Yeni Rus Dil Politikası ve Sorunlar
2018 yılında Rusya Federasyonu (RF) bütününde geçerli olmak üzere yeni bir eğitim yasası kabul edildi. Yasaya göre, Rusça dışındaki diller ancak seçmeli ders dili olarak ve öğrenci velisinin istemesi durumunda okullarda öğretilebilecek. Başka türlü okutulamayacak.
Rusya’da öteden beri Rusça zorunlu bir eğitim dili olarak okutuluyor, diğer dillerin statüleri ile sık sık oynanıyor. Durum Sovyetlerden, Kruşçev-Brejnev dönemlerinden beri böyle.
Rusya Federasyonu’nda 22 federe cumhuriyet ve 4 özerk okrug (küçük ulusal il) bulunuyor. Federe devlet Rusya Federasyonu üyesi olup egemenlik (bağımsızlık) hakkı bulunan devlet demek. Federe ve özerk yerler dışında da RFde konuşulan çok sayıda dil daha vardır (60’tan çok dil). RF devlet yapısındaki kray ve oblast (büyük il) ya da cumhuriyetler içinde yer alan ve resmi dil statüleri bulunan (ama uygulamada kağıt üzerinde kalan) ulusal topluluklar da var: Saha-Yakut Cumhuriyeti‘nde Even, Dolgan, Yukagir, Kamçatka Kray’da da Koryak, vb gibi çok az kişi tarafından konuşulan diller de söz konusu. Bu dilleri konuşanların az sayıda olmaları geçmişte Adıgeler gibi soykırıma uğratılmış olmaları nedeniyledir. Şimdilerde bu diller Rusça tarafından hızlanan bir tempoda yok ediliyorlar. Bu küçük dillerin okullarda öğretildiği de kuşkulu. Konu araştırmacılara kalmış.
Direnme (dilin direnmesi de) bir çizgiye kadardır, direnme çizgisi aşıldıktan sonra geriye dönüş hemen hemen olanaksızdır. Türkiye’deki durum bunun canlı örneğidir.
Bu yazıdaki konumuz cumhuriyetler ve örnek olarak da Adıgece.
Sovyetlerin dil politikası süreçleri
1917 Ekim devrimi Rus işçi sınıfı ve topraksız köylülerin desteğiyle başarıya ulaştı. Fabrika yönetimleri işçi konseylerine (Sovyet) bırakılırken, geniş topraklar da, 1789 Fransız devriminde olduğu gibi köylüye dağıtıldı. Tabii kapitalist dünya tarafından desteklenen sert bir karşı koyma da oldu (1917-1921), iç savaşta 3 milyon insan öldü ve başarı Sovyet iktidarının oldu.
Sonunda Vladimir Lenin önderliğindeki Sovyetler Birliği devleti kuruldu (30 Aralık 1922). Bu devlet, kendi içinde bağımsızlık ilan etme yetkisi bulunan cumhuriyetleri – Rusya, Ukrayna, Belarus, Transkafkas, vb egemen devletleri, bağımsızlık ilan etme yetkisi bulunmayan ya da egemen olmayan özerk cumhuriyet, özerk oblast (il), ulusal okrug (küçük il) ve ulusal ilçeleri (rayon) ya da ulusal devlet birimlerini barındırıyordu.
Lenin ve Stalin Sovyet modelini oluşturmada İsviçre federal devlet yapılanmasından esinlendiler. Tek fark, İsviçre’de merkezi yönetimin yetkisi kısıtlı, eyaletlerin (kanton) yetkileri geniştir. Ayrıca eyalet içinde yer alan ve Gemeinde denen bucak ya da belediye topluluklarının, örgütlenmelerinin de karar alma yetkileri vardır. Örneğin, Gemeinde yönetimi, federal ya da kanton yönetimlerinden bağımsız olarak, kendi topluluk okullarında okutulacak olan dilleri ve dersleri belirleyebiliyor. İsviçre’de 3000’e yakın Gemeinde (bucak ya da köy topluluğu) var. İsviçre okullarında zorunlu olarak iki dilde eğitim veriliyor: Birinci dil Gemeinde ya da eyalet’in dili, ikinci dil de komşu kantonun ya da diğer bir İsviçre dili. İsviçre’de 4 resmi dil var, ancak hemen her okulda zorunlu olarak Almanca (% 62.8) ve Fransızca (% 22.9) ders verilir. Ayrıca İtalyanca (% 8.2) ile Romanşça da (% 0.5) vardır, bu iki dil de kendi yöre okullarında zorunlu diller olarak okutulur. İngilizce, İspanyolca, vb diller de yabancı dil olarak öğretilir.
Sovyetlerde ise merkezi yönetimin yetkileri baskın konumdaydı. Ancak Lenin döneminde Sovyet denen merkezi ya da yerel meclisler de etkili bir konumdaydı. Lenin’den sonra meclisler, yasa ve kararları onaylayan, yılda bir iki kez toplanıp dağılan organlara dönüştüler, ağırlık partinin (SBKP) eline geçti. Sistem bir tür parti diktatörlüğüne dönüştü.
Sovyetlerin (meclislerin) fonksiyonu azaldı.
Lenin döneminde Rusça dışındaki diller de kendi yörelerinde resmi dil olarak kullanılıyor, okullarda da zorunlu eğitim dili olarak okutuluyordu.
Lenin’den sonra Rus milliyetçiliği güçlenmeye başladı.
***
Stalin sonrası, özellikle Kruşçev ve Brejnev dönemlerinde (1953-1982) ülke düzeyinde Ruslaştırma politikası daha belirgin olarak benimsendi, Rusça dışındaki dillere baskı yapılmaya, anadilinde ders saatleri azaltılmaya, kaldırılmaya ya da tüm dersler Rusça okutulmaya başlandı. Bu uygulama dışa yansıtılmıyor, gizlilik içinde yürütülüyordu.
Gizlilik dememiz şundan: En az, birkaç bin kişi tarafından konuşulan dillerde bile devlet eliyle gazeteler yayımlanabiliyor, kitap basılıyordu. Okuyanı olsun olmasın kitabın yazarına bir miktar basım ücreti ödeniyordu. Böylece dışarıya karşı baskı bulunmadığı, ulusal dillerin korunduğu ve canlı bir yayın yaşamı olduğu imajı yaratılmak isteniyordu. Böylece baskı dış dünyadan büyük ölçüde gizleniyor, para ödenmesi de kitap yazmayı ve yazarlığı özendiriyor, bütün bunlar dış propaganda anlamında işe yarıyordu. Rusya kapalı bir ülkeydi, ses çıkmıyor ve böylece zevahir kurtarılıyordu.
Sinsi Bulgar diktatörü Todor Jivkov da Brejnev’den esinlenmiş olmalıydı, o da gizli bir Bulgarlaştırma operasyonu başlatmıştı ama geç kalmıştı.
Sovyetlerin ilk döneminde dil politikası
Lenin azınlıktaki dile çoğunluktaki dile oranla daha fazla hak tanınması gerektiğini söylüyordu. Özetlersek, şöyle diyordu: Küçük dil ve uluslar birçok haksızlıklara uğradılar ve uğruyorlar. Yaşam koşulları gereği de bu böyle. Bu bakımdan küçük halklara büyüğün aleyhine artı haklar (pozitif ayrımcılık) tanınmalı, bu haklar titizlikle korunmalı ve gerektiğinde haklar küçük ulus yararına artırılmalıdır.
Devlet daire ve kurumlarında, kamuda küçük halkların dilleri öncelikli ve resmi dil olarak kullanılmalıydı ve kullanılıyordu. Böylece, “pratikte küçük halkın ve dilin aleyhine olan durum ve haksızlık bir ölçüde giderilmiş, dengelenmiş, küçüklerin güveni kazanılmış olur”, diyordu.
1926’da, kendi yörelerinde 122 bin Kabardey, 50,8 bin Adıge, 16 bin Çerkes ve 6,5 bin Şapsığ sayılmıştı. Bu 4 halk topluluğuna 1920’lerde özerklik verildi.
Bazı milliyetçi ve antikomünist çevreler 1920’lerde 4 ayrı Adıge özerk yöresi oluşturulmuş olmasını Sovyetlerin haksız bir uygulaması, ulusu parçalaması olması gibi göstermek istiyorlar, bize göre Sovyetler tarafından yapılmış, bu bağlamda kasıtlı bir parçalama ve kötü uygulama söz konusu değil. Parçalanmışlık Çarlık Rusya’sı döneminden, 19. yüzyıldan ve daha öncelerinden geliyordu. Sovyetlere ve özerkliklere ulaşmaya en az 50-60 yıl vardı. Ortada tarihsel bir ayrı düşme, kopma durumu vardı. Adıgelerin ülkesi neredeyse boşaltılmıştı. Geniş bir coğrafyada, 1864’te uygulanan soykırım, etnik temizlik ve sürgün politikaları sonucu, 2 milyon tahmin edilen Adıge-Çerkes nüfusundan geride kalanı 1864’te 140 bin kişiydi ve bunlar da birbirinden uzak ve birbirinden kopuk 4 ayrı yörede yaşıyorlardı. Örneğin, Kabardeylerin yaşadığı Nalçik yöresi ile Şapsığların yaşadığı Tuapse yöresi arasında 700 km gibi uzun bir mesafe vardı, yöresel bağlantılar da zayıftı. Görüldüğü gibi, 100 bin km.kareden geniş ve milyonlarca nüfusu olan bir coğrafyada 4 ya da ada biçiminde kümelenmiş ve hepsi 1920’lerde 200 bin gibi küçücük bir nüfus söz konusuydu. Eleştiriler, dediğimiz gibi gerçekçi ve haklı değil, dayanaksız. Kötü niyetli. Bugünkü parçalanmışlıkla, bölünmüşlükle Sovyetlerin bir ilgisi yoktur.
***
Kabartay ve ‘Çerkesler’ (şimdi KBC ve KÇC) için Kabartayca, Adıgey (şimdi AC) ve Şapsığlar için de Adıgece (Adıgey dilinde) okullar açıldı, ulusal düzenlemeler yapıldı: Enstitü, öğretmen okulu, tiyatro, müze, basımevi, basın, radyo yayını, vb.
Stalin döneminde de (1924-1953) anadili ve ulusal kültür, biraz baskılanmış olsa da – köylü nüfusun Rusça bilmemesi ve Adıgelerin köylü olmaları nedeniyle – desteklendi, ancak Şapsığlar gibi bazı küçük ulusal topluluklara ağır baskılar (zulüm) uygulandı, bazı halklar toplu halde Sibirya’ya sürüldü, Şapsığlarda da köylerden çok sayıda aile gözaltına alınıp Sibirya ve Kazakistan taraflarına toplu olarak sürüldü ve bunların çoğu sürüldükleri kamplarda öldü, 1945’te Şapsığ İlçesi (rayon) de kaldırıldı ve Şapsığlar cezalandırılmış oldu.
Öyle ki, savaşta bir Alman askerine bir bardak su vermiş olmak bile cezalandırılmak, ailece sürülmek için yeterli sayılıyordu.
***
Stalin, 1928’de köylülerin toprağını kolhoz adı verilen köy tarım kooperatifleri biçiminde birleştirdi. Modern teknoloji yardımıyla kolhozlarda tarımsal üretim arttı, ayrıca sanayi seferberliği ilan edilerek ülke on yıl gibi kısa bir süre içinde güçlü bir sanayiye kavuşturuldu. Ancak, düzeni sürdürmek için sert yöntemler ve cezalar uygulandı, binlerce muhalif Sibirya’daki çalışma kamplarına sürüldü. Bunların birçoğu kamplarda öldü.
Kalkınma ve sanayileşme sonucu bir refah beklenirken, Haziran 1941’de Nazi Almanya’sı Sovyetlere saldırdı, Alman birlikleri Leningrad, Moskova ve Stalingrad önlerine değin geldiler, ardından Alman birlikleri kış koşulları gereği teslim olmak ya da geri çekilmek zorunda aldılar. Mayıs 1945’te sona eren savaş 20 milyon üzeri Sovyet yurttaşının ölümüne, bir o kadarının da sakat kalmasına, sanayi ve altyapının büyük bir yıkıma uğramasına neden oldu.
Bu zor koşullara rağmen özerklik ve ulusal yapı genellikle korundu, anadilinde eğitim ve yayın sürdü.
Kruşçev ve Brejnev dönemleri
Bu dönemde Ruslaştırma politikaları ivme yaptı. Milyonlarca Rus köylüsü devlet eliyle Kazakistan, Orta Asya ve diğer yerlerdeki ulusal bölgelere götürülüp yerleştirildi. Amaç ulusal bölgeleri Ruslaştırmak, Rus ulusuna kazandırmaktı. Gerici ve ırkçı bir anlayış egemen olmuştu. Bu oluşum Kuzey Kafkasya’yı, bu arada Adıge yörelerini de etkiledi. Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes yörelerinde Rus nüfus oranı şaşırtıcı düzeyde yükseldi. Adıgey’de zaten Ruslar büyük çoğunluktu. Bu artış ya da bu kolonizasyon politikası küçük yörelere Rus ulusunun bir yardımı biçiminde propaganda ediliyordu.
Gizli kapaklı bir devlet yönetimi ortaya çıkmıştı.
***
Kolonizasyon elbette ulusal toplulukların tepkilerine yol açıyordu. Örneğin, Kazakistan’da Rus nüfus Kazak nüfusu aşmış, yerli nüfus azınlığa düşmüştü. Ancak sert yönetim ve Rus gizli polisi, tepkileri dışarıya sızdırmıyor, sürekli bastırıyor ve kontrol altında tutuyordu.
Sovyetlerin ABD ile uzay ve silahlanma yarışına giriştiği, Afganistan’a asker gönderdiği 1960’lı-70’li yıllarda anadili eğitimi ya tamamen kaldırıldı ya da olumsuz anlamda dip yaptı, yörelere göre değişmek, bazı okul ve sınıflarla sınırlı olmak üzere haftada bir ya da iki ders saatine indirildi.
Daha önceleri, Stalin’e göre, uluslar önce yöre dillerine, ardından tek bir dünya diline yönelecek, tek bir dil konuşuyor olacaklardı. Stalin böyle bir öngörüde, kehanette bulunuyordu. İnsanlığın kültür birikiminin taşıyıcısı olan dilleri, tek bir dil adına önemsizleştirmek istiyordu.
Yöre dili, Sovyetler bağlamında, olsa olsa Rusça olabilirdi, çünkü Rusça büyük bir kültür dili idi, bu nedenle Rusça bütün Sovyet yurttaşlarının dili olmalıydı. Stalin’e ait bu tek dil öngörüsü (‘kehaneti’) uygulamaya kondu. 1978 Sovyet Anayasası ile resmi dil kavramı kaldırıldı, resmi dil bazı dillere ayrıcalık sağlıyor, bu da haksızlık getiriyordu. Bu nedenle tüm diller teorik anlamda eşit olmalıydı. Böylece, aslında Rus dili ve asimilasyon politikası için alan açılmış oluyordu.
Uzaya insan gönderen Sovyetlerde ‘Rus/Sovyet insanının üstün kişi olduğu’ sahte görüşü de propaganda edilmeye, yaygınlaştırılmaya, Rus olmayanlar aşağılanmaya başlandı. Aşağılanmaktan kurtulmak için de bir an önce Rus’a benzemek, Rusça konuşuyor olmak ve Ruslaşmak gerekiyordu.
Ancak Afganistan’dan tabutlar gelmeye, Sovyet ekonomisi teklemeye başlayınca ve Brejnev de ölünce (1982) denklem bozuldu ve işlerin iyi gitmediği, Batı (kapitalizm) karşısında ekonomik ve teknolojik yarışın yitirildiği anlaşıldı. Sovyet sanayi ürünlerinin yeri Gorbaçov’un deyimiyle çöplük olmuştu.
Gorbaçov dönemi
Mart 1985’te Gorbaçov dönemi başladı. Gorbaçov Kabardeylerle gönül bağı olan Yuri Andropov’un (1914-1984) ekibindendi. İkisi de Kuzey Kafkasya, Stavropol doğumluydu. Bu dönemde işlerin iyi gitmediği anlaşıldı. Sovyetleri yeniden yapılandırma ve demokratikleştirme süreci başlatıldı. Ancak Şubat 1988’de beklenmedik bir biçimde, 150 bin nüfuslu küçük bir yöre olan Ermeni çoğunluk nüfuslu Nagorno Karabağ Özerk Oblastı Parlamentosu Azerbaycan’dan ayrılma kararı aldı, bunu yüz binlerce Azeri ve Ermeni’nin karşılıklı kaçışlarına yol açan büyük bir etnik çatışma izledi. Çatışma, Sovyetlerdeki bastırılmış isteklerin su yüzüne çıkmasına yol açtı.
Böylesine çalkantılı bir dönemde, taktik gereği, Rus Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’ne (RSFSC) bağlı Adıge, Dağlık Altay, Hakas ve Karaçay-Çerkes özerk oblastları 3 Temmuz 1991’de birer özerk cumhuriyet yapılarak Sovyetlerin dağılması önlenmeye çalışıldı. 1988’de benimsenen etnik sorunları çözme planına göre, Nagorno Karabağ ve Sovyetler Birliği’ndeki tüm küçük yörelere cumhuriyetler kurdurularak etnik sorunlar çözülecek ve süreç bir Adıge Cumhuriyeti’nin kurulması ile başlatılacaktı.
Ancak olaylar hızlandı, plan tamamlanamadı, Ağustos 1991’de gerici bir darbe girişimi yapıldı ve sonunda Sovyetler dağılmış oldu (Aralık 1991).
***
Gorbaçov döneminde (1985-1991), özellikle 1988 yılı sonrasında ulusal eğitime dönüş yönünde adımlar atıldı, örneğin 1-4 sınıflarda – tek Rusça dersi dışında – bütün dersler anadilinde okutulmaya başlandı. Anadili üst sınıflarda da okutuluyor, yerel yönetimlere oldukça geniş yetkiler tanınmış bulunuyordu.
Bütün bu iyileştirmeler üst yönetimin beklentilerini karşılamaya yetmedi, sorun çok daha büyümüş ve kontrolden çıkmıştı, sabır taşı çatlayan halklar bir an önce Rus boyunduruğundan kurtulmak istiyorlardı, sonunda Sovyetler Birliği gerisinde 15 bağımsız devlet bırakarak dağıldı (Aralık 1991). Ancak özerk cumhuriyet ve özerk iller kendi birlik cumhuriyetleri (örn. Rusya) içinde kaldılar. Çünkü özerk yöreler meclislerine hukuksal anlamda bağımsızlık ilan etme yetkileri verilmemişti, bu nedenle bağımsızlaşma sürecinin dışında kalmış oldular.
Yeltsin Dönemi
Boris Yeltsin 10 Temmuz 1991- 31 Aralık 1999 arası Rusya Federasyonu Başkanı idi. Yeltsin döneminde Çeçenistan tek yanlı olarak bağımsızlık ilan etti, ancak kısa bir süre içinde cihatçı kesim güçlendi. Hareket çatladı, bir bölüm savaşçı milliyetçiliği terk edip cihatçılığa (Vahabizme, ümmetçiliğe) doğru sapma yaptı. Daha önce RF ile imzalanan ve Çeçenistan’a 5 yıllık bir geçiş süreci sonunda referandum koşuluyla bağımsızlık yolunu açan 1996 tarihli bir Hasavyurt Antlaşması vardı ve referanduma da az süre kalmıştı. Rusya’yı dize getirmeyi uman ve merkezi Çeçen hükümetini dinlemeyen dinciler sabredemediler. Süreç, antlaşma, cihatçılar/ fanatik İslamcılar tarafından sabote edildi. Dinciler Kuzey Kafkasya Müslüman yörelerini içine alacak bir “Kafkasya Emirliği” (şer’i bir devlet) kurma peşindeydiler. Dağıstan’a girdiler ve cihat ilan ettiler. Bastırıldı. Çeçenistan yeniden Rus yönetimine sokuldu, RF’nin başına da Çeçen karşı koymasını bastırması ve ülkeye bir çeki düzen vermesi için, Yeltsin tarafından eski bir KGB polis şefi olan Vladimir Putin getirilmişti. Putin verilen görevi başarıyla tamamladı ve Ruslar katında kahraman oldu.
Yeltsin dönemi ekonomik ve siyasal çalkantılar içinde geçti. Halk yorgun ve aç düşmüştü. Gorbaçov döneminde getirilen yenilikler de sürüncemede bırakılmıştı.
Putin dönemi
1 Ocak 2000 yılı itibarıyla Rusya Federasyonu Devlet Başkanı olan Putin, demir yumrukla Çeçen direnişini bastırdı ve Çeçenistan’ı federe cumhuriyetlere, Rusya Federasyonu’na kattı. Ardından yıkık Çeçenistan’ı para yağdırarak hızla onardı, Çeçen başkentinde Osmanlı/ Türk tarzı büyük bir cami de yaptırdı.
Bu arada cumhuriyetler anayasalarını ve yerel yasaları, kademeli olarak RF Anayasası ve federal yasalarla ‘uyumlu hale’ getirdi, yerel anayasalardaki ‘aykırı maddeler’ ayıklandı, bazı yasalar kaldırıldı, ulusal-yerel haklar daraltıldı. Anadili dersi zorunlu eğitim dili olmaktan çıkarıldı ve seçmeli dersler arasına alındı. Anadilinde ders saatleri azaltıldı, Rusçaya geniş bir alan açıldı.
1-4 sınıflarda uygulanmakta olan anadili eğitimi ise çoktan tarih olmuştu.
Yeni eğitim sistemi
A) 2018 yılına değin uygulama, yukarıda anlatıldığı biçimde sürdü: Anadili köylerdeki ulusal okullarda haftada 5 ders saatine kadar okutulmaya devam edildi. Kentlerde ise, anadili seçmeli dersler arasına alındı, isteğe bağlı olarak haftada 1-3 saat arası okutulmaya başlandı (1 saat dilbilgisi, 1 ya da 2 saat edebiyat). Kentteki öğrenci ya da velisi anadili dersini istemediğinde ve istemediğini bir dilekçe ile belirttiğinde, o öğrenci anadili (Örn. Adıge dili ve Adıge edebiyatı) dersinden muaf tutuluyor, Rus sınıfına alınıyordu. Dilekçe vermeyen öğrenciler Adıgece dersinin de okutulduğu iki dilli sınıflara kaydediliyordu.
B) 2018 yılında yayımlanan ve şimdi yürürlükte olan yeni eğitim yasası ile anadili karşıtı, Rus dili yanlısı bir düzenleme getirildi. Yeni yasaya göre anadilinde ders almak isteyen öğrenci (ya da velisi) okul müdürlüğüne bir dilekçe verecek ve öğrenci anadilinde ders alabilecek. Öğrenci dilekçe vermemişse, anadilinde ders alamayacak ve bütün dersleri Rusça okuyacak.
2018 yılından önce dilekçe vermemek anadili lehineydi, 2018 yılı sonrasında anadili aleyhine, Rusça lehine oldu.
Bu arada üst sınıflardan anadili dersinin kaldırıldığını da anımsatalım.
Ne yapılabilir?
Dünyada özerk yöre olup da kendi özerk yöre dilini öğretmekte bu denli engellenen başka bir uygulama örneği kalmış mıdır, bilemiyorum. Örneğin, İspanya’da Bask dilini konuşanların oranı General Franco’nun faşist yönetimi ve baskıları sonucu azalmış, oran % 23’e düşmüştü, konuşanların çoğu da yaşlı nüfustu. Özerklik sayesinde nüfus çoğunluğunun, özellikle genç nüfusun tamamının artık Baskça konuşmaya başladığı anlaşılıyor, basında ve resmi demeçlerde belirtiliyor. Baskça, İspanyolca ile birlikte iki resmi dilden biri, bütün okullar iki dilde eğitim veriyor, Baskça ve İspanyolca zorunlu eğitim dilleri. Kimse Baskça okumaktan kaçınamıyor, okumak istemeyen Bask ülkesi dışındaki bir İspanyol okuluna gitmek zorunda. Tıpkı İsviçre’de olduğu gibi. İsviçre’de herkes eyalet’in ya da Gemeinde’nin dilinde okumak zorunda, bunu istemeyen başka bir yöreye, başka dillerde eğitim veren bir okula gidebiliyor. Bask ülkesinde Baskça bilmeyen kişi serbest meslek sahibi olarak bir iş yeri açamıyor, ruhsat alamıyor. Bu da azınlık dilinin yaşaması için sağlanan devlet güvencesinin boyutunu gösteriyor. Bask Ülkesi İspanya’nın en gelişmiş sanayi bölgesi ve iş yeri sayısı çok.
***
Britanya’da ölü diller bile (Manx dili, Cornish dili, vs) resmi dil yapılarak canlandırılmakta, İskoç, İrish ve Gaelic dili gibi geçmişte ikinci plana atılmış ve söndürülmek istenmiş diller de artık resmi dil olarak devletçe desteklenmekte ve kamu alanında kullanılmaktadır. Bu dillere yönelik politik baskılar artık tarih olmuştur. Londra’nın bu dillere ilişkin politik bir sorunu kalmamıştır.
RF’de dünyadaki demokratik gelişmelere ters düşen, geriye doğru bir gidiş var ve bu da bir üzüntü kaynağı.
Rusya’da, federe cumhuriyetler yönetimlerinin elinde, bundan böyle ve sadece, öğrenciyi (veliyi) anadili dersini almaya yönlendirmek, ikna etmek dışında bir seçenek ya da herhangi bir araç kalmamıştır. Bu böyle bilinmeli. Kurs açma, anadilini bilen çocukları yaz kamplarında bir araya getirip ağırlama, eğitme gibi özendirici çalışmalar, düzenlemeler yapılıyor, bu gibi olumlu girişimler dışında, cumhuriyetlerin eli kolu bağlanmış durumda. Önlem olarak şarkı, dans, tiyatro grupları, vb gönüllü topluluklar oluşturuluyor. Daha önceleri topluluklara Adıgece bilmeyenler de alınıyordu. Bu da bir sorun, dil bilmeyenler topluluklara alınmaya devam edilecek mi? Alınmaması eleştiri konusu olmayacak mı? Bu gibi küçük ve geçici gruplar dil öğrenme, ulusal dili ve ulusu yaşatma gibi büyük ve özel çaba, devlet gücü gerektiren görevleri, işlevi yerine getirebilirler mi?..
Sonuç
Rusya Federasyonu Federasyon Sözleşmesi‘ne ve Rusya Federasyonu Anayasası‘na göre cumhuriyetler, egemenlik (bağımsızlık) hakları saklı kalmak üzere RF’nin eşit haklı kurucu üyeleri, devletleri olarak açıklanıyorlardı. Ya da federasyona alınırken öyleydiler. Böyle bir gerek yerine getiriliyor mu?..
Büyük devlete (RF’ye) karşı ‘küçük’ devletlerin (federe cumhuriyetlerin) eli kolu bağlı.
Üstelik RF Anayasası’na ve kendi anayasalarına göre federe cumhuriyetlerin dilleri de Rusça ile birlikte resmi dillerden.
Sorun bir demokrasi sorunudur. Baskı ve demokrasi eksikliği Sovyetlerin dağılması sonucunu getirdi. Yeni RF yönetimi – Fil Masalı’ndaki gibi – kendini fil sayıyor, birer serçe olarak gördüğü küçük cumhuriyetleri ve küçük halkları umursamıyor olmalı. Ne de olsa Ukrayna, Özbekistan, Kazakistan, Belarus ve Azerbaycan gibi dengeleyici büyük cumhuriyetler artık yeni denklemde yer almıyorlar.
Bizlere düşen görev ise, hukuk yoluyla demokratik hakları savunmaya devam etmek olmalı. Adalet er geç üstün gelecektir.Buna inanmak gerek.
Kuşkusuz baskıcı dönem sona erecek, yerel topluluklar için güzel yarınlar yeniden doğacak, kâbus sona erecektir. Dünyadaki genel gidiş de o yönde.