Ayşet -35  (s.252-255)

Maşbaş İshak (tarihi roman)

XIII

Fahriler yola çıktık çıkıyoruz derken günler, aylar geçip gitti: Sonbahar ve kış mevsimi geride kaldı, ilkbahar geldi. Gecikmeye kendileri neden olmamışlardı. Sorun, bugün yarın diye  işi uzatan Kont Charles de Ferriol’dan kaynaklanmıştı. Ayşet’i İstanbul’a getirme izni tanıyan belge olmadan uzun yola çıkmayı Fahri ile Orhan uygun bulmuyorlardı.

Hastalıkların daha çoğaldığı sıcak bir ilkbahar gününde Charles de Ferriol, adam gönderip Fahri’yi yanına çağırttı. Odasına ayak basar basmaz da onu azarladı:

– Niye ortadan kayboldun? Bana mı kızıyorsun ya da Orhan mı seni bana karşı kışkırttı? Tamam, konuşma, ben sizin niyetinizi, düşüncenizi biliyorum… Yine de size kızmış değilim…O arkadaşın olacak Orhan nerede?

– İşte ya da evindedir, ona da adam yolladın mı?

– O gevezeyi ben ne yapayım ki, çağırtmadım! Benim istediğim kişi sensin, güvenilir kişi sensin. Aisse konusunda söylediğim şeyleri unuttuğumu sanma, okulu bitirmesine az kaldı, bu nedenle bekliyordum. Bu gece rüyamda Charlotte-Elizabeth Aisse’yi gördüm, şimdi söyleyeceğim konuda bana yetki verdi. Kara bir kadın görmüştüm, onu istediğimi söyledim, bana al dedi.

– Siyahi kadın konusunda sıkıntı mı çekiyorsun?.. – Fahri hayret etti. – Haremler siyah kadınla dolu.

– Öyle değil, evimde oturacak, istediğimde benimle yatağa girecek, beni memnun ve mutlu edecek, beni hoş edecek bir kadın arıyorum.

– Aisse’yi İstanbul’a getirmemizi artık istemiyor musun?

– Niye istemeyeyim? Okulun bittiği ayı bekleyelim dedim ya… Ne diye konuşup duruyoruz, gidelim esir pazarına, dün bir siyahi kadın görmüştüm, satılmamışsa gidip onu satın alacağım.

– Ben kadınlardan anlamam…

– Zorluk çıkarma, Aisse’yi bana getirinceye değin onu evimde oturtacağım, ardından hiç görmemek üzere azat edeceğim. Anladın mı?

– Anladım, ama uygun bulmuyorum.

– Bu dünyada uygun bulmadığımız çok şey var, – diye kont gülümsedi, – o da öyle bir şey. Kısa süreliğine yanımda kalacak, inanmıyor musun? Bana güvenmiyorsan, dün öğrendiğim “Kulhuvallah” duasını sana okuyayım…

– Gereği yok! – Fahri duyduğu bu şeyden irkilip ayağa kalktı. – Kendi Allahım kendimde, senin Tanrın da sende kalsın, hadi o dediğin yere gidelim.

Charles de Ferriol ile birlikte  rezidanstan çıktı, yumuşak faytona binene değin içinden üç dua okudu. Bir süre gittikten sonra sessizliği kont bozdu:

– Fahri, artık seninle konuşabilir miyim? Sen ve ben, ayrı ayrı dua okursak, başladığımız işte Tanrılarımız bize yardımcı olacaklardır. Buna inanalım.

“Beni temiz bir iş için yola çıkarmışsın… – diye Fahri, içinden kendine ve konta kızdı: – Ben de makbul bir kul değilim, bağışla beni Allahım. Bu yaptığım şeyi biliyor olmalısın. Beni bir kadın satın almak için beraberinde götürüyor, bu kadın siyah ya da beyaz olsun, hangi dinden olursa olsun, satın almasına yardım edeceğim, yağma yapmaya ya da öldürmeye gitmiyorum. Sen de duydun, üç ay sonra özgürlüğüne kavuşturacağını söyledi, inanıyorum. Beni kandırırsa kendi Tanrısını da benim Tanrımı da kandırmış olur, bağışlamam… “

– Gidelim, ne diye oturuyorsun? – Charles de Ferriole faytondan inip seslendi.

– Geldik mi?.. – diyerek Fahri, arkasına bile bakmadan yürüyen kontun peşine düştü.

Güneş bayağı yükselmişti, ama Pazar yeri henüz hareketlenmemişti: Alıcıdan çok satıcı, satılacak kişi vardı, erkekler ve kadınlar ayrı ayrı oturuyorlardı. Alıcı ile satıcı arasındaki pazarlık sesleri ortalığı kaplıyordu. Bu yeryüzünde  ne ilginç şeyler var! Bu esir pazarında kiminin başı dik, kiminin büküktü! Boynu eğik köle, satın alındığı için seviniyor, satın alınmayan da satın alınma umudu içinde kıvranıyor, alıcısı olmayan köle de içten içe kederleniyordu.

– Orada bekliyor! – İlerlerken kont seslendi. – Görüyor musun Fahri, kadının güzelliğini! Gözleri?.. Kara gözleri ayna gibi, içinden görünüyorsun… Biraz çeki düzen verildiğinde, bu kadının ne denli tatlı ve şehvetli bir kadına dönüşeceği belli değil mi?!. Aisse?.. Hayır, içimden karıştırdığım oldu… Alayım mı Fahri bu kızı?.. Fahri öyle başını çevirip durma, Charlotte-Elizabeth Aisse’den dah güzel bir kızın yeryüzünde olmadığına inandığını uzun bir süreden beri biliyorum… Aisse’ye senden daha güzel bir gözle bakıyorum, sana söylediğim gibi bu kızı üç ay gibi kısa süreliğine alıyorum.

Charles de Ferriol’ün siyahi kadını satın almasından birkaç gün sonra Orhan şaşkınlık içinde Fahri’nin yanına koştu:

– Şu an ne gördüğümü biliyor musun?

– Fransa Büyükelçisini odalığı siyahi kadınla kolkola caddelerde dolaştığını görmüş olmalısın.

– Nereden biliyorsun?.. – şaşkınlığını üzerinden atamayan Orhan yeniden sordu.

– İstanbullunun dilinde, kimse yakıştıramıyor.

– Biz de burada zavallı Ayşa’ya nasıl yardım etsek diye düşünüp duruyoruz… – diye Orhan yakındı.

– Bekliyor olur muyuz, Ayşa konusunda konta imzalattığım yazı arka cebimde?! – Fahri kurnaz bir gözle Orhan’a baktı, – Kızma, daha dün akşam yazdırdım. İşin ilginci ben söylemeden kont, oturup kendi yazdı ve mühürledi, “Siz Paris’e gidene değin, o da okulunu bitirmiş olacak” diye eklemede bulundu.

– Bizi bunca süre beklettikten sonra ne diye çabuk diye tutturdu ki?

– Nikahsız aldığı o kara kadından bıkmış olmalı. “Öbür kadınlarda görmediği kötü bir kokunun bu kadından yayıldığını” dün akşam söyledi. Paris’e gidiyor muyuz?

– Sormana gerek var mı? Ama izin almam gerekmez mi? Gidip gelmemiz kaç gün sürer? İsterse bir ay sürsün, yaban ellerde çektiğim çileyi anımsadıkça, zavallı Ayşa’nın kurtulması için yapmayacağım şey yok.

Devamı var)

İshak Maşbaş, (Tarihi roman, s.252-255) (XIII)

Yorum Yap