Allen ve Muratoff’un Gözüyle: “Kafkasya ve Kafkasyalılar” -2
Buralarda yaşayanlara otokton (‘autochthonous’- yerli, o topraktan çıkmış olan) denir. Bunlar – fiziksel özelliklerini- oldukça korumuş olan, sürekli asi, yeni efendilerini bastırmasını bilen, iri ve güçlü kemikli, geniş ve dört köşe kafalı, gür, kıvırcık saç ve sakalları olan, büyük koyu renk gözlü, soluk tenli ve Buzul Çağı’ndan beri bu dağlık arazilerde üremiş ve yaşamış olan insanlardır. Bu tipe Alpin (‘Alpine’ ya da ‘Armenoid’) adı verilir. Bu tip, tarih öncesi çağlarda, -İspanya’daki- Pirene Dağlarından Avrupa’ya ve İran’a, oralardan da Pamir’e değin yayılmıştır. Bunlar ayrıca Filistin’e, oradan da Mısır’a gitmişler, koşulları özellikle kendi yurtlarına benzeyen yerlerde karşılaştıkları bütün diğer tipler üzerinde egemen olmuşlardır.
Batı Asya’daki köylüler, Gürcü, Ermeni ya da Türk adını taşıyor olsalar bile, bu otoktonların (Alpinlerin) soyundandırlar (s.14-15).
Türkler: Güneydoğu Kafkasya ova ve kuru vadilerinde Türkler ya da Tatarlar otururlar. Türk ya da Tatarlar dil ve yaşam biçimi yönünden birbirlerine benzerler, onlar Orta Asya’nın Türk-Tatarları olarak bilinirler. Azerbaycan, Anadolu, Kırım ve Güney Azerbaycan (-İran Azerbaycan’ı-), Hemedan, Horosan ve İran’ın bazı yörelerinde birbirine benzeyen Türkçe lehçeleri konuşulur. Bu gruplarca konuşulan Türkçe’nin kökü, Hazar Denizi’nin doğusundaki steplerde konuşulan Türkmenceden geliyor. Bu dil, Özbekçe (Çağatay Türkçesi), Kazakça ve Kırgız Türkçesinden ayrılır. Türkmence ya da Oğuz Türkçesi bütün Batı Türkleri üzerinde etkili olmuştur. Tükmenlerin içinden Selçuklular, Osmanlılar, Kara ve Akkoyunlular, Afşarlar ve Kaçarlar gibi, son dokuz yüzyıl boyunca İran ve Anadolu’nun askeri ve siyasal yaşamına egemen olmuş kavimler çıkmıştır.
Sünni (- Hanefi-) Osmanlıların ve Dağıstan’ın Sünni (- Şafii-) kabilelerinin aksine, Azeri Türkleri İran’ın Şii mezhebini benimsemişlerdir.
İranlı Sasaniler uzun bir süre boyunca Derbent Kalesi’ni ellerinde bulundurarak kuzeyden gelen göçebelerin Güney Kafkasya’ya (-ve İran’a-) inmelerini önlemişlerdir. Bunun bir sonucu olarak Güneydoğu Kafkasya’da İran kültürü yayılma olanağını bulmuştur. Türk Dünyası’nda yer alan Volga (-İndil-) ve Kırım Türkleri ise, Rus komşularının etkisi altında kalmışlardır. Anadolu Türkleri ise, Akdeniz çevresi kültürünün etkisi içine girmişlerdir. Kafkasya Türk kültürünün temeli, Orta Asya Türklerinin kültürü gibi İran’dan etkilenmiştir.
Türk ve İranlılar büyük imparatorluklar kurmayı başarmışlardır, ancak askeri güç yönünden Türkler daha güçlü bir varlık göstermişlerdir. 15.yüzyılda Osmanlı Türkleri Orta Doğu’da klasik bir “dünya egemenliği” kurmuşlardı. Bundan sonra, Avrasya’daki Rus İmparatorluğu (-Çarlık Rusya-) ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Hazar Denizi ve Karadeniz havzalarını ele geçirme mücadeleleri başlamıştır. Rus (ve Sovyet) İmparatorluğu Slav, Türk ve Kazak öğelerin bir karışımını temsil etmektedir (s.15-17).
Dipnotu: İran kültürünü zenginleştiren birçok Azeri’den bir olan Nizami (1140- 1198) Genceli (Ganja) idi. Geleneksel İran edebiyatının etkisi altında yazmış olan Gürcü şairlerinden Şota Rustaveli ve Sargis Tmogveli, aynı yüzyılın ilk yarısında ünlenmişlerdir. En hareketli Türk şairlerinden biri olan Fuzuli, en yakın çağdaşı ve ilk Safevi Şah İsmail’in (?-1556) yaptığı gibi Azeri Türkçesi ile İran dilini aynı ustalıkla kullanmışlardır. – Allen’den, s.16.
18. yüzyıl ortalarına doğru Kafkasya, eski Orta Doğu (-Osmanlı ve İran-) ve yeni Avrasya (-Rusya-) güçleri arasında destansı mücadelelere sahne olmuştur. O sıralar Kafkasya, değişik sosyal sınıfların geliştiği, bazılarının silindiği/yok olduğu bir sınır ülkesiydi. Kafkasya’da eski Türk ve İran emperyalizmi ile Romanov Rusyası’nın yarı Avrupalı emperyalizmi temas halindeydiler. Anarşik Kazak topluluğu (cemaati) ve Büyük Rus mujik (serf) toplulukları, dahası Anglikan Kilisesi’nden kopup ayrı ve bağımsız bir mezhebe katılan Almanlar, işgal edilen yeni topraklarda kurulan köylere yerleşmişlerdir. Hiyerarşik Çerkesler ve demokratik yönetime dayanan bir yaşam sürdüren, ancak yağmacılıkla geçinen Çeçen kabileleri, Dağıstan’ın bağnaz (mutaassıp) kavimleri ile Meskhia (Mesheti) ve Acarya’nın feodal Müslüman derebeyleri; Batı Gürcistan’ın köy prenslikleri, Kral Iraklı II’nin birleştirdiği Kartlı ve Kakheti Krallığı (1) ile halkı Yahudi olan ve küçük kentlerden oluşma devletçikler Kafkasya’da bulunuyordu.
Rus Yayılmasının Gelişmesi
1768-1774 yılları boyunca Türkler ile Ruslar arasında Karadeniz kıyıları çevrelerine yayılmış olan büyük bir savaş sürmüştür. Türkler, Rusların Kabardeyler ile birleşerek Merkezi Kafkasya’daki geçitler üzerinde kurmuş oldukları egemenliği azaltmayı denediler. Ancak Kabardeyleri Rusya’dan ayırmak için yapılan çalışmalar, Çerkeslerle Çeçenleri ‘Kafkasya Hattı’ (Ruslar) üzerine saldırtma girişimleri başarısız kalmıştır. Sonunda Ruslar, Daryal Geçidi içinden ilk kez geçtiler ve geçit boyunca bir araba yolu da inşa ettiler. Daryal’dan Gürcistan’a sarkan Rus kuvvetleri Gürcülerle birleşerek Suram Dağlarını aştılar ve -Osmanlı korumasındaki- İmereti Krallığı’nın başkenti olan Kutaisi’yi ele geçirdiler, ardından Türkleri kovalayarak kıyıdaki Osmanlı kalesi Poti’yi kuşattılar. Başka bir Rus birliği ise, Kura geçidinde, Akhaltsikhe’deki (Ahıska) Türk müstahkem mevkileri üzerine yürüdü. Ardından 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile savaşa son verildi. Anlaşma gereğince Kabardiya ve Osetya kesin olarak Rusların denetimine girdi. – Vladikavkaz’dan Tiflis’e uzanan- Gürcü Askeri Yolu onarıldı (2). 1783’de Doğu Gürcistan’daki Kartlı ve Kaheti krallıkları bir anlaşmayla Çarlık Rusyası ile birleştiler (-Rusya koruması altına girdiler-). Ayrıca Dağıstan kabilelerine karşı başarılı bir harekât yürütüldü, Derbent geçici bir süre için işgal edildi. Kafkasya Hattı sağlamlaştırıldı, yeni hat Don’daki Rostov’dan başlıyor, Terek’teki Mozdok’a uzanıyordu, hat üzerinde 10 kale ile Kazakların ve –Rusya’dan- özel olarak getirilmiş Mujiklerin (- serflerin, toprak kölelerinin-) yerleştirildiği çok sayıda stanitsa (Müstahkem Kazak köyü) yer alıyordu (s.17-18) (3).
Dipnotu: Tiflis, Erivan, Gence (Ganja) ve Nahçıvan Kartlı- Kaheti Kralı Iraklı’nın dominyonları (eyaletleri) idiler. Kura ve Aras boyundaki kentler ile Derbent, Baku, Şeki ve Şemahi gibi yerlerin kendi bağımsız hanları (hükümdarları) vardı. Tebriz ve Akahaltzikhe’de (Ahıska) bağımsız valiler ve kuvvetli bir tüccarlar sınıfı bulunuyordu. Bütün bu siyasal birimler, Batı Gürcistan’daki köy prenslikleri ile dağlık bölgelerde yaşayan kabilelerin yaşam biçimlerinin tam aksine, kent devleti özellikleri taşıyorlardı. Allen’den – s.17.
General Suvarov , -Bağımsız Kırım Hanlığı’na ait olan topraklarda- Kuban Irmağı ağzından başlayarak, daha doğuda, Kafkasya Hattı üzerindeki Kavkazskaya stanitsasına değin uzanacak olan Kuban Hattı’nı kurmakla görevlendirildi (-Hat, Kuban’ın kuzeyi ya da sağ kıyısı boyunca kuruldu-). Suvarov’un destek güçleri Çerkeslerin Kuban’ın kuzeyine geçip steplerde barınan Kalmıklar ve göçebe Nogaylarla birleşmelerini engellediler. Nogayların binlercesi Volga Irmağı ötesine göç etmeye zorlandı (-1783’te Kırım Hanlığı topraklarının Rusya’ya ilhakı sonucu, bunların binlercesi soykırım yoluyla kılıçtan geçirildi-) (4). Rus köylüler (-Kazaklar-) Don Irmağı ile Kuban Irmağı arasında bulunan steplere yerleştiler (-1792-).
1787-1792 Osmanlı- Rus Savaşı’nda, Türkler, Rusların Kuzey Kafkasya’daki üstünlüğünü kırmak için son bir girişimde daha bulundular. Kuban Irmağı ağzını kontrol eden Anapa’daki Türk müstahkem mevkii ile Kerç Boğazı ciddi çarpışmalara sahne oldu. Savaşın son yılı Rus saldırıları ile tamamlandı. Türk ve Çerkeslerden oluşturulan büyük bir kuvvetle kıyıdan Yukarı Kuban bölgesine yürüyen Battal Paşa, kendi adını (5) taşıyan bir yerin yakınında, daha az sayıdaki bir Rus kuvveti tarafından bozguna uğratıldı (6).
18.yüzyılın sonlarında Ruslar, Kafkas Sıradağlarının kuzeyindeki ırmak sınırları (-Kuban ve Terek’in kuzeyi-) boyunca sağlam bir biçimde yerleştiler, kontrollerini Kabardiya ve Osetya’ya,ayrıca dağların güneyinde bulunan Mingrelya, İmereti, Kartlı ve Kaheti ile buralardaki Gürcü prenslikleri üzerine yaydılar. Türkler de Müslüman Çerkesler ve Abhazlar (Abkhazian) üzerindeki nüfuzlarını korudular, – Karadeniz kıyısındaki- Poti, Anakliya ve Sohum kalelerini ellerinde tuttular.
Güneydoğu Kafkasya’da Ağa Muhammed Han yönetiminde yeniden canlanan İran’ın askeri gücü, Orta Kura Vadisi (-Doğu Gürcistan-) üzerinde eski Pers hegemonyasını yeniden kurmaya kalkıştı.1795’te İranlılar Tiflis’i ele geçirip yağmaladılar, Kartlı ve Kaheti’nin büyük bir bölümünü de işgal ettiler. 1796’da kuzeydeki Astrahan’dan güneye doğru yapılan bir kara ve deniz harekâtı sonunda, Güneydoğu Kafkasya zorlanmadan Rusların eline geçti. Derbent işgal edildi, ardından Kuba ve Baku, daha sonra Şirvan (Shemakhi), Şeki (Nukha) ve Karabağ (Shusha) hanlıkları Rusların eline geçti. Böylece Ruslar Ermeni Platosu çevresinde ilk kez egemenlik kurma olanağını elde ettiler. Ruslar Güney Kafkasya’nın en önemli İslam merkezi olan Gence’yi (Ganja) de aldılar, oradan Aras Irmağına ulaştılar, böylece kendilerine Erivan ve Tebriz yolu açılmış oldu. Küçük birliklerle yürütülen bu operasyonlar, Orta Doğu’daki iki devletin – Osmanlı Devleti ile İran’ın- güçsüz/ kof devletler olduğunu açığa çıkarmış oldu. Çariçe II. Katerina (Yekaterina) döneminde (1762-1796), Rusya’nın önünde parlak bir dönem açılır gibi olmuştu. Ancak yerine geçen oğlu Paul I (1796-1801), annesinin yayılmacı politikasını sürdürmeyi benimsemedi, Kafkas sınırına çekilmeyi buyurdu; ancak Dağıstan’dan Kaheti’ye yapılan saldırılar, 1801’de Doğu Gürcistan’ın Rusya’ya ilhakını zorunlu kıldı (- Kartlı ve Kaheti Krallığı ortadan kalktı-).
İzleyen 10 yıl boyunca Rusya’nın Türkiye ve İran ile çarpışmaları devam etti. Bu durum Napolyon savaşlarıyla son buldu (1812).
1806-1812 Osmanlı- Rus Savaşı sonucu 1812’de imzalan Bükreş Antlaşması ile, Suram Dağlarının batısına değin uzanan bütün bir Rion havzası ve Karadeniz kıyısındaki Abhazya, Türkler tarafından Ruslara bırakıldı. Türkler ise Mingrelia kıyısındaki Poti Kalesi’ni ellerinde bulunduruyor, ek olarak da kuzeydeki güçlü Anapa Kalesi’ni Ruslardan geri alıyorlardı. Kura boğazlarına hakim olan ve Suram Dağları üzerinden Kutaisi ve Gori arasına uzanan yolu tehdit eden Ahıska ve Atskhur müstahkem mevkileri hâlâ Türklerin elindeydi. Gerçekte ise, Türkler Anapa ile Bzıb Irmağı arasındaki Karadeniz (-Çerkesya-) kıyılarını kontrol ediyor, ek olarak da Yukarı Kura’da egemen durumda bulunuyorlardı. Bu nedenle Rusların Güneybatı Kafkasya’daki egemenliği eksik ve zayıf bir konumdaydı.
Ruslar, İran’la imzaladıkları 1813 Gülistan Antlaşmasıyla Lankuran Hanlığı’na değin uzanan Hazar Denizi kıyılarını ellerine geçirdiler. Ancak, Akstafa vadileri ve Borçalı ırmakları üzerinden hızla Tiflis’e ve Orta Kura vadisine doğru ilerlemelerini sağlayabilecek olan Erivan ve Nahçıvan hanlıkları İran’a bağlı kalmıştı. Batıdaki Çerkesya dağları ile doğudaki Dağıstan dağları Rusların eline geçmemişti. Buralarda yaşayan bağnaz ve savaşçı kabileler, Rusların barış içerikli tüm girişimlerine karşı koydular.
Dağıstan izleyen 50 yıl süresince Rusya İmparatorluğu’nun büyük bir askeri sorunu olmayı sürdürecekti.
1821’de İran veliahdı Abbas Mirza (1789-1833), Rus etkilemesiyle Türk karşıtı bir politika izlemeye başladı. Abbas Mirza, İngilizlerin iki Müslüman gücü bağdaştırma içerikli ve Rus karşıtı politikalarına karşıydı. Harekete geçen İranlılar kısa bir sürede Beyazıt ve Kars’ı işgal ettiler. Ancak İngiliz diplomasisi harekete geçti ve statükoyu eski haline getirdi.
Çar Aleksandr I’in (1777-1825) ölümü ve Rusya’da iç karışıklıklar çıktığı yönündeki söylentiler üzerine, sığ görüşlü biri olan ve yerinde duramayan Prens Abbas Mirza, 1826’da Gülistan Antlaşması’nı bozdu. Lankuran ve Karabağ’daki Müslüman halk ayaklandı, Gence, kapılarını Abbas Mirza’ya açtı.
Başlarda Ruslar bir din savaşıyla karşı karşıya kaldıklarını sanıp kaygılandılar, ancak İranlıları Gence’de kesin bir yenilgiye uğrattılar.1827 yılı ilkbaharında General Paskeviç (1782-1856), Güneydoğu Kafkasya’yı tümüyle ele geçirmek için saldırıya geçti. Ruslar Haziran’da Erivan’daki kuşatmayı kaldırdılar. Ancak aynı sıralarda Aras vadisi boyunca ilerleyen başka bir Rus birliği Ermenilerin kutsal kenti ve patriklerin yaşadığı bir dini merkez olan Eçmiadzin’i (Echmiadzin) işgal ederek, Tebriz yoluna hakim olan Abbasabad sınır kalesi ile Nahçıvan Hanlığı topraklarını ele geçirdi.
Abbas Mirza, çoğu milis süvari olan yaklaşık 30 bir kişilik bir kuvvetle başarısız bir manevra yaptıysa da, Eylül ayında Erivan düştü, ilerleyen Rus birlikleri 15 Ekim 1827’de Tebriz’e girdiler. Barış görüşmeleri sonuç vermeyince, Ruslar Ocak 1828’de Dilman, Urmiye ve Erdebil’i işgal ettiler. Tahran yolu Ruslara açılmış oldu.
18 Şubat 1828’de Türkmençey Anlaşması imzalandı. Ruslar Aras Irmağı kuzeyini, Erivan ve Nahçıvan hanlıkları ile Kura ve Aras ırmaklarının Hazar Denizi’ne döküldüğü yerin güneyindeki Taliş Hanlığı topraklarını ilhak ettiler.
Böylece Ruslar, şimdiki Güneydoğu Kafkasya topraklarının tümünü ele geçirmiş oldular (7).
Sonuç ve Değerlendirme
Ruslar 1722’den beri Kafkas Dağlarını güneyden çevirmeyi amaçlayan siyasi ve askeri bir strateji uygulamışlardı. Şu durumdaysa, Kafkas Dağları, batıda Taman Yarımadasından Kuban ve İngur ırmaklarının kaynaklarına; doğuda Yukarı Terek’ten (-ırmak-) başlayarak Hazar Denizi’ne bakan yamaçlara uzanan yerler Ruslarca henüz ele geçirilememiş durumdaydı. Ancak Terek Irmağı ağzından Derbent ve Baku’ya uzanan Hazar Denizi kıyıları Rusların eline geçmişti. Bu da Ruslara Hazar Denizi’ni kontrol etme, oradan ilerleyerek dağlı Somheti (Somkheti), Şah-dağ ve Karabağ dağlarını işgal etme olanağını sağladı. Kabardeyler, Osetler veGürcülerle yapılan siyasal anlaşmalar, Rusların Daryal Geçidi’nden geçip Orta Kura vadisine inmelerini; İmeretler ve Megrellerle (Mingrelian) olan dostlukları da Rion Irmağı havzasını ve Suram Dağlarını işgal etmelerini kolaylaştırdı.
Çerkesler (-Adıgeler-) ise işgal altına girmediler, ancak güneyden ve kuzeyden baskı ve kuşatma altına alınmış, Karadeniz yolu dışında Türk müttefikleriyle bağlantılarının hepsi kesilmişti.
Türkmençay Antlaşması ile İran, Güneydoğu Kafkasya siyasetinde rol oynayan bir devlet olma özelliğini kesin olarak yitirdi.
Türkmençay Antlaşması, Dağıstan’ın savaşçı (cengaver) kabilelerinin İslam Dünyası ve tüm Dış Dünya ile olan doğrudan bağlantılarını sona erdirdi.
İran iki bin yıl boyunca, Kafkasya’yı siyasal ve kültürel açılardan etkisi altında bulundurmuştu. Bundan sonra Kafkasya’daki Müslümanlar, yardım için bir tek Türkler dışında birilerine başvurma olanağını yitirmiş oldular.
18. yüzyılın başında Karadeniz’e dökülen bütün ırmaklara egemen olan, 1711’de Petro I’i (Deli Petro) teslim olmaya zorlayan, 1735’te müttefik Avusturya ve Rusya ordularına karşı başarılı bir savunma vermiş olan Türkler, 1828’de Anadolu’ya geçit veren boğazları kendi ellerinde tutmak için yitirilmiş bir savaşın son çarpışmalarını sürdürüyorlardı.
Petro I’in 1722 yılı Hazar Denizi seferini izleyen yüzyılda, -19.yüzyılda- Kafkas Dağları Orta Doğu ülkelerini Kuzey (-Rusya ve öncesi-) istilasına karşı koruyan kadim bir engel olma özelliklerini yitirmişlerdi. Kafkasya artık, Rus siyasi ve askeri egemenliğinin batıda Anadolu üzerinden Akdeniz’e, güneyde İran üzerinden Hint Okyanusu’na, doğuda da Hazar Denizi üzerinden Asya’nın kalbine çevrildiği bir üs haline gelmişti (s.18- 21).
Bilgi notları:
(2) – Gürcü Askeri Yolu, şimdi Kuzey Osetya merkezi olan, o sıralarda bir Rus kalesi olan Vladikavkaz’dan başlayıp Daryal Geçidi üzerinden Tiflis’e uzanan müstahkem yol.- hcy
(3) – Kazaklar savaşçı topluluklardan oluşuyor,büyük ölçüde Çerkes ve Kafkaslı kanı taşıyorlar,bunlar yağma ve ganimetle geçiniyor,toprak köleleri olarak Mujikleri toprakta ve hizmetlerinde çalıştırıyor ve onları sömürüyorlardı.Mujikler, Rusya’nın her tarafında Rus toprak sahiplerine (prenslere) ve Kazaklara bağımlı olan toprak kölesi olan köylüler idiler.Tutsak alınan Kafkasyalılardan fidye ödeyemeyenler de,toprak kölesi (serf) yapılıyor ve Mujikleştiriliyorlardı.- hcy
(4) – 1783’te Kırım Hanlığı toprakları Rusya tarafından işgal ve ilhak edildi, Azak Denizi doğusunda bulunan Yeya Irmağı (Çerkesçe- Сасыкъ/Sasık ve kolu Kуогъу/Kuveğu) ile güneydeki Kuban Irmağı arasında bulunan ve 1783 yılı öncesinde Kırım’a bağlı olan geniş bir bölge, şimdiki Krasnodar Kray’ın Kuban Irmağı kuzeyinde kalan kesimi, soykırım yoluyla göçebe Nogaylardan ve yerli/otokton Çerkeslerden bütünüyle temizlendi, ardından bu topraklar, sivillere kapalı yasak bir askeri bölge olarak 10 yıl süreyle boş tutulduktan ve güvenli bir bölge haline getirildikten, perakende direnişler yok edildikten sonra, 1792’de Çariçe II.Yekaterina (Katerina) tarafından Kazak (Rus) yerleşimine tahsis edildi. Ruslar aynı politikayı, 1860’larda Kuban’ın güneyinde yaşayan Çerkeslere de uygulayacaklardı .Daha çok bilgi için Bakz. “Tehlike Kuzeyden Geliyordu”,Cherkessia.net,Tarih bölümü.- hcy
(5) – Bu yerde, Kuban Irmağının sağ yakasında, 1804’te Ruslar tarafından Batalpaşinsk Kalesi kuruldu, sol yaka Çerkes egemenliği altındaydı. Daha sonra, Batalpaşinsk kent yapıldı ve 12 Ocak 1922’de kurulan ‘Karaçay- Çerkes Özerk Oblastı’ merkezi oldu; Oblast 1926’da Karaçay ve Çerkes biçiminde ikiye bölündü. Batalpaşinsk,ardından Sulimov ve en son olarak da Çerkessk adını aldı.Çerkessk (Çerkesçe- Şerceskale), 9 Ocak 1957’ye değin ‘Çerkes Özerk Oblastı’nın merkezi olarak kaldı. Sovyet yönetimi 1943’te merkezi Karaçayevsk kenti olan ‘Karaçay Özerk Oblastı’nı lağvetti, Karaçaylar da Alman işbirlikçisi olmakla suçlanarak toplu biçimde Kazakistan’a sürüldüler. 1956’da sürgün cezaları kaldırılan ve eski hakları iade edilen Karaçaylar, mevcut Çerkes Özerk Oblastı topraklarını da kapsamak üzere, yeniden oluşturulan Karaçay- Çerkes Özerk Oblastı topraklarına devlet eliyle geri getirildiler. Çerkessk, şimdi, 3 Temmuz 1991’de oluşturulan ‘Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’inin başkentidir .- hcy
(7) – Rusların İran’dan alıp ilhak ettikleri bu yerde şimdi Azerbaycan Cumhuriyeti bulunuyor.-hcy
Not: Ara başlıklar, tire içindekiler ve yazı siyahlaştırmaları bize aittir.- hcy