Kıbrıs Planları ve Dövünmeler

Kıbrıs 1878 yılına değin Osmanlı toprağıydı, 1878’de fiilen İngiliz yönetimine bırakıldı. Lozan Antlaşması ile (1923) resmen İngiliz toprağı oldu. Türk nüfus Türkiye’ye ve dış ülkelere göç etmeye başladı ve yüzde 18 azınlığa düştü: 120 bin.
Rum çoğunluk, özellikle 1950 sonrasında Ada’yı Yunanistan’a katmak – ENOSİS için İngiliz yönetimine karşı gerilla savaşı başlattı. İngiliz sömürge idaresi, o zamana değin sessiz bir azınlık olan Türklerden bir polis gücü oluşturarak Rum direnişini bastırmaya çalıştı . Ama beklenen başarıyı elde edemedi.
Bu kez İngilizler Türkiye’yi devreye soktular, 1960’da Rum ve Türk ortak (cemaat) yönetimine dayalı, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye statüyü koruma (garantörlük) yetkisi veren bir Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. İngilizlere Ada’nın güneyinde geniş iki üs alanı bırakıldı.
Rum-Türk ortaklık idaresi 1963’te bozuldu, Rum çeteler – EOKA, EOKA-B Türklere saldırdılar ve katliamlar yaptılar. Amaç Türkleri korkutup kaçırtmak ve dış göçe zorlamaktı. Karşı önlem olarak Türkler, Türkiye desteğiyle çoğunluk ve güçlü oldukları yerlere sığındılar ve savunmaya çekildiler. Ada nüfusu fiilen ikiye ayrıldı.
Temmuz 1974’te Yunanistan cuntasından (faşist iktidardan) destek alan EOKA-B örgütü Kıbrıs’ta darbe yaptı ve “Kıbrıs Elen [Yunan] Cumhuriyeti” ilanında bulundu. Böylece 1960 tarihli ortaklık antlaşması, Rum tarafınca rafa kaldırılmış oldu.
Bunun üzerine Türkiye 1960 Antlaşmasının verdiği garantörlük yetkisini kullanarak 20 Temmuz 1974’te Ada’ya asker çıkardı, Ada’nın kuzeydeki üçte birinde kontrol kurdu, buradaki Rumları (150 bin kişi) güneye sürdü ve mallarına el kondu. Güneyde yaşayan Türkler de (50 bin kişi) kuzeye alındı, Türk nüfus Türkiyeli göçmenlerle takviye edildi. Böylece Türkiye Kıbrıs konusunda kararlı olduğunu ortaya koymuş oldu.
Şimdilerde Türk sayısı Türkiye’den gelenlerle 400 bine ulaşmış deniyor, Ada toplam nüfusunun, Türk verilerine göre, yüzde 67’si Rum, yüzde 33’ü de Türk imiş.
1974’ten beri BM gözetiminde Türk ve Rumlar arasında birleşme (federasyon) görüşmeleri yapılıyor, ama sonuç alınamıyor. Çünkü talepler zıt: Türk tarafı egemenlik hakkını elde etme, Rum tarafı da vermeme (fiili Rum egemenliğini) sürdürme peşinde.
KKTC – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Türk tarafı 1983’te tek yanlı bağımsız “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” (KKTC) ilanında bulundu. Bu da, uluslararası kamuoyunda “Kıbrıs Elen Cumhuriyeti” ilanı gibi düşüncesizce atılmış bir adım olarak karşılandı. BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) beş daimi üyenin oybirliği ile KKTC’yi tanıma yasağı koydu, çünkü karar BM ilkelerine ters düşüyordu, karar bağlayıcıdır. Yasak kararı öncesinde KKTC’yi tanımış ve fiili bir durum yaratmış olan Türkiye dışında, hiçbir ülke KKTC’yi tanıyamıyor. BMGK tarafından konmuş kesin yasağın ihlali BM’den dışlanmaya, üyelikten atılmaya yol açar.
O nedenle hiçbir ülke KKTC’yi tanımıyor.
Kaçırılan fırsat: Kıbrıs Federal Cumhuriyeti
Rum tarafı Kıbrıs görüşmelerinde sürekli çözümden (birleşmeden) yana imiş gibi görünüyordu. Türk tarafı da uzlaşmayan taraf olarak tanınıyordu.
2003 yılında BM gözetiminde ve taraflar arası görüşmeler sonucu çözüme, Ada’yı iki bölgeli bir federasyon biçiminde birleştirmeye yaklaşılmıştı: BM öncülüğünde “Annan Planı – I” hazırlandı ve taraflara sunuldu. Rum tarafı planı imzaladı, herhalde Türk tarafının planı imzalamayacağını bildiği için taktik anlamda imzalamıştı. Rum tarafı uzlaşmaz taraf olarak görünmek istemiyordu. Kurnazdı.
Plana göre, bir “Kıbrıs Federal Devleti” kurulacak, federasyon içinde birer edere Rum Devleti ve Türk Devleti oluşturulacak, federe devletlerin bağımsızlık ilan etme (egemenlik) yetkileri olmayacak, bir kısım toprak Rum Devleti’ne verilecek, belli oranda bir Rum nüfus Türk Devleti toprağına dönecek ve bir geçiş süreci yaşanacaktı. Daha sonra Kıbrıs Federal Devleti AB üyeliği için referanduma gidecek, “evet oyu” çıkarsa Kıbrıs Federal Cumhuriyeti AB üyesi olacaktı, evet oyu çıkmazsa Rum tarafı da dahil Kıbrıs Federal Cumhuriyeti AB’ye alınmayacaktı. Türk birlikleri ise AB’ye katılma üzerine, bir takvime bağlı olarak Ada’dan ayrılacaktı. Çok önemli, hassas ve kritik bir süreç yaşanıyordu.
Türk tarafı bunu okuyamadı, çünkü öngörü eksikliği vardı ya da planı yeterli bulmamıştı. İktidarda “Kıbrıs’taki tarihi Türk hududu Mehmetçiğin süngüsüyle çizildi” diyen “Kıbrıs fatihi” Necmettin Erbakan’ın devamı gerici ve şeriatçı bir iktidar vardı. Garantörlük konusunda BM ve AB güvenceleri yeterli bulunmamış olmalıydı ve plan imzalanmadı.
Türk tarafı 2003 yılı Annan Planı’nı imzalamayacak olursa, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Rum tarafının) AB’ye üye olarak alınacağı öncesinden AB tarafından ilan edilmişti. Türk tarafı bunu biliyordu.
Buna rağmen, bir düşüncesizlik örneği verilerek, Türkiye ve KKTC yönetimi; BM, AB ve Rum tarafının onayını alan 1. Annan Planı’nı imzalamadı ve altın bir fırsatı kaçırdı.
O sıralar Kıbrıs’ta Türkçü (sağcı) Rauf Denktaş yönetimi, Ankara’da da Türkçü (laik, sağ Atatürkçü) Cumhurbaşkanı Necdet Sezer ve şeriatçı (gerici) Başbakan Abdullah Gül üçlüsü vardı, Türk Genelkurmayı da bu üçlü ile ortak görüş içinde olmalıydı.
Rauf Denktaş Türk toplumuna güveniyor muydu?..
Çerkes damadı Rauf Denktaş sağcı ve katı bir Türk milliyetçisi idi. Denktaş’ın görüşünü şöyle yorumlayabiliriz: Kıbrıs Türk toplumu adanın değişik yörelerine dağılmış kalıntı ve zayıf bir azınlık iken, 1974’teki Türk askeri müdahalesi sonucu kuzeyde bir araya toplanmış, 120 bin kişilik küçük bir topluluktur. Bu durumdaki Kıbrıs Türk toplumunda bir beka (var olma) sorunu yaşanıyor, bu nedenle bir güvence olarak Kıbrıs Türk toplumuna egemenlik hakkı tanınmalı. Aksi takdirde Türk topluluğu, güvenilmez Rum çoğunluk karşısında çözülecek, dağılmaya ve başka ülkelere göç etmeye (kaçmaya) başlayacaktır. Rum tarafının beklentisi de budur. Rumların nihai amacı Türk nüfusundan kurtulmaktır.
Kıbrıslı Türklerin cebinde İngiliz ve AB pasaportları var. Çok sayıda Kıbrıslı Türk İngiltere, ABD, Kanada ve Avustralya’da yaşıyor, akrabaları var ve onların yanlarına rahatça kaçabilirler. Kaçışı önlemek ve Türk nüfusu Ada’da sabit tutmak için Kıbrıslı Türklere erken emeklilik ve birden çok kalemde emekli olma şansını tanıdık. Türkiye dışında bir dayanağımız da yok. Türk toplumunun geleceği sağlam bir kazığa bağlanmamış. Denktaş’ın kaygıları böyle özetlenebilir.
Türk toplumunda gelecek kaygıları hâlâ egemen. Türk, Türkiye koruma kalkanı kalktığında Rum çeteleri tarafından katledilmekten korkuyor.
Bu görüşte elbette haklılık payı var. Geçmişte benzeri olaylar yaşandı. Türk müdahalesi sonuçta sükûneti sağladı. Sonuç ve prensip olarak, Türk tarafına bağımsız devlet kurma yetkisi tanınmalı ve Türkiye garantörlüğü korunmalı deniyordu. Bu da Rum tarafının kabul edeceği bir şey değildi.
Rumlar Ada’nın tamamını istiyorlar. 1821 Mora İsyanında, Rumlar Mora Yarımadasındaki Türk ve Müslümanların tamamını katletmişlerdi. Ada’da bunun provasını yaptılar deniyordu.
Yine de plan imzalansa, Türk birlikleri bir süreliğine olsun Ada’da kalacağı, sürece müdahale olanağı bulunacağı, BM ve AB güvenceleri de söz konusu olacağına göre, olumlu bir adım atılmış, Türkiye’nin önündeki AB ve uluslararası katı engeller de azaltılmış olabilirdi.
Rum tarafı, Kıbrıs’ın tamamını Rumlaştırmak, Türkleri silik bir azınlık durumuna düşürmek istiyordu. Bu da Türkiye’yi kaygılandırıyordu. Türkiye stratejik konumu nedeniyle Ada’yı ve çevresindeki doğal gaz yataklarını Rumlara kaptırmak istemiyordu.
Şimdilerde de, Türkiye, Kıbrıs Türk toplumuna egemenlik hakkı tanınmadıkça Ada’yı terk etmeyecek gibi görünüyor. İki devletli çözüm görüşü de bunu yansıtıyor.
Dış baskı olmadığında birleşme çok zor görünüyor.
Türkiye bu kritik durumu ve ileride doğuracağı sorunları iyi okuyamadı: 1. Annan Planını (2003 yılı planını) imzalamayarak Rum tarafına açık bir koz verdi.
Ertesi yıl, 2004’te yeni bir Anan Planı daha hazırlandı, ama atı alan çoktan Üsküdar’a geçmişti. İkinci planın Rumlara ilişkin bir yaptırım gücü (zorlayıcı yanı) kalmamıştı, Rum tarafı AB’ye katılma garantisini cebine koymuştu. Boşuna bir referandum yapıldı. Rum toplumu 2004 yılı referandumunda Annan Planını yüzde 75 hayır oyu ile reddetti ve “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB üyesi oldu.
Türk tarafı ve Türkiye ise, beklendiği gibi hava aldı.
Türk, kusur kabul etmiyor
AB’de kararlar oybirliği (oydaşma, konsensüs) ile alınıyor, üyelerin her birinin veto yetkisi var. Şimdi, AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti yetkilerini Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumu aleyhine kullanıyor. Ama ne zamana kadar? Koca Türkiye’ye diz çöktürebilirler mi? 1912 Balkan Türk bozgunu gibi bir fırsat, bir daha Rumların ya da Yunanistan’ın eline geçer mi? Kimse Rumlar için Türkiye ile savaşmayı göze alır mı?
Aşırı Türk milliyetçiler, sağ Atatürkçüler ve şeriatçılar kendi ürünleri olan AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nden yakınıp köpürüyor, Kıbrıs Rum yönetimi ve AB aleyhine veryansın ediyorlar. Boşuna dövünüyorlar. Bu şeyler Rum tarafının umurunda bile değil. AB üyesi Rumlar ekonomik anlamda toparlandılar, Kıbrıs Türk tarafı ise bir tembelhane, batakhane ve kumarhane olmuş deniyor. Türkiye ve Türk tarafı gerçekleri saptırıyor ve hatalarını görmüyor, gerçekleri kabul etmiyor ve kendini güçlü görüyor, yapıcı davranmıyor, özeleştiri yapmıyor ve kendini hep haklı göstermeye çalışıyor. Rum tarafı ise planlı hareket ediyor, sabırlı ve yeni fırsatlar kolluyor, fırsatlardan yararlanmayı kaçırmıyor: Türki cumhuriyetler örneğinde olduğu gibi. Aslında bu da bir Pirus Zaferi.
Türkler küçük kardeşleri tarafından “küçük” düşürülmüşler deniyor. Bu da ileri görüşlü olmamanın bir sonucu. Bizde ortalığı tozutan bir Trump ya da Netenyahu ve o güç mü var?.. İyi ki yok.
Rum tarafı, AB katılım müzakerelerinde Türkiye yararına hiçbir paragrafı açtırmıyor, veto yetkisini Türkiye aleyhine (kötüye) kullanıyor, sütre gerisinde de destekçisi Yunanistan var.
Yine de Türkiye, eski sıkı Atatürk turnikesinden geçmiş güçlü bir askeri ülke. Tam olmasa da, çoğu Müslüman nüfuslu ve sulandırılmış olsa da tek laik ülke. Atatürk arazi reformu yapamamış ve potansiyel tehlike feodal temeli kaldırmayı başaramamıştı. Yine de Kıbrıs’ta bir kolordusu var. Kolay kolay Ada’dan ayrılmaz. Rum tarafı ve Yunanistan bunun ayırdında değil.
Türk tarafı şimdi “İki devletli çözüm” diyor, ama geç kalmış bir öneri, iyi formüle edilmemiş. Rum tarafı ve Yunanistan bunu kabul etmez… Ama yarın denge değişebilir, Türk toplumu ve Türkiye ekonomisi güçlenebilir. Yunanistan ve Rumlar sonsuza değin Türkiye’yi bastırabilirler mi?..
Sorun bilgisiz, gerici, asker ya da şeriatçı kişilerin üstesinden gelebileceği basit bir sorun değil.
Türki Cumhuriyetlerin tutumu
Son olarak Orta Asya Türk devletleri (Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan) (60-70 milyon nüfus) Kıbrıs Rum yönetimini tanımış ve Lefkoşe’de büyükelçilikler açmayı kabul etmiş bulunuyorlar. Teamül ve çıkarları gereği böyle yapmaları gerekiyor. Böylece Türk kardeşliği ve ümmetçilik propagandaları, uluslararası planda işe yaramadı, işe yaramadığı son Gazze olayında da açığa çıktı, Arap ve İslam Birliği efsaneleri çöktü. Güç oyunu bozuyor. Hiç bir Arap ülkesinden hayır gelmedi. Hamas, güç yarışına kalkıştı, İsrail de ABD ve İngiliz desteğiyle 50 bin üzeri Arap’ı öldürdü, yüz binlercesini sakat bıraktı ve Gazze’yi dümdüz etti. Güney Lübnan’da Hizbulah’ı ve Suriye’de Esad rejimini yok etti.
Günümüzde her ülke kendi çıkarına önceliği veriyor. İttifaklar ve birlikler de bu amacı hedefliyor.
Adıgelerin bir Adıge Cumhuriyeti ve tanınmamış Şapsığ’ı kaldı. Kabartay ve Abazinlerin takıntıları ve ortakları var (Karaçay, Balkar ve Abazin gibi). Bu ortaklar, Ruslar tarafından ve el altından Adıgey ve Şapsığ aleyhine manipüle ediliyorlar. Adıgeleri kemirmeye çalışıyorlar.
Adıge Kurtuluş Savaşı tarihi henüz belgelere dayalı olarak yazılmış değil, belgeler Rus askeri arşivinde. Belgeler açılırsa Adıge (Çerkes) tarihi yazılabilecektir.
Türki cumhuriyetler aslında akılcı ve kendi çıkarlarına göre hareket ettiler. Bizdekiler onlara da rahat vermek istemiyorlar. BM ve günümüz gerçeği/kuralları böyle, Türkiye “gücenebilir” diye kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını feda etmeleri ve tecride uğramaları ya da sıkıntı içine düşmeleri yerinde ve akılcı olur muydu? Aksi takdirde BM ve AB kurallarına aykırı düşerlerdi. KKTC için BMGK’nin tanımama kararı (yasağı) var, geçerli ve yaptırımı (cezası) ağır.
Adıgeler, geçmişte kof Osmanlı ve emperyalist İngilizlerin oltalarına takıldılar da ne oldu, direndiler de 1864’te ellerine ne geçti?.. Adıge umarsızdı ve toprağından kovulmamak için ölümüne direndi, Gazzeliler gibi. Ama soykırımı ve kovulmayı önleyemedi. Türkler için böyle bir umarsız ve yakın tehlike var mı?..
Günümüz dünyasında kimse kimseye karşılıksız bir şey vermiyor. Türk Türk’e, Müslüman Müslüman’a, Çerkes Çerkes’e, kardeş kardeşe, Ahmet Mehmet’e kendisine ait olanı karşılıksız veriyor mu?
Günümüz gerçekleri böyle.
Türk Cumhuriyetleri için gerekli olan para (yatırım imkanı) Avrupa Birliği’nde var, ama para kasasının anahtarı Rum’un elinde, o anahtarı Rum’un eline veren de, 2003 yılı Annan Planını imzalamayan Türk tarafı.
Türki cumhuriyetlere para ve yatırım gerekiyor, Türkiye’deki para ise şeriatçılar tarafından çarçur edildi, bitti; para, gelir getirecek sanayi ve tarıma yatırılmadı. Şimdi bunun ceremesi çekiliyor.
AB’den para ve yatırım (12 milyar euro) sağlama konusunda, Türki cumhuriyetler için yapacak başka bir seçenek kalmamıştı. Zor oyunu bozuyor. Kıbrıs Cumhuriyeti onayı olmadan da AB para vermiyor.
AB gemisine binmeyecek ve güçsüz düşecek Türki cumhuriyetlerin karşısında, ne yapacağı öngörülemeyen devasa bir Çin heyulası duruyor, Çin arı gibi çalışıyor ve daha da büyüyor. Bu ülkeler, birleşmedikleri ve güçlenmedikleri sürece, gelecekte, Çin için birer av da olabilirler, kapana yakalanan Doğu Türkistan (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) örneğinde olduğu gibi. Rusya için de aslında AB dışında bir gelecek umudu olabilir mi?.. Zor. Çin kalkındı. Çin (1,4 milyar kalkınmış nüfus) karşısında Rusya (150 milyon), fazla büyük sayılmaz. Rusya’nın direnci nükleer güce ve doğal kaynaklarına (petrol ve doğal gaza) dayanıyor. Ukrayna nedeniyle konan ambargo Rusya’yı çatırdatıyor.
Acı da olsa gerçekler böyle.
Aşırı Türk milliyetçileri, “Atatürkçüler” ve şeriatçılar bu gerçeği bir türlü görmek ve anlamak istemiyorlar, ama ellerinden de bir şey gelmiyor…
Umalım ilk seçimde yeni kadrolar işbaşı yapar da durum iyiye gider…