Yakın Tarihe Özet Bir Bakış

Bir özetleme yaparsak, 13 yüzyıl Moğol istilası sonucu Adıge Ulusu, Adıgeler (Çerkesya Adıgeleri) ve Kabardeyler olarak bölündü.

Adıgeler Kuban Irmağı güneyinde ve Karadeniz kıyılarında  varlıklarını sürdürdüler. Kabardeyler ise bağımsızlıklarını yitirdiler ve Moğol-Tatar baskıları sonucu  şimdiki Kabardey yöresinde toplandılar.

16 . yüzyılda  Türkler, Tatarlar ve Ruslar Kuzey Kafkasya bozkırlarında karşılaştılar. O sıralar Kuzeydoğu Kafkasya ve Hazar Denizi kıyısında  bir Tatar devleti olan Astrahan Hanlığı (1459 – 1556) ile Kuban Irmağı  güneyinde ve Karadeniz kıyılarında yaşayan Adıge-Çerkesler (Çerkesya) bağımsız idiler. Kırım Hanlığı ile Kabardeyler Osmanlı Devleti’ne, Çeçenistan ve Dağıstan da İran’a bağlıydı.

1552’de Volga boyundaki Kazan Hanlığı, ardından 1556’da Astrahan Hanlığı Rusya’ya ilhak edildi ve Ruslar Volga yoluyla da Hazar Denizi’ne inip Kafkasya’ya  girdiler. 1557’de Kabardeyler,  Osmanlı Devleti korumasından (himaye) ayrılıp Rusya koruması altına girdiler. Rus-Kabardey birlikteliği, daha sonra, stratejik bir derinlik ve süreklilik kazanacaktı.

Adıgeler (Çerkesya),  Karadeniz ve Kuban yoluyla Türk ve Kırım Tatarlarıyla siyasi ve ticari ilişkiler içindeydiler.

***

Çar Petro I döneminde, 1722’de Dağıstan hanlıkları İran korumasından çıkıp Rus koruması altına girdiler. Kafkasya’daki  yerli halklar Türk ve İran yönetimlerinden memnun değildiler. Bu da Rus yayılmasını kolaylaştırıyordu.

Kuzey Kafkasya’da Türklerin elinde Kırım Hanlığı toprakları kalmıştı ve Rus saldırılarına açıktı. Bu durumda Kuban’ın doğusundan Hazar Denizi’ne uzanan topraklar Rusların ve onların himayesindeki Kabardey beylerinin etkisi altına girdi. Rusya,  barışçı yöntemlerle  bu yerlere (Oset, İnguş, Çeçen) sızmayı başardı.

Kafkasya’nın güneyinde   Azeri (Tatar), Ermeni ve Gürcüler  ile sayıca az nüfuslu bir toplum olan Abhazlar yaşıyorlardı. Doğudakiler İran, batıdakiler de Osmanlı koruması altındaydılar.

Kafkas savaşlarının başlaması

Rusya ile Osmanlı Devleti ve İran arasında Kafkasya’da sürtüşmeler giderek çoğaldı. Ruslar yayılma, Türkler ve İranlılar da eldekini koruma peşindeydiler. Osmanlı  ve İran birer gerici, çağ dışı  devletti. 1711’de Türkler Prut’da  Rus birliklerini çember içine alıp barışa zorladılar. 1739 Belgrad Antlaşması da Türklerin  son başarısı oldu. Antlaşma ile Orta Kafkaslar’daki stratejik dağ geçitlerini kontrol eden ve Rus korumasında olan Kabardey ülkeleri – Büyük ve Küçük Kabardey,  tarafsız  yöreler sayıldı. Amaç Kabardeyleri Ruslardan uzaklaştırmaktı. Ancak, yukarıda değindiğimiz gibi, Kabardeyler ile Ruslar arasında stratejik bir dostluk ilişkisi vardı, Kabardey baş beyi (Pşıveliy/ Pşımeyapş) Kaytoko Aslanbek’in (ö. 1746) danışmanı ünlü Kabardey düşünür  Kazanoko Jebağı (1684-1750)  şöyle diyordu: “Yakın komşu (Rusya), uzak akrabaya (Türkiye) yeğlenmelidir”. Bu sözler Ruslarla dostluğun önemine bir  göndermeydi.  Sonuç olarak, Türklerin Kabardeyleri  Ruslardan uzaklaştırma politikası başarısızlığa uğradı.

***

1768 – 1774 Osmanlı – Rus Savaşı’nda  Rus-Kabardey işbirliği sürdü.  Savaş içinde Ruslar bir araba yolu inşa ederek Daryal Geçidinden güneye geçtiler ve Gürcistan’a  girdiler, orada Gürcü askerleriyle birleşip Osmanlı korumasındaki Gürcü İmereti Krallığı başkenti Kutaisi’yi ele geçirdiler, ardından Türkleri Karadeniz kıyısındaki Poti  Kalesinde kuşattılar. Sonunda anlaşmaya varıldı: Kırım Hanlığı,  Osmanlı  korumasından çıkarıldı ve bağımsız devlet sayıldı (1774). Kabardey ve Osetya Rusya’ya katıldı. Antlaşma gereği Ruslar Güney Kafkasya’yı  tahliye ettiler.

Yenilgi, Osmanlı Devleti’inin çağ dışı ve güçsüz bir devlet olduğunu açığa çıkardı. Osmanlı artık Batılı ülkelerle Rusya arasındaki güç dengesinden yararlanarak varlığını sürdürecekti.

Rus kolonizasyonu, etnik temizlik ve karşı direniş

Savaştan sonra Ruslar, 1777’de kuzeybatıda  Azak limanından başlayıp Orta Kafkaslardaki Mozdok’a uzanan  bir müstahkem  hat (askeri yol)  inşa ettiler, hat üzerinde 30 askeri üs (kale) ve Stavropol istihkamı (kalesi)  bulunuyordu. Ardından bölgeye yoğun bir Rus nüfus getirilip yerleştirildi.

 

Karadeniz Kordon Hattı

 

İş bununla da kalmadı, Ruslar Kuban Irmağının sağ (kuzey) kıyısı boyunca uzanacak, Laba’nın Kuban’a döküldüğü yerden başlayıp  Karadeniz’e ulaşacak bir müstahkem hat daha (Karadeniz Kordon Hattı) kurmaya başladılar. Böylece Ruslar, Adıgeleri karadan kuşatmayı ve hattın güneyinde yaşayan Adıgelerin kuzeydeki Nogay ve Kalmuklarla birleşip yeni bir devlet kurmalarını önlemeyi hedeflediler.

Hat konusunda Rus milliyetçi yazarlar ve diplomatlar doğru konuşmuyor, hattın bir yayılma aracı değil, bir savunma hattı olduğunu söylüyorlar. Dedikleri özetle şöyle:

“Hattın (Karadeniz kordon hattının) kurulma amacı, Kuban’ın kuzeyinde yaşayan Rusları, Kuban’ın güneyindeki Çerkeslerin saldırı ve baskınlarından korumaktı. Daha önce  Kuban’ın kuzeyinde Çerkesler yaşıyorlardı, Rus birlikleri tarafından  yerleşimleri yakılan bu Çerkeslerden Kuban Irmağının güneyine, Çerkes tarafına  kaçanlar canlarını kurtardılar. Kaçamayanlar, kadınlar, yaşlılar ve çocuklar da içlerinde olmak üzere, Rus birlikleri tarafından acımasızca (hunharca)  katledildiler. Kuban’ın güneyine kaçan Çerkesler, Ruslarca yakılan eski köy arazilerinin yerinde kurulan yeni Rus köylerine saldırmaya ve baskınlar düzenlemeye  başladılar. Hayvancılıkla uğraşan Çerkesler, Rus köylülerini esir alıp köle olarak satıyor, yağma yapıyor, Rus köylerini ve ekinleri yakıyor, Kazakların yaşamını çekilmez hale getiriyorlardı”. 160 yıldan beri Rusların söylediği,tekrarlayıp durduğu, başkalarını inandırmaya çalıştığı şey bu. Peki doğru mu?.. (KAYNAK)

Burada bir dezenformasyon (yanlış bilgilendirme, tarih şaşırtması, karalama ve iftira) var.

Ruslar Karadeniz Kordon Hattının kuzeyine 1792-1793 yıllarında yerleşmeye başladılar. Hat hazırlığı, kale inşaatları ise, o tarihten çok önce, 1778 yılında başladı. O tarihte ve öncesinde hattın kuzeyinde askerler dışında bir Rus nüfusu yoktu. Arada 14 yıl gibi uzun bir zaman aralığı var. Çerkesler Kuban’ın kuzeyine geçseler bile sadece Rus askerleriyle karşılaşabilirlerdi.

Kuban’ın güneyinde ise, Natuhay ve Şapsığ gibi kölelik karşıtı, tarım, hayvancılık, denizcilik ve balıkçılıkla geçimlerini sağlayan, sanat ve altın işlemeciliği alanında ileri gitmiş ve gelişmiş demokratik düzenleri olan  büyük topluluklar yaşıyordu, daha doğuda da Bjeduğ ve K’emguy gibi sakin ve barışçı Adıge  kabileleri bulunuyordu. İçlerinde köle avcısı (tüccar ve  insan avcısı)  küçük gruplar bulunan Abzah ve Vıbıhlar ise, o tarihlerde Rus sınırından uzakta idiler. Uzak mesafeler ve Ruslarla barış içindeki kabilelerin tampon bölge işlevi gören toprakları üzerinden bu grupların  Rus köylerine ulaşmaları ve saldırmaları olanaksızdı. Ayrıca Türklerce aranan kızlar, esirler, Rus ya da diğer milliyetlerden olanlar değil, Adıge ve Gürcü kızları idi. Görülüyor ki, Rusların yazdığı senaryo tarihsel gerçeklerle bağdaşmıyor.

Abzah köle avcıları, avladıkları insanları (ki bunlar da çoğunca Çerkes’ti) yaz mevsiminde, karların erimesiyle  açılan dağ  geçitlerinden geçirerek Vıbıh limanlarına götürüyor ve  Osmanlı esir tüccarlarına -gizlice- satıyorlardı. Küçük ölçekli ve yaz mevsimiyle sınırlı bir esir ticareti vardı. 1992’de Adıge Bilimsel Araştırma Enstitüsü Müdürü Mekule Cebrail, Leğonaka Yaylasına giderken, yolda Belaya (Şhaguaşe) Irmağının sol yakasında, orman içinde kalmış olan eski Abzah esir pazarı yerini bana ve T’eşu Yasin Çelikkıran‘a eliyle işaret ederek göstermişti. Çerkes esir satışı konusunda Sefer Berzeg‘in yayımladığı “Kafkasya Gerçeği” dergisinde de (Özellikle Cigetlerle ilgili makalede) geniş bilgiler vardır. Daha eskiden oğlan çocukları da çok satılıyordu.

Bu tür küçük ölçekli olaylar, insan kaçakçılığı, büyük bir savaşın, soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgünün gerekçesi olamaz. 2-3 milyon insan o yolla, esir ticareti yoluyla mı geçiniyordu? Benzeri şeyleri Ruslar Çeçenlere ve diğer halklara  yapıyorlardı. O dönemler insan kaçakçılığı ve satışı her yerde, Rusya’da da vardı. Örneğin, General Yemolov‘un ve Rus subaylarının Çeçen kadınlarını kaçırdıkları, sattıkları ve esir ticareti yaptıkları biliniyor (John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, s. 164). Rus subayları  ahlak dersi verecek denli temiz miydiler?

Ruslar 1778’de Kuban’ın kuzeyinde 20’den fazla kale kurdular (bk. Tehlike Kuzeyden Geliyordu, internet). O tarihte, bir Adıge-Rus ya da Tatar-Rus savaşı yoktu, 1778’de o yerler bağımsız bir devlet olan Kırım Hanlığı’na aitti ve oralarda, kale inşaatlarında çalışan askerler dışında yerleşik bir Rus nüfusu  yoktu ve Ruslar kimseyi dinlemeden kaleleri inşa ediyorlardı. Sivil nüfus olarak Kuban’ın kuzeyinde Nogay Tatarları ile daha az sayıda Adıgeler yaşıyor, hayvan otlatıyorlardı.

Ruslar, kale inşaatlarını, kendilerinin de bağımsız bir devlet olarak 1774 yılında resmen tanıdıkları Kırım Devleti’ne ait  topraklarda, izinsiz ve uluslararası  hukuka aykırı olarak yapıyorlardı. Kuban’ın kuzeyindeki Rus kolonizasyonuna gelince, 1783 yılından, Kırım’ın ve oraya bağlı Kuzey Kuban’ın  Rusya’ya ilhakından on yıl sonra, 1792’de Çariçe II. Yekaterina’nın Kuban’ın kuzeyini “Çernomorya” (Karadeniz ülkesi) adını vererek Kazaklara bağışlamasından  sonra başladı ve 1793’te de Yekaterinodar adıyla şimdiki Krasnodar kentinin temeli atıldı. Ayrıca Çernomorya’ya (Kuzey Kuban’a) ilk Kazak yerleşmeleri sırasında Adıge-Kazak ilişkileri dostaneydi (age; ayrıca Bartso Adam’ın Bjeduğ yöresi ve Bjıhakoye köyü tarihine ilişkin yazıları,”Чылэу Алыуарэ (Бжыхьэкъуае) ихъишъ”, Адыгэ макъ). Demek ki, Adıgeler saldırgan değildirler ve barışı arayan taraf olmuştur. Barışçı dönemde Adıgeler Kazaklara tarım ürünleri satıyor, onlardan sanayi (fabrika) malları alıyorlardı. Rus yayılmacı siyaseti Kazaklarla olan barışçı ilişkileri sonunda bozdu.

Ruslar gerçekleri söylemiyor ve değiştiriyorlar, saldırıları başlatanların kendileri olduğu gerçeğini, işledikleri soykırım, etnik temizlik ve sürgün suçlarını, bildikleri halde gizlemeye çalışıyorlar. Bu, asırlardan beri değişmeyen bir Rus devlet politikası. Belirtelim, bağımsız kaynaklar Rus iddialarını  asla inandırıcı bulmuyorlar.

Daha sonraları Rus saldırılarına karşı misilleme niteliğinde karşılıklı bazı  olaylar yaşanmış olabilir. Bunlar doğaldır. Rus saldırı ve tehdidi vardı. Zayıf olan ve saldırıya uğrayan taraf Adıgelerdi. Bu gibi küçük olaylar, büyük bir savaşın, korkunç bir soykırım, etnik temizlik ve bir ulusu toptan bir üçüncü ülkeye (Osmanlı’ya) sürme ve yok etme politikalarının  gerekçesi olamaz.

Murat Özden‘in “Üçüncü Sürgün, Gönen – Manyas Çerkes Sürgünü” (2020) adlı yeni kitabında, 1919-1922 Türk-Yunan Savaşı sona erdikten sonra, 1923 yılında bile Çanakkale’den Muğla kıyılarına değin denizden, Yunan adalarından  gelen silahlı çetelerin  aralıksız Türk kıyılarına sızmakta, çatışmakta ve yağma yapmakta oldukları resmi belgelere dayalı olarak açıklanıyor. Bu tür sızmalar nedeniyle Türkiye, 1922 Mudanya Ateşkes Antlaşmasını bozmuş ve Yunanistan’a yeniden  savaş açmış değil…

Türklerin Çerkesya’ya gelişi

Rus yayılması karşısında, paniğe kapılan Türkler, Çerkesya’ya gelerek, 1781’de Anapa Kalesini, ardından Sucuk-Kaleyi (Ṡemez) kurdular. Çerkeslerden kale kurulmasına muhalefet edenler de olmuştu.  Türklerin amacı, Anapa’yı bir üs olarak kullanıp Çerkeslerin yardımıyla Kırım’ı Ruslardan geri almak ve Rusları Kafkasya’dan çıkarmaktı.  Adıgeler ise, Ruslara karşı Türklerin  desteğine gereksinim duyuyorlardı. Çünkü yalnız kalmışlardı, gerekli silah ve mühimmatı sadece Türklerden alabilirlerdi.

Adıgeler, Rusların Kuban’ın kuzeyinde yaptıkları katliamları ve toprak gasplarını görmüşler ve sıranın kendilerine geleceğini anlamışlardı.

1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Adıgeler Türkleri desteklediler, Adıgeler  savaşın ilk yıllarında başarı sağladılar, Anapa’ya yönelik iki saldırıyı püskürttüler. Bundan cesaret alan, Adıge başarısını kendi hanelerine yazan Türkler, Adıge muhalefetine karşın, kırık dökük birliklerle, akıl dışı bir Doğu macerasına kalkıştılar ve şimdiki Çerkessk kenti yerinde yenilip panik halinde dağıldılar (1790).  Ardından Anapa Rusların eline geçti (1791). Anapa, 1792 Yaş Barış Antlaşması ile Osmanlılara geri verildi. Ancak Ruslar öç alma ve gözdağı verme amacıyla Adıgelere saldırıp çok sayıda köyü ateşe verdiler, önlerine çıkanı doğradılar.

Bu tarihten sonra Adıgelerin Türklere güveni kalmadı.

1807’de ve son kez de 1828’de Anapa kesin olarak Rusların eline geçti, 1829’da Türkler Çerkesya’dan kesin olarak ayrıldılar.

Rus yayılması

Rusya 1801’de Doğu Gürcistan’ı (Kartlı – Kaheti Krallığı), 1806-1812 yılları arasında Batı Gürcistan’ı (İmereti Krallığı – ve bu krallığa bağlı Mingrel ve Abhaz prensliklerini-), 1813’te şimdiki Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuzey bölümünü ve Dağıstan’ı ilhak etti. 1828’de İran’ı yenerek sınırlarını Aras Irmağına dayandırdı, 1829’da da Anapa ve Sucuk-Kale (Çerkesya) dahil  Batum yakınlarına değin Karadeniz kıyılarını  işgal edip ilhak etti.

Çerkesya’da Şapsığ, Natuhay ve Abzah yörelerinde demokratik bir düzen,  eşitlikçi ve serbest köy sistemleri  vardı. O dönem ölçütlerine göre, önemli bir nüfus söz konusuydu (Rus istihbaratına göre, 1830 yılında 1 milyon üzeri bir nüfus). Benzeri bir eşitlikçi yapı bir kısım dağ Avarları ve Çeçenler arasında da vardı, ancak Avar ve Çeçen sistemi dini (şer’i) düzene, şeyhliğe (tarikata) dayanıyordu, ümmet anlayışı vardı, ulus duygusu yoktu. Her köyün bir imamı vardı, imamlar da baş imama (şeyhe) bağlıydılar, bir silsile içinde köyleri yönetiyor ve halktan vergi topluyorlardı. Demokratik değil, despotik dini yönetimler söz konusuydu. Diğer yörelerde feodal ya da yarı feodal ilişkiler vardı (Dağıstan, Kabardey ve Çerkesya’nın bazı sınır kabileleri, vb). Söz gelişi her köyün bir  beyi (pşı) ve köleleri (pşıł), ayrıca köle olmayan, toprak ve mülk sahibi, at binme ve silah taşıma yetkisi olan bir köylü sınıfı  (vork ve fekoł)  vardı. Köyü bey yönetir, bey köylüden vergi, angarya hizmetleri (örn. Beyin konuklarını ağırlama zorunluluğu gibi) alırdı.

Bu nedenle feodal kabilelerde farklı bir konuk ağırlama geleneği vardı. Yani Şapsığ ve Abzahlarda olduğu gibi, sıradan bir köylünün, beyden izinsiz konuk kabul etme yetkisi yoktu, tanımadığı bir kişiyi  evine alamazdı, konuğun bey tarafından gönderilmiş olması gerekirdi. Konuk kabul etme yetkisi köy beyine aitti. Konuk kabul etme yetkisi, özgür ve egemen kişi olmayı simgeliyordu.

Yeni işgal edilen Güney Kafkasya’da ve Dağıstan’da ise, köy üstü, il-ilçe ölçeğinde, daha büyük feodal birimler, bölgesel prenslikler vardı ve onlar daha güçlüydüler. Bölgesel prenslere bağlı köy beylerine de bazı ayrıcalıklar tanınıyordu. Prensler ve beyler, Rus yönetimi altına girmekle efendi değiştirme dışında, statülerini ve iç özerkliklerini korudular.  Prenslere Rus protokolünde ve ordusunda  tuğgeneral rütbesi/ statüsü veriliyordu. Köy beylerine ise, daha az ayrıcalık tanınmıştı, ancak bey ailelerinin ve onlara ait köylerin adları Rus resmi kayıtlarına geçiriliyor, haç takıp Hıristiyan olmayı kabul eden bey çocukları subay okullarına alınıyor ve  subay olabiliyordu. Feodal sistem gereği, sadece soylu olanlar subay olabiliyorlardı. Osmanlı Devleti’nde ise farklı bir sistem vardı.

Prensler ve halk Kafkasya’da İran ve Osmanlı yönetimlerinden memnun değildi, bu nedenle  Ruslar, o gibi yörelerde önemli direnişlerle karşılaşmadılar ve kolayca yayılma fırsatı buldular.

Ruslar 1837-39 yıllarında Karadeniz üzerinden çıkartma yaparak Çerkesya kıyılarını ele geçirdiler, Anapa’dan Gagra’ya uzanan Karadeniz Kıyısı Müstahkem Hattı’nı kurdular. Hat, kıyı boyunca uzuyor, şimdiki Krasnaya Polyana‘yı (Atkuac) da içine alıyordu. Ruslar doğudan da batıya doğru yürüyüp Laba Irmağına ulaştılar. 1830’ların sonlarına doğru, doğuda, Laba-Kuban arası alanda etnik temizlik yaptılar. Adıgeler verimli topraklarla kaplı bu yöreye Base Ovası (Base Gubğo) diyorlardı. Bu yerlerde yaşayan kılıç artığı Adıge (Besleney, Mehoş, vb) kalıntıları ile dağ yamaçlarında, akarsu kaynakları bölümlerinde  yaşayan  barışçı Abazinleri (Abaza) dağlardan indirerek Kuban’ın  kolları olan Küçük ve Büyük Zelençuk ırmakları vadilerine yerleştirildiler, ayrıca Ruslar Kabardeyden  buraya önemli bir Kabardey nüfus  takviyesi de yaptılar.

1839 yılında Adıgeler hatlarla, karadan ve denizden kuşatılmış ve tam bir  çember içine alınmış oldular.

Karşı saldırı ve parçalanma

1840 ilkbaharında Adıge kabileleri birleştiler, bazıları 10-15 bin kişilik birlikler halinde, kıyıdaki ve kordon (çevirme) hatlarındaki Rus kalelerine saldırdılar. Kalelerin bazıları ele geçirildi, bazıları da Ruslarca tahliye edildi. İlk şaşkınlıklarını atlatan Ruslar deniz yoluyla takviye alıp durumlarını yeniden güçlendirdiler. Bu arada Kbaada Yaylası/ Krasnaya Polyana (Atkuac) ve Soçi, Novorossiysk ve Anapa  geri alınamamıştı, bu  yerler de dahil kıyı kesiminin tamamı yeniden Rusların eline geçti. Savaş sırasında ünlü komutan   Şerełıko ailesinden Tığujıko Kızbeç (Şapsığ – Kazbek) başta çok sayıda yiğit komutan ve savaşçı yitirildi. Adıgeler dağlara çekilerek savunma hatları kurdular.

Bk. Tigujiko Kızbeç – Çerkesya Aslanı

Batılı (İngiliz) ve Türk ajanlar, 1840 yılı öncesinde halk arasında dolaşıyor,  Ruslara karşı ciddi bir Adıge harekatı olması durumunda ‘dış yardım geleceği’ biçiminde yalan propagandalar yapıyor, halkı kandırıyor, savaşa ve intihara kışkırtıyorlardı. Ancak ‘beklenen yardım’ 1840 yılı ve sonrasında gelmedi. Propagandacıların yalanı açığa çıktı. Bunun üzerine, Çerkesler saldırılara son verip savunmaya geçtiler. Bu arada büyük bir  insan kaybı vermiş oldular. Yiğit savaşçıların önemli bir bölümü  yitirildi.

Bu tarihten 1848 yılına değin nisbi bir sükunet dönemi yaşandı. Adıge meclislerinde beka (ayakta kalma) sorunları görüşülürken, Konstantiniyye’ye (İstanbul)  temsilci heyetleri gönderilir, yardım istenirken, doğuda Çeçenlerin bir kısmı şeriat bayrağı altında ve Şeyh Şamil önderliğinde  ayaklandı ve yeniden  Mürid Savaşı (dini savaş)  başladı. Şamil 1848’de naiplerinden Muhammed Emin’i temsilcisi olarak Adıgelerin arasına gönderdi. Böylece Adıgey’deki nisbi sükunet bozuldu. Muhammed Emin’i ve Şamil’in şeriat yönetimini Abzahlar benimsediler, Şapsığlar ve Natuhaylar ise reddettiler.

Naip şeriat mahkemeleri kurdurdu ve Rus esirlerden devşirme özel bir muhafız birliği kurdu, Naib, Abzahlara da güvenmiyor olmalıydı, devşirme birlik kurma gereği duydu, idam ve el/kol kesme gibi sert cezalar uygulayarak Abzah yöresinde terör estirdi, sert bir  otorite kurdu ve yöreyi Şamil’in dini devletine bağladı. Artık, Naib, kendi devşirme askerleri dahil herkese günde beş vakit namaz kıldırıyordu. Bu dini fanatizmi Abzahlar  “Neib nemaz” (Naip Namazı) diye adlandırıyorlardı. Sonuç olarak Adıgeler parçalanmış, ikiye bölünmüş ve zayıflamış  oldular. Bir bölüm Adıge ana kitleden koptu ve Şamil’e bağlandı. Şapsığlarla Abzahlar arasında, zaman zaman sürtüşmeler oluyordu. Şamil ve naibi Muhammed Emin, diğer Adıgeleri (Şapsığ, Natuhay ve Vıbıhları)  pasif olmakla suçluyor, tüm Adıgeleri ve tüm Müslümanları, din uğruna ve tek bir bayrak altında savaşa çağırıyordu. Sonunda dini bayrak altında Abzah – Rus Savaşı  başladı. Bunun bir sonucu olarak, Abzahlar arasında Adıgelik/ ulus (milliyet) ve yurt (vatan)  bilinci zayıfladı, bunların yerini dini değerler, dini ideolojiler ve ümmet anlayışı aldı.

Daha önceleri, demokratik gelenek gereği,  Adıgeler yurt toprağını kutsal sayıyor, yitirmemek için canlarını veriyorlardı. Dini ideoloji bu anlayışı sakatladı, 1880-1890’lardaki Türkiye’ye gönüllü göçte de bu ideoloji etkili oldu, on binlerce Adıge (özellikle Abzahlar), her şeylerini yok pahasına elden çıkararak, gönüllü olarak ve gemiler kiralayarak Kuban Vilayetinden (eski Çerkesya), vatan toprağından ayrıldı ve Türkiye’ye  göç etti, ülke, Kuban yöresi neredeyse boşaldı ve bir Rus yöresine (ülkesine) dönüştü, örneğin yüz binlerce Abzah’tan geriye  Hakurınehabl adlı bir köy kaldı (bk. Yedıc Nihai’nin “Къэгъэзэжь” [Dönüş] kitabı).  

Dini ideolojiler işgale uğramamış Müslüman dünyası topraklarını ülke (vatan; Diyar-ı İslam/Dârülharp)  sayıyor ve Peygamber’den örneklenme bir hicret (göç) anlayışını benimsiyorlardı.

Ruslar 1851’de Naib’i yendiler. Bu tarihten sonra Muhammed Emin ve Şeyh Şamil’in gücü kırıldı, onlar da diğer Adıgeler gibi savunmaya çekilmek zorunda kaldılar.

Bk. KAYNAK

Dünyadaki gelişmeler ve Kırım Savaşı

Osmanlı Devleti hariç, Avrupa’daki devletler 1814 yılında Viyana’da bir araya geldiler, devletlerin sınırlarında değişikliğe gitmeme, toprak ilhak etmeme, ezilen uluslara (azınlıklara) daha fazla özgürlük tanıma ve köle ticaretini yasaklama gibi önemli kararlar aldılar. Osmanlı Devleti, çağrılara karşın, Eflak ve Boğdan (Romanya) için özerklik  isterler diyerek Kongre’ye katılmamış, sonuçta bindiği dalı kendi kesmiş, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştu.

Sonuç olarak, Osmanlı’nın Avrupa sınırları uluslararası korumadan (Büyük devletlerin sınır  garantisinden)  yoksun kaldı, dış saldırı ve ilhaklara açık hale geldi. Büyük bir aymazlıktı. Bu örnekten, Osmanlı yöneticilerinin ne denli gerici, aç gözlü, kısır ve dar görüşlü kişiler olduklarını anlayabiliriz. Nitekim Ruslar Kafkasya ve Balkanlarda Osmanlı Devleti’nin bu aymazlığından ve doğan fırsatlardan  yararlanarak planlı bir biçimde genişlemelerini sürdürdüler. Çerkesya da bu politika bilmezliğin kurbanı olacaktı. Bu durum 1821 Mora Ayaklanması, 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı, Çerkesya olayı ve Yunan bağımsızlığı örneklerinde somutlaşmıştır.

***

1853’te Kırım Savaşı başladı. Savaşın çıkış nedeni, Karadeniz’de büyük bir Rus donanmasının ve Sivastopol’da da büyük bir Rus deniz üssünün kurulmuş ve bunun Akdeniz ve gerisindeki İngiliz-Fransız çıkarlarını tehdit edecek boyuta ulaşmış olmasıydı. Müttefikler – İngiltere ve Fransa, vd -, 1814 Viyana Kongresi kararları gereği Rusya’ya ilişkin toprak talebinde bulunmaktan kaçınmışlardı, aksi takdirde Avusturya ve Prusya (Almanya),  Rusya’nın yanında savaşa katılabilecekti. Özellikle çok uluslu bir devlet olan Avusturya İmparatorluğu milliyetler ve sınır güvenliği konusunda çok hassastı. Nitekim, Avusturya, Avrupa’daki Osmanlı-Rus sınırına hemen asker (barış gücü)  yerleştirdi. Bu nedenle Balkanlarda savaş olmadı.

Bunun üzerine yayılma işi, Kongre kararları  ile bağlı olmayan  Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Türkler de hemen Kafkasya’ya askeri valiler atadılar. Bu bağlamda Şeyh Şamil‘i Kafkasya Genel Valisi olarak  ilan edildi, Çerkesya Askeri Valiliğine de Sefer Paşa adıyla eski bir Rus subayı ve Heğake (ХэгъакIьэ) kabilesi köy beyi olan Zaneko Seferbıy’ı atadılar. Türkler bu kişilerin bitmişliğinin farkında değildiler. Sefer Paşa, İngilizlerin Anapa’yı işgal önerisine karşı çıkarak büyük bir fırsatı, Çerkes sorununu Rusya’nın bir iç sorunu olmaktan çıkaracak ve Müttefik Devletlerin bir sorunu, uluslararası bir sorun yapacak bir fırsatı  kaçıracaktı (W. Richmond, “Çerkes Soykırımı”, s. 82). Aymazlık içindeki Türkler, eski birer köle olan Vıbıh kökenli paşaları, yönetici olarak, katı şecere takipçisi Vıbıhların yöneticileri olarak atamışlardı. Vıbıhlar Şaçe’de (Soçi) bu Türk paşalarını kibarca alaya aldılar ve paşalara, köle kardeşlerini  satın alarak kurtarmalarını önerdiler ve onları Konstantiniyye’ye geri gönderdiler. Tuapse’ye gelen Sefer Paşa’ya Şapsığlar itaat etmediler. Şapsığlar bir dış güce bağlanmayı istemiyor, gerçek bir dış yardım bekliyor, bağımsız bir Çerkes Devleti kurmayı savunuyorlardı. Ancak Şapsığlar müttefiklerden de yüz bulamadılar. ‘Vali’ Zaneko Seferbıy, sonunda eski memleketi olan Anapa taraflarına  gitti ve orada üslendi.

Kırım Savaşı’nın başlamasıyla Karadeniz kıyısındaki Rus kaleleri Ruslar tarafından boşaltıldı.

Müttefikler Çerkeslerden süvari birlikleri oluşturup Ruslara saldırmalarını ve Sivastopol’daki birliklere katılmalarını istediler. Karşılığında hiçbir  vaatte bulunmadılar. Müttefikler olmayacak şeyler istiyorlardı. Çerkeslerin topçu birlikleri, topçu eğitimi almış erleri ve modern silahları yoktu. Bunlar olmadan ve Müttefiklerin destek birlikleri gelmeden deneyimli Rus birliklerine karşı  bir süvari harekatı yürütülemezdi. Muhammed Emin ve Şeyh Şamil de aynı durumdaydı. Sınırlarda üstünlük Rus tarafındaydı. Gerilla savaşı bile verilemez olmuştu.

Durumu değerlendiren Rus komutanlığı, Çerkeslerin ve Şamil’in saldıramayacağını anladı, seçme ve eğitimli birliklerinin bir kısmını çekip Sivastopol’a ve Türklerle savaşmak üzere güneye gönderdi (http://www.cherkessia.net/makale_detay.php?id=3283). Kafkasya’da Türkler yenildiler.

Kafkasya’yı ilhak etme peşindeki  Osmanlı Devleti doğudaki/Kafkasya’daki savaşlarda, komuta ve hızlı karar alma yetersizlikleri nedeniyle  üst üste yenildi ve Türk yayılma planı suya düştü.

Tutucu ve katı bir hükümdar olan I. Nikola 2 Mart 1855’te öldü, yerine reform yanlısı oğlu II. Aleksandr tahta geçti. Yeni Çar ateşkes istedi, Müttefiklerin isteklerini kabul etti. 30 Mart 1856’da  Paris Barış Antlaşması iimzalandı.

Paris’te Adıgelerin kötü durumu  söz konusu bile edilmedi. Adıgler kötü kaderleriyle baş başa bırakıldılar, bilinerek ölüme terk edildiler.

Paris Antlaşmasından sonra Ruslar, Adıgelere karşı ilerlemelerini sürdürdüler, Laba’dan batıya doğru ilerleyerek Belaya Irmağına (Şhaguaşe) ulaştılar,  1857’de Belaya Irmağı sağ kıyısında  Maykop Kalesi’ni kurdular. Bu arada  Kafkas Ordusu Kurmay Başkanı General Milyutin, 1857’de  Çerkeslere boyun eğdirmek için, Çerkeslerin bir kısmının kuzeye, Ukrayna taraflarına, Don Nehri Havzasına (Donbass’a) sürülmesini yeni  Çar II. Aleksandr‘a önerdi.  1860’da da Ruslar, Belaya Irmağının  sağ (doğu) yakası boyunca uzanan Beloreçensk (Şıthale)  Müstahkem Hattını  kurdular, hat Şapsığ sınırının başladığı yerde değil, Rus yönetimi altına girmiş olan Abzahların sınırının başladığı yerde kurulmuştu. Ruslar ikircikli hareket ediyorlardı, yine de Şapsığlara yönelik mengeneyi daha da sıkıştırmış oldular.

Bu arada 1859’da Bjeduğ, K’emguy, Abzah ve diğer yöre kabileleri ile 1860 yılında kıyıdaki Natuhaylar  Ruslara boyun eğdiler. Daha batıda ve kıyıda yaşayan Şapsığlar ve Vıbıhlar  direnişlerini sürdürdüler, ancak diğer kabileler boyun eğerken Şapsığların neden direndiklerinin nedeni kuzeydeki Donbass’a sürülme önerisi olmalıydı. Şapsığların adının  Milyutin’in sürgün projesinde ad olarak yer aldığı ve Şapsığların  da bunu öğrendikleri kuşkusuzdur. Kıyı nüfusu Karadeniz, Azak Denizi ve Don Nehri su yoluyla, şimdi Ukrayna’da bulunan Donbass’a taşınıp yerleştirilecekti.

Daha fazla bilgi için bk.  KAYNAK, KAYNAK

Yorum Yap