Pariste Bir Çerkes Kızı – 33 -XI

 

İshak Maşbaş (Tarihi roman) (237-243) -XI

XI

Bugünkü gibi Ayşet’in Paris’te hiç yalnız kaldığı ve sıkıldığı görülmemişti. Daha önceki yıllar çok genç olduğu için mi farkına varmamıştı ya da dünkü toplantıda söylenmiş olan şeyler mi başına vurmuştu?

– Bugün daha önce sende görmeye alışık olmadığım somurtkan bir yüz görüyorum, Aisse, Türkiye’ye döneceğim için mi üzgünsün ya da birileri mi seni üzdü? – Akşam yemeğinden sonra bahçede birlikte gezerlerken kont Ayşet’e sormuştu.  – Gizleme, söyle. Seni üzen biri varsa, söyle, bağışlamam.

– Hayır. Papa, kimse beni üzmüş değil, – Fransa’ya yönelik söz ve alkışlar kulağından gitmemiş olan Ayşet kendisini üzen şeyi gizledi, Voltaire’in bir gün “seni överlerken  yaraladıkları da olur” demiş olduğunu anımsadı, ama hızla kendine geldi ve kontu rahatlattı. – Pon de Vel ve de Arjantal (d’Argental) gibi kardeşlerim varken kim beni üzebilir?

– Doğru, – kont kendisini onayladı ve gülümsedi, – ama benim de senin yanında  olduğumu unutma. Böyle diyorum ama Claudine-Alexandrine içten hesaplı biri, bilemiyorum seni üzüyor mu?

– Claudine zor biri, ama akıllı biri. Bizi bir araya getirdiğinde, nereden öğrenmiş bilmiyorum, bize yaşama ilişkin ilginç haberler anlatıyor.

– Akıllı biri demedin mi?

– Dedim, kitaplar yazıyor. Hayat kadını Madlen ile adını açıklamadığı zengin bir kontun ilişkisi üzerine yazdığı yazıyı bize okudu, ilginç.

– Ne diyorsun?! – Charles de Ferriol bu duyduğu şey üzerine donup kaldı, ama hızla kendini toparladı ve sordu: – Beğendin mi?

– O tür şeyleri sevmiyorum, Montesqieux’nün dediğine göre, sadece sürükleyici yazılar. Pon de Vel’in bunu çok ilginç bulmasına şaşırdım.

– Peki, Voltaire?

– Voltaire, sadece gülümsedi, başka  şey demedi.

– Claudine bu yazıyı size ne zaman okudu?

– Daha önceki toplantıda.

– Bunu size bir kitaptan ya da gazeteden mi okudu? – kendini zor tutarak sordu.

– El yazılı sayfalarından okudu, bize yeni yazdığını söyledi.

“Madlen’e ilişkin olan şeyi sadece birkaç kişi bilir, – kont bunu içinden kendi kendine söyledi, – Ben, garson, Gabriel, Henry de Farge, hapisten sonra yanıma geldiğinde Madlen’i Claudine’le tanıştırmıştım… Adını saydığım kişilerin bu yazı ile ilgisi olamaz… Dur hele, tanıştırdığımda Claudine, Madlen’e ne demişti? “O kişi sensen, adına kitap yazılacak  gibi biri olmalısın”. Bak şimdi ,  işi nereye vardırdığına, işi yazıya dökmüş…”

– Papa, ne diye, Claudine’nin yazdığı o yazıyı sorup duruyorsun, kontun biri ile ilişkili olduğu için mi? – diyerek Charlotte-Elizabeth Aisse gülümsedi ve kontun elini tuttu. – Yazıdaki kadın düşkünü kont ile senin ne gibi bir ilgin olabilir ki? Claudine’nin anlattığı kişi, düşüp kalktığı kontlardan biri olmalı.

– Öyle mi diyorsun?.. – Sorunun yanıtı ile ilgilenmiyormuş gibi Ayşet’e baktı: “Caudine iyi biri değil, onunla fazla ilgilenme, sana fazla yaklaşmasına da izin verme. Aisse, seni üzen şey sadece o yazı mı?

– Akıllı biri olduğun halde, papa, niye hâlâ anlamıyorsun?! Jeanette-Nicole’ün dediği gibi, bizim görmemiz gereken şeyler, dünyadaki güzelliklerdir, çirkinlikler değil. Claudine için dediğin şeye de üzülme, bana ne derse desin, laf atarsa atsın, büyük annemin bana söylemiş olduğu gibi sabrediyor, dediklerine karşılık vermiyorum, dayanamaz olduğumda da kendime kızıyor, kendimi alaya alıyorum.

– Öyle olman iyi. Ama Türkiye’ye gidelim dediğimde kabul etseydin, şimdi bile kabul etmiş olsan olur, daha iyi ve daha güzel bir yaşamımız olurdu…

– O konuya yeniden girmeyelim, diyeceğimizi dedik. Türkiye bir yana, benim için Çerkesiye bile yok artık…- Ayşet içinden geçen üzüntüyü belli etmeden diyecek bir söz buldu: – Dışarısı soğudu, istersen içeriye geçelim.

İyi akşamlar dileyerek ayrıldılar, Ayşet odasına çekilince dayanamayarak söylendi: “Beni kimse anlamıyor… Claudine’in yazdığı yazı yüzenden ne diye üzüleyim ki?.. Sophie’nin dediği gibi, Paris bir yana bütün bir dünya öyle olmuş. İçinden çıktığım Adıgeleri bile defterimden sildiğimi söyledim, ama silebildim mi? O zaman beni ayakta tutan biricik yaşam umudum da kalmamış demektir… Papa beni anlamıyor mu, yoksa bana acıyor da üzüntümü hafifletmek için mi öyle konuşuyor? “İçimdeki Çerkes artık yaşamıyor, son buldu” dediğimde sevincini yüzünden okudum… Claudine’nin yazdıkları ile ilgileniyor, ama benim neler çekmiş olduğumla ilgilenmiyor. Beni Türkiye’ye götüreceğini söylüyor, ama beni kendi Adıgelerimin yanına götürmeyi hiç önermiyor… Ne diye o yazıyla o denli ilgileniyor ki, yazı “kont” diyor, ama hangi kont olduğunu söylemiyor…”

Kapı sesi Ayşet’i kendine getirdi, hızla göz yaşlarını sildi, eline gelen ilk kitabı kaparken, kapıyı tıklayana yanıt verdi:

– Gel, kapı açık. – Gelene sevindi: – Sen misin Sophie?

– Ağladın mı, Aisse?..- Sophie neye yoracağını bilemeden Ayşet’e sordu, ardından azarlayarak Claudine-Alexandrine’in kitabına elini uzattı.

– Ver bakalım, bu paçavraya kendini mi kaptırdın?

– Hayır, Sophie, o kitabı okumuyorum, kapıyı çalanın sen olduğunu bilmiyordum, durumumu öğrenmesin diyerek kitabı elime almış bulunuyorum.

– Senin gibi olsam, o kitabı ele almak bir yana, odama bile sokmam.

– Öyle ama Claudine kitabı benim için, adıma diyerek imzaladı.

– Bir yakını- akrabası olduğunu ve sevgisini belirterek mi yazıp imzaladı? Onun dudaklarından dökülen sözlerle içindekilerin başka şeyler olduğunu sakın unutma! – Sesini farkında olmadan yükseltmişti, korktu ve sesini hemen alçalttı: – Kusuruma bakma, Aisse, sesimi yükselterek konuşmuşum… Ne dediğimi duysalar, beni bir gün bile burada tutmazlar. Ben sadece kendimi düşünmüyorum, nerede olursam olayım iş bulur, başımın çaresine bakarım. Ama tanıştığımız ilk günden beri seni sevdim, seni düşünerek Ferriol’lerle geçinmeye, onlara  katlanmaya çalışıyorum…- Sophie’nin içi bunaldı, sesi kısıldı, hemen toparlandı: – Böyle dememin nedeni ikimizin de yaşam biçimimizin aynı, benzer olması.

– Anlıyorum, Sophie. Ben de bunun farkındayım, gel yanıma otur, – Ayşet hizmetçisini kucakladı ve konuştu, – teşekkür ederim. Jeanette-Nicole ile senin dışında derdimi açacağım kimsem yok. Sen de yetiştirme yurdunda büyümüş kimsesizin birisin, beni de yabancı bir ülkeden satın alıp buraya getirdiler. Garip garibin halinden anlar, derler doğrudur.

– Evet, Aisse, doğru, – bu tarz konuşmakta olan Sophie kapıya doğru bakarken irkildi, kaygılandığı şeyi gizleyemedi, – Beni böyle seninle yan yana oturduğumu Arjantal gibi biri gelip görürse, kontlar beni bağışlamazlar.

– İsterlerse bağışlamasınlar, – diyerek Ayşet, yanına oturttuğu kişiyi bir Çerkes atasözüyle teselli etti: – ‘Seni o yere oturtan kişi seni kötülemez’ derdi büyük annem. Arjantal’a güven, keşke Arjantal ve Pon de Vel gibi olsaydı herkes…

– Onlardan kuşkulanıyor değilim, Aisse. Onlar seni seven, sana karşı içtenlikli olan kardeşlerin, ama…

– Evet, evet, – Ayşet Sophie’nin sözünü kesti, – ne demek istediğini anladım. Büyük annem Çabe derdi, bana anımsatmış oldun: “İneğin ayağı buzağısını öldürmez” (Çem ĺako şće yıvćırep). Pon de Vel ile Arjantal için kötü söz söyleyemem, onlar Tanrının bana lütfu olan kardeşlerim, onları seviyorum. Sophie, onları ben nasıl görüyorsam, senin de onları öyle görmeni isterim.

– Sevincimizi ve üzüntümüzü paylaşacağımıza, bu konuda çok daha önce anlaştığımıza göre, Aisse, ayrıca bundan söz etmene gerek yok. Ayrıca seni üzen şeyin ne olduğunu öğrenmek isterim. Bana güvenirsen üzüntülerini seninle paylaşırım.

– Onu baştan konuşmadık ama, Sophie, şimdi konuşmuş olalım. Senden gizlim saklım yok, hemen söyleyeyim. Dün akşamki toplantımızda Fransa için alkış tuttuğumuzu gördün.

– Gördüm, ne oldu ki?

– Geldiğin ülkeyi unutup, yabancı bir ülke için alkış tutmak zavallılıktır, çaresizliktir, Sophie… Ne yapayım, umarsızım…

Ayşetİn/ Charlotte-Elizabeth Aisse’nin üzüldüğü şeylere Kont  Charles de Ferriol üzülmüyordu, o başka şeyler peşindeydi: “Yazarlara karşı dikkatli olmak, onları kendine düşman etmemek gerekir demem bundandır, – kont ayaktaydı, odasında oturacak durumu yoktu. – Yarın İstanbul’a dönecek olmasaydım, Claudine-Aleksandrine umurumda bile olmazdı. Aisse kontun kim olduğunu, adını söylemedi diyor, ama bu kendini beğenmiş, yeni yetme yazarın benden söz ettiğini nereden bilsin ki. Claudine-Aleksandrine’in bana yapacağı şeyi biliyorum: Kitabını yayımlatıp beni Paris’in ağzına sakız etmek istiyor. Sadece beni değil, Charlotte-Elizabeth Aisse’yi de dedikodularına katmak, Ferriol’lerin adını karalamak istiyor. Bu yazıdan Marie-Angélique’in haberi olabilir mi?.. Yayına vermemesi için kız kardeşi ile konuşmasını istesem mi? Onun bildiği şeyi herkesin bildiğine say! Yazarların hepsi parayı sever. Kitabı ondan satın alsam mı? Bedeli ne ise veririm, başka çarem yok…”

– Kont saate baktı: On bir buçuk. Claudine-Aleksandrine için geç bir saat değil. Kimseye görünmeden onunla konuşsam iyi olacak: Bornozum ile yanına gitsem mi? O zaman ona gönül koymuş, onu istiyormuşum gibi olurum. Kentten dönmüşüm gibi yapıp giyinik olarak yanına gidip konuşayım…”

Charles de Ferriol hızla giyindi, aynaya bakıp silindir şapkasını başına geçirdi, gümüş bastonunu koluna taktı, çıt çıkarmadan odasından ayrıldı ve ayak uçlarına basarak Claudine-Aleksandrine’in kapısına vardı, kapıyı tıklayınca kapı kendiliğinden açıldı. Yatağında kitap okumakta olan Claudine-Aleksandrine kapıda duran konta seslendi:

– Gel, içeri gir.

– Kapın kapanmamıştı…

– Seni bekliyordum, kont.

– Seninle bu akşam için konuşmamıştık.

– Konuşmamış olsak da gelmiş bulunuyorsun.

– Seninle bir işim olduğu için gelmiştim.

– O nedenle mi son derece şık giyinmişsin?.. Beni baştan çıkarmayı düşünüyorsan, giyinik olmana bakmam, bana saldırdı diye bağırırım, – diye ciddi mi, şaka mı olduğu belli olmayan, ama baştan çıkarıcı bir bakışla konta gülümsedi, – ama doyduğun, bıkmış olduğun, kimseyi istemediğin gibi bana yapma, otur yanıma, seni dinliyorum.

Charles de Ferriol niçin gelmiş olduğunu yatakta istekle uzanmış olan Claudine-Aleksandrine’e söyledi:

– Madlen konusunda yazdığın yazıyı senden satın almak istiyorum.

– Kaça satın alacaksın?.. Fiyatı çok yüksek onun…

– Fiyatı ne olursa olsun.

– Öyle mi?..- Claudine-Aleksandrine adamın içini eritici bir ses tonuyla sordu, elinde tuttuğu kitabı yan tarafına koydu. – Öyleyse hemen soyun.

– Claudine! – Beklenmedik bu durum karşısında, isteksiz de olsa, yorganının ucunu kaldıran ve güzel beyaz baldırları görünen kadına bakarak, Charles de Ferriol coşku içinde, kendinden geçmiş halde soyunmaya başladı. – Anlaşılan, tatlım, yazdığın yazıyı da kendini de bana aldırıyorsun… O kitapta, bir tanem, güzelim, bu şey yazılıyor olmalı…

– Dünyayı satsan-satın alsan da, şaşıracak bir şey yok bu işte, Şöyle kapıyı kapa da yanıma gel…

İshak Maşbaş, tarihi roman (s.237-243) – 33.

(Devamı var) 

Yorum Yap