Kadınlar Günü’nde Çerkes Kadını Üzerine Mevlithan Guser Fahrettin Abatay’dan Bir Anlatı
Benzer İçerikler
#378 Ekleme Tarihi 04/03/2012 09:35:17
Doğduğum yer Balıkesir ili Susurluk ilçesi Demirkapı köyü. Demirkapı, bir zamanlar 2000 üzeri nüfuslu büyük bir köydü. Şimdilerde nüfusu 500 dolayında. Köyümüz nüfusu 1878 yılı Berlin Antlaşması gereği Balkanlardan sürülen Şapsığlar ile 1880’lerde Kafkasya’dan göç ederek gelen Abzahlardan oluşuyor. Küçük bir Bulgar göçmeni nüfus da var. Şapsığ ve Abzah nüfusu eşit. Her iki lehçe de kendi mahalle kesimlerinde konuşulur. Abzah ile Şapsığ arasında bazı geleneksel davranış farklılıkları vardır. Şapsığlar, genellikle daha saf, eski düzenlerine daha bağlı kalmış, hile hurda bilmeyen, işi ve gücüyle uğraşan insanlar idiler. Abzahlar ise, daha sosyal, daha uyanık, daha ketum ama dışa daha açık olan kişiler idiler. Babam Şapsığ, annem Abzah idi, eşim de Abzah’tır. Bu bakımdan her iki kesimi de yakından tanıma olanağım oldu. Hayli anım var. Bunlar arasında Şapsığ ve Abzah kadınlara ilişkin anılarım da var. Biri annem ve daha bebekken feci bir biçimde ölen küçük kızkardeşim, diğeri de bir Şapsığ kadını ile ilgili. Şimdi ikincisini anlatayım: Bir ara köyümüze bir askeri birlik yerleştirilmişti. Kıtlık vardı. Kadınlar askerlerin çamaşırlarını yıkar, çorap örer ve benzeri hizmetler yapar, karşılığında tayın ekmeği alırlardı. Daha sonra asker de kıtlık içine düşmüştü. Asker kapıya gelir, “Abla, bir dilim ekmek” der, biz de verirdik. O gibi günleri de yaşadık. Köyümüzden birkaç Abzah kızı ile bir Şapsığ kızının Çerkes olmayan askerlerle evlenip gittiklerini biliyorum. Örneğin, Şapsığ kızı çok güzeldi, ere değil, bir yedek subaya varmıştı. Kızları tanıyorum, adlarını söylemem uygun olmaz. Köydeki yaşlı kesim bunları biliyor. Şapsığ kızı birkaç yıl sonra kucağında bir oğlan çocuğuyla köye, annesinin evine geri döndü, babası ölmüştü. Şapsığlar arasında boşanma denen şey duyulmadık şeydi, çok ayıp karşılanırdı. Bir kadının baba evine geri gönderilmesi ya da geri dönmesi hayra yorulmaz ve onur kırıcı bir olay yerine geçerdi. Kendi geleneksel çevresi dışını bilmeyen saf Şapsığ kadını ve kızı, erkeğin bir Çerkes değil, başka bir kültürün erkeği olduğunu, Çerkes gencindeki centilmenlik, incelik ve saygının yabancı bir erkekten aynen beklenemeyeceğini, onların farklı olduklarını ve kadına el kaldırabildiklerini, kadına dayak atmanın onlar için sıradan bir şey, bir koca ‘hakkı’ olduğunu bilecek durumda değildi. Saf kadın, görünüşe aldanıp yabancı erkeği, Çerkes erkeği ile karıştırmış ve yanılmış olmalıydı… Şapsığ kızı, Kürt müydü, değil miydi, o kadarını bilmiyorum ama Doğulu olduğu söylenen birine varmıştı. Doğulular arasında kadına dayak atma alışkanlığı yaygınmış. Genç kadın da dayak yemeye başlamış, sonunda dayanamaz olmuş, bu yüzden geri dönmüş. Bunu annemden duymuştum. Kadın ve kızı, yakın komşumuzdu. Onuru kırılan anne, kimseye duyurmadan evini ve 15- 20 dönümlük tarlasını elaltından sattırıp kızı ile torununu da alıp gizlice köyden gitmişti. Annem ve bir iki yakını dışında kimseyle vedalaşmadı, kimseye de gideceği yeri söylemedi. Kendisinden yıllarca hiç haber alamadık. Sonunda çevre Çerkes köylerinden birileri kadını Manisa’da bir köşede ördüğü çorapları satarken görmüşler. Daha sonra öldüğünü duyduk. Kızı da ölmüş. Ancak torunu okutmayı başarmışlar. Çocuk şimdi Ankara’da, Danıştay’da önemli bir görevde, kendisiyle tanıdıklar aracılığıyla selamlaşıyor ve haberleşiyoruz. Demek istediğim, Adıge/ Çerkes kadınları böylesine onurlarına düşkün insanlardı. Yani farklı idiler.