъ ы1уагъ). Çarlık Adıgelere öldürücü darbeyi indirmişti, şimdi de kalıntı Adıgelerin üç sacayağından biri koparılmıştı. İş bununla da kalmadı: Şapsığlar, izleyen dönemde iyice hırpalanacak, gelişmeleri önlenecek, çok sayıda Şapsığ aile Sibirya’ya sürülecek, en düşük düzeydeki özerklikleri bile ellerinden alınacaktı. Üstelik eski koca ülkelerindeki kalıntı küçük Şapsığ rayonu (ilçesi) İkinci Dünya Savaşı’nda 3 Sovyetler Birliği Kahramanı çıkarmıştı. Anlaşılan birileri Şapsığları ırkçı Rus generallere gammazlamış olmalıydı.
Şapsığlar ve Adıgeler Büyük Rus ulus şovenizmine takılmış, sivrisineğin dediği gibi bir durum ortaya çıkmış, bir ayağı kopuk, topal bir oluşum geride kalmıştı.
Şapsığlar mesafe sorunu ve nüfus azlığı, belki de Çarlık döneminin Adıgeleri kıyıdan uzak tutma konsepti ve benzeri gerekçelerle Adıge özerk bölgesi sınırı ötesine atılmışlardı. Bunun savunulur bir yanı olamazdı. Yusuf Suad’a ve Şapsığlara göre açık bir haksızlık yapılmıştı.
Tepki olarak kıyıdaki Şapsığların temsilcileri Tuapse’de toplanıp Eylül 1922’de “Şapsığ Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” ilanında bulundular. İlanda, Karadeniz boyunca, sınırı kuzeyde Cubga (Jıvıbğe) Irmağından başlayan, güneyde Abhazya sınırına uzanan, merkezi Tuapse kenti ve nüfusu 50 bin olan bir Şapsığ Cumhuriyeti kurulduğu duyuruldu. Ancak Şapsığlar bu 50 bin nüfusun içinde azınlık (10 bin ya da azı) idiler. Rus milliyetçiler ise öfkelenmişlerdi. Karar, daha sonra revize edildi (cumhuriyet talebinden vazgeçildi) ve onanmak üzere Yusuf Suad başkanlığındaki bir Şapsığ heyeti tarafından Moskova’ya götürüldü.
Karar Moskova’da öfkeye yol açtı, ancak gündeme de alındı ve “Şapsığların kendilerini yönetme haklarının bulunduğu” ilkesi kabul edildi (60 yıl sonra, Temmuz 1992’de Tuapseli Rus milliyetçiler Şapsığlara özerklik verilmemesi için imza topluyorlardı). Bu arada ağır hasta ve felçli olan Lenin 21 Ocak 1924’te öldü, sonuç olarak Şapsığlar en büyük destekçilerinden birini, ülke liderinin desteğini yitirmiş oldular. Yine de, söylendiğine göre, Hahurate Şıhançerıye’nin ricasını da dikkate alan Moskova, 23 Eylül 1924’te göstermelik bir Şapsığ Ulusal Rayonu kuruluşunu onadı: (Rayonun yüzölçümü, ilkin 462 km. kare, geçici yönetim merkezi Tuapse ve Şapsığ nüfusu da 3,4 bin olarak açıklandı). Dağ fare doğurmuştu, rayon düş kırıklığına yol açtı; dağlık bir bölgede dar bir alana hapsedilmiş ve birbirinden kopuk, okyanuslara serpilmiş takımadalar benzeri, sınırı çizilmiş Şapsığ köy adacıklarını içine alan, Hindistan’ın Puducherry bölgesi gibi tuhaf bir rayon oluşturulmuştu. Rayona kıyıdan yer de verilmemişti. Moskova çok cimri davranmıştı. Ekonomik gelişme olanağı olmayan, yoksul dağ köylerinden oluşma acayip bir rayon kurulmuştu. Şapsığlar sakıncalı piyade konumuna düşürülmüşlerdi. Yine iki dilde – Rusça ve Adıgece “Şapsığ Bolşevik” gazetesi ve Adıgece radyo yayını yapılıyor, okullarda Rusça ve Adıgece eğitim programı uygulanıyordu.
Şapsığlar ve Şapsığ rayonu (1924 1930 arası ulusal rayon)
Daha sonra, 1930’larda rayon güneye doğru kaydırıldı, kıyıdan toprak da verildi, ancak Tuapse ile birlikte kuzeydeki Şapsığ adacıklar (köyler) rayondan çıkarıldı ve oralarda ayrı bir Rus rayonu kuruldu. Sonuç olarak, Şapsığlar eski tarihi topraklarında yeniden parçalanmış oldular: Şapsığların yarısı, 4 bini kuzeydeki Tuapse rayonunda kaldı. Güneyde ise, 16 Ocak 1934’te yüzölçümü 1,500 km. kare, nüfusu 12697 (1939), merkezi Lazarevsk (Psışope) beldesi, Şapsığ nüfusu 4 bin (yüzde 32) olan yeni bir Şapsığ rayonu (3) kuruldu, rayon adındaki “ulusal” sözcüğü silindi. Şapsığ rayonu 24 Mayıs 1945’te Lazarevsk rayonu [Adıgece “Psışope rayon”] adı verilerek kaldırıldı ve sıradan bir Rus rayonuna dönüştürüldü, rayonun kaldırılma gerekçesi halen açıklanmış değil (Komşu Ermeni rayonu ise 1953’te kaldırılacaktı). Böylece kalçasından parça alınan “sivrisinek” ölüme terk edilmiş oldu. Şapsığlar, fiilen erimeye terk edilen, statüsü ve toprağı kalmayan basit Rusya halkları – azınlıkları – arasına alındılar (4).Şapsığ adı artık sakıncalıydı, sadece bilimsel araştırma ve dil incelemelerinde kullanılabiliyordu.
Bir zamanlar Türkiye’de “Kürt” sözcüğü sakıncalıydı, telaffuz edilemiyor, yerine Kuzey Iraklı “etnik grup” deniyor, TBMM’de de “Kürtçe” ya da “Lazca” konuşma girişimlerinde, mikrofon hemen kapatılıyor, Türkçü-sağcı-şeriatçı- gerici milletvekilleri galeyana geliyor, hep birlikte ayağa kalkıyor ve haddini bildirmek üzere konuşmacının üzerine yürüyor, şayet söylenebilmişse bir iki Kürtçe ya da Lazca sözcük olursa, Meclis tutanağına “Bilinmeyen bir dilde konuşma” diye kayda geçiriliyor ve garip bir durum oluşuyordu. Kürt, Laz, Çerkes ve diğerleri yok sayılıyordu. Çok sayıda demokrasi özürlü (arızalı) kişi de bunu “doğru” buluyordu.
40 yıllık bir baskı döneminden sonra, Şapsığlar demokratikleşme, Gorbaçov ve izleyen Yeltsin dönemlerindeki özgürleşme ortamından yararlanarak yeniden silkinmeye, toparlanmaya ve hak talebinde bulunmaya başladılar; 1 Aralık 1990’da yeniden Tuapse ve Lazarevsk rayonları toprağında özerlik ilanında bulundular, ama sonuç alamadılar. 1992 yılındaki ziyaretim sırasında, daha yukarıda değindiğim gibi Rus milliyetçiler Tuapse‘de ev ev dolaşıyor, Şapsığlara özerklik verilmemesi için imza topluyorlardı: Anlaşılan dağdan gelen bağdakini kovuyordu. Yörede böylesine Rus şoven bir politik atmosfer vardı.
Neğuç Yusuf Suad’ın yargılanması, sürülmesi ve Ṡemez hapishanesine konulması
Şapsığ’ın haksız olarak diğer Adıgelerden dışlanmış olmasını kınayan Yusuf Suad Neğuç ve Ali Neğuç tutuklandılar, Yusuf Suad Sibirya’ya sürüldü. Sürgün cezasını tamamlayan Yusuf Suad Adıgey’e döndü ve Afıpsıpe köyüne yerleşti.
Bir süre sonra, yeniden tutuklanıp kıyıdaki Ṡemez (Novorossiysk) hapishanesine kondu. Neğuç için savcının ölüm cezası istediği biliniyor. Bu konuyu daha sonraki bir yazıya bırakıyorum.
Neğuç Yusuf’un, morali bozuk halde mahkemeden cezaevine döndüğü hapishane arkadaşı bir Şapsığ tarafından anlatılıyor.
Mahkeme ve sonucu ne olmuştur? Spekülasyonlar var. İdam edilmişse tarihi bir cinayet işlenmiş demektir. Ancak o sıralar mahkemeler gözdağı anlamında ölüm cezaları veriyor, üst mahkemeler de bunları çoğunca bozuyor, süreli hapis ya da sürgün cezalarına çeviriyorlardı. Ülkede ciddi bir politik muhalefet, çalkantı, rejim karşıtı suikast ve sabotaj eylemleri vardı. Kolhozların kuruluş dönemiydi (1928 – 1930 yılları). Sudan nedenlerle infazlar yapılabiliyordu. Örneğin, Adıgey’in doğusundaki Şevgen rayonunda bir grup Adıge idam edilmişti, gerekçe de “Adıgey’i Türkiye’ye bağlamaya çalışmak” idi.
Yusuf Suad bu tür olaylara karışmış olabilir miydi? Karışması için sanırım aklını oynatmış olması gerekirdi. O, bir hukukçu ve bir hukuk doktoruydu, barışçı bir insandı.
Yusuf Suad Neğuç, anladığım kadarıyla uzlaşmacı ve barışçı bir Adıge ulussever (milliyetperver), bir yurtsever ve insancıl biriydi. Bu da ölüm cezasını gerektirecek bir suç olamaz. Oğlunun dediği gibi o, Sovyet ya da Bolşevizm karşıtı biri de değildi, zulüm görmüş, ülkeleri ellerinden alınmış Adıgelere-Şapsığlara daha fazla hak – pozitif haklar verilmesini isteyen bir ulusseverdi, o kadar. İyi niyetli biri olmalıydı, ancak reel politikayı kavrayabilmiş miydi? Bunu sonraki bir yazımızda değerlendirmeye çalışacağız. Adıgeler katliam ve ülkelerinden toplu halde kovulma gibi amansız zulme uğramış bir ulus idiler. Bu bir gerçekti. Haksızlık, bir ölçüde de olsa giderilmeli, adalet yerini bulmalıydı. İstediği, Kuban ve Karadeniz kıyısı Adıgelerini tek bir çatı altında birleştirecek bir özerk bölge yönetimi kurulması ile sınırlıydı. Bu da suç, özellikle idamlık bir suç olamazdı…
Kesinlikle faşist, bölücü ve siyasal İslamcı biri de değildi. Öyle kişiler, siyasal İslamcılar paraya öncelik verir, renkten renge girebilirler. Ama o inandığı ilkelerin ve doğruların dışına çıkmadı. Çıkmış olduğuna ilişkin elimizde henüz herhangi bir veri de yoktur.
Kendisine Tanrı’dan rahmet, ulusumuzun da ona minnet borcunu yerine getirmesini, mezar yeri ile akıbetini açığa çıkarmasını dilerim.
Daha ayrıntılı bilgi için okuyucularımın Sefer E. Berzeg’in söz konusu küçük kitabı ile yeni elime geçen ve değerlendirmeyi düşündüğüm “Kafkasya’da Şapsığların Var Olma Mücadelesi ve Yusuf Suad Neğuç” adlı kitabı – görüş farklılıklarımıza karşın – okumalarını salık veririm.
Notlar:
(1) – Aguy-Şapsığ, Tuapse kenti kuzeyinde, Aguy Irmağı yukarı vadisinde 2000 nüfusuyla Kıyıboyu Şapsığe’nin en büyük Adıge köyü, 2000 yılında Şapsığların küçük bir yerli ulus olarak tanınmaları öncesinde, Rusça “Agoy”, “Karpovski” ve “Kuybışevka” gibi adlar taşıyordu, – hcy
(2) – Karadeniz kıyısı Şapsığlarının “Adıge Xase” örgütünün ilk başkanı Ziraat Yüksek Mühendisi Ҭeşu Murdin, 1990’larda İstanbul’daki bir görüşmemizde, “Neğuç Yusuf Suad ile Neğuç Cambulet, Adıgelerin tek bir yönetim altında birleştirilmelerini savunuyorlardı. Bunu istemeyen Ruslar Hahurate Şıhançerıye adlı başka bir Şapsığ’ı buldular ve ona Kıyıboyu Şapsığları dışlayan bir özerk bölge (Adıge Özerk Oblastı’nı) yönetimini kurdurdular. Yaşamım elverirse bunun belgelerini bulmaya ve olayın içyüzünü aydınlatmaya çalışacağım”, demişti. Görüşmemizin bir bölümünü, o dönemde, sakıncalı olabilecek yanlarını ayıklayarak, yayınlanan dergilerimizden birinde yayımladığımı ve Murdin’in konuşmasını rahmetli Teşu Yasin Çelikıran‘ın evinde teyp kaydına aldığımı anımsıyorum, – hcy
(4) – S. E. Berzeg’in kitabının kapak resminde, Stalin döneminde Psışu (Psezuapse) Irmağı kıyısındaki Kirova (Thağapş) adlı 167 nüfuslu (2010) küçücük Şapsığ köyünden Sibirya’ya sürülen köylü ailelerin ad ve listesi yazılı. Ruslar köye en son “Kirova” diyorlardı, 1990’larda Boris Yeltsin döneminde başlayan ve Şapsığların 2000 yılında, toprağın yerlisi küçük bir ulus olduklarını kabul eden Hükümet Kararnamesi yararınca, köyün Adıgece “Thağapş” olan adı iade edildi. bk. “Rusya Federasyonu’nun yerli halklarının birleşik listesi”. – https://edu.sfu-kras.ru/sites/edu.sfu-kras.ru/files/grants/Edinyy_perechen_korennyh_malochislennyh_narodov.pdf