Paris’te Bir Çerkes Kızı – 11
Paris’te Bir Çerkes Kızı – 11
“İnsanın derisi kalındır, ama canı narindir” diyen kimdir? Kim dediyse demiş, kimse daha doğrusunu söyleyemez. Bu eski deyim gereği Kont Charles de Ferriol’ün yaşamı göz önüne alındığında, buna benzer şeyler söylenebilir. Ama canla başla, her şeyi ile sevdiği yaşamdan eli boş çıktığı, aldandığı, bıkmadan ve aralıksız sürdürdüğü aşk maceralarından kontun hasta düştüğü unutulabilirdi.
Faren yağ damlatıyor, rafından süt taşıyor olsa, sana ait olmayan yere yüz yığın sap yığsan neye yarar? Charles de Ferriol, yüz at bulup yiğitlik taslamaya kalkışsa bile, artık onda öyle bir güç kalmamıştı. Yine de sönmeye yüz tutmuş ateşe odun atmanın peşindeydi, pes etmeyi bir türlü kabullenemiyordu. Ama, sonunda at yorulur, eyeri de yıpranır.
Yeryüzü değişik yollarla döşelidir. Yorulacağın ve tökezleyeceğin yolu ah bir bilsen? Bu sorunun yanıtı Charles de Ferriol için sır değildi. Bu yol ayırımlarından biri onu büyük beyaz evine geri getirmişti, ama ömrünün son demlerini yaşadığını umursamadan aşk dolu yaşam umudunu terk etmek istemiyordu. Niye öyleydi? Umutsuz yılların yarattığı acımasızlığın bir cezasını mi çekiyordu? Yoksa kuru bir ağacın gölge vermeyeceğini bilmesinden mi ileri geliyordu bu tür davranışlarının nedeni?
Benzer İçerikler
O zaman Ayşet ile de Edie arasında yeni başlayan temiz aşk ne olacaktı? İkisinin toplam yaşı Charles de Ferriol’ün yarısı ediyordu. Bütün bunlar yaşamın bir oyunu olmalıydı. Ayşet’in başından geçen zorluklar ile şimdiki yaşamı, onu akıllı, sabırlı ve merhametli yapmıştı, ama değişmeyen yanı güzelliğiydi. Düşünecek olursak bunun bir yanı iyi, bir yanı da kötüydü. Doğrusunu söylememiz gerekirse, onca yıkım, güzelliği nedeniyle başına gelmişti, şimdi de o yüzden acımasız ve zorlu bir yaşam sürdürüyordu.
Şövalye Blaise Marie de Edie Kont Charles de Ferriol ile buluşup da konta ne söyleyebilirdi? Ayşet ile onun birbirlerini sevdiklerini Jeanette-Nicole dışında bilen biri yoktu. Claudine-Alexandrine belki kuşkulanmış olabilirdi, onun dışında Ferriol ailesinde durumun farkında olan kimse yoktu. Daha iyi bir fırsat doğmasını umarak Ayşet kendini frenliyordu, kont ile evde yalnız kalmaması ve namusunu koruması gerektiğini de bir an olsun aklından çıkarmıyordu.
Böylesine kritik bir ortamda Ayşet, Şövalye de Edie’nin Kont Charles de Ferriol ile konuşmasını istemiyordu. Ayşet hangi şeyden korkuyor, kimi korumak istiyor olabilirdi? İlk aşkı şövalyeyi mi, babası yerine koyduğu konta duyduğu sevgiyi mi? “Böylesine iki sevgi karşılaştırılamaz! – Bu tür şeyleri düşündüğü için Ayşet kendi kendisini kınadı, ardından istemediği, ama ara sıra aklına gelen üzücü şeyler nedeniyle ürktü: – Ne kadar da şanssız doğmuşum! Katlandığım onca acı yetmezmiş gibi ilk aşkım da umutsuz-umarsız bir aşk çıktı… Edie’nin evlenme yasağı bulunduğunu öğrendiğimde ne diye aşkımı kalbime gömmemişim? Beni kül edecek bir yangına ne diye koşa koşa kendimi attım? Paraber ile Deffand, “Edie için evlenme yasağı varsa ne olmuş, çok mu önemli, böylesine zengin ve yakışıklı birini sakın kaçırma, akıllı ol”, – diyorlardı. Ne kadar da anlayışsız-duyarsız kişiler onlar? Aşk zengin yoksul demez. Gönlün beğendiği kişi önemli olan, sözünü uzun zamandır unutmuş olmalısınız. Edie konumunu unutup beni sevmiş olamaz. Sizin aşıklarınızın kulaklarınıza fısıldadıkları sözler gibi değil Edie’nin bana söylediği, bir gün bana – “Şövalye kurumuna verdiği yeminini aşkı uğruna bozacağını söyledi. Aşkın yaptırmayacağı şey yoktur sözünü Çerkesiye’de ve burada çok kez duydum. Bu bir yiğitçe söz mü ya da kişiyi ölüme götürecek olan bir şey mi?.. Aşkı yok edecek bir sevgiyi istemem. Niye kendi kendime yakınıp duruyorum, onu benden kapan biri mi var?.. ”
Şövalye de Edie geçen ay ve bu ay kontla görüşmeyi umuyordu, ancak Ayşet bahaneler uydurup buluşmayı önledi. Önce Ayşet’in kendisi kontla konuşmak istemişti. Ne diyeceğine ve alacağı karşılığa nasıl yanıt vereceğine hazırlanmıştı. Konuşmak kolaydı, ama onu doğru, yalan ve gözyaşı katarak söylemek gerekiyordu. Ayşet bugüne değin, hayli zamandır aşkını konta söyleyememişti, kendini büyüten kontu geride bırakıp gitmeyi düşünmüyordu. Uygun zamanı kolluyordu. Bir ara onun kendisine sulanmış olduğunu unutmamıştı, bunu yüz kızartıcı bir olay olarak anımsıyor, aklına getirmekten de utanıyordu. Böyle yaparsa, kendini koruyacağını, çekindiği konttan kendisini, namusunu kurtaracağını düşünüyor, kontun kendisini okuttuğunu ve büyüttüğünü biliyor, bir yandan da ondan korunmaya çalışıyordu. Ayşet ne diyeceği, ne yapacağı konusunda hazırlıklıydı, yaz yeli bir hafta boyunca estikten sonra, bir ay daha kontun tedavisi ve idaresi ile ilgilenmiş, onunla konuşma olanağı bulamamıştı. Bunu günler ve haftalar boyu izlemiş, ama Ferriol’lerin konağında bir değişiklik yaşanmamıştı, herkes halinden memnun görünüyordu, ama ailede gizli bir üzüntü vardı.
Sabah uyandığı saatten yattığı saate değin Ayşet gözünü konttan ayırmıyordu: nereden bir ses gelirse kulağını kabartıp dinliyordu. Sorun hasta ile ilişkisiz ise, belli etmeden kendi işinin peşine düşüyordu. Haftalar ve aylar birbirini izliyor, yaşamında şövalyeden başka bir mutluluk kaynağı kalmamıştı. Ayşet haftada bir kez, şövalye ile gece gizlice buluşabiliyordu – konta ilacını içirip kitap okuduktan ve onu uyuttuktan sonra, Edie’nin dış kapı önünde bekleyen faytonuna bir saatliğine biniyordu. Bazen faytonla Paris’i turluyor ya da ikisi yolun bir kenarından yürüyor, fayton da onları izliyordu. Ayşet gece kaçamaklarının sürekli gizlenemeyeceğini, bir gün mutlaka açığa çıkacağını biliyordu, dışarı çıkarken ya da döndüğünde kapıdaki bekçilere kusuruma bakmayın, beni bağışlayın der gibi sevecen gözlerle bakıyor, sert ve kırıcı sözler söylemekten kaçınıyordu.
Bu gibi bir hava içinde, bugün yarın diyerek, kontun bakımı ile ilgileniyor, oyalanıp duruyordu, konta söylemeyi düşündüğü şeyleri erteliyordu. “Soracağım söze vereceği karşılığı biliyorum, nasıl söyleyeyim? Hayır, kendi iyiliğimi, çıkarımı düşünerek hasta papamın kalbini kıramam. Aşk işinde yararlı-yararsız ayırımı düşünülemeyeceğini biliyorum, ama zor durumdayken papaya öyle şeyler söyleyemem, yapamam. Sonbahara doğru Auguste dönecek, yabancım değil, bekler, ona danışır, konuşurum. Böyle diyerek, Edie’nin şövalyelik konusunda yapacağını söylediği şeyi yapmasını istemem uygun olur mu? Böyle yaparsam, kendi mutluluğum için Edie’yi kurban etmiş olmaz mıyım? Papayı nereye bırakacağım? “Kont Charles de Ferriol’e bakacak senden başka akrabası kalmamış mı! – diye birinin söylendiğini duyar gibi oldu, hemen kendi kendini yanıtladı: – Niye yakını olmasın, var. Ama onların ne yapacaklarını bilebilir miyim?!..”
Kont Charles de Ferriol öğle yemeği vaktinin geldiğini anladı ve kendi kendine yemekhaneye indi. Güzel tabaklar, gümüş kaşık ve çatalların, elbezi ve beyaz önlüklerin bulunduğu uzun sofraya, Kontes Marie Angélique ile birlikte oturdu. İçeriye Ayşet girince de konuşmalarını kestiler.
– Charlotte-Elizabéth Aisse, yemek vakti bizi bekletmezdin, – Kontes Marie Angélique, yeni görmüş biriymiş gibi Ayşet’in yüzüne baktı, – senin için güzel bir haberim var.
– Evet, Charlotte-Elizabéth Aisse, ben de o şeyden habersiz biri değilim, – Kont, yengesinin söylediği sözlere destek çıktı, – Orleans Dükü bir elçisini gönderip benden bir ricada bulundu, ben de hayır diyemedim.
Ayşet söylenenleri umursamadan varıp kontu yanaklarından öptü, Kontes Marie Angélique’i de aynı biçimde öptü ve koltuğuna oturdu.
Kont yarım kalan konuşmasını tamamladı:
– Charlotte-Elizabéth Aisse, Orleans Dükü yarın akşam Palais- Royal’de verilecek baloya, seni ve beni birlikte davet etti.
– Orada ne işimiz var?.. – diyerek Ayşet yerinden fırladı.
– Bravo, Aisse! – Bunu beklermiş gibi kont alkış tuttu ve yengesine kurnazca bir göz attı: – Kontes, sana dememiş miydim, Charlotte-Elizabéth Aisse’nin davet, ağırlanma gibi işleri umursamadığını? Bir daha bravo, kızım, ama verdiğim sözü yerine getirdiğimi de bilirsin, daha önce çağrıldığın yerlere gitmediğin gibi yapmayıp, şimdi, yarın akşamki baloya gitmelisin. Sana göz kulak olmasını Kontes Marie Angélique’ten istedim, ona güvenim tam. Sana da güveniyorum, sana yaraşacak bir biçimde davranacağını biliyorum, yine de dikkatli ol diyorum. Biraz rahatsız olmasaydım seninle birlikte gitmek bana düşerdi. Yine kesin olarak söylüyorum: gideceğin yerdeki kişiler varlık içinde baştan çıkmış, zengin, şımarmış, yiyici – içici kişiler. Anımsamıyor musun, tiyatroda başında durduğun, şövalye denen ve sana yiyecekmiş gibi bakan o kalın bıyıklı kişinin yanından seni nasıl çekip aldığımı?..
– Papa, – Ayşet gülümseyerek kontun sözünü kesti, – olmayacak bir kusur işlemişim gibi ne diye artık bana güvenmiyorsun?
– Sana güvenmesem o daveti kabul edip seni oraya gönderir miyim?
– Kaygılanma, papa, – Ayşet acele ederek, – ilacın nerede? dedi.
– Bu uğursuz ilaç olmasaydı, – Charles de Ferriol ilacı ağzına aldı ve üstüne su içti, – Orleans Dükünün davetini hiç kabul eder miydim?..
– Baloya benim yerime Claudine gitse olmaz mı?..- kontu yatıştırmak için Ayşet bir soru yöneltti.
– Aisse, – dedi Marie Angélique, şaşırmış halde, – Claudine’in hamile olduğunu unutmuş musun?..
– Doğacak bebeğin babası bildiğimiz biri mi? – Charles de Ferriol umursamıyormuş gibi sordu.
– Kont, niye bunu kafana takıyorsun, neyine gerek?.. – Marie Angélique kız kardeşi üzerine duyduğu bu şeyden hoşlanmamıştı, ama işi şakaya, tatlıya bağlamak istedi. – Sır değil, sorduğun için söyleyeyim, babası ne halt ettiği, nerede yatıp kalktığı bilinmeyen Şövalye Deschamps (Deşan).
– Duydun mu, Charlotte-Elizabéth Aisse, şövalyelerin ne menem kişiler olduklarını… – şaka mı ciddi mi söylediği anlaşılmayacak biçimde kont konuştu ve gülümsedi, – ardından yavaş yavaş sözleri ağzından dökülmeye başladı: – iyi ki o çocuğun benden peydahlandığını söylemiyorlar… Doğarsa o çocuk da bir kapı bulur elbette… – kont artık şaşırmadığını belli ederek sözünü kesti ve yemeğini yarıda bırakıp masadan kalktı: – Bahçede biraz dolaşacağım, yediğiniz yettiyse, siz de ardımdan gelebilirsiniz.
Ayşet kaygılandı, Marie-Angélique’i sofrada bırakıp kontun peşinden gitti. Bahçede fazla bir süre kalmadılar. Öğle yemeği sonrasında Charles de Ferriol’ün bir saatliğine dinlenme gibi bir alışkanlığı vardı, kendisine kitap okuması için Ayşet’i yanında odasına götürdü. Ancak, kont, başını yastığa koyar koymaz uyudu.
(Devamı var)
İshak Maşbaş (tarihi roman, s.367-373) – II