Adıgey 100 Yaşında – VI

Adıgey 100 Yaşında – VI

Sonuçsuz kalan diplomatik girişimler, Rusya’da reform ve yansımaları

Daha yukarıda değindiğimiz gibi, 1856 Paris Antlaşması ile Kırım Savaşı sona erdi, Müttefik kuvvetler Kırım ve Kafkasya’yı boşalttı. İngiltere ve Fransa kendi çıkarları gereği  Osmanlı Devleti’nin yardımına koşmuş ve Rusya’yı yenmişti. Tarafsız ülke olarak Avusturya da, Rusların boşaltmak zorunda kaldıkları Avrupa’daki Osmanlı topraklarını ve sınırlarını Müttefikler yararına koruma altına almıştı.

Paris Antlaşması görüşmelerinde Çerkes sorunu Rusya’nın bir iç sorunu sayılmış ve üzerinde durulmamıştı. Osmanlı Devleti toprak yitirmediği, Kars’ı geri aldığı ve Karadeniz’deki Rus donanması ve üsleri yok edildiği için memnundu. Zafer kazandığı gibisine  içe dönük bir büyüklenme, böbürlenme havası içindeydi. Çerkesler  Osmanlı’yı süper güç sanıyor, Türklerden yarar bekliyorlardı.

Anlaşmadan 5 yıl sonra, 25 Haziran 1861’de açılan Çerkes Meclisi temsilcileri Konstantiniyye (İstanbul) ve Londra’ya gittiler, ancak resmi muhatap bulamayıp eli boş döndüler. En geç 1853’te yapılması gereken devletleşme girişimi/ fırsatı, Zaneko Seferbıy, Muhammed Emin, vb çekişmeler içinde kaçırılmıştı. Şimdi de Çerkesler yanlış ata oynuyor, kendi muhtac-ı himmet bir dede (yardıma muhtaç)  olan kof Osmanlı’dan medet umuyorlardı. Daha önce, Avrupa’dan alınan borç paralarla inşa edilen gösterişli sarayları ve merasim kıtalarını gören Çerkes temsilciler Padişah’ın verdiği madalya, nişan ve armağanlarla adeta büyüleniyorlardı. Savaş (Kırım Savaşı) sırasında Osmanlı’nın yanında Müttefik kuvvetler (dayılar)  vardı. Çerkesler değişimin farkında değildiler. Şimdi, hiçbir devlet, Çerkesler diyerek  Rusya ile arayı bozmayı göze alamazdı, çünkü herkes savaştan alacağını almıştı, uyuyan devi (Rusya’yı) uyandırmakta yarar yoktu. Çerkeslerin  morali bozuktu. Muhammed Emin’in gelişi (1848)  öncesinde Ruslarla  uzlaşma olasılığı vardı, Muhammed Emin  savunmadan saldırıya geçerek o şansı yok etti.

Şamil‘e gelince, üssünde hapis durumdaydı ve kımıldayamıyordu. Kırım Savaşı boyunca da kımıldayamamıştı. Sadece eski Gürcü kraliyet ailesi kadılarını kaçırtmaya, rehin verdiği oğlu ile takas etmeye gücü yetmişti.

Yefendi (molla)  otoritesi altındaki dinci ve savaşçı Abzahlar, yanlış ata oynamış, pasifleşmiş Şamil’in oltasına takılmışlardı. Şamil 1846’da sefere gittiği Kabardey’den yüz bulamamış,  yaklaşan Rus birlikleri karşısında, kaçıp kendisini güç bela Çeçenistan’daki üssüne atabilmişti. Bu da durumu anlatmaya yetiyordu. Şamil’in Ruslarla boy ölçüşecek gücü kalmamıştı.  Kırım Savaşı Şamil’in ve Çerkeslerin ömrünü fazladan  bir süreliğine  uzatmış oldu.

Kırım Savaşı Çerkesya sahillerinin stratejik önemini Ruslara göstermiş oldu (Son Ukrayna Savaşı bu önemin büyüyerek devam ettiğini, doğu ile batının bilek güreşine tutuştuğunu gösteriyor). Yeni durumda (1860’da) Ruslar kendilerine dost saydıkları bazı küçük Çerkes topluluklarını (Bjeduğ, K’emguy, vd) Kuban’da (bugünkü Adıgey yöresinde) bırakmaya, tehlikeli gördükleri ana kitleyi (Şapsığ, vd)  ise  kıyıdan  sürmeye karar vermişlerdi. Ciddi bir dış müdahale olmadığı sürece Adıge ulusunun imhası önlenemeyecekti. Bazı aklı başında Adıgeler kuşkusuz bunu görmüş olmalılar, ancak yetersiz ve demagog kişiler öncülüğünde ve hırgür içinde geri planlara itilmiş ve fırsatlar kaçırılmış olmalıydı.

Sürgün konusunda Osmanlı ve Rus çıkarı örtüştü, çıkış yolu kalmadı

Stratejik önemi dışında Çerkes toprakları, 1861 reformu ile özgürleşen topraksız Rus köylüleri için de   önemliydi.

Bazıları “Çerkesler için hiçbir çıkış yolu kalmamış mıydı” diye soruyorlar. Bize göre kalmamıştı. İç ya da dış sürgün kaçınılmaz olmuştu. Çerkesler Karadeniz kıyılarından uzaklaştırılacaklardı. Lenin‘in (1870-1924) sağlığında ve onun desteğiyle  1924’te Karadeniz kıyısında kurulan  küçücük Şapsığ ilçesine bile, Lenin’den  sonra Ruslar katlanamamış, ilçenin etnik kimliği ve özerkliği stratejik nedenlerle kaldırılmıştır. 1860’larda Çerkeslerin etkili bir liderliği olsaydı, belki sürgün süreci zamana yayılarak esnetilebilir ve facia daha az zararla atlatılabilir, 600 bin üzeri Çerkes’in ölümü önlenebilirdi. 17 Eylül 1861’de Çar II. Aleksandr ile yapılan görüşmede barış konusuna  öncelik verilebilirdi. Nitekim Çerkeslerin bir kısmı Kuban’a göç ederek sürgünden kurtulmuştu. Çar’ın önerisi kabul edilerek savaş şıkkı  gündemden çıkartılır ve Kuban’a ya da gösterilecek başka bir yere iç göç başlatılabilirdi. Bunun için diplomasi dilini iyi bilen sözcü ve  temsilcilere gereksinim vardı.   Barış sağlandığında fırsatçı Osmanlı da devreden çıkartılır, süreç zamana yayılabilirdi. Ancak konjonktür ve koşullar uygun muydu? Bizimkisi sadece  bir fikir egzersizi.  Adıgeler arasında savaş yanlıları, İngiliz ve Türk ajanları vardı, Rusya’ya yeniden savaş açacağını, Çerkeslere yardım geleceğini söyleyen  geveze takımı da vardı. Padişah da ikili oynuyor, el altından Çerkeslere gaz veriyordu. Padişah I. Abdülmecid‘in ölmesi  üzerine, 25 Haziran 1861’de başa geçen II. Abdülaziz karaya vurmuş  gemiden mal kapma peşindeydi.

Bir asır sonra, şarklı- dinci bir politikacı olan Turgut Özal 1989’da “Sadece Türkler değil, isterlerse Bulgarlar da gelebilirler, Jivkov da gelsin” diye hava atmış, sayı 300 bine dayanınca da sınırları kapatmıştı. Rus makamları, ilkin, göç edecek Çerkes sayısı 50 bini geçmeyecek diyorlardı, sayı yüzbinleri aştığında bile, II. Abdülaziz “Gelmeye devam etsinler” diyordu. Çünkü kendi saltanatına hizmet edecek dinci,  dindar ve uysal (sadık) bir nüfusu kabul ediyordu.

Kuban’a göç çözüm olmadı

Kuban’a yerleşmenin de çözüm olamayacağı  daha sonraları anlaşılacaktı. 1880’lerde Adıge sayısı azdı, yine de 200 bin dolayında idi. Bu sayı bir çekim merkezi  olacak sayı değildi, ama ileride bu olasılık vardı. Rus’ta ve Osmanlı’da “Oyun bitmez” derler. Rus, 1864 temizliğine rağmen, ileride sorun yaratabilecek sayıda, dinci ya da  dindar (aykırı) bir Adıge nüfusunun kaldığını görüyor ve onlardan  kesin olarak  kurtulmak istiyordu. Bu insanlar 1876’da rahatsız edilmiş, bazı olaylar yaşanmıştı. Adıgelerin  bir biçimde Kuban’dan uzaklaştırılmaları Rusya açısından  “iyi” olacaktı. Bu nedenle  Kuban’a yerleşen Çerkeslerin büyük çoğunluğu, daha sonra, 1888 – 1890 yıllarında Rus ve Türk  oltasına takılacak, kandırılacak, ucuz arazi kamulaştırmaları yoluyla ceplerine bir miktar para konup, yoksulluktan kurtulma ve çifte  zenginleşme beklentileriyle  Anadolu, Suriye ve Filistin yollarına döküleceklerdi. 1880’lerde kafileler halinde, itibari 160 bin Çerkes Kuban’dan  ayrılıp Türkiye’ye göç etti, 1 milyon üzeri nüfuslu olan koca Kuban ilinde topu topuna  30 bin dolayında Adıge kalmıştı (% 2 ya da % 3). Adıge ulusu neredeyse bitmişti. Bir savaş durumu yokken, ülkeden bu kaçışın açıklaması nasıl yapılabilir? Yapılmış da değil. Önderlik ümmetçilerden alınıp ulusalcı önderlere geçmiş olsaydı bu göç yapılmayabilirdi. Diğer Kuzey Kafkasya halkları yerlerinden kımıldamadılar. Türkleşmek üzere, neredeyse bütün bir ulus, din diyerek, zenginleşecek ve mal mülk sahibi olacağız diye  gemilere doluşup yola koyuldu. Bu Çerkesler, Osmanlı yetkililerince Samsun’dan Kıbrıs’a, Filistin topraklarına değin uzanan  geniş bir coğrafyaya küçücük gruplar halinde bölünerek ve dağıtılarak yerleştirildiler;  böylece etnik bir güç olmalarının önü baştan kesilmiş oldu. Mükemmel bir toplum mühendisliği tezgahlanmıştı.

Sürgün kararının uygulamaya konması, savaş, etnik temizlik ve soykırım

17 Eylül 1861’de bir Çerkes heyeti ile II. Aleksandr’ın Mamrıkuaye (şimdi Novosvobodnaya stanitsası) denilen yerde görüştüğünü ve Çar’ın hiçbir ödüne yanaşmadığını belirtmiştik. Bu başarısızlıkta Çerkeslerin payı da vardır. Çar’a karşı diplomatik bir dil kullanılacak yerde,  kafa tutarcasına sert ifadelerle   diyalog sekteye uğratıldı, çıkmaza sokuldu, sözcülük yetkisi savaş yanlısı sorumsuz molla (yefendi) takımına verilmişti.

Nitekim Çar, Mamrıkuaye’den ayrılırken Evdokimov’a dönüp  “Bu gürültücü komşuları fazla kuşkulandırmadan savaşa hazırlanın“,  dedi.

Adıgelerin Eski (Çitle Örülmüş) Evleriyle İsp Evleri Birbirine Benziyordu

Çar II. Aleksandr’ın 17 Eylül 1861’de  Novosvobodnaya’da  (Mamrıkuaye) Adıge temsilcilerle buluşması. Çar’ın karşısında sarıklı mollalardan oluşan Adıge heyeti görülüyor. Çar, Evdokimov’a  “Savaşa hazırlanın”  dedi.

Beklenen sürgün kararı 10 Mayıs 1862’de çıktı. Rus hükümetinin Çerkesleri Karadeniz kıyılarından, Natuhay, Şapsığ, Vıbıh, Cıh ve Abzah arazilerinden  çıkarma/ “göç ettirme” kararı yayımlandı, etnik temizlik görevi Evdokimov komutasındaki Kuban ordusuna verildi. Evdokimov Çeçenistan’da savaşmış deneyimli ve yetenekli bir komutandı, ama acımasız biriydi. Evdokimov çevik kuvvetler oluşturdu, insan ve malzeme yokluğu çekmiyordu. Ordunun emrinde çok sayıda mühendis ve inşaatçı birlikleri de vardı. Bütün bir Rusya Çerkesleri yok etmek için adeta seferber olmuştu. Çerkes karşıtı böylesine korkunç bir dezenformasyon (karalama/ nefret kampanyası) yürürlükteydi.

Çevik kuvvetler Adıge hainlerin kılavuzluğunda Şapsığ ve Abzah köylerini basıyorlardı. Bataklıklı, ormanlık ve gizli yolları olan saklı Şapsığ köylerine kılavuzsuz ulaşmak ve baskın yapmak neredeyse olanaksızdı. Şapsığlar 600 bin gibi nüfuslarıyla o zamanki ölçülere göre büyük bir topluluk idiler. Ama  modern silahlardan yoksun idiler, Osmanlı ve müttefikleri silah vermemişlerdi. Kendilerinde silah alacak  para da yoktu. Altınlarını ticaret diyerek, çok daha önceleri Cenevizlilere kaptırmışlardı. Şapsığlar, uygar iç ilişkiler içinde, ama dış dünyadan kopuk (izole), otarşik (kendi kendine yeten), kendi halinde yaşayan, eli açık, ama dışa kapalı, hoşgörülü  ve barışçı insanlardı. Demokratik, laik anlayışa yatkın ve şeriatı reddetmiş, geleneksel değerleri korumuş  Müslüman  bir topluluk idiler. Tarım, hayvancılık, balıkçılık, meyvecilik, arıcılık ve avcılıkla geçiniyorlardı. Altın ve gümüş işçilikleri de vardı.,

Savaş durumu nedeniyle Adıge köylerinin  köy dışı ve köy içi nöbetçi ve gözcüleri vardı. Düşmanın geldiği haberi alınır alınmaz yaşlı, kadın ve çocuklar ormanlara kaçıp saklanıyor, erkeklerse savaş pozisyonu alıyor, varsa komşu takviye birlikler yardıma çağrılıyordu. Rus her şeyi yağmalıyor, yakıyor, ele geçirdiklerini, duruma göre ya öldürüyor ya da tutsak alıyor, ardından   köyleri toptan ateşe verip ayrılıyordu. Askerlerin ardından hemen asker korumasında, hazır beklemedeki  yerleşimci Rus nüfus  getiriliyor ve uygun yerlere yerleştiriliyordu. Amerikan Kızılderili filmlerinde olduğu gibi

Çerkes ülkesinde seferberlik ilan edildiğinden büyük bir toplumsal dayanışma vardı, sorun bir beka (var olma) sorunuydu, halk, köyü yakılan ve malı yağmalanan sığınmacılarla konutunu ve kıt yiyeceğini paylaşıyordu.

Savaş, kolonizasyon ve ateşkes

Çerkeslerden ele geçirilen topraklarda inşaatçı birlikler tarafından derhal “stanitsa” denilen askeri Kazak köy ve kasabaları kuruluyor, buralara devlet eliyle Kazak ve Rus köylüler getirilip yerleştiriliyor, kendilerine savaş eğitimi ve silah veriliyor, dört yıllık erzak, içki ve hayvan tahsisi yapılıyor, bu köyler yeni askeri yollarla birbirine ve daha büyük askeri merkezlere ve pazar yerlerine bağlanıyor, sınır hatları kıyıya doğru planlı biçimde ve  durmadan  ilerletiliyordu. Yavaş yavaş, ama kararlı bir biçimde yeni bir Rusya (Novorossiya) yaratılıyordu. Bugün Ukrayna’ya yapıldığı gibi. Savaş bu minval üzere 1863 sonbaharına değin sürdü. Önce Abzahlar savaştan çekildiler, Rus komutanlığı ile yapılan ateşkes antlaşmasına göre Abzahlara kış koşuları gereği, 1 şubat 1864 günü (yeni takvimle 13 Şubat günü) akşamına değin köylerinde kalma izni verildi. Bir süre sonra Şapsığlar da ateşkes istediler, onlara da 6 Mart 1864 günü (yeni takvimle 18 Mart günü) akşamına değin köylerinde kalma izni verildi. Süreler dolduğunda köyler boşaltılacak ve Türkiye’ye göç başlatılacaktı.

Etnik temizlik ve soykırım

Bilanço: Amerikalı tarihçi Walter Richmond’un, o zamanki Kafkasya Genel Valiliğinin ve Ordu  komutanlığının merkezi olan Tiflis’teki Rus askeri arşiv belgelerine dayanarak yaptığı araştırmaya göre, General Evdokimov’un operasyonlarına bağlı olarak ölen Adıge sayısı en az 625 bindir (Richmond, “Çerkes Soykırımı”). O dönem ölçütlerine göre büyük bir nüfus. Adıge tarihçiler de 500 bin üzeri bir tahminde bulunuyorlardı. Rus görevliler ve milliyetçiler bu büyük felaketi soykırım olarak değil, “basit bir göç olayı” imiş gibi geçiştirmek, dünyayı aldatmak istiyorlar. Soralım, bugün Soçi, Tuapse, Gelencik (Ĥuĺıjıy), Novorossiysk (Ṡemez), Anapa ve diğer yerlerde, eski Şapsığ, Natuhay, Abzah, Vıbıh ve Cıh (Ciget) topraklarında yaşayan 2 milyon Çerkes’e  ne oldu, bunlardan geride kalanı, şimdiki nüfus  ne kadardır?..

18 Mart 1864’te Şapsığlara tanınan  süre doldu, Abzahlar gibi Şapsığlar da sözlerinde durdular ve ateşkes antlaşmasını ihlal etmediler. Abzahların bir kısmı Kuban düzlüklerinde gösterilen yerlere yöneldiler, bir kısmı da kıyıya inerek Şapsığ ve diğer Çerkeslerle birlikte Türkiye’ye göç etmeyi yeğlediler. Abzah köylerinin birçoğu ateşe verilmeden, elden  Kazaklara teslim edildi. Bu nedenle hala Adıgece ad taşıyan eski Abzah  köyü sayısı az değildir.

Vıbıh ve Cıh yörelerinin de düşmesi

Mart ayı sonunda üç koldan Vıbıh sınırına dayanan bir Rus tugayı henüz teslim olmamış olan Vıbıhlara boyun eğdirdi. Nisan başında Vıbıh , Kıyıboyu Şapsığ, Cıh, vd, Genel Vali, Başkomutan ve Çar’ın kardeşi Veliaht Prens Mihail Nikolayeviç tarafından, göçe hazırlık için mayıs ayı başına değin (bir ay ) süre verildi. Bazı küçük direniş girişimleri de görüldü, Tubalılar ve  Aibga köyü gibi. Bunlar da boyun eğip göç kervanına katıldılar.

Haziran ayı ikinci yarısında Bağımsız Çerkesya toprakları, son bireyine değin Çerkes nüfusundan  arındırılmış oldu, binlerce yıldan beri Adıge sesleriyle çınlayan Karadeniz kıyılarında tek bir  Çerkes köyü bile bırakılmadı. Bütün Şapsığ, Vıbıh ve Cıh köyleri ateşe verilip yakıldı.

Koca bir ülke  ölü sessizliğine büründü, aç köpek havlamaları, kurt ulumaları ve Rusça sesler dışında hiçbir Adıge sesi duyulmaz oldu.

(Devamı gelecek)

 

Yorum Yap