Paris’te Bir Çerkes Kızı – 8
Benzer İçerikler
X
Kraliyet Komedi Tiyatrosu gece ışıklarıyla parıldıyordu. Altın ve gümüş yaldızlarla süslenmiş faytonlar gidip geliyordu. Marie Angélique ile Julie Calandrini’nin faytonu uzunca bir süre önce tiyatrodan gitmişti. Claudine Alexandrine yalnız gelmişti, ama geç kalmamıştı.
Şık giyinmiş kadın ve erkeklerden yayılan parfüm kokusu ortalığı kaplamıştı. Fuayede gezinenlerin en güzelleri ve en şık giyimlileri belli etmeden birbirlerine bakıyor, süzüyor, birbirlerine karşı saygılı davranıyor, hal hatır soruyorlardı. Meraklı kadınlar içinde birbirine dudak bükenler de vardı. “Mersi”, “matmazel”, “madam”, “markiz”, “düşes” ve “dük” gibi sözcükler her taraftan duyuluyordu. İzleyiciler ise koltuk numaralarını arayıp oturuyorlardı. Yavaş yavaş localar da doluyordu. Salonda şimdilik sorun yoktu, kadınlar güzel ve renkli yelpazeleriyle yelpazeleniyor, altın ve gümüş suyu içirilmiş dürbünleriyle ortalığı süzüyorlardı. Orleans’ın kral locası boştu. Gelip gelmeyeceğini merak edenler çoktu.
– Şu localara oturanlardan farklı mıyız, Claudine? – diye Marie Angélique kız kardeşine fısıldadı. – Pahalı diyerek Auguste bilet almaya yanaşmadı, cimriliği tuttu… Hele bir dur, Pierlerle geleceğini söyleyen Aisse nerede kaldı ki? İşte Jeanette Nicole, başı kazılmış Pier’in yanında oturuyor, yanlarında Aisse’yi göremiyorum… Aman Tanrım, Aisse’nin ya da cin çarpmış kontun başına bir şey gelmiş olabilir mi, bilemiyorum…
– Telaşlanma, Marie, – Ayşet’den öğrendiği bilgiyi gizleyerek Julie Calandrini kontesin kulağına fısıldadı ve onu sakinleştirdi, – Pon de Vel’in yanına gitmiş olabilir.
– Öyle de olabilir, Julie. Voltaire ve Pon de Vel’in temsilini izleyeceğiz. Ne diye Claudine, onların yanına gitmedin ki?.. Piyesi ilk okuyan ve değerlendiren sendin…
Salondaki ses kalabalığı biraz yatıştı, salondakiler locaya yerleşmeye çalışan Kont Charles de Ferriol ile Charlotte-Elizabeth Aisse’ye bakıyorlardı.
– Bak şunlara, bak şu başımıza gelene… – Marie Angélique’in, gördüğü bu şey karşısında gözleri yerlerinden fırlayacak gibi oldu.
– Marie!.. – Claudine Alexandrine dirseği ile kız kardeşini uyardı.
– Aklını oynattığı söylenen Kont Charles de Ferriol değil mi bu gelen kişi? – diye arka sırada oturan bir kadın kocasına fısıldadı.
– Bu kart herifin gezdirdiği tazenin güzelliğine bir bakın…
– Güzel olmasa, Türkiye’den bu Çerkes kızını getirir miydi?..
– Kontun kızı mı bu?..
– Kızı da olsa onu karı olarak kullandığı söyleniyor… – daha ötede oturan iki kadın da aralarında fısıldaşıyorlardı. – Niye şaşırıyorsun, kontu tanımayan biri miyiz biz?.. Bak hele, Şövalye Albay Blaise Marie d’Edie’nin kıza nasıl baktığına… Onun gözüyle yediği kızın Orleans dükünün sevgilisi olduğunu bilmiyor olmalı…
Salon yeniden hareketlendi. Orleans dükü Ayşet’lerin bulunduğu locaya karşıt kraliyet locasına yerleşti, aynı sırada insanın içini yakan bir ağıt sesi ile birlikte perde açılmaya başladı. Sahne gerisinde yüksek dağlar, gür ormanlar, dağ eteğinden yayılan çimenlikler ve otlayan hayvan sürüleri görünüyordu. Büyük bir kaya üzerinde duran çobanın kollarında dağda bulduğu çocuk vardı, uzaklardaki kral Laï (Laios) ile kraliçe İokaste’nin (Jocaste) oturduğu Thèbes (Thebai) şehri seçiliyordu. Ağıt sesi biraz azalıyor, gördüklerini beğenenler alkış tutuyor, “bravo” diyenler arasından Charles de Ferriol’ün sesi kendini belli ediyordu. Güzel girişi yazan sanki Charlotte Elizabeth Aisse imiş gibi Orleans dükü de gözünü Aisse’den ayırmadan alkış tutuyordu.
Sahne gerisinden gelen ses salonu üzecek olayı anlatıyordu: “Şu çobanın elindeki bebeğin adı Oidipus (Edip), Thebai kralı Laï (Laios) ile kraliçe İokaste’nin (Yokasta) oğlu, çoban onu Kiferon Dağındaki ormanda buldu. Apollon tapınağı kâhini, Kral Laios’a, çocuğunun kendisini öldüreceğini söylemişti, o da bebeğini dağdaki o ormana attırdı. Çocuk sağ, şimdi yirmi yaşında, onu o çoban büyüttü. Ama yaşam istendiği gibi gitmiyor, onu büyütenler, onun kendi öz çocukları olmadığını sonunda ona söylediler, o da gerçeği öğrenmek üzere Apollon Tapınağı kâhininin yanına giderken, Delfi yol ayırımında güçlü biri ve adamları tarafından yolu kesildi, bunun üzerine Oidipus o güçlü kişiyi ve adamlarını öldürdü. Bu zengin kişinin kim olduğunu bilmiyordu, oysa o kişi onun babası Laios’tu. Thebai kentine vardığında, karşılaştığı manzarayı kenar edip yoluna devam edemezdi. Bir ejderha (sfenks) kaleyi kuşatmış, kimseyi içeri bırakmıyor, kimseyi de dışarı çıkarmıyordu, kent halkı açlık ve hastalık içinde kırılıp gidiyordu…”
Thebai kenti evleri, tablodaki Kiferon Dağının eteğinde görünmekteydi. Erkek ve kadın başları taşıyan ve koca kanatları olan ejderhanın karşısına Oidipus kamasını çekip çıktı:
– Kenara çekil de kente gireyim!
– Bana kafa tutan kişi, sen de kim oluyorsun? – diyerek ejderha Oidipus’a zehirli okunu fırlattı, Oidipus kılıcı ile oku kırdı, ama yenisi gelmeye devam etti…
Kentin ana kapısı önünde süren savaş kale halkını yüreklendirdi, kim olduğunu bilmedikleri bu yabancı gencin yanında yer aldılar. Öldürücü darbe yiyen ejderha, can verirken kendisini öldüren gence dönüp şöyle seslendi:
– Oidipus, senin böylesine yaman biri olduğunu bilmiyordum… bilseydim…
Kent halkı Oidipus’u havaya kaldırdı:
– Ölüm saçan ejderhayı yok eden kişi sensin!
– Oidipus kralımızdır, en güzel kızımızı ona vereceğiz!
– Dul kraliçe Yokasta’dan daha güzel bir genç kız Thebai’de yoktur!
– Oidipus, Yokasta!.. Oidipus, Yokasta!..- diye kale halkı tempo tuttu…
İlk perdenin ardından ikinci perdede kale içinin resmi sahneye getirilirken, temsili yöneten ses yine duyuldu: “Böylece bekâr savaşçı Oidipus Thebai kenti kralı oluyor, genç dul kraliçe Yokasta’yı da Oidipus’la evlendiriyorlar. Evlenme olayının iç yüzünü Apollon bilicisi (kâhini) ile sizin dışınızda bilen yok (Aynı sırada salon iç sızlatıcı bir ağıtla inliyor, pufluyor), Kral Oidipus (Baron Michel canlandırıyor) ve Kraliçe Yokasta (Lecouvrere Adrienne canlandırdı) mutlu bir yaşam sürdürmeye başlıyorlar… – Sahneye ikili üçlü kişiler giriyor, kentteki sorunları konuşuyorlar, birilerini övüyor, birilerini de yeriyorlar. Ne deseler de Kral Oidipus ve Kraliçe Yokasta’dan kötü söz eden biri çıkmıyor, aşklarının sevgi dolu yürüdüğünü her yerde anlatıyorlar. Sahneye gelip gidenlerin konuşmalarını, temsili yöneten ses yeniden kesiyor: – “İki taşı birbirine sürtersen kıvılcım çıkar, sürtüşme sırası şimdi Thebai Krallığında. Polinik, Eteokul, Antigone ve İsmene’yi doğuran Yakosta, Oidipus’un kendi oğlu olduğunu öğrendi ve kendini astı, Oidipus da gözlerini kör etti… Sizler, dikkatli olun, kötülük yapmayın, iyilik yapan iyilik bulur…”
İki perdedeki tablolar yavaş yavaş sahneden uzaklaşıyor, ilk perdedeki dağlar yeniden izleyicinin karşısına çıkıyor. Gözleri görmeyen Kral Oidipus, heybesi boynunda, kızı Antigone ile birlikte sahnede yürüyor. Can yakan ağıt sesi yeniden yükseliyor. Kral Oidipus Kraliçe Yakosta’nın trajedisini izleyenler temsildeki olaylarla gönül bağı kurmuş oluyorlar, oyuncular – François Arois Voltaire ile Pon de Vel Ferriol’ü sahneye davet ediyor ve hepsi coşkuyla alkışlanıyor, salon “bravo” sesleriyle çınlıyor. Ayşet de gülüyor, Marie Angélique mendiliyle göz yaşlarını siliyor, Claudin Alexandrine oyunu alkışlayıp alkışlamadığını belli etmeden Orleans dükü ile Kont Charles de Ferriol’ü göz ucuyla süzüyordu…
– Charlotte-Elizabeth Aisse, ne diye dük oyunu alkışlarken durmadan sana bakıyordu?..- Hoş olmayan bir biçimde kont Ayşet’e sordu. – Sen de bundan memnun muşsun gibime geldi de…
– Baba, bana öyle şeyler söyleme demiştim ya!..
– Tamam, tamam, hadi gidelim… – Kont Charles de Ferriole, dük ve diğer bakmakta olanların göreceği biçimde kızını koltuğundan tutarak locadan ayrıldı. Kör Kral Oidipus’u kızının gezdiriş biçimi yeniden aklına gelerek Ayşet’in içi sızladı…
Charles de Ferriol locadan ayrıldığında Orleans dükü ile refakatçilerinin kendilerine doğru geldiklerini görünce Ayşet’e fısıldadı:
– Duygularımızı belli etmeden şu kişiye bir selam verelim. Biraz eğilme ve karşılıklı selamlaşmadan sonra Kral naibi dük konta:
– İyi günler kont, tiyatroda seni gördüğüme memnun oldum. François Arois… Neydi devam eden soy adı? – Gözlerini Ayşet’ten ayırmayan kral naibi yanındakilere sordu. – Evet, evet, Voltaire… François Vorois Voltaire ile Kont Pon de Vel Ferriol’ün piyesini beğendiniz mi?
– Siz, Fransa kralı XV. Louis’nin naibi piyesi beğendiniz mi? – diyerek kontun yanıt vermesine fırsat bırakmadan Ayşet düke sordu.
– Matmazel sizin beğeneceğiniz şeyi biz de beğeniriz… – Ayşet’in adını bilmezmiş gibi Orleans dükü bir durakladı.
– Kontes Charlotte-Elizabeth Aisse de Ferriol, – dedi kont, kızının adını uzatarak söylemekten zevk duyarak.
– Yüzündeki sevinç ve beğeni ifadesinden, Charlotte-Elizabeth Aisse, temsili sevdiğin anlaşılıyor, – güzel kadın avcısı dük Ayşet’in adını tatlı bir dil tonuyla söyledi, – biz de kontes, temsili beğendik.
– Ben de, dük, o beğendiğin adı kontese veren kişiyim… – kendini övmekte olan kontun sesi birden bire değişmeye başladı.
– Kont, güzel bir kızın olduğunu bir süre önce duymuştum, ama o denli güzel olabileceği düşünememiştim.
– Dük, beğenmekle etkilenmek ayrı şeyler, – Ayşet gülümseyerek dükün yüzüne baktı, – kardeşim Pon de Vel ile arkadaşım François Voltaire’in piyesini, temsilini beğenmiş olduğun için Ferrioller adına teşekkür ederim.
– Evet, evet, Charlotte-Eizabeth Aisse Fransa Güneş Kralının naibine teşekkür ederiz, – kont Ayşet’in daha fazla kontla konuşmasını istemedi, onunla konuşturduğu ve görüştürdüğü için de pişman oldu. – Haydi, Aisse, büfe bizi bekliyor.
– Papa, – Ayşet’e öyle demek düşmezdi, ama aldığı terbiye ve uygarlık anlayışı gereği konuştu, – Orleans dükünü büfemize (furşetimize) davet etsen.
Kont Charles de Ferriol’ün bu sözler üzerine gözleri karardıysa da, belli etmedi, kendisini dizginlemesini bildi, zar zor konuştu:
– Kralımızın naibini büfemize çağırırım, ama gelemez… Dük, seni davet ediyorum.
– Teşekkür ederim, büfeniz olduğunu biliyorum, ama gelemem, devlet işlerinden vakit ayırıp tiyatroya geldiğim için pişman değilim. Ben de daha sonra bir kral büfesinde sizi ağırlarım, orada buluşuruz.
– Boş gezen biri olan Orleans dükünü, eski bir tanıdığı imiş gibi, Ayşet’in çağırması kontun hoşuna gitmemişti, – onu davet etmekle ona ne diyecektin ki? Yoksa benim bilgim dışında bir ahbaplığınız mı var?
– Papa, o söylediğin şey ne kadar da yakışıksız şey?! – kontes kontun koltuğundan çıkmak istedi ama kont buna izin vermedi.
Büfeye gidenler Kont ve Ayşet’i gördüklerinde alkışladılar. Charles de Ferriol büfenin başına geçti, Ayşet, Pon de Vel, Arjantel, Voltaire, Montesquieu, Marie Angélique, Calandrini, Claudine Alexandrine, Paraber, Défan ve Parir’den oluşan grubun içine katıldı, davet ettikleri kişiler de ayrı bir yerde duruyorlardı.
– Senyorinalar ve senyörler, – Kont Charles de Ferriol Şarap kadehini kaldırdı, – biraz önce ben ve Kontes Charlotte-Elizabeth Aisse kral naibimiz ile konuştuk, François Voltaire, Pon de Vel Ferriole ve sizler, Baron Michelle, Lecouvrere Adrien, naibin de temsilinizi beğendiğini bildirmek isterim, büfemize gelmek istemişti ama devlet işlerinin yoğun olması nedeniyle gelemediği için özür dilediğini söyledi ve size selamlarını yolladı. Yaşasın Fransa! “Oidipus” piyesini yazan, onu sahneleyen ve çalışmalara katılan herkes için üç kez “bravo” diyorum. Kral Oidipus’un başına gelen hiçbir zaman Fransa’mızın başına gelmesin. Kralımız XV. Louis yaşasın, mutlu olsun!
Kontun ardından sırasıyla Claudine Alexandrine ve sevgilisi La Frénie, Marie Angélique ve sevgilisi Nikola Maréchal, Défan, Arjantal ve Ayşet’in tanımadığı Şövalye Blaise Marie d’Edie ve başkaları da konuştular.
– Kim bu konuşan şövalye? – diye Ayşet içini kıpırdatan bu kişinin kim olduğunu Arjantal’a sordu.
– O, Albay Blaise Marie d’Edie, – niçin sorulduğunu önemsemeden Arjantal fısıldayarak karşılık verdi, – Malta şövalyelerinden, Malta nişanı taşıyor, Fransa’yı yiğitçe savunanlardan biri (1).
François Voltaire konuşmasında, sanki sorulmuş imiş gibi piyes ile piyesi sahnelemenin ayrı şeyler olduğunu söyledi.
– Piyesim ile temsilinin farklı olduğunu söyleyecek kişiler olabilir. Ancak, her ikisi de aynı düşünceyi yansıtıyor, sahneleme işi Grek mitolojisine daha yakın tarzda düzenlendi, bunun da farkındayım. Temsilin daha düzenli, daha anlamlı ve daha etkili olması için, arkadaşım Kont Pon de Vel Ferriol’e en içten teşekkürlerimi sunuyorum, sağ olun (2).
Şarap kadehlerini kaldıran ve içenlere aldırmadan Kont Charles de Ferriole Ayşet’in yanına geldi ve herkesin duyacağı biçimde:
– Charlotte-Elizabeth Aisse, beni defterden sildin mi yoksa, benimle hiç ilgilendiğin yok…
Ayşet kontun geciktirilmeden büfeden götürülmesi gerektiğini anladı, kontun koluna girdiğinde, kont itiraz etmedi ve Ayşet’e uydu.
__________________
1. “D’Edie zeki biri”, – diye yazıyor Markiz Défan, – yakışıklı ve temiz kalpli olduğunu söyledi. Bakış ve kavrama yeteneği kimseninkine benzemiyor, düşünce ve sözleri geleceğe yönelik. Sevgi dilini taşıdığına tanık oluyoruz. Aykırı davranışları bağışlayan kişilerden değil. Gerçeğe aykırı davrananlara, kuralları çiğneyenlere karşı, kötü kişilerle kıt akıllılara karşı olan biri. Şövalye De Edie durumunu hemen düzelttiği gibi, davranışlarını da düzeltmesini bilen biri. Böyle olması da kuşkusuz iyi bir şey: Üzgün, boş konuşmayan, bilinçli ve içinde kötülük bulunmayan iyi biri. Yoksul biri olsaydı muhtaç durumlara düşebilirdi”.
2. “Pon de Vel ile Arjantal, Voltaire’in en yakın arkadaşlarıydı, – “Voltaire’in mektupları” adlı yazıda V. S. Lyublinski şöyle diyor, – çalışmasında Voltaire’e elden geldiğince yardımcı oluyorlardı. Voltaire bu iki kişiyi “koruyucu melekleri” olarak görüyordu, onlara güveniyor, görüşlerini almak üzere ilk el yazmalarını onlara okutuyordu”.
İshak Maşbaş (s. 341-348) – Tarihi roman.