ĞUÇ’EL Nurbıy: “Cennet Anaların Ayaklarının Altındadır”
Bu son yirmi otuz yıl içindeki yazılarıyla aklı ve ulusal özellikleri, derin düşünceleri yansıtan, Adıge edebiyatını zenginleştiren ve doruklara tırmandıran kişilerden biri de ünlü yazar Ğuç’el/ Ğućeł Nurbıy’dır.
Benzer İçerikler
“Vorkun Taşı” (Оркъым имыжъу), “Temirkaneler” (Темыркъанэхэр) ve “Tığujıko Kızbeç” uzun şiirleri ile “Babamın Evi”, “Silah Mermisi Ezilmiş Avumcumdaydı” (Щэр уIагъэу сIэгу илъыгъ), “Çıktın Yaşamımdan, Seni Artık Beklemiyorum”, “Temmuz”, “Anne, Çiçeği Diktin” (БгъэтIысыгъэ, тян, къэгъагъыр), “Sonet Külliyatı” (Сонет зэхэугъоягъэхэр) gibi kısa yazılarında da sağlam bir yeryüzü görüşü sunmayı başardı.
Ğućeł Nurbıy ile bugün, edebiyat yolculuğunu, edebi yaratıcılığını, yazdığı kitapları ve geleceğe yönelik düşünce ve niyetlerini konuşacağız.
– “Bir defasında iki arkadaşımla birlikte hastaneden ayrılırken bir çiftin gözyaşından birbirlerini göremediklerini, ama zorunluluk gereği birbirlerine destek olduklarını, biri diğerini izleyerek ve ağlayarak yanımızdan geçmekte olduklarını gördük. Arkadaşım durakladı ve erkeğe sordu “annen mi?” diyerek. Konuşursa kalbi fırlayacak gibi kaygı içinde, o genç “evet” anlamında başını hafifçe eğip salladı. Gözyaşları sise dönüşmüştü, ses çıkarmadan, zorluk içinde ağıt söyler gibi ilerliyorlardı…”
Bu sözcüklerin ardından şairin kişiyi acıma (merhamet) duygusu içine çeken şiirler geliyor. Yazılarında bu tema, bu yakarış biçimi sık sık kendini gösteriyor, nereden kaynaklanıyor bu durum?
– Yazılarımda bu temanın, makamın yansıması, zor durumlara düşen insanların iniltilerini kalbimin derinliklerinde de duymam nedeniyledir. Kim kişiyi dindirebilir? Yabancı birinin acısını duyan kişi dindirebilir.
Annemi, kardeşlerimi, kız kardeşlerimi ve akrabalarımın birçoğunu toprağa verdim, her birinde acı çektim, sarsıldım, yaşama ilişkin düşüncelerim bu üzücü olaylar sonucu değişime uğradı, zor durumlara düşen insanların acılarını daha derinden duymaya ve onlara acımaya başladım. Büyük başarılar ortaya koyan ve örnek bir Adıge genci olan Ahecego Murat’ın ölümü (*) beni çok sarsmıştı. Sözünü ettiğim şeyleri, o üzücü şiirleri yazmaya beni iten neden budur. O şeyleri gerçekçi bir açıdan, içimde yarattığı çalkantıları, tanımadığım kişilerin bile çektikleri sıkıntı ve çileleri, sırtlandıkları yükün ağırlığını şiirlerimde tüm açıklığıyla dile getirdim.
“… Umudu tükenmiş halde gözkapağı tüm ağırlığıyla düşmüştü.
Gençliğimi ve sevincimi yanına alıp götürdün.
Evimin ve bahçemin kapılarını açık bıraktım,
Kalbimi parçalara ayırıp dolaştırdım, kokusunu sana saldım”…
Ne yapmalı, yaşamın kendisi gibi, üzüntü ve sevincin de bir sınırı vardır, ama güçlülerin dedikleri ve yaptıkları, sınırsız ve sonsuz olur. Dünya düzeni böyle kurulmuş, böyle sürüyor. Yaşamın ve ölümün seni düşündürme ve dizginleme güçleri az sayılmaz. İnsanoğlu ne denli uzun bir yol yürümüş, ne denli yükseklere tırmanmış olursa olsun, bir gün süresi dolar, doğduğu yere geri döner, ardından kendisini yaratan Tanrının evine alınır.
Yaşam yolculuğunu sürdürürken gördüğü bazı örnekler gibi sonunda kendi de örnek olur. Elinden geldiğince yaşam süresi boyunca ürettiği iyi şeyler ve yapıtlar, kendisini izleyecek kuşaklara miras ve değerler olarak kalır, çocukların yaşamdan ve ölümden korkmamalarını sağlar.
– “Son Vork” adlı romanında, Yakubeko’nun oğlu Şevepase’yi öldüren kişi, küçükken düşmana emanet (rehin) olarak verilen kardeşi çıktı. Emanet verildiği ulusun bireyi olacak, içinden çıktığı ulusu yadsıyacak, ona düşman olacak bir eğitimden geçirilmişti. Bunun benzeri bir örnek daha var: Ünlü Kırgız Sovyet yazarı Cengiz Atymatov’un “Gün Olur Asra Bedel” (Зы мафэр лIэшIэгъум нахь кIыхьэ хъугъэ) adlı romanında, belleği yok edilen ve mankurt yapılan bir tutsak, efendisinin buyruğu dışına çıkmıyor ve onun buyruğuyla öz annesini öldürüyor.
Senin romanına dönersek, kardeşini öldüren kişi, onu büyüten düşmanlar tarafından kendi ulusu ile savaşacak biçimde eğitildi ve düşmanın güdümüne girdi. Bu örnekle anlatmak istediğin nedir? Ulusumuzun kendine dönmesi artık bir zorunluluk mu oldu?
– Düşüncelerimi yansıtan romanımdan sunacağım kısa bir parça sorunuza yanıt olabilir: “- Kamalar üzerindeki işaretler soyumuzun damgasıdır. Yirmi yıl kadar önce, bizi kıstırdıkları bir sırada oğlumu düşman ordusuna emanet (rehin) olarak vermiştim. Zor bir dönemdi. Ecel bulutu köyümün, savaşçılarımın ve çocuğumun üzerinde dolaşıyordu.
Oğlum son kez toprağımıza bir göz atmış “Baba, bak, dağlardan kan akıyor” demişti… Dimitriy kamasını döndürerek Yakubeko’ya baktı, anılarına bir dönüş yaptı, bir süre duraksadı ve bekledi, ardından ihtiyarı gözleriyle tarayarak etrafında bir tur attı, konuşmadı. Ardından at arabasını koşturdu, Şevepase’nin cenazesini arabaya koydurdu, atını arabanın gerisine bağlattı, yamçısını da cesede örttürdü, Yakubeko ile Kumalıko’yu köylerine doğru yola çıkardı… Anlatıldığına göre, Kursak (**), kalbine kama saplanmış olarak sabah odasında bulunmuştu, Dmitriy’e gelince başını alıp gittiği ve Natuhay erlerine katıldığı, düşman kurşunlarını başını hafifçe eğerek selamladığı, canını budaktan esirgemeden düşmanla savaştığı söyleniyordu…Kardeşinin öcünü almış mı oldu, almamış deme”.
– Nurbıy, öç alma görüntüleri yazılarında geniş bir yer tutuyor. Ancak sen sadece öç almaktan söz etmiyorsun. Sözgelişi, ulusumuzun eski toprağına, toprağımızda yaşamak üzere göç ettirilenlerden de söz ediyorsun, yaşlı biri “bize cenneti vadettiler, cehenneme getirdiler” diyor, alışmadığı dağların yarattığı güçlük ve engellerle başa çıkamadığı için…
– İnsanı bir başına ele alırsak, öç alma duygusu taşıyarak dünyaya gelmiyor, içine düştüğü zorlu koşulların bir ürünü olarak öç alma olayı ortaya çıkıyor. Adıgeler “tuzak kuran tuzağa düşer” derler. Yeryüzü zorluklarla örülüdür, ama belli ve her türlü olayı başka bir olay izler, hepsi birbirine bağlıdır. Eski dönemlerde yağma amacıyla Kafkasya’ya gelenler, burayı bir “ölüm diyarı” (кIодыпIэ) olarak anıyorlardı
“Bu yaşadığımız yer bizim için bir mutluluk kaynağı olamadı, ruh ve beden kişinin doğduğu yerde daha dingin, daha huzur içinde olur. Ağacı yerinden söküp başka bir yere dikersen ya kurur ya da uzun süreli bir rahatsızlık geçirir. Zorlayarak yeni yerine alıştırdıysan, görüntüsü ve ürünü değişim geçirir. İnsan da öyledir. Herkes doğduğu yerde yaşamalıdır…” diyordu Çarın Kafkas topraklarına yerleştirdiği göçmen köylüler.
– Geçmiş ve günümüz yaşamından alınma, uçtan uca iliştirilerek yazdığın yazılarında, çoğunca kırç (seĥ) benzetmesi yapıyorsun: “Bizi saran doğa, soğuk ve sıcaktan yayılan, en güzel görüntülerden biri de kırçtır” diyorsun. Onu insan yaşamına mı benzetiyorsun?
– Derin düşünceler, güzel sözcükler ve eğitici öyküler içeren yazı parçalarını sürekli ararım.
Doğrusunu söylemem gerekirse, benim anlattığım şeyler ulusun oluşturduğu birikimin yanında tek sayfa bile olmaz, bu anlattıklarımın iyi örnekler olacaklarını umuyorum. Doğaya baktığımızda, cismin biri sönerken diğerinin tutuştuğunu, oluşan tomurcukların gelen günün güneşini beklediklerini görürüz. Güneş ışıltıları kırçları (сэхъ) parıldatır, var olan güzelliği bozar, eritir ve sularını soğuk gözyaşları gibi toprağa bırakır.
Durum böyle de olsa, bir kez kırç görmüş olan onu unutmaz, güzel bir anı olarak belleğinde kalır. İnsan yaşamı da buna benzer. “…Umutlarımız kırç gibidir, o eridiğinde ondan farkımız kalmaz”. Bu kısa yaşam içinde dünyayı güzelleştiren kırç gibi, insanın da yaşamını düzenlemesi, güzelleştirmesi için didiniyoruz. Başarı çok mu, az mı, insanın bunu belirleyecek zamanı kalmıyor, ama önem verdiği özlemlerini bir görev olarak, kendisini izleyecek genç kuşaklara bırakıyor. Ulusu ayakta tutan ve ilerilere taşıyan asıl güç de budur.
Emekli olduğumda yazı yazmak için daha fazla zamanım oldu. İlk yapıtım “Annemin Kavak Ağacı” (Syane yıkumbıl çıg) adlı kısa öyküm oldu. Onu başka yapıtlarım izledi ve bugüne değin sekiz kitap yayımladım, dokuzuncusu da bu yıl yayımlanacaklar listesinde. İlkin Rusça yazarak işe başlamıştım, bu arada bilim insanlarımızdan birinin, adını söylemek istemiyorum, Rusça yazdığım yazılarımı Adıgeceye çevirmesi üzerine kendimi kınadım, o günden beri anadilimle yazıyor, elimden geldiğince de anadilimi zenginleştirmeye çalışıyorum.
Ünlü bilim insanı ve edebiyat eleştirmeni Şeşşe Kazbek Adıgece yazarsam çok daha iyi olacağını söylemişti. Adıge edebiyatına katkıda bulunmak bana mutluluk veriyor. Rusça yazı yazanların Adıge edebiyatına ne gibi bir katkıları, getirileri olabilir ki? Yoksa onlar Aleksandr Puşkin, Mihail Lermontov ve diğer Rus yazarlarından daha iyi mi Rusça yazı yazacaklarını umuyorlar? Dili iyi bilmiş olmak yetmez, dilinde yazı yazdığın ulustan olman da gerekir, dilinde yazı yazdığın ulusu iliğine değin tanıman ve hissetmen de gerekir.
Çocuk önüne konan yemeği yer, yazarlarımız Adıgece yazı yazmayı terk ederlerse, gerilerinde ne gibi bir ürün bırakmış olabilirler?! Bir de “dil bilmiyorlar” diyerek onları kınıyoruz.
– Bugünlerde ne yapıyor, neler düşünüyorsun…
– Son dönemde yazılarım azaldı. 2012 yılından beri Adıge Cumhuriyeti Başkanlığı katında çalışan Nahıjlar (Yaşlılar) Konseyi başkanıyım, Konseyde ele aldığımız sorunlar ve üzücü durumlar konularındaki çalışmalarım nedeniyle yazmaya yeterli zaman ayuramıyorum, daha eskiden yaptığım gibi yoğun çalışamıyorum, yine de elimden geldiğince ve var gücümle yazı yazıyorum.
Örneğin, hicret (anayurttan kopuş) konusunu işleyen, hicretin nedenlerini şimdiye değin yeterince inceleyen, sorunu açıklayan bir yazı yazılmış değil. Hicret konusuna kısa bir öyküyle başlamıştım, ancak ilginç belge ve kaynaklara ulaştım, bunları bir birine ekledikçe kısa öyküm (rasskaz) uzun bir öyküye (povest) dönüştü. Uzun öykü üzerinde yeniden çalışıyorum, kısa süre içinde okuyucuyla buluşturmak istiyorum.
– Teşekkürler, Nurbıy, konuşmak için bana zaman ayırdığın için
– Ben de teşekkür ederim.
DERBE Timur.
(*) – Ahecego Murat, Krasnodar Kray Vali yardımcılığı (2000-2010) yaptı, Adıgey’in Pseytuk köyündeki baba evini basan kişiler ana babasını ve kız kardeşini ağır yaraladılar, anne öldü. Daha çok bilgi için bk. Псэйтыку къыщыхъугъэ тхьамыкIагъор.
(**) – Dmitriy’in öldürdüğü kişi olmalı – hcy
Adıge mak, 7 Nisan 2023