Ayşet- 39 (s. 278- 288)
İshak Maşbaş (Tarihi roman)
– III –
“Geziden dönen biri, çakıl taşı olsun yakınlarına bir şeyler getirir” dedikleri gibi bir hediye getirme fırsatı bulamadan yaka paça evine geri getirilen Charles de Ferriol’ü koşarak Ayşet karşıladı:
– Nedir, baba, nedir bu halin, böylesine umarsız ve zorla getirilme nedenin ne olabilir?
– Charlotte-Elisabeth Aisse (Ayse), biricik küçük kızım, – Kont Charles de Ferriol, başına bir şey gelmemiş gibi, duyan herkesi şaşırtacak, kardeşinin de neye yoracağını bilemediği, umulmadık bir biçimde konuştu, – evimize bu şekilde geri döndüğüm için kusuruma bakma… – diye sarsılarak ve ağlayarak başını Ayşet’in omuzuna dayadı.
– Laroche, niye bekleyip duruyorsun! – Ayşet doktora sert çıktı. – Babama ilacını içirip rahatlat. – Ogüsten-Antuvan’a da döndü: – Görmüyor musun babamın kendine geldiğini?! – Ayşet aşırıya kaçtığının farkına vardı ve sesini yükselttiği için özür diledi: – Kusuruma bakmayın… Babam yoldan yeni geldi, gereken her şeyi yapmamız gerekiyor…
– İlacın yararını görüyor musun, şimdi daha iyi misin, Charles? – Ogüsten-Antuvan çekinerek ağabeyine sordu.
– İyiyim, Charlotte-Elizabet Aisse’nin dediğini yapın, kont…
– Elbette ilacın faydası gelir, daha iyi olur… – Maria-Angelica tatlı dil dökerek konta gülümsedi, – geldiği yer evi…
– Teşekkür ederim, kontes, beni düşündüğün için, ama konuşmamı bölme… Arjantal büyümüş, boyu da uzamış, Pon de Vel evde değil mi, Aisse. Nerede şimdi? Onu özledim, hepinizi özledim… – içi bunaldı, ama kendini tuttu. – Kız kardeşin Claudine-Alexandrina’yı göremiyorum, yaşlanmış olabilir mi?..
– Ben yaşlanmadan o hiç yaşlanır mı, kont – diyerek Maria-Angelica şakalaştı ve konta moral verdi, – sen de hala çok yakışıklısın.
– Teşekkür ederim, kontes, sen de güzelliğini yitirmiş değilsin. – Kont sesini alçaltarak eklemede bulundu: – Duysunlar, kardeşim Ogüsten-Antuvan dışında, seni herkesten üstün tutarım… Ne diye, kont, bekliyorsun… Deli olmadığım halde beni delirttiniz… – Charles de Ferriol’ün yeniden içi bulandı, oturanları sevgi dolu bir bakışla süzdü ve uşağına seslendi: – Destan, suyum hazırsa… Yorgunum, dinleneceğim…
Dış görünümüne göre değerlendirme yapan Maria-Angelica, biraz önce övdüğü Charles de Ferriol’ün sırtına baktığında, kontun yaşına göre hayli çökmüş olduğunu fark etti, Destan ile Laroche’un peşinden gitmeye kalkışan Ayşet’e seslendi:
– Aisse, o iş erkek işi, senin yapacağın bir şey yok.
– Hayır, anne, babamı yalnız bırakamam, ondan uzak duramam.
– Ben de, – Arjantal da fırladı ve Ayşet’in gerisinden yürüdü.
Karı koca odada bir başlarına kaldıklarında, Maria-Angelica içini döktü:
– Başımıza büyük bir felaket geldi, Ogüst, şimdi nasıl geçineceğiz? Ağabeyin iyileşir mi?.. Bu yabancı bacaksız kızın davranışını görmüyor musun, aramızda nasıl barınacak o? Kontun ne kadar mal ve mülkü olduğunu bilmiyoruz. Her gelen gün yaşam koşulları ağırlaşıyor, geçinemiyoruz… Küçük oğullarımızı, ansızın ona da sıra gelir, onları da yuva sahibi yapmamız gerekecek… Kont, beni çatlatmadan bir çıkış yolu göster, bir şeyler söyle?..
– Ne söylememi bekliyorsun? – Kendi derdi ile tutuşan Ogüsten-Antuvan, umursamaz bir tutum içindeydi, ama duyduğu bu yaralayıcı söze sinirlenmişti.
– Deli olmadığın halde bana delilik taslama, kont, sorduğum şeyin yanıtını alamadım.
– Bir şey demeyeyim dedim, kontes, beni hiç anlayamayacak mısın?! Ağabeyimin durumu benden çok seni mi üzüyor?
– Üzülmesem sorar mıyım?
– Senin üzüldüğün şeyi ben çok iyi biliyorum.
– Biliyorsan, ne diye yanıt vermiyorsun?
– Bana ne yaptırmak istiyorsun? – Ogüsten-Antuvan’ın yeşil gözleri kül rengine dönüşecek biçimde karısına bağırdı: – Bir kez olsun çeneni kapa!
Yirmi yıl üzeri birlikte yaşamışlardı, Maria-Angelica şimdiki gibi kocasının kendisine sert bağırdığına tanık olmamıştı: Gözleri fırlayacak gibi olmuştu, omuz başları dışarı taşmış, iki eli taş gibi yumruklaşmıştı.
– Evet, evet, Ogüst, canımın içi, – Maria-Angelica korkmuştu, ama yine kocasına gülümsüyordu, – anladım, zor anında sana fazla yüklenmişim, bağışla beni. Birbirimize bu kadar olsun katlanmayacak mıyız, o halde ne diye bunca yıl beraber olduk ki… Tamam, kendini yıpratma, otur hele bir, o da bir yoluna girer, bir çözüm düşünürüz…
Ağabeyini Türkiye’den getirirken karşılaştığı güçlükler yanında bu son çıkış Kont Ogüsten-Antuvan’ı sarsmıştı, karısına sert çıkışı, karşısındakinin tatlı dil dökmesi içinde bir sıkıntı yarattı, kalkıp havalanmak üzere pencerenin önüne gitti. Maria-Angelica kocasını yumuşatmak isterken neşe içinde oğulları Arjantal içeri girdi, ama annesi ile babasının arasında soğuk şeyler yaşandığını anladı ve sordu:
– Aranızda ne geçt ki?
– Bir şey olmadı, Jan… Amcanızın hastalığı ile ilgili yapmamız gereken şeyleri konuşuyoruz.
– Öyle mi? Öyleyse size iyi bir haberim var.
– Ne gibi bir haber? – Kont haberi hemen merak etti.
– Kont Charles de Ferriol uyudu, – Arjantal uyuyanın amcası olduğunu unutmuş, adını ve soy adını bastırarak söylemişti, – Aisse okşayarak onu omuzunda uyuttu.
– Laroche’un ilacının iyi geleceğini söylemiştim… – diyerek Maria-Angelica kocası ile oğlunun peşinden yürümeye başladı.
– Anne, onu uyutan Laroche’un karma ilacı değil, Aisse.
Ayşet odaya gelenlere işaret ederek kontu uyandırmamalarını bildirdi. Arjantal’in sözlerinin doğru olduğunu gördüler: Charles de Ferriol ağır hasta değilmiş gibi Ayşet’in omuzunda uyuyor, Ayşet de onu okşuyordu. Laroche ile Destan oturuyorlar, Sophie de kapı pervazına dayanmış duruyordu.
– Böyle oturup uyuyacağına yatağa yatırsak daha rahat uyumaz mı? – diyerek, Ogüsten-Antuvan gülümseyerek Ayşet’e baktı.
– Uyanmaz mı?.. – diye Ayşet sessizce Laroche’a sordu.
– Uyanmaz, akşama kadar uyur, – Laroche, Destan ve Ogüsten-Antuvan, üçü birlikte kontu yatağa yatırdılar. Ayşet de deneyimli bir hasta bakıcı imiş gibi, kimseyi dokundurmadan yastığını düzeltti. Doktor odadakilere seslendi: – Şimdi kontu bir başına bırakalım, dinlensin.
– Hayır, hayır, ben babamın yanında kalacağım, – Ayşet duyduğu şeyden etkilenmişti, – bir başına boş odada bırakamam. Destan, sen de git, gerekirse ben seni çağırırım.
– Evet, Destan, gerek duyarsak sana sesleniriz, – Arjantal de odada kalacağını belli etti, ama annesini görünce ricada bulundu: – Anne, bugünlük okula gitmesem olmaz mı?
– Jan, – Ayşet duyduğu bu şeye şaşırarak çocuğa baktı, – iki saatlik dersi olan biri böyle konuşmaz, git, ben seni burada bekleyeceğim.
Charles de Ferriol’ün yanında bir süredir otururken, farkında olmadan çocukluğunun geçtiği Adıgey’in kıyı boyunda buldu kendini. Dingin ve esenlik saçan bulutların altında, Karadeniz’in suları küçük çakıl taşlarını kumsala sürüyordu. Yaz güneşi güne uyumlu olarak dağ sırtından doğuyordu. Ayşet değişik görünümlü taşları arıyor, bulduklarını annesine gösteriyor, beğenmediklerini denize atıyordu. Türk balıkçı da kendisine gülümsüyor, kaçamak bakışlar yöneltiyor, kıyı boyunca ilerliyordu. Öte tarafta, dağ eteğinde gençler at koşturuyorlardı. Kıyıdan açılarak yüzmekte olan küçük kızı, büyük annesi bağırarak uyarıyordu. Kızamık olduğunda, bütün bir ailenin baş ucunda oturmuş olduğunu… Babası yaralı olarak savaştan döndüğünde, ölürse diye korkup ağladığını, büyük annesinin anlattığı masalları, öğütleri bir bir anımsıyordu…
Charles de Ferriol’ün inildeyip gövdesini döndürmesi, sırtını çevirmesi üzerine Ayşet düş dünyasından uyandı. Konta dikkatle baktı, yere düşmüş olan yorganını üstüne örttü, yerine oturduktan sonra, düş dünyasından gelen anılarının tatlı ve acı yanların düşündü ve kendisine sordu: – “Ne diye o şeyleri anımsadım ki?.. Anılarımı kimseye söylemem… Jan’a mı söylesem? Memleketime dönersem diye kaygılanıyor, sıkıntı içine atmış olurum onu, ben de sıkıntı içine düşmüş olurum. Hey, hey, küçük aptal, farkında değilsin, bu dünyada senin kimin kaldı ki? Bu hasta babam konusunda sana ve Pon de Vel dışında kime güvenebilirim ki… Ey Ulu Tanrım, babamı bir an önce iyileştir, babam ve iki kardeşim benim her şeyim, mutluluk kaynaklarım… – Ayşet ilkin başına geleni anlayamadı ve korktu, ardından durumu anladı ve haç çıkarmaya başladı: – Bağışla beni Ulu Tanrım, içine düştüğüm bu yabancı kişiler arasında senden başka beni koruyacak biri yok, bazen içinden geldiğim Adıgelerin Tanrısını anımsadığım da oluyor, iki Tanrıya birden inanmanın doğru olmadığını anlıyorum, Pierre ile Jeanette-Nicole de öyle söylediler, bana kızma. Sıkıldığımda öyle oluyorum… Öyle olmayacağım dersem sana yalan söylemiş olurum, beni bağışla… Sana bu itirafı yapıyorum, biricik Allahım… Bunu söyleyeceğime ölsem daha iyi olur. Ama ruhları, tövbesizleri iyileştiren sen değil misin ?.. Hayır, hayır, kendime bunu yapacağıma, ne denli zor olursa olsun bana yüklediğin bu yükü taşırım… “ – Ayşet kımıldarsa göz yaşlarının dökülmesinden korkuyordu, yine kontun uyuyor olmasına sevindi, gülümsedi ve kendi kendisine sordu: – Büyük annem Çabe ne derdi? “Fare Müslüman olduğunda, Müslüman nüfus artmadı, Hıristiyanlar da azalmadılar”. Bu sözler benim gibi biri için söylenmiş olmalı… “
Diğer odada Maria-Angelica ile Ogüsten-Antuvan, Charles de Ferriol sorununu tartışıyor, birbirlerini yiyor ve yine barışıyorlardı. Her ikisi de sertti. Ne yapılabilir, biri kontun kardeşi, diğeri de yengesi. İyileşmesini bekliyorlar, ama karşılarında ne gibi bir gelecek bulunduğunu bilmiyorlardı.
– Kontes, canımın içi, – Ogüsten-Antuvan daha fazla dayanamadı, konuşmaya başladı, – kaygılandığın şeyi anlıyorum, beni bir dinle. Görüyorsun, Charles evine döner dönmez kendine geldi, umudunu kesme, çalışamayacak olsa da, bakımı bize sorun olmaz, mal mülk lafını etmeyelim, böyle şeyler konuşmayalım. Kont benim ağabeyim, senin de çocuklarının yabancısı değil. Yatalak düşse bile, yeterince malı ve mülkü var, sokakta kalmaz.
– Evet, öyle Ogüst, – mal mülk sözünü işitince, Maria-Angelica kocasına katıldı, – Zavallı ağabeyinin yoksul biri olmadığını biliyoruz, ama başına bir şey gelmeden önce, nesi var, nesi yok öğrensek iyi olur. Bana, sana değil, ama çocuklarımız için bu şeye gerek var.
– Kontes! – Mülk lafı yine Ogüsten-Antuvan’ın tepesini arttırdı. – Konuşmamızı burada keselim, zorlu bir yolculuk yaptım, biraz dinleneyim. Charles’ın hiçbir şeyi olmasa bile ben varım, ölürsem benimle birlikte o da ölür, yaşarsam benimle birlikte yaşar.
– Evet öyle, Ogüst, ne yaparsın ağabeyin, – Maria-Angelica okşayıcı sözlerle kocasına yeniden sordu:
– Öyle ama, kont, o kurnaz yabancı kızı ne diye evde tutalım ki? Ona harcayacağımız paranın haddi hesabını biliyor musun?
– Biliyorum, – dedi Ogüst-Antuvan odadan çıkarken gerisine bakarak,- Senin için harcanan paradan çok olmaz…
– Bak hele… – dedi Maria-Angelica, kont odadan çıkana dek kendini tuttu, kapıdan çıkınca arkasından söylendi, – cin çarpmış gibi bu kambur herif de neler söylüyor!.. – “Kızmakla çıplak kalmak aynı şey” diyor, bu benim temizlik budalam bana akıl vermeye kalkışıyor. Kardeşimle kız kardeşimi büyütene dek sana katlanmış olmam yetmez mi, salak herif!.. Şimdi iki kardeş başıma sardığınız bu yabanıl Çerkes kızına beni yem yapma peşindesiniz… Başınıza geleceği bekleyip durun bakalım!.. – Zile basıp hizmetçi kızı çağırdı: – Laroche, doktor nerede? Hemen bana getir.
Laroche, yorgun argın odaya koştu. Kızdığını belli etmeden, gülümseyerek Maria-Angelica’nın gözleriyle işaret ettiği tabureye ilişti, kontes de yalancıktan yumuşak bir çıkış yaptı.
– Yoruldunuz, Laroche, yoruldunuz, gün boyunca ayakta kaldınız, – asıl niyetini uzaklardan dolandırarak, konuşmasına başlamıştı, – Zavallı Kont Ogüsten-Antuvan da çok yoruldu, uzak bir yoldan döndü, tek derdi zavallı ağabeyi, sen ve ben ne yapabilirdik, dinlensin diye odasına gönderdik. Kontun durumu nedir? Sonu ne olur? – Ayşet’in adını anmadan sözüne devam etti. – Yaramaz Aisse’den söz ediyorum tabii, acıktım falan da demiyor.
– Kont uyuyor, Aisse başından ayrılmıyor, yelpazeleyip, serinletip oturuyor.
– Elbette oturur, serinletir de, bunu babasına yapmayacak da kime yapacak? – dedikten sonra, tatlı bir dille yine sordu: – Zavallı konta üzülüyorum, iyileşebilir mi? Durumunu eksiksiz bana anlatmanı bekliyorum. Sen ve ben, Laroche, daha önce söylemiştim, yine söylüyorum, aramızda gizli saklı bir şeyler olmasın istiyorum. Evimizdeki huzur ve barış buna bağlı. Doktor, seni dinliyorum.
– Aramızda gizli saklı olmadığını, kontes, uzun yıllardan beri biliyor ve sınamış bulunuyoruz. Bunu artık tartışmayalım. Ardından kontun durumunun nereye gideceğini hepimizden önce Tanrı bilir. Üçüncüsü…
– Doktor, – diyerek, soru sorup oturmakta olan Maria-Angelica sesini alçaltarak Laroche’un konuşmasını kesti, – ilki-üçüncüsü demiyorum, öğrenmek istediğim bunlar değil, kısa yoldan sorduğum soruya yanıt ver.
– Öyle diyorsan, kontes, – kendisine kaba davranılmasından hoşnut olmadıysa da Laroche, sözü edilen hastalığın kendi branşına girmediğini belirtti, – Kont Charles de Ferriol’ün geri getirilme nedeni olan hastalık benim iyi bildiğim hastalıklardan biri değil, bunu senden gizleyemem: Kötüleşmese bile, iyileşme umudu yok. Bağışla beni, bilmediğin bir şeyi de belirteyim, bazen hiç hasta değilmiş gibi olur, bazen de ne yaptığını ve ne dediğini bilemez olur.
– Yandım desene!.. – Maria-Angelica keyfi kaçmış halde doktora baktı. – Böyle bir hastayı evde nasıl zapt ederiz?..
– Umalım, gürültü patırtı çıkarmasın… – Laroche en kötüsünü sözlerine ekledi, – Kendinde olmayan kişi çok şeye yeltenir, idaresi zor olur. Bir tek Destan ile zapt edilemez, çok kötüleştiğinde, bir iki kişi daha gerekir.
– Kötüleşmezse?
– Kötüleşmezse, bir yere gözlerini dikmiş olarak gün boyunca oturup durur. Ayrıca ona kızmaya, alay etmeye ve dalga geçmeye gelmez. Görmüyor musun Charlotte-Eizabeth-Aisse’nin güzel davranışı sonucu nasıl kendine geldiğini?
– Gördüm, şaşırıp kaldım… – Kontes üzülmüş gibi mendiliyle gözlerini sildi, – tatlı dilin başarmayacağı şey yoktur dememişler boşuna. Tamam, doktor, talihsiz kontun durumunu kötüye yormayalım, Tanrı ne dediyse o olur. Ama her zamanki sözümü tekrarlamadan edemeyeceğim: Erkek vaktinde evlenmeli. Bugün yarın diyerek, kont, kadınlara kendini yedirdi, yıllarını tüketti. Şimdi başına geleni hep birlikte görüyoruz… Artık bu halde, ona kim bakar ki?..
– Bir dönemler Maria-Angelica’nın gurur kaynağı olan yeşil gözleri parıldadı: “Bu yaşlı halimle çökmüş konta dil dökerek, onu idare ederek nasıl yaşayabilirim şimdi?.. Bu büyük evin tüm yükü omuzlarımda, üretmeyip tüketen ev halkını nasıl geçindiririm ben? Onca kişi yetmiyormuş gibi, bir de bu Çerkes kızını da bana getirdi… Güveneceğim bir kocam mı var benim? Ya onun bana dediği… Nereden aramıza düştüğü belirsiz bu uğursuz kız için “Sana harcadığımdan fazlasını harcamaz” dedi bana. Dediğini yapan biri. Ferrioller işte böyle kişiler. Kendisi Dauphiné’ye gidecek, kardeşini ve evi benim başıma yıkacak… Öyle yapacaksa, sırtıma yüklenen kontun mirasına da sahip çıksa ya, kendisine düşecek evin yarısını ve tarlaları bizim üzerimize yazdırsa ya, ben bu delirmiş adamın yapacağı şeyleri nereden bileyim!.. Bir de bana üç hasta bakıcının yükünü yükleyecekler… Hayır derseniz başka bir yol araştırırım… En kolayı bu olur, bu uzun boyunlu doktoru hoş tutarsam, gereğini yapar.
– Sana sorayım diyorum, Laroche, ama hep unutuyorum, – hileli, dolandırıcı planlar yaptığını gizleyerek ve dost bir tutum takınarak, doktora sordu, – akıl sağlığı yerinde olmayanların kaldığı, bakıldığı bir yer Paris’te yok mu? Düşünme, düşünme, sana sorduğum şeyden farklı bir anlam da çıkarma, -dedi ve hemen eklemede bulundu.
– Sana akıl verecek, seni kınayacak değilim, kontes, beni kaygılandıracak bir şey söylemiş de değilsin, – “hastalığın derecesini” içinden geçirerek Laroche, sözlerini sürdürdü, – ben bir hekimim, kontun durumunu tehlikeli olacak düzeyde görmüyorum. Sözünü ettiğin hastane, bakım evi gibi şeyleri olmayan ülke ve kent yoktur. Bu hastalık özel bir hastalık değil, birçok kişide görülen ve o kişilerle birlikte yok olup giden bir hastalık. Paris’te “Bisert” adlı böyle bir hastane var, birkaç hastane daha var, ama Bisert en donanmlı olanı.
– Öyle mi?.. İnşaallah o durumlara düşmeyiz, ama ne olacağını da bilemeyiz.
“Öyle, ben senin ne olduğunu çok iyi biliyorum… -dedi Laroche içinden gülümseyerek. – Biliyor, bilmiyor olabilirsin, ama o hastanelerin adını çoktan öğrenmiş olmalısın. Söyleyemiyorsun ama başka şeyler de düşünüyor olmalısın, daha önceleri olduğu gibi artık sana yararı olmayacak şeyler yaptırmam…”
– Evet, Maria Angelica, evet, – Laroche şimdi içinden gelerek kontese adıyla seslendi, – Üzüldüğün şeyleri çözmeye çalışmak, çözebileceğine inanıyorsan, sorun olmaz, ben de bir doktorum, o konuda bana bir görev düşecek olursa elimden geldiğince sana yardımcı olurum. Bunu Charles de Ferriol gibi iyi kalpli biri için yapmayacaksak kimin için yapacağız…
Ayşet adeta sevinçten uçarak içeriye, yanlarına koştu:
– Maria-Angelica anne, Laroche, babam uyandı, kendi kendine giyindi, acıkmış, acıkmış, yemek istiyor!
– Öyle mi?… – Sevinmiş mi, sevinmemiş mi belli olmayacak biçimde Maria-Angelica ayağa fırladı, – Hemen, nerede baban, Aisse? – Nasıl dediğini bilmeden “baban” dedi Ayşet’e.
– Papa (baba) yemekhaneye indi, – “baban” denmiş olmasını umursamadan , bu şeye alışıkmış gibi yanıt verdi, – Sen otur, anne, yorulma, sadece doktor Laroche’u görse yeter. Ben şimdi babamı doyurup gelirim. Evet, evet, anne, senli benli konuştuk, iyileşti artık.
– Bu yıl bundan daha sevindirici bir haber duymadım, – diyerek Maria-Angelica ayakta duruyordu, – Ogüst-Antuvan’a da heber verin, sevindirin.
– Bir dakika, bir dakika, böyle diyerek konta yüklenmeyelim, onu rahatsız etmeyelim, iyi olmaz, – dedi doktor odadan ayrılırken arkasına bakıp.
(Devamı gelecek)
Benzer İçerikler