Paris’te Bir Çerkes Kızı -16
“Doğada gece ve gündüzün birbirini izlemesi gibi, insan yaşamında da sevinç ve acı, düğün sevinci ve cenaze acısı birbirini izler. Bu iki şeyden biri ötekini bastıramaz: Yaşam içindeki bu çelişkili durum olmasaydı, karanlık da, aydınlık da olmayabilirdi… – Bu sözler Voltaire, Montesquieu ya da Ayşet’e mi aittir? Kime ait olursa olsun, bu gibi şeyler Ayşet’in kafasından çıkmıyordu. – “Kafamdaki bu gereksiz şeylere ne diye takılı kalıyorum? Bu gibi şeyler yüzünden kaygı içinde yaşıyorum…” – demiş ve kendisini sorgulamıştı.
Ayşet genç kızlık kalıbına girdikten sonra kendi kendisini ve geleceğini düşünmeye başlamıştı. Çocukluk dönemi kolay geçmemişti, birinin seni esirgemesi, seni gözetmesiyle, kendi kendine başının çaresine bakma durumuna düşmek aynı şey değil. İnsan yaşamı değişik sorunlarla iç içe ve karmaşık ise, yaşam tarzın da buna bağlı seyreder. Kişi hata işledikçe ders alır, akıllanır derlerse de hata işlememek en iyisi. Ama herkes bunu başaramaz, Ayşet de onlardan biriydi.
Ayşet’in güvendiği, soru sorduğu kimsesi yok değildi. Başı ağrıdığında, bunaldığında derdini açtığı beş kişi vardı Paris’te: Sophie, Pon de Vel, Arjantal, Jeanette Nicole ve de Edie. Sophie durumun farkındaydı, amcalarının Ayşet’e yaptığı davranışı Pon de Vel ile Arjantal’ın öğrenmelerini uygun bulmamıştı. Jeanette Nicole durumun biraz olsun farkındaydı, ama son olaylardan habersizdi. Hiçbir şeyin farkında olmayan da Şövalye Blaise Mari de Edie idi. O başka bir şeyden ötürü kaygılıydı: Orleans Dükünün Ayşet’e kanca takmış olması. Bunu kimseye duyurmadan çözmenin yolunu arıyordu. Ayşet kontun utanmazca davranışını hiçbir şeyin farkında olmayan ilk aşkı şövalyeye açıklamayı uygun bulmamıştı, bunu kendine de yediremiyordu. Yapabileceği tek şey, ne denli ağır olursa olsun, kendine kalmış olan sırrını taşımaya devam etmekti. Taşıyabilir miydi?.. Bir soru başka bir soruyu doğuruyordu. Sırrını kendinde sakladığında kimse seni duymaz, kimse de görmezdi.
Zorluk, felaket, çekişme ve iğrençlik fark etmez, eski yeni hepsi aynıdır. Zorluk seni ölçer, yiyip bitirir, baş edemeyeni devirir, felaket seni yıkarsa da, daha sonra kendine gelebilirsin, aile içinde çekişme baş gösterdiğinde, birbirini sevenleri birbirine düşürür, iğrençlik yeryüzü aydınlığını unutturur, yok eder.
Ayşet kendisini üzen çok sayıda zorlukla karşılaşmıştı, ancak bunların sayısı eksilmiyor, aksine artıyordu. Onun yaşam ağacının dallarını kıracak, ağacı kökünden söküp atacak fırtınalarla karşılaşıyordu. Karşısındaki kötü gelişimden kurtulmaya fırsat bulamadan, güvendiği tek kişi de akıl hastalığına yakalanmıştı, onunla uyum içinde iken, hiç beklemediği bir sorunla karşılaşmıştı. Sorun bir yabancıdan kaynaklanıyor olsa önemli olmazdı.
Ferriol ailesindeki hır gür yanında, şimdi de bir söylenti ortaya çıkmıştı.
Kontun “Bisert” akıl hastanesine gönderilmesine Ayşet’in izin vermeyeceğini bildikleri halde, her şeyi düşünen Marie Angélique, o konuda Ayşet’i yola getirmenin peşindeydi ve ilkin onunla konuştu:
– Charlotte-Elizabéth Aisse, babanın yapacağı yanlış bir davranış yüzünden mahvoluncaya değin birbirimize bakıp oturacak mıyız?..Nasıl söylesem bilmiyorum, senin için düşündüğü şeye razı gelecek misin?.. Bütün aile olarak hepimizi dert sahibi yaptı… Lulu gibi hayat kadınları senin adını lekeliyorlar. Sana nasıl yardımcı olacağımı ah bir bilsem…
– Marie Angélique mama, ne demek istediğini anlıyorum, – Ayşet kendisini güçlükle tutarak yanıt verdi, – yapamayacağım bir konuda benimle konuşuyorsun, bağışla beni, söylediğin şey içime sinmiyor. Amcam Augustin- Antoine’ın bilgisi dışında bu işi konuşmayalım.
– O sözünü ettiğin kişinin nasıl biri olduğunu bilmiyor musun? – Marie Angélique gülümsedi, kendinden emin bir tavırla sözünü tamamladı: – Amcan sözümün dışına çıkmaz.
– Augustin- Antoine kabul ederse, o zaman ne olacak bilemem… – Ayşet bir iç çekti.
– Şu yeryüzünde bilmediğimiz onca şey yaşanır… Ben senin başına gelebilecek şeylerden kaygı duyuyorum, küçük kızım. Bizim ne önemimiz var, Augustin de ben de yaşayacağımız kadar yaşadık, dertsiz bir yaşlılık geçirelim, başka şey istemeyiz. Görmüyor musun halimizi?..
– “Bazen Marie Angélique’i anlayamıyorum, – kontesin üzüldüğü şeyleri dinlerken, kendi içinden söylendi. Her şeyi bir yana bırakmış benimle uğraşıyor, yetişme çağındaki iki oğlunun derdi ile ilgilenmiyor. Claudine ise vurdumduymaz bir kız. Biz bir aileyiz, sevinci ve üzüntüyü birlikte paylaşmalıyız. Aksi halde, büyük annemin dediği gibi, biri seni yemezse, birbirinizden koparsınız. Marie Angélique’in bunu da düşünmediğini söyleyemeyiz, ama hangi işi ele alırsa alsın, öncelikle kendi çıkarını düşünür. Çıkarını gizlemesini de başaramıyor… Böyle diyorum ama Claudine’in bebeğini yetimhaneye verdiğinden hiç söz ediyor mu?.. Bana geleceğe ilişkin öğütlerde bulunuyor, ama hiç istemediği Edie konusunda hızlı bir dönüş yaptı, Şövalyenin yakışıklı, eğitimli ve zengin biri olduğunu söylüyor, Orleans Dükünden ne diye vaz geçtiğini bir türlü anlayamıyorum. Beni Edie ile evlendirip Ferriol’lerin arasından çıkarmak mı istiyor?. Papa hasta olmasaydı, o şeyi sensiz de yapabilirdim. Sizin ne düşündüğünüzü biliyorum, beni evlendirip papayı akıl hastanesine göndermek istiyorsunuz, ama ben sağ olduğum sürece onu size yaptırmam. Böyle bir yetkim var mı? Ben onun kızı sayılmaz mıyım! Evet, evet, durumun farkındayım. O zavallının bana göz koymuş olmasını bir bahane olarak öne sürüyor… Sen Marie Angélique, onun sana yaptığı yardımlar, bana yaptığından az değil. Bunu unuttuğumu ya da unutacağımı sanma, ne yapacağım ya da yapmayacağım konusunda beni zorlama. Ferriol’lerle kan bağım yoksa da, bağlantılarım var…”
– Aisse, bilmeden kalbini kırmış olabilir miyim, bir şey demiyorsun? – konuşmaları bitmek üzereyken Marie Angélique yeniden söze başladı.
– Hayır, – Ayşet daldığı düşünceden ayıldı, – Ne olacağımı söyledin diyerek hiç kalbim kırılır mı?.. – Biraz bekledi, ardından içindekini aynen ona söyledi: – Papanın hastaneye kaldırılması konusunda daha fazla konuşmak istemiyorum, başka şeyler konuşalım.
– Bilemiyorum, böyle kestirip attıktan sonra neyi konuşuruz ki… – Marie Angélique sesini alçaltarak kayınbiraderini ne denli sevdiğini anlatmaya başladı: – Bütün aile zor bir durumda kaldık, kont için kaygı duyuyoruz, yoksa ona ilişkin konuşacak durumda değiliz. O ne denli yaman bir devlet adamıydı! Hastalığı bütün bir Paris’i düşündürüyor, Orleans Dükü durmadan onu soruyor. Kafanı yana çevirme, Aisse, Palais-Royal’deki baloda papayı sormayarak kalbini kırdığını hekimi Jean-Batiste’e söylettim, unuttuğu için üzüldüğünü sana iletti.
– Peşinde imişiz gibi, – Ayşet bu beğenmediği şey karşısında sinirlendi, – bunu ona ulaştırmana gerek yoktu.
– Peşine düşmek mi, – kontes yapmacık tavrını unutmuş halde, Ayşet’i kınadı, – Kont Charles de Ferriol’in nasıl bir devlet adamı olduğunu Orleans Düküne anımsatmış olduk. Kimseye bir şey söylemiş değilim, Aisse, sana daha önemli bir şey söyleyeyim: Orleans Dükü hasta ziyareti için bize gelmeye hazırlanıyor.
– Sanki çok gerekliydi! – kızgınlıkla söylediği bu söz nedeniyle pişmanlık duymuş gibi Ayşet kendisine bir çeki düzen verdi: – Bilemiyorum, papaya bir yararı olacaksa gelebilir tabii… Ne zaman gelecek? – diye hemen sordu.
– Bilmiyorum, bana söyleneni senden gizliyor değilim. Bunu sana söylemeyeceksem kime söyleyeyim ki? Güven duyabileceğim tek kişi olarak sen kaldın. Claudine’e ne oldu, bilemiyorum, var mıyım, yok muyum umurunda değil. İki oğluma gelince, onlara güvenerek ne yapabilirsin, kız peşine düştüler, kendilerinde değiller. Aisse, ne diye gülüyorsun ki? Anne sevgisi olmayan çocuklarım için susmam mı gerekir?.. Anne olduğunda sen de bunu anlarsın. Şikayet ediyor değilim, Tanrı beni anladı, Aisse, seni bana getirdi, kimseye özeniyor değilim. Seni benden ayırırlar ya da sana yaraşmayan bir davranışta bulunurlarsa diye korkuyorum, bunun için üzerinde titriyor, seni her şeyden sakınıyorum… Sana söylediklerimi dinlersen mutlu olur, mal mülke ve altına kavuşursun. – Biraz ara verdi, ardından bir şaka yaptı: – Yaşlılığımızda bize de bazı yardımlarda bulunursun…
– Öyle ama, Marie-Angélique mama, beni evlendirmek istediğin Blaise-Marie de Edie’de öyle bir mal varlığı yok, – Ayşet de yapmacık bir tavır takınarak kontese şakayla karışık bir yanıt verdi, – Edie zengin biri sayılmaz.
– Kim demiş? – Marie-Angélique bu yanıta inanmamış olsa da, sorma gereği duydu. – Armand Vikontu ile Marie de Saint-Oler’in oğlu mülksüz mü sayılır? Bütün Perigord kenti onların mülkü sayılır. Onlar için yoksullar dediğini kimse duymasın, seninle dalga geçerler. Bunu kendi mi söyledi ya da öyle mi sanıyorsun?
– Sevdiğin kişinin zengin ya da yoksul olması fark etmez.
– Peki şövalyeyi bir görüşte sevdin mi?.. – Yapmacıklı bir görüntüye bürünerek kontes Ayşet’e baktı ve onu övdü: – Sen durumun farkında değilsin, ama senin güzelliğin ve çekiciliğin çok sayıda talipliyi (pselıho) peşine düşürecek. Evlenmek isteyenler yanında, bu güzelliğinle evli birçok erkeğin de başını döndüreceksin, etrafında pervane olacaklar.
– O “başı dönenler” içinde vazgeçenler olmayacak mı? – diyerek Ayşet de, aynı tonda kontes ile şakalaştı.
– Olacak elbette! – niyetini uygulama olanağını yakalamış gibi, Marie-Angélique ağzını açtı, kendisine söylenen şeyin kaynağını fark edince yeniden sordu: – Niçin?
– Bilmem… – Ayşet’in rengi attı, ama hemen kendine geldi: – Söylediğin şey ilgimi çekti de ondan.
– Benim yaşıma gelirsen, Aisse, daha ilginç şeyler de duyabilirsin. Kimi seversen sev, kim seni severse sevsin, kim etrafında pervane olursa olsun, kiminle gönül eğlendirirsen eğlendir, aşk ruh ve yürek ister, aşk ile aklı birlikte götürürsen bütün arzularına kavuşursun. Doğru değil mi? Ben olması gerekeni söylüyorum, kendisi gülüyor.
– Hayır, Marie-Angélique mama, gülümsememi kendine yorma. Bir zamanlar büyük annemin söylemiş olduğu sözleri bana anımsatmış olduğun için gülümsedim.
– Şimdi de ne söyleyeceğini Tanrı bilir… – diye Marie-Angélique homurdandı, duyacağı şeyi bekleyerek iyi bir gözle Ayşet’e baktı.
– Duyduğumu söylüyorum, senden benden kaynaklanmış bir şey yok. Kim bilir, insan isek, o şey bizim için de söylenmiş olabilir. “rüzgarın peşine düşme – yakalayamazsın, gölgenizin peşinden koşmayın – geçemezsiniz”.
“Bak hele bu kızın dediklerine!.. – Marie-Angélique içinden feryat etti. – Ben onu yaşama hazırlıyor, sevme ve sevilmenin yolunu öğretiyor, o da beni büyük annesinin sözleri ile terbiye etmeye çalışıyor. Bana laf mı atıyor ya da etrafımdan mı dolanıyor. İkisi de aynı şey… Biz bilmiyoruz, şu Çerkesler gerçekten ilginç insanlar olmalılar. Görmüyor musun bu kızın ince uzun boyu ile nasıl gösterişli hareket ettiğini, ilk kez beni görüyormuş gibi karşımda durduğunu? Oysa onu bugün ya dün tanımış değilim, yıllar boyunca, küçüklüğünden yetişkin kız olana değin, konuşma, yemek yeme, gülümseme, yürüyüş biçimlerinde hiçbir hatalı bir durumunu görebilmiş değilim. Dahası sevinç ve üzüntüye, mutluluğa farklı bir yaklaşım biçimi var. Bu özellik sadece bu kıza özgü mü, yoksa bütün bir Çerkes ulusu da o gibi değerlere sahip mi? Oturuyorsa, genç yaşlı ayırmadan her gelene saygı göstererek ayağa kalktığı görülmüyor mu? Öyle olduğu halde, kendi ulusal özelliklerini abartmadan Fransız yaşam biçimine uyum sağladı, ters düşmedi. Ne mutlu ona, imrenilecek biri. Yeter artık, ben boyuna, iyi kötü demeden “amalara” eklemeler yapıyorum…” – Marie-Angélique kendi kendisine içerledi, Ayşet’le seslendi:
– Oh be, Aisse, beni boyuna bir şeyler düşünmek zorunda bırakıyorsun… Bu kadar çok şeyi nerede öğrendin ki?.. Bazen beni korkutuyorsun, bazen de canımdan bezdiriyorsun… Evet, evet, çok akıllı bir ninen varmış, hangi gruptan olduğunu, tarihini bilmediğimiz bir ulustan çıkmışsın. Ama bir kadın olarak fazla akıllı olmak da iyi bir şey değil. Kendi deneyimimden bilirim, erkekler fazla akıllı kadınları sevmezler.
– Şövalye Blaise-Marie de Edie öyle erkeklerden değildir.
– Şövalye ve sen, ikiniz de evlenme konusunda zor durumlar yaşıyor olmalısınız… – anlayamadığın bir konuda seni uyarayım anlamında, oldukça yumuşak bir ses tonuyla konuştu kontes.
– O şey de işin içinde olabilir, – Ayşet kendisi hakkında söylenenleri beğenip beğenmediğini belli etmeyen bir biçimde gülümsedi, – “Sevdiğin kişiyle yediğin yiyecek ekşi olsa bile bal gibi gelir” dedikleri doğru olmalı.
– Sevdiğin kişi için söylenmiş daha özlü bir söz duymuş değilim, – dedi Marie-Angélique ve Ayşet’i uyardı: – Aisse, Çerkes dilini unuttuğunu söylüyorsun ve arada bir yakınıyorsun, ama ağzından dökülen bilgece sözler sınırsız.
– Öyle ama, Marie-Angélique mama, o şeyleri Fransızca söylüyorum, Çerkesçe değil, – diye Ayşet kısa bir yanıt verdi, yakındı ve üzücü bir ses tonuyla söylediği şeye açıklık getirdi: – Başka bir dili benimsetsen, başka bir elbise giydirsen, içine girdiği insanlara benzer hale getirsen bile, herkeste çıktığı kendi ulusundan bir parça kalır… Bu şeyleri zavallı ninem hep söylerdi.
– Evet, evet, Aisse, şanslısın, akıllı ve bilge bir ninen varmış… Kusuruma bakma, kızım, eski yaralarını deşmek istememiştim… “Sevdiğinle yediğin ekşi yiyecek bal tadında olur”. İstemem, Tanrı yazmışsa bozsun, Edie ile ikinizin arasına asla girmem. Daha önce söylemiştim, yine söylüyorum: Kız evlenmeye karar verdiğinde, annesine sorması gelenektendir, zavallı kontun ne diyeceğine bakmam, beni annen yerine sayıyorsan, ben de Blaise-Marie de Edie’nin iyi bir seçim olduğunu söylemek isterim. Onu o denli seviyorsan, hayırlı olsun diyebilirim. Ama, Aisse, bunu Orleans Dükünün Charles de Ferriol’ü ziyareti sonrasına ertele.
– Ne zaman gelecek? – Ayşet yine aceleci davrandı. – Bunu papaya hemen bildirmemiz gerekmiyor, heyecanlanır ve üzülür.
– Onun ne zaman geleceği konusu bize bağlı, – “ağzını arayarak, yumuşatarak, onu yola getirdim” dedi Marie-Angélique, kendisini överek, sevinerek ve kolayca işi bağladığını belirterek şunları söyledi: – Aisse, sana hiç ricada bulunmadığım ölçüde bir ricada bulunacağım: Orleans Düküne Palais-Royal’deki gibi soğuk davranma, hayat zor, yarın ne olup olmayacağını, işimizin düşüp düşmeyeceğini bilemeyiz… Söylemesem de bunu bilirsin, en iyi konuk karşılama yeteneği zaten senin kanında var. “Yalancının gözü daima yaşlıdır” (Thağepṡım yıne ṡıne zepıt) deyimini doğrulayan Marie-Angélique küçük mendili ile gözlerini sildi, Ayşet’i övdü ve gönlünü hoş etti. – Öbür sorduğun konuda, ilk önce hangisini konta söyleyelim, beklemediği bir biçimde zavallıyı sevindirsek.
Geçtiğimiz bir iki yılın gürültü patırtısı yetmezmiş gibi, şimdi de Ayşet düşündürücü ve üzücü durumlarla karşılaşmıştı. “Orleans Dükünün papaya (babama) bir yardımı olacaksa evimize buyursun. Sıkıntı çekmeyen sevincin değerini bilmez denen kişilerden değilim, kimse bana o gözle bakmasın. Kontesin niyetinin ne olduğunu anlamayacak kadar saf biri değilim, zor durumda olmamdan yararlanmak için bana yakınlık gösteriyorsa, sonra pişman olabilir, ama çocukluğumda bana yaptığı iyilikler sonucu onu günahlarından korumaya çalışırım”.
Ayşet düşündüğü şeyin ağır bastığını bilmesine karşın, bunu kontese belli etmiyor, onun ricasını fazla önemsemediğini belli ederek yanıtını verdi:
– O konuda, Marie-Angélique mama, için rahat olsun. Ama konuk iyi niyetli olursa başım üzerine, hasta ziyaretine gelmişse onu pişman etmeyiz.
– Öyle tabii, kızım, bize gelecek olan çok önemli bir konuk, büyük bir insan, o kişiyi herkesin ayağına giden, herkese yakınlık gösteren biri olarak mı görüyorsun?
– Ziyaretine geleceği kişi de kont, küçük ve sıradan biri değil, – Ayşet de kontesi onaylıyor gibi idiyse de, beğenemeyeceği noktaları belirtmekten geri kalmıyordu, – Papanın Fransa için yaptığı işler ve hizmetler, üzerinde pek durmuyoruz ama sıradan işler değil, çok büyük işler, ülke tarihinde yer alacak işler.
– Evet, evet, Aisse, – “bak bunun dediklerine, bu avare kişinin karşımızda yaptığı ayıp şeyleri bildiği halde, bu dediklerine de bir bakın…” Marie-Angélique duyduklarına şaşırmıştı, ama hedefine ulaşacağını düşünerek Ayşet’i övdü ve dediklerine katıldı, – Övünmeni istememiştim ama, Aisse, sana söyleyeyim: Ne kadar da iyi ve merhametli birisin, Tanrının sevdiği kulusun, seni dinledikçe iyinin ve güzelin tadını, yumuşaklığını bana sunuyorsun, dünyayı bambaşka bir gözle görmemi sağlıyorsun. Tabii öyle, Charlotte-Elizabéth Aisse, kont baban hasta olmasaydı, bazen kızdığımda, o zavallı için söylediğim, ağzımdan kaçırdığım sözleri büyütme, içinde saklı kalsın, güneş kralımızdan sonra onun adı bütün bir Fransa’da anılıyordu, o denli büyük işler yapıyordu – dış hizmetleri yürüten biri küçük sayılamaz, Başbakan bile olacaktı.
Marie-Angélique’in sinsi konuşmalarını Ayşet destek verir gibi başını sallayarak dinliyordu, ama düşündüğü ve niyetlendiği şey farklıydı: “… O bana getireceğin kişi, büyük annemin dediği gibi, bize altın ambar mı getirecek yoksa bizde olmayanı bizde bulacak mı, gelsin, ama benden sakladığınız şeyi başaramayacaksınız, geldiği gibi geri gider. Benim sevdiğim, sevgilim olan kişi tek kişi, onunla bir tutacağım bir kişi daha bu dünyada yoktur. Bunu siz nasıl bilir, nasıl anlayabilirsiniz! Şu an benim için en kötü olan durum papanın durumu ve davranış biçimi: Daha önceki davranışlarından, söylediği şeylerden sonraları pişmanlık duyardı, şimdi bu şey de kalmadı, bana bakıyor, beni arzuluyor. Papa hastadır diye geçiştiriyor, bağışlıyordum, “bu kişinin sağı solu belli olmaz, sana saldırırsa, seni mahvederse” diye Sophie’nin dediği şey başıma gelirse?.. Bu tür utanç verici bir hakareti, seveyim sevmeyeyim, zorla bana yapmaya kalkışırsa kaldıramam, o yüzden canımdan olurum!..”
– Her şey, Aisse, iyi olacak, – Ayşet’in düşündüğü şeyi anlamış gibi Marie-Angélique konuştu, – dükün bize geldiğinin haberi, bizi sevenleri sevindirecek, sevmeyenlerin de ciğerini dağlayacak biçimde bütün bir Paris’e yayılacaktır. Bu şey Ferriol’ler olarak bizi büyütür, asla küçültmez, amcan Kont Augustin-Antoine Paris’e döndüğünde, işsiz, makamsız kalmaz. Jeanette-Nicole’ün sevgilisi kardeşim piskopos Pierre Guerin de Tancin’in başpiskopos olmasında da yardımcı olur. Ya kardeşlerin? Onlar da toplum yaşamına henüz ayak basma aşamasındalar. Kafanı ağrıtmış mıyım, ne diye rengin soldu?
– Hayır, – Duyduğu her şeye katlanamayacağını gizleyerek, konuştu, – baş ağrısı hastalığım yok, bu gece pek uyuyamadım, ondan olacak.
– Uyuyamazsın tabii, konttan başka derdin kalmamış, gece gündüz onunla ilgileniyorsan ve kendini yiyip bitiriyorsan… Desten dersen bir grubun yapacağı işi sen yapıyorsun, boşuna dünyanın parasını onlara ödüyoruz. Bana gelince? Ayaklarım beni taşıyamayacak duruma geldiler. Kont için meraklanma, Desten ve yardımcılarının onunla ilgilenmelerini sıkı sıkı tembih edeceğim.
Benzer İçerikler
(Devamı gelecek)
İshak Maşbaş, Tarihi roman, VII, s.395-405.