Çerkes Geleneği (Adıge Xabz)
1.
Çerkes’i Çerkes yapan, Çerkes’i diğer yeryüzü topluluklarından ayıran, farklı kılan özellik, geleneğidir.
Adıge geleneği, kuşkusuz Kuzey Kafkasya halklarını ve diğer dünya halklarını da etkilemiştir. Ama sadece etkilemiştir. O gibi toplumlar Adıge geleneğinden (Adıge adetinden) yararlanmışlardır.
Gelenek konusunda 18’inci yüzyılda yaşamış Kabartay büyük beyi Kaytıko Aslanbek’in danışmanı bilge kişi Kazanoko Jebağ (1684-1750), “Adet uygun olandır” demişti. Doğru muydu?..
Kuşkusuz doğruluk payı vardır, ama yeterli bir açıklama olamaz bu. Her uygun olan şey Adıge geleneği kapsamına girmez.
Adıge geleneği de o denli basite indirgenemez.
Adıge’den, geleneğini çekip alırsanız Adıgelerin herhangi bir yeryüzü insan topluluğundan bir farkı kalmaz. Ardından yozlaşma başlar, Adıge’yi Adıge yapan özellikler, estetik değerler yok olup gider.
Yozlaşma, iyi özelliklerin, üstün niteliklerin yitirilmeleri demektir.
Öncelikle şunu bilmemiz gerekir, Adıgeler kuşkusuz diğer toplumlardaki iyi olan ilişkileri izliyor, iyi yanlarını alıyor ve değerlendiriyorlardı. Kaçınılmaz bir şeydir bu.
Adıge geleneği öyle birkaç bilge kişinin görüşleri ve onların koydukları normlarla (değerlerle) sınırlı değildir. Yüzyıllar boyu süren bir yaşam ve Adıgelerin uğradıkları saldırılar karşısında geliştirdikleri ve deneyimler ışığında yarattıkları bir savunma silahıdır.
O silahı Adıgelerin elinden aldığımızda, ortalıkta Adıge ulusu ve Adıgelik diye bir değer, bir kavram kalmaz.
Bütün bunları son yıllarda karşılaştığımız bilgisizlik ve yozlaşma sonucu yaşıyor hale geldik.
Birkaç yıl önce bir derneğimiz tarafından bir piyes sahnelenmişti: Piyes’te Çerkes giysileri içinde anne, baba ve oğul birlikte ve elde akordeon kız istemeye kız evine gidiyor, kızın annesi, babası ve kızın kendisi tarafından karşılanıyor ve içeri alınıyorlardı. Anlaşılan haberli bir buluşma idi. Baba yanındaki oğlu için karşılarındaki kızı babasından istiyor.
Bu bir Adıge davranış tarzı ve bir Adıge adeti olamaz. Türk ya da Arap geleneği olabilir. Demek ki toplum geleneğini yitirmiş ve gelenekler erozyona uğramıştı. Bir Adıge deyimi şöyle der: “Adıgabzer pşığupşeme Yermelım yevıpć” (Çerkesçeyi unutursan Ermeni’ye sor [Yermel – anadili Adıgece olan Ermeni’dir]) .
Demek ki, Kafkasya dışında bilmediğimiz şeyleri soracak kişilerimiz kalmamış ya da sormaya gerek duymaz olmuşuz…
Bu bir tükenişin başlangıcıdır…
Bir anı: 1972 yılı sonrası. Düzce’de bir Şapsığ köyünde düğün var. Akşam oyun (gegu) başlamadan önce kızlı erkekli bir muhabbet (zexes, werşer) toplantısı yapılıyor; oradakilerin hepsi Çerkesçe biliyor, ama konuşmuyorlar. 70 yaşlarında ak sakallı ve konuşkan, anlaşılan esprileri sevilen biri de toplantıda. Gençliğinde başından geçen bir olayı ve kızlara neler söylediğini Türkçe olarak anlatıyor. Anlatıyor da anlatıyor…
“Thamate” (Büyüğüm) dedim Çerkesçe olarak, “O dediklerini kırk yıl önce, o kızlara Türkçe mi, Çerkesçe mi söylemiştin?”.
“Tabii Çerkesçe söylemiştim” dedi. “O halde, şimdi Çerkesçe söylesen buradakiler anlamazlar diye mi düşünüyorsun?”.
Sözlerim soğuk duş etkisi yaratmıştı: “Bu yaratık da nereden çıkıp gelmiş buraya” der gibi yüzüme bön bön bakmışlardı.
Bu kişiler bir yıl önce Çerkesçe konuşuyor, amatör ulussever gençler de Adıgece şarkılar söylüyor, Türk halk türkülerini Şapsığcaya çeviriyor, yeni yeni Çerkes müzik plakları basılıyordu. 12 Mart terörü, faşizm ve korku, bütün bu şeyleri bir çırpıda bitirmişti. Toplum farkına varmadan dönüşüm geçirmişti. Bu gelişimde çözemediğim bir sır, bir oluşum vardı.
Toplum demokratik düşünce ve aydınlanma aşamasına ulaşamamış, çağdaş bir ulusal savunma silahı üretememiş, direnme gücünü yitirmiş, köylü kalmış ve faşizme yenik düşmüştü.
Benzer İçerikler
2.
Araştırmadan yazılar yazıyoruz:
– Kemal Bilbaşar, “Kölelik Dönemeci” romanı; yazar Abhaz ve Kabartay (yoz) “danışmanlarına” dayanarak, Abhazca ve Kabartayca yan başlıklar da atarak romanını yazdı, bir hayli de eleştiri almıştı: Çerkesleri Kürt aksanıyla Türkçe konuşturuyordu. İlgisi yoktu, doğru da değildi. Demek ki Çerkesleri hiç tanımıyordu. Üstelik babasının Çerkes olduğunu da söylemişti. Rahmetli Yaşar Bağ ile birlikte ziyaretine gitmiş, eski Çerkeslerin Türkçe bir aksanlarının bulunduğunu, şimdiki Çerkeslerin düzgün bir Türkçe konuştuklarını belirtmiştim. İsterse eski Çerkes Türk aksanı için yardımcı olabileceğimi de söylemiştim. Yazar, bir süre sonra telefon edip romanını düzeltmek istediğini ve kendisine yardımcı olmamı istedi. Hastaydı, ömrü vefa etmedi, düzeltmeleri yapamadık. Ruhu şad olsun.
– Halit Kakınç, “Çerkes Aşkı” romanı. Sayın yazar Abhaz ve Kabartay “danışmanlarına” dayanarak, Kemal Bilbaşar gibi Kabartayca ve Abhazca yan başlıklar da atarak bir roman kaleme almıştı. Ama tatmin olmamış olmalı ki, gazeteci Fuat Uğur ve Murat Özden’den yeni bir danışman bulmalarını rica etmişti. Bu iki arkadaş Antakya’daki karşılaşmamızda Halit Bey’e yardımcı olmamı rica ettiler.
Roman taslağında tarihi ve coğrafi anlamda yanlışlıklar vardı, etnik bölgeler de karıştırılmıştı, ama en önemlisi Türk yazarların Çerkesleri, özellikle Çerkes toplumsal yapısını ve geleneklerini hiç bilmediklerini belli ediyordu. O dönem Ankara’daydım, son aftan yararlanarak hukuk sınavları için hazırlanıyordum. Sınav ayıydı. Halit Bey, internet yoluyla romanını parça parça gönderiyor, ben de düzeltmeleri yapıp geri yolluyordum. Eşinin Çerkes asıllı bir albayın kızı olduğunu söylemesine karşın Halit Bey’in Çerkeslere ilişkin bildikleri çok yüzeyseldi. Tarihsel ve geleneksel bilgileri de azdı.
Aklımda kaldığı kadarıyla, şöyle bir roman projesi hazırlamıştı: Bir Çerkes beyi ve oğlu, birlikte başka bir beyin köyüne konuk olarak gidiyor, yaz mevsimi ve beyin köyünde düğün, eğlenti (gegu) var; beyin amacı oğlunu arkadaşı olan köy beyinin kızı ile tanıştırmak, oğlu da beğenirse, kızı oracıkta oğlu için babasından istemekti. Tam da Türk ya da Arap tipi bir kız beğenme ve isteme usulü… Bunun Çerkes geleneği ile bir ilgisi yoktu. Romanda böyle bir yöntem izleniyordu.
Çerkeslerde baba oğul birlikte ya da ayrı asla kız istemeye gitmezler, gitmek bir yana, evlilik konusu oğlan ya da kız ile büyükleri arasında konuşulmaz bile, çok ayıp ve saygısızlık olur. Bu gibi şeyler akran arkadaşlar, gençler arasında konuşulabilir, onlar işe aracılık eder; kızlar, ayrıca akraba eniştelerle konuşabilirlerdi. Yeni enişte kız evine ilk gelişinde küçücük kız ve oğlanlar için bile ayağa kalkar, çocukların ellerini öperdi. Bunun için evin küçükleri toplanır, el öptürür, ardından enişteye sarılırlardı. Şapsığlarda böyleydi, kızlar damadı yalnız bırakmaz, adeta el üstünde tutarlardı. Damat ve refakatçisi birlikte yemeğe alınır, önce kayınpedere ve yanındakilere görünür, konuşmaz, oturmaz, el öper, yerine yanında duran damadın refakatçisi konuşur, o da oturmazdı. Daha sonra damat ve refakatçisi ayrı bir yerde ya da gençlerle birlikte yemeğe alınırdı.
Kız isteme işinde de “Gizli kapı diplomasisi” uygulanırdı. Anne baba işe doğrudan karışmaz, delikanlı ve kızın arkadaşları, gençler adına, büyüklere düşecek işlere aracılık ederlerdi. Kızı ise, babayı temsil eden akraba ya da tanıdık büyükler isterdi.
Romanda ise:
Oğlan, konuğu olduğu evin kızını beğeniyor, aşkını ifade eden bir şiiri kıza okuyor (Karacaoğlanlık bir şiir tabii). Bu bir Çerkes adeti olamazdı. Çerkes geleneğinde böyle şeyler yoktur; erkek, konuk olarak bulunduğu evin kızına, konuk olduğu sürece talip olamaz, asılamaz, çok çirkin kaçardı; kıza sulanma ve görgüsüzlük yerine geçer; konukluk geleneği gereği, evin kızına kız kardeşi imiş gibi davranmak zorundaydı, her Çerkes bunu bilirdi. Aksine bir davranış çok kaba ve edepsizlik olarak karşılanırdı. Bu gibi konularda, özellikle Çerkes toplantı ve muhabbetleri (zexes, werşer) ile ‘haćeş’ denilen konuk odası toplantıları birer okul işlevi görürdü. Bir Çerkes (Şapsığ) köyünde, ölüm gibi acılı bir olay yaşanmamışsa, haftanın birkaç günü ya da akşamı, konuk kız ve erkek gençler için düzenlenmiş bir toplantı ya da eğlenti olurdu. Çerkesler eğlenti, müzik ve sanatı seven kişilerdi.
Konukluk sona erdikten sonra, başka bir ortamda, erkek kızı kaşen (yavuklu) yapabilir, kız da kabul ederse kızı istetebilirdi. Yazarın bu gibi konularda bir bilgisinin olmadığı belliydi.
İşte böylesine eksikli ve yanlış bir taslak roman vardı.
Bu gibi bir sürü hatayı kısa bir süre içinde ve hele sınav döneminde düzeltemezdim, bazılarını düzelttim tabii. Maalesef gençlerimizin çoğu ve yetişkinlerimiz de artık geleneğimizi yeterli düzeyde bilmiyorlar, bilenlerimiz de artık önemsemiyorlar. Çünkü artık değer taşımıyor ya da para etmiyorlar. Bu da asimilasyonun büyük boyutlara ulaşmış olduğunu, utanma denen şeyin zayıfladığını belli ediyor.
Romanı yeni baştan yazmak gibi bir durum söz konusuydu. Halit Bey’e sınav ayında ve sıkışık durumda olduğumu baştan söylemiştim; o denli çok hata ile karşılaşacağımı ummamıştım, yeni durumda düzeltmeler için bir ay sonrasını, sınav dönemi sonunu beklemesini ve süre vermesini, daha sonra romanı baştan sona gözden geçirebileceğimi söyledim, kabul etmişti.
O haliyle roman adetleri bilmeyenlere ve doğaüstü olaylara ilgi duyanlara ilgi çekici gelebilirdi. Romanın doğaüstü olaylara ilişkin bir yanı, Ata Nirun gibi bir bilim danışmanı da vardı. Ama roman, Çerkes adetlerini az çok bilenlerin beğenisini kazanamazdı. Muhakkak romanı gözden geçirmek gerekiyordu.
Ancak Halit Bey, bir ay bile dolmadan “Yayınevi beni sıkıştırdı, romanı teslim etmek zorunda kaldım, yayımladılar” dedi. Yayınevi satış ve para derdinde olmalıydı. Sözlerim hafife alınmıştı, hataydı tabii.
Çerkes adetleri:
Çerkes adetleri hiç bilinmeyen şeylerden de değildi: Örneğin “Çerkes Adetleri” adlı bir el yazması not Jebağı Baj imzasıyla rahmetli Dr. Vasfi Güsar’ın “Yeni Kafkas” dergisinde yayımlandı. Dili eskiydi. Rahmetli İzzet Aydemir de bunu kitap haline getirdi. Jebağı Baj Atatürk döneminde ağır ceza yargıcı idi, asıl adı da Zekeriya Zihni idi.
Daha sonra el yazmasının sadeleştirilmiş biçimi “Çerkesya’da Terbiye ve Sosyal Yaşayış”, Zekeriya Zihni (Jebağı Baj) imzasıyla Kafdav Yayınları arasında yayımlandı. Özellikle evlenme ve düğün törenleri konusunda bilgilendirici bir yayındır.
Bense bütün bu şeylere, küçüklüğümde ve gençliğimde, kıyısından köşesinden hasbelkader ‘tanık’ olmuş, Şapsığ, Vıbıh, Abzah, Besleney, Kemguy ve Abaza köy düğünlerini ve adetlerini izlemiş biriyim.
Hepsinden önemlisi Maykop’ta Adıge Cumhuriyeti Bilim ve Eğitim Bakanlığı görevinde bulunmuş dilbilimci Prof. Dr. Bırsır Batırbıy‘ın editörlüğünde yayımlanan ve bir ara okullarda ders kitabı olarak da okutulan “Adıge xabz” (Adıge Geleneği) adlı bir dizi kitabı Türkçeye çevirip “Jineps” gazetesinde yayımlamıştım. Önemli bir kaynaktır. İnternet yoluyla da ulaşılabilir.
Anlaşılan, yazı hazırlamak için yeterli araştırma yapmıyor ve kolaycı yollara, uydurmalar yoluna kaçıyor, birbirimizi uyarmıyor ve yardımlaşmıyoruz. Uydurmalar bazı Abhaz ve Kabartay yazarlar arasında yaygın ve revaçta, Adıgey Adıgelerinde ise pek yok. Daha sıkı bir eleştiri ve sorumluluk ortamı (disiplin) var.
Kişiler olarak aramızda kopukluk da var. Bunda bencil (egoist) tutumlar, fırsatçılık ve kıskançlık da söz konusu. Böyle şeyler izlenecek yöntemler olamaz:
Adıge sorunu uzun erimli ve uzun soluklu bir maraton. Basit ve kolay, bugünden yarına çözülecek bir sorun değil. Adetler sorunu da öyle. Araştırma yapılsaydı bu gibi hatalar işlenmez ve kültürel bir canlanma da olurdu.
Çerkeslerde oğlan kızın kapısını çalıp kızı babasından isteyebilir mi?
Bilinmeyen bir genç “Ağlatan Kafe” adlı bir dans müziğine öykü (yorum) yazdı, dansın doğuşu olayını kendince yorumladı, daha doğrusu uydurdu:
Genç bir pşınave (akordeon çalan, çalgıcı), düğünlerde akordeon çalıyor. Şapsığlarda karşılıksız (gönüllü) yapılan bir iştir bu. Pşınave’ye en çok bir hediye verilirdi. Feodal topluluklarda, bildiğim kadarıyla Bjeduğlarda para vermek gerekir. Para vermezsen pşıne (çalgı) çalmazlardı. Demek ki bazı yörelerde pşınavelik bir meslek, profesyonellik işi olmuş. Para vermek gerekir.
Abzahlarda, son dönemlere değin “geguak’o – vısako” (şarkı, müzik ve dans) toplulukları vardı. Yalova Fevziye köyünden Düzce’ye gelen böyle bir eski topluluk için bk. – GEGUAK’O-VISAK’O TOPLULUKLARI VE BİR ŞARKI ŞÖLENİ, CircassianCenter.
Dönelim asıl konumuza:
Şamil adlı genç pşınave bir düğünde Janset adlı bir kızı görüyor ve vuruluyor (Vurulma, ölme ve kıza bayılma, öldüm, bittim, yandım, kül oldum gibi ifadeler Adıge kültür ve edebiyatında yoktur, beğendim, beğeniyorum, sevdim, seviyorum gibi daha kibar ifadeler kullanılır). Bunu rahmetli yazar ve Nartolog Hadeğałe Asker’den de duymuştum.
Şapsığ ve Vıbıhlarda Janset diye bir isim de yoktur, Canset derler. “J” sesi ile başlayan isimler Besleney ve Kabartaylarda görülürdü. Önceleri bu iki kabile 1860’larda 2 milyon tahmin edilen toplam Çerkes nüfusunun küçük bir kesimiydi. Kabartaylar dışında diğer Çerkesler, 1860 ve 1864 yıllarında, son olarak da 1880 yılı sonrasında Rus hükümeti tarafından Türkiye’ye göçe zorlandıkları ya da göç ettirildikleri için, Kafkasya’da sayıca çok azaldılar, neredeyse tükendiler: 2021 yılı nüfus sayımına göre Kabartaylar (Çerkes denilenler de dahil) yaklaşık 600 bin, diğerleri, Adıge ve Şapsığlar – 140 bin.
1864 yılındaki göç, diğerlerinden farklıdır, 1864 yılı göçü bir soykırım, toprağından çıkarma (etnik temizlik) ve zorla bir dış ülkeye gönderme (deportasyon), tarihi bir ülkeyi çalma olayıdır, bu nüfus Karadeniz kıyılarına ve hinterlandına (Samsun, Düzce, Varna ve Tuna Nehri boylarına) yerleştirilmiştir. Bazılarının sandıklarının aksine, salgın hastalıklar nedeniyle Boğazlar Çerkes muhacirlerin geçişine kapatıldığı için, 1864 yılında Karadeniz bölgesi dışındaki Anadolu topraklarına ve İstanbul’a Çerkes nüfus iskânı yapılmamıştır. Birçok kişi 1864 yılında İstanbul’a ve Anadolu içlerine de göç yapıldığını sanıyor, doğru değil. Ama dört yıl önceki, 1860 yılı ve öncesindeki göçler sadece Anadolu’ya yapılmıştı: Samsun, Sivas-Kayseri, Tokat, Çorum, Bolu-Düzce, vb. Düzce’ye üç Besni, bir Kabartay, Bolu’ya da bir Hatukay- Elmalık (Pedsiye) köyü yerleşmişti.
Dağıtım yeri Samsun’du. Göçler ve göç tarihleri de karıştırılıyor. 1860 yılının,1880 yılı ve sonrasının göçleri savaşla doğrudan bağlantılı değiller ve soykırım kapsamına girmiyorlar, bunların hatıraları daha zayıftır, çünkü savaş olmayan ve Rus idaresinde olan bölgelerden yapılan serbest göçlerdir, ama Rus mobbingi (bezdiri), baskı (1) ve göçü yönlendirme ve Çerkesleri aldatarak göç ettirme gibi politik taktikler (oyunlar) uygulandığı için (2), bu iki toplu göç furyası da insanlık suçu kapsamına giriyor ve uluslararası hukuka göre, o Adıgelerin de hukuki anlamda eski topraklarına dönme hakları vardır..
1860 yılında Rus idaresi, Kuban yöresi Çerkeslerinin özellikle dağlardaki küçük köylerini terk etmelerini, Rusların gösterdikleri yerlerde büyük köylerde toplanmalarını, bunu istemeyenlerin de mallarını tasfiye ederek ya da Rus hükümetinden bedel (tazminat) alarak Türkiye’ye göç etmelerini istedi. Doğu Kuban’daki günümüzün büyük Adıge; Kabartay-Besleney (Çerkes) ve Abazin (Karaçay-Çerkes) köyleri o dönemden kalmadır.
1860 ve 1880 yılı sonrasının serbest göçlerinde Rus hükümetinin yurttaşını aldatma (hile) durumu var. Bu konuda Mefenef.Com’daki araştırmalarım ve yazılarımda hayli bilgi bulunabilir. Adıge tarihçiler henüz bu gibi konulara genişliğince el atmış görünmüyorlar. Gorbaçov öncesi Sovyet tarihçiliği Adıge konularına fazla değinmiyordu. Bölgeler, örneğin Adıgeyliler Şapsığ’ı, gidip görmemişlerse pek tanımıyorlardı. Birbirlerini tanımaları da hoş karşılanmıyordu.
Uzmanlar savaş, etnik temizlik, Çerkes soykırımı ve göçler olmasaydı Çerkes sayısının bugün için Kafkasya’da 30 milyonu bile bulabileceğini öngörüyorlar (Dr. Walter Richmond, “Çerkes Soykırımı”). Görüldüğü gibi ortada korkunç bir yıkım vardır.
Konumuza dönelim:
Pşınavenin beğendiği kız, dans eğlentileri (gegu) sürerken köyden ayrılıyor, pşınave kızın adının Janset olduğunu öğrenebiliyor sadece, tanışamıyor. Janset’in ayrılışı ünlü Adıge yazarı Keraşe Tembot‘un “Mutluluk Yolu” romanındaki Nafset‘in gegu’dan acele ayrılışını, farklı nitelikte olsalar da çağrıştırıyor.
Daha sonra pşınave, kızı başka bir köyde, bir çeşme başında görüyor, kızı gizlice izliyor ve evini öğreniyor. Bu da yorumcunun Adıge adetlerini hiç bilmediğini, Türk-Arap adetleri ile karıştırdığını belli ediyor, örneğin Çerkes toplumu söz konusu olduğu için, pşınave’nın kızı izlemesine gerek yok; kızla doğrudan konuşabilir, tanışabilir ve dahası arkadaşlık da (kaşenlik) kurabilirdi. Bir engel yok. Kadınlar, özellikle kızlar Adıgelerde erkeklerden kaçmazlar. Adıge adeti, kurallara uyulması koşuluyla konuşmaya izin veriyor.
Oğlan kızı gizlice takip ediyor, ki çok kaba, çok ayıp ve çok çirkin bir davranış. Adıge centilmenliğine uymuyor. Oysa, konuk olduğu için kız, oğlanı evine davet edebilirdi, etmesi de gerekirdi. Tabii başka bir eve konuk olmamışsa.
Demokratik kabilelerde – Natuhay, Şapsığ ve Abzahlarda (Naip öncesi) bir yabancıyı her bir birey ve aile, kız ve erkek, nezaketen de olsa konuk olarak evine çağırabilirdi, çağırması da gerekirdi. Bir yabancı Adıge’yi eve buyurmadan göndermek centilmenliğe uymazdı.
Kabartaylar gibi feodal kabilelerde uygulama farklıydı, bilinmeyen konuk köy beyine (pşı) giderdi ya da götürülürdü. Konuğu bey ya da görevlendirdiği köylü ailesi ağırlardı. Feodal köylüler (fekoł) tanınmayan bir konuğu kendiliklerinden evlerine kabul edemezlerdi, konuk kabul etme yetkisi köyün beyine aitti; ama her feodal köylü (fekoł) ailesi beyin konuklarını ağırlamak gibi bir angarya yükü ile de yükümlüydü. Bu bakımdan tanımadıkları kişilere buyur diyemezlerdi.
Kölelere (pşıł) ise konuk gönderilmezdi. Hakaret yerine geçerdi.
Soylu olmayan feodal aileler (fekołlar) ve köleler (pşıł) sadece kendi akraba ve tanıdık kişileri beyden izinsiz olarak kabul edebilirlerdi. Köylü feodal aileler de (fekołlar) beye bağlı idiler ve beyin angarya işlerini yapmak zorundaydılar.
Konuk kabul etme yetkisi, özgür ve egemen bir birey ya da aile (łako) olmanın ölçütü idi, bu bakımdan önemli ve onur verici bir statüydü. Şapsığ, Natuhay ve Abzah (köle olmayan Abzah; Abzahların bir kesimi köleydi) köylülerin (fekoł) hepsi, egemen aile statüsünde oldukları için, kimseden izin almadan konuk kabul edebiliyorlardı
Konukluk sıkı kurallara bağlıydı: Örneğin Adıgeler, ev sahibini değiştiren konuklara, kınama anlamında kart teke eti ikram eder (yedirir), o yolla onları cezalandırırlardı. Normal konuklara ise kuzu eti ikram ederlerdi. Adıge geleneği ince ayrıntılarla örülmüş bambaşka bir dünyayı tanımlıyordu. Adıge toplumu geleneği sayesinde şimdiye değin kendini savunmuş ve ayakta kalmıştı…
Adıge adı, bir bakıma örnek, centilmen, farklılık yaratan kişi anlamına da geliyordu
Evi öğrendi ya, pşınave kızın evinin kapısını çalıyor ve kızı babasından istiyor. Bu yöntem de bir Türk ya da Arap yöntemi. Adıgelerde önce delikanlının kızla konuşması, kızdan söz, olur alması, ardından kızı istetmesi gibi bir usul (gelenek) var. Oğlan, kızı isteme sürecinde ve düğün sonrasında, bir süreliğine ortalıkta görünmezdi. İlk evlilik günlerinde, delikanlı gün ışımadan, bazen pencereden atlayarak ve kimseye görünmeden evinden uzaklaşırdı. Karı koca ilk çocukları doğana dek de konuşmayabilirlerdi. Gelin eşi köyde ise eve dönmeden önce yatmaz, kocasını beklerdi. Saygı ve adet gereği öyleydi.
Oğlan kızı babasından gidip kendisi isteyemezdi. Çok ayıp ve ağır hakaret yerine geçer, kendisini ve babayı küçük düşürücü (köle sayan) bir davranış, terbiyesizlik anlamına gelirdi. Bu tür bir isteme, bir Arap-Türk isteme biçimi olabilir. Onlar o gibi konularda Çerkesler (Şapsığlar) kadar titiz değiller.
Baba çocuğa “Ne iş yapıyorsun?” diye soruyor. “Düğünlerde pşıne (akordeon) çalarım” diyor delikanlı. Bunun üzerine baba “Benim çalgıcıya verecek kızım yok” diyor. Bu da kaba ve aşağılayıcı bir Türk-Arap davranışı. Adıgelerde kişilere hakaret ve aşağılama ağır sonuçlar doğurabilirdi.
Adıgeler eskiden şık’epşıne (telli saz, kemençe, kemane) ve kamıl (flüt, kaval) gibi enstrümanlar çalarlardı, akordeon sonradan geldi.
Adıgelerde pşınave olmak, özellikle gezici bir müzik topluluğunda yer almak çok seçkin ve onur verici yüksek bir statü olarak görülürdü, öyle sıradan kişiler topluluklara alınmazlardı; sanat toplulukları el üstünde tutulur, yol kavşaklarına gözcüler dikilir, topluluklar karşılanır ve köylere davet edilirlerdi. Beyler bile topluluklara dil uzatmaktan çekinirlerdi. Topluluklar savaşlara da katılır, marşlar söyleyerek savaşçıların önünde cepheye gider, savaşçıları cesaretlendirir; savaşı şarkı, menkıbe ve destan (vered) yoluyla topluma anlatırlardı. Bu gibi kişiler, genellikle ilkbahar ve yaz aylarında kendi ev, tarla ve bahçe işleriyle uğraşır, hasat sonrası sonbahar ve kış mevsiminde bir araya gelip topluluklar kurar, ülkeyi köy köy, yöre yöre baştan sona dolaşırlar ve ağırlanırlardı. Bkz. “Geguak’o-vısak’o” toplulukları ile ilgili bir yazı: “Kafkasya” Kültürel Dergi, sayı- 39-42, 44, “Adığe (Çerkes) edebiyatı” bölümü.
Gezici topluluklar konusunda, “kafkasya üzerine beş konferans” adlı kitabın (İstanbul – 1977) ‘Adıge folkloru üzerine bilgiler” bölümünde (s. 64 – 68), kısa bir bilgi de vermiş bulunuyorum.
Ayrıca, Av. Rahmi Tuna (Kabartay) tarafından ve Uzunyayla – Kabartay kaynaklı ve Adıge adetleri üzerine yazılmış kitaplar da vardır, internet yoluyla da ulaşılabilir. Ancak bu son yayınlar daha çok yöresel (lokal) ve bir kabileye (Kabartaylara) ilişkin yayınlardır.
Burada ise, yetenekli ve saygın bir sanatçı olan pşınave, para için çalgı çalan mahallenin Roman davulcusu ve zurnacısı ile bir tutulmuş. Babanın red sözünden bunu anlamak olanaklı. Çerkes pşınavesi süzülmüş, imbikten geçmiş biri olurdu. Toplulukların besteci ve şarkıcıları da öyleydi, hepsi seçilmiş kişiler olarak bir araya gelirdi. Ülke boyutunda tanınmış olanları vardı, el üstünde tutulurlardı.
Seneler önce, “Adıge pşınaveleri” (Adıge pşınavexer) adlı bir programda, yanılmıyorsam 1920 yılında vefat etmiş bir Adıge pşınavesinin plağını Maykop radyosundan dinlemiştim. Spiker Adıge pşınavelerinin “gelmiş geçmiş en ünlüsü” diye takdim etmişti pşınaveyi. Gerçekten büyülenmiştim. Adı aklımda kalmadı. Bir daha da denk gelip dinleyemedim. Mızıka ya da akardeonu adeta konuşturuyordu.
Sorumsuz ve bilgiççe yazılar:
Maalesef, sorumsuz internet kullanıcılarımız çoğaldılar, asılsız öyküler uyduruyor, yalan yanlış şeyler yazıyor ve utanmıyorlar. “Ağlayan Kafe” ya da “Ağlatan Kafe”yi yorumlayan Bedirhan Gökçe, örneğin Çerkeslerde oğlanın kızı babasından istemesi gibi bir adetin bulunmadığını söylüyor, doğrudur; Gökçe, “Ağlatan Kafe”yi (dans müziğini) ilkin Almanya Köln’de Hatay – Reyhanlılı rahmetli Pşınave Faruk Kanşat’tan dinlediğini söylüyor. Peki, hatalar, sayılan bu birkaç örnekle mi sınırlı? Ağlatan Kafe örneğinde olduğu gibi, sorumsuz internet kullanıcıları işin doğrusunu araştıracak, soracak ve öğrenecek yerde, ne diye uydurma ve abartılara (yalana) kaçıyorlar?.. Buna köylü kurnazlığı da derler. Bir geleneği ve tarihi çarpıtmak, değiştirmek ve bozmak gibi şeyler basit şeylerden olabilir mi? Kim ya da kimler kandırılabilir?..
Google’da, Wikipedia‘da Soçi Kbaada Yaylasında (Krasnaya Polyana) 21 Mayıs 1864’te “20 bin Vıbıh atlısı 100 bin Rus askeri ile çarpıştı ve şehit düştü” diye yalan şeyler yazılabiliyor. Birileri de “Vıbıhlar Plevne’de 20 bin şehit verdiler” diye yazmıştı. Bu da Wikipedia, “Çerkesler” maddesinden: “1864 Mayıs ayında Qbaade muharebesi gerçekleşti. 100.000 kişilik Rus ordusu ile 20.000 kişilik Çerkes ordusu karşı karşıya geldi. [113][114][115][116] Muharebeyi Ruslar kazandı ve Çerkesya, Rusların eline geçti”. Ne de bitmez tükenmez bir Vıbıh nüfusu imiş bu böyle… Bir kere küçük bir dağ topluluğu olan Vıbıhlar 20 bin atlıyı ya da savaşçıyı nasıl denkleştirebilirler? Bu kadar atlı 1922 Türk – Yunan Harbi’nde bile yoktu. Türk ve Yunan süvari birliklerinin toplamı 20 bin etmiyordu. 20 bin atın bakımına imparatorluk bütçesi bile dayanamaz. Ayrıca 120 bin savaşçı küçük ve yüksek bir dağ yaylasına, maddi anlamda sığar mı? Top ve ağırlıkları sarp ve yüksek yaylaya nasıl taşımışlar? Düz bir yer, bir nehir vadisi kalmamış mıydı? Ayrıca Krasnaya Polyana Soçi’ye değil, Adler’e (St.Duh) yakın,1837 yılında Rus işgaline uğramış bir yer.
Kbaada ya da şimdiki adıyla Krasnaya Polyana‘da 2 Haziran 1864’te (eski takvim 21 Mayıs 1864) savaş olmadı, o tarihten, 21 Mayıs’tan yaklaşık 10 gün önce Rus komutanlığının Vıbıhlara verdiği bir ay göçe hazırlık süresi dolmuş, Karadeniz limanlarında toplanan Vıbıhlar gemilere binerek Türkiye’ye göç etmeye başlamışlardı. Savaş değil, bir göç süreci yaşanıyordu. Dolayısıyla Krasnaya Polyana’da savaş olmadı, Rusların bir zafer ve kutlama töreni yapılmış ve Kafkasya Savaşı’nın sona erdiği ilan edilmişti. Göç (deportasyon) olayı Haziran 1864’te tamamlandı. Yalana yaslanmak bir Adıge’ye de dürüst bir Abhaz’a da yakışmaz.
Bunları yüz kez yazdık, ama dinleyen kim….
Bütün bu şeyler Türkiye Adıge topluluklarının döküldüklerini, ne denli perişan ve bilgi yoksunu olduklarını gösteriyor. Ölmüşüz de farkında değiliz. Emeği geçenleri, doğruları yazanları tenzih eder, onları ayrık (farklı) tutarım.
Sadece kızlı erkekli danslarımız ayakta kalmışlar gibi. Geleneği bilenlerimiz de gün gün azalıyor.
Anayurdun sınırlı desteği de olmasaydı, halimiz nice olurdu?..
Adıgelerde oğlanın kızı babasından istemesi gibi bir adet yok, asla kabul edilemez bir şeydir bu. Ayıp olma ötesi dillere destan olmak da var: 30-40 yıl kadar önce, Düzce’de Çerkes asıllı bir jandarma yüzbaşısı, adet bilmediği için olmalı, kızı doğrudan abisinden isteme gibi bir aymazlıkta bulunmuştu. Abi’yi kendi posta eri imiş mi sanmıştı, ne? Kız abisi, babanın olmadığı yerde babanın yerini alır, Adıgelerde böyle bir hiyerarşi vardır. Bunu bilmeyen yüzbaşı da kızın abisinden okkalı bir dayak yemişti. Bu biçim teklifler saygısızlık ve hakaret anlamına geliyordu. Çerkes yüzbaşı herhalde “Adıge k’osejığ” (asimile olmuş Çerkes) idi ya da adetlerin unutulduğu bir yöreden gelmiş biri olmalıydı. 1860 yılındaki ve 1880 yılı sonrasındaki göçler Türkleşme ya da Araplaşma (İslam toprağına kavuşma ve zenginleşme) gibi dinci/gerici/yoz amaçlı düşüncelerle de yapılmıştı. Kuban Adıgeleri, özellikle feodal köyler dışında, II. Abdülhamit’in destek verdiği İslamcı-Türkçü turnikeden ve beyin yıkama operasyonundan geçmişti.
Adıge dili ile adetlerini unutan Çerkeslere eskiden “Adıge k’osejığ” (Адыгэ к1осэжьыгъ) – “Ocağı, ateşi sönmüş/ocağı tütmeyen Çerkes” denilir, o gibi kişiler pek makbul sayılmazlardı. Yüzbaşı, içinden gelerek, iyi kötü Çerkesleri anlatan bir kitap olsun okumuş ya da çevreye danışmış, azıcık Çerkes duyarlılığı ve ağırlığı olan biri olsaydı, o hallere düşmeyebilirdi. Düzce, Çerkes’i ve adet bileni nispeten çok olan bir yöre. Yozlaşma daha az. Durumu dinlemiş, üzerinde durmamıştım. Kızın ağabeyi orman bölge şefi ve tanıdığım biriydi.
Şimdilerde birçok kişi Çerkes denildiğinde Erzurumlu, Sivaslı, Çorumlu gibi sıradan birilerini anlıyor…
Kültürlü bir Çerkes ailesinin çocukları kolay kolay asimile olmaz, fark yaratır ve her yerde saygı görür. Kültürlü bir İngiliz ailesi hiç asimile oluyor mu?..
Bu örneğe karşın, özellikle maddeci/dinci olmuş Abzahlar arasında kız babasının, kızını isteyen genci öncesinden görme, baş başa konuşma ve tanışma gibi garip bir ‘adet’ bulunuyor. Bu bir Adıge, özellikle bir Şapsığ adeti olamaz. Abzahlar bu adeti nereden almışlar, bilemiyorum. Başka kabilelere de bulaşmış olabilir. Bu durum Şapsığ etkisindeki Abzahlar arasında (Düzce’de) pek görülmez. Şapsığ geleneğinde böyle şeyler yoktur. Ama Abzah ve Karadenizliler – Lazlar etkisindeki Şapsığlar arasında sonradan oluşmuş da olabilir – Samsun, Ordu, Tokat vb. yerlerde:
Karadenizli – Laz müstakbel kayınpeder, damat adayını karşısına alır, sınava çeker, sorgular, dini bilgisini, 32 farzı bilip bilmediğini sorar, ölçer, ondan sonra karar verirdi. Çünkü gizli Hıristiyanlar sorunu da vardı. Yunanistan’a gitmemek, malından mülkünden olmamak için birçok Rum Müslüman oldum, demişti. Abzah’ınki de benzeri bir sınav yöntemi olmalı.
Ayrıca Abzah ve Mehoşlar (Konya) kızlarını, sözgelişi köylerine atanan bekâr öğretmenlerle, memurlarla evlendirmek isterler, öğretmene kızdan ya da aileden teklif götürebilirlerdi. Böyle şeyleri yaparlardı. Bu da bir Adıge (cenltilmen) davranışı olamaz. Ayrıca Vıbıhlar güzel kızlarını şehirli zengin erkeklerle, Abazalar da güzel kızlarını zengin ya da makam sahibi erkeklerle evlendirmek isteyebilirlerdi. Çıkar amaçlı evlendirmelerdir bunlar. Bu gibi şeyleri araya aracılar koyarak yaparlardı. Özellikle Abazalar gurup halinde işin peşine düşer, kolay kolay da adamın ya da kızın peşini bırakmayabilirlerdi. Kız güzel, varlıklı ya da eğitimli bir Adıge ya da Kuzey Kafkas asıllı bir kız ise Abaza erkekler kızın peşini bırakmak istemezlerdi, talipli oğlana diğer Abaza delikanlı ve kızları da eşlik eder, dayanışma içine girerlerdi.
Eskiden bir Abaza kızı ile evlenen biri, bütün bir köyü, neredeyse bütün bir aşireti sırtlanmış olurdu. Adamın evinden Abaza konuk eksik olmazdı.
Düzceli soylu bir Abaza kızıyla evlenen 12 Mart’ın “ünlü” paşalarından, Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’in Düzce ve Sakarya Abaza soylularına birçok kıyağı olmuş, pek çok yoksul Abaza onun döneminde kereste işi yaparak zenginleşmiştir.
Şapsığlarda kız, doğrudan babasından değil, gelenek gereği babası yerine geçen ve babayı temsil eden bir yakınından (amca, dayı, büyük damat gibi birinden) istenirdi, ama öncelikle kızın rızası aranırdı. Rıza yoksa, kız kimseyle evlendirilmezdi. Rıza kızdan gelmeliydi. Yoksa toplum bu evliliğe izin vermez, gerekiyorsa “xase” (‘hase’, köy meclisi) toplanır, duruma el koyardı. İsteği dışında ailesi tarafından başkasına verilen “Mezguaşe” adlı bir kızın, oğlanın atlı arkadaşları tarafından geri getirilmesi ve sevdiği (kaşeni) ile evlendirilmesi olayını anlatan Mezguaş adlı bir şarkı vardır. Maalesef günümüzde ‘xase’ ve yaşlılara saygı Abaza ve Kabartaylar dışında hayli azalmış durumda.
3.
Bundan sonra neler yapılabilir:
Çerkes geleneği bütün Adıgelerin/ Çerkeslerin ortak geleneğidir. Ancak kendi içinde bölgelere ve kabilelere göre farklılıklar da gösterir. Örneğin, Kemguy ve Besleneylerde evlendirmeler, kız ve oğlanın bilgileri dışında, akraba büyükleri (ailelerin büyükleri) arasında konuşulur, uygun görülüp ele alınabilir, büyüklerin (nahıjların, yaşlı akrabaların) aileler ve gençler üzerinde ağırlığı vardır; uzlaşma sağlandığında öneri kıza ve oğlana götürülür, onay alındığında düğün ve nikaha sıra gelirdi; tersi de geçerliydi: Kız ve delikanlının anlaşması ile evlilikler gerçekleşirdi. Özgün yöntem iki gencin anlaşması örneğiydi.
Şapsığlarda yaşı geçmekte olan delikanlılar (ćelej / к1элэжъ) ve kızlar (pŝeŝej/ пшъэшъэжъ) köy ve yöre kadınları tarafından el atılarak evlendirilirlerdi. Kabartaylarda yaşı geçmekte olan gençler akşam üzerleri damlara çıkıp bağırmaya ve haykırmaya başlar, bu da “beni evlendirin” anlamına gelirdi; ailesi, akrabaları ve köy kadınları uygun kız aramaya çıkarlardı.
Düğün ve cenaze hizmetleri de farklılık gösterebilirdi. Ama hepsi Adıge kültürü içinde yer alır, makul açıklamaları olurdu. Birbirlerine karşı saygı ve hoşgörü vardı.
Komşu topluluklar, Abaza, Abazin, Karaçay, Balkar ve Osetler de Adıge-Çerkes geleneğine bağlıydılar. Şafii Müslümanlar olan İnguş, Çeçen ve Dağıstanlılar dini değerlere öncelik verirlerdi. İmamların güç ve etkileri çoktu. İmam dul kadına koca bulur, uzun süre dul kalmalarına izin tanınmaz, kadını birilerine nikâhlardı. Ama özgün Adıge değerlerine de saygı gösterirlerdi.
Özellikle Dağıstanlılar akraba ve çocuk evliliklerine de izin verir, dine ve “geleneğe” aykırı bulmazlardı. Ancak, Araplar 9 yaşındaki kız çocuklarını yaşlı kocalara verirken, Dağıstanlılarda yaş biraz yükselir, genellikle 13 – 14 – 15 yaşlarındaki kız çocukları kocaya verilirdi. Oralarda şeriat (dini hukuk) kuralları geçerliydi. Çeçen ve İnguşlar çoğunlukla klan (köy) dışı evlilikler yaparlardı. Çeçen ve Dağıstanlılarda poligami (çok karılılık) vardı. Bu da nüfusun aşırı çoğalmasına yol açıyordu; buna karşılık kolay boşanma da vardı.
Şapsığ geleneği poligami, çocuk evliliği ve boşanmaya kapalıydı, boşanma yok gibiydi. Bu da uyumlu evlilik yapılmasından, ailelerin birbirlerine karşı saygılı olmalarından, saygıya uymayanların dışlanmalarından kaynaklanıyordu. Çiftlerin aileleri arasında sıkı dostluk bağları kurulmuş oluyordu. İnsana değer veriliyordu, ama nüfus artışı şeriatla yönetilen yörelere göre daha az oluyordu. Bir Rus kadın yazarın Adıge ailesi üzerine yazısı için bk. – Kafkasya’da Püf Noktalar: Rus Çarını Ürküten Bir Kitap, mefenef.com.
Çerkeslerde vergi verme alışkanlığı var mıydı?:
Karaçay’dan Dağıstan’a Doğu Kafkas toplulukları sessiz ve uysal bireylerden oluşuyorlardı, iş ve geçim olanağı sağlandığında, özel yaşayışlarına karışılmadığında ve baskı kurulmadığında sorun yaratmıyorlardı. Beylere ve devlete vergi verirlerdi. Şapsığ ve Vıbıhlar ise vergi vermeye alışık değildiler. Şapsığların verimli arazileri vardı ve çalışkan çiftçiler idiler. Köleleri dışında Vıbıhlar çalışmayı sevmezlerdi. Şamil’in naibi Muhammed Emin döneminde (1848-1859) Abzahlar dini bir devlet yapılanması içine girdiler ve vergi vermeye başladılar. Üstelik zalim Muhammed Emin gümüş ya da altın Rus rublesi dışında vergi almayı kabul etmiyordu. Bu durum ve Şapsığların vergi vermeye yanaşmamaları, vaktinde Ruslarla uzlaşmayı engellemiştir. Akıllı (âkil) kişilerin uzlaşma yanlısı girişimleri de sabote edilmişti.
Abzahlarda akraba evliliği ve dul yenge ile evlilik geleneği vardır, bu gelenek Dağıstan’dan, Şamil’den ithal dini (Arap) bir gelenek olmalı. Buna karşılık Abzahların komşuları olan feodal Adıge kabileleri ve Abazinler arasında akraba evliliği olup olmadığını iyi bilmiyorum. Duyduğum kadarıyla Karaçaylar akraba ile evlenmezlerdi. Poligami de hoş karşılanmıyordu. Bütün bu topluluklar Çerkes diye tanınıyorlardı.
Çerkes geleneği, yukarılarda da değindiğimiz gibi, bambaşka bir toplum ve dünya düzenini, görüşünü yansıtıyordu, eşi ve benzeri de (İsviçre dağ toplulukları, vb dışında) yoktu. Önü kesilmeseydi, belki İsviçre‘yi de aşan bir demokratik toplum ve devlet oluşumu örneği ortaya çıkabilirdi. Bu gibi durumları araştırma, tanıtma ve yaşatma görevi yazarlara, aydınlara, araştırmacılara, enstitülere, daha geniş bir ifadeyle devlete düşüyor.
Adıgelerin bugün bir cumhuriyetleri var – Adıge Cumhuriyeti; ayrıca iki cumhuriyette daha yaşıyorlar – Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes cumhuriyetleri. Bunlar birer devlettirler. Ayrıca federal düzeyde tanınmış olarak Kuban İlinin Soçi ve Tuapse rayonlarında küçük bir ulus, bir ulusal azınlık olarak Adıge – Şapsığlar yaşıyorlar (13 – 15 bin kadar). Ancak Rus yönetimi, 1870’lerdeki uzlaşma ve 1945 öncesi rayon statülerine aykırı olarak, Şapsığların topraklarına el koydu, özerkliklerini kaldırdı, Şapsığların şimdilerde çok az hakları kaldı. Şapsığ yönetimi yok edilmeseydi sınıfsız Şapsığ toplumu esasından Adıge kültürü daha genişliğince ortaya konabilirdi. Bu kültürün bir benzeri İsviçre dağ topluluklarında bulunuyordu.
Rusya’da demokrasi daha da gelişir ve özgürlükler artarsa; yozlaşma ve dil asimilasyonu durdurulur ve hak arama yolları daha da gelişir diye düşünüyorum.
Şimdi Doğu Batı, Çin-ABD, Rusya-Ukrayna gibi büyük güçler arası savaş ve çekişmeler var; ABD, Türkiye ve İsrail, Ortadoğu’da etkili olmak istiyorlar. ABD ve İsrail Suriye’de federal ya da özerk birimler kurulmasına destek veriyor. O zaman Türkiye Surie’den ayrılmaya zorlanır. Umalım küresel bir felaket yaşanmaz. Rusya yayılmak, Çin de Tayvan’a egemen olmak istiyor. Başka ne gibi gizli emelleri var, şimdilik pek belli değil.
Türkiye’ye gelince etnik çalışmalar çok düşük düzeyde. Askeri darbe ve müdahaleler sonucu, sınırlı demokratik gelişim de sık sık kesintiye uğradı, haklar askıya alındı ve kırpıldı. Maddi olanaklar da sınırlı. Abaza ve Kabartay gibi feodal topluluklar dışında, örneğin Şapsığlarda bağış, kurumlara yardım ve fon oluşturma (vakıf) gibi tarihten gelme gelenekler bulunmuyor ya da çok zayıf. Bireysel çıkar, ailevi yardımlaşmalar ve akrabalık ilişkileri ağır basıyor. Günümüz ekonomik gelişmeleri ve enflasyonist ortamında akrabalar arası dayanışma da, her tarafta kalmamış gibi. Şapsığ toplumu da artık bir çözülme süreci içinde. Eskiden bir konuk ya da akraba için bir Şapsığ, tüm servetini harcayabilirdi. Artık Şapsığ da değişti.
Şapsığlar mülk yönünden Çerkeslerin en varlıklı kesimi. Şapsığlar, şimdilerde Abzahlar gibi, daha çok dini nitelikli bağışlar yapmaya, hayır işlerine, umre ziyaretlerine para ayırmaya, cami ve Kur’an kurslarına ve bazıları da imam-hatip okullarına, Afrika’da su kuyuları açılması için dinci vakıflara para bağışlamaya başladılar. Varlıklı kesim arasında öbür dünyaya yatırım eğilimi arttı. Mevcut dinci-Türkçü iktidar (AKP-MHP iktidarı) ve yerel temsilcileri de bu tür girişimleri destekliyor ve cesaretlendiriyorlar. Ulusal açıdan bu gibi şeyler olumlu gelişmeler sayılamazlar. Son dönemde Düzce’de bir kültürel canlanma yaşanmışsa da, etnik yanı zayıftır, dinci yanı baskındır. .
Anayurt ile ilişkilere gelince, eski sorumsuz Başbakan Ahmet Davutoğlu döneminde (2014 – 2016) bir Rus askeri uçağı bir düşüncesizlik örneği olarak iki Türk jeti tarafından Suriye sınırında düşürüldü. Rus, bunun acısını fazlasıyla ödetti; Türkiye yurttaşlarına vize kondu, Türk öğrenciler deport edildi, Rusya’ya ihracat kısıtlandı. Ukrayna Savaşı da Türk-Rus ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi. Türkiye ekonomik kriz içinde, ama Erdoğan krizi yönetmeyi ve rakiplerini yenmeyi başarabiliyor. Umulmadık bir durum (3). Türkiye çevreye de fazla açıldı, Somali kıyılarında petrol ve doğal gaz arıyor; ilginçtir Osmanlı’nın devamı Türkiye Afrika’da sempati ile karşılanıyor.
Rusya Batılı ülkelerin (Türkiye hariç) ekonomik ve politik ambargosu altında, ambargodan kolay kurtulacak gibi de görünmüyor. ABD’de Trump başta. Filistin – İsrail sorunu ve Lübnan; Suriye’deki iç savaş da (4) bölgesel barışı tehdit ediyor, bütün bunlar Adıgeleri de olumsuz etkiliyor. Binlerce Suriyeli Çerkes sığınmacı açıkta.
Dileriz barış ve demokrasi üstün gelir, anayurt kapıları daha geniş anlamda Çerkeslere de açılır.
Notlar:
(1) – Örneğin Ruslar kendi öldürdükleri kişilerin cesetlerini Çerkes köy sınırları içine atıyor, Çerkesleri sorumlu tutuyor, Çerkeslerin haklı olduğu durumlarda da, işi bilerek savsaklıyor ve sürüncemede bırakıyorlardı – T.V. Polovinkina, “Çerkesya Gönül Yaram”.
(2) -1860 yılında ve 1880 yılı sonrasında Kuban ilindeki Çerkeslere, Osmanlı Hükümeti, gelin, size parasız tapulu toprak, konut, tarım araç ve gereçleri, iş ve süt hayvanı, iki yıl geçim yardımı sağlayacağız diyor; Rus da malını sat, elden çıkar, parayı cebine koy, Türkiye’ye, din kardeşlerinin yanına git, daha rahat ve huzur içinde bir yaşam sürdür, ne diye buralarda sürünüp durursunuz, Türk hükümeti ile anlaştık, size toprak ve her şeyi parasız verecekler. İki kat zengin olacaksınız, diyor ve Çerkesleri göçe yönlendiriyorlardı. Ayrıca göç, parçalanmış aileleri de bir araya getirmiş olacaktı. Kuban ve Karadeniz yöresi arasında yakın akrabalık ilişkileri kalmış mıydı? Adıgeler birbirinden ayrı kabileler halinde yaşıyorlardı. Göçler sonucu karma köyler de oluşmuştu. 1859-1860 yılında Doğu Kuban yönetimi kabile esasına bakmadan köy kuyduruyor ve arazi tahsisi yapıyordu. En son 1861’de Beloreçensk Hattı (Belaya Irmağı) doğusuna göç edenler, – bir süreliğine, 1880’lere değin – Kafkasya’dan kovulmaktan muaf tutulacaklardı.
1864’te toprağından zorla atılmış olan Karadeniz bölgesi Adıgeleri ile Doğu Kuban bölgesi (Belaya – Laba arası) Adıgeleri seçimlerini 25 – 30 yıl önce çoktan yapmışlardı, aralarında sözü edilir bir ailevi bağ da kalmamıştı. – hcy
(3) – Mart 2025’te Erdoğan, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 106 arkadaşına yönelik büyük bir yıldırma operasyonu başlattı ve yargı yoluyla çoğunu tutuklattı. 23 Aralık’ta Ekrem İmamoğlu ve Beylikdüzü Belediye Başkanı yolsuzluk, ayrıca Esenyurt ve Şişli Belediye Başkanları da kent uzlaşısı yoluyla terörle iltisaklı olma suçlamalarıyla tutuklandılar. Şişli Belediyesine kayyım atandı. Operasyon muhalefetin sert tepkisine, erken seçim, iktidarla işbirliği yapan firma ve sermaye çevrelerinin mallarına boykot çağrısına yol açmıştır. – hcy
(4) – Makale yayımlandığı sırada (23.08.2024) Suriye’de iç savaş hafiflemiş olsa da sürüyordu. Şimdi, ABD – İsrail ikilisi ve Türkiye arasında bir tür üçlü uzlaşma sağlanmış olmalı. İktidar ABD tarafından Türkiye’nin teşviki ile HTŞ (Cihatçı) örgütüne devredildi. Lübnan (Hizbullah) pasifleşti, Gazze’de Hamas ezildi, ateşkes sağlandı, ama Gazze şimdi bir enkaz, 52 bin ölü, Hamas felç, İsrail ABD’ye borçlandı.
ABD Başkanı Trump Gazze’yi Arap nüfustan boşaltma, yerel halkı (2 milyon) Mısır ve Ürdün’e, dahası Somaliland’a yollama, ardından Gazze‘yi Ortadoğu’nun Riviera’sı yapma önerileri sundu. Öyle yazılıyor.
Yaklaşık 50 – 60 yıl önce, ABD, o zamanki 750 bin Filistinli mültecinin 250 binini İsrail’e, 250 binini komşu Arap ülkelerine, 250 binini de ABD’ye yerleştirme, gerekli masrafı üstlenme düşüncesindeydi. Hürriyet gazetesinde okumuştum. Araplar bunu reddetmişlerdi. Nereden nereye? Huy değişmemiş.
Şimdi karşımızda, 1864 yılının Adıge katili, soykırımcı Rus Çarı II. Aleksandr‘ın yeni versiyonu, hayaleti bulunuyor...
Gazze, aslında cennet gibi bir yer, ılık ve güneşli kışı, verimli arazisi, narenciye ve meyve bahçeleri, güzel plajları, petrol, özellikle doğal gaz yatakları ile görkemli küçük bir ülke. Gözler, “geri bir halkın” (Filistinlilerin) elindeki göz kamaştırıcı bu zenginliklerde. Rusya, 1860’larda Adıgey ve Adıgeler için de “geri ve vahşi insanlar” diyor, zengin Adıge ülkesine göz koymuş bulunuyordu ve dediğini de yaptı.
Adıgelere kimse yardım etmemişti. Şimdi öyle mi? Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya zorda. Ukrayna bu yıl Çerkes Soykırımını tanıdı. Bu büyük bir tarihi gelişme. Ama Çerkes soykırımını Ukrayna ve Gürcistan dışında anımsayan başka bir devlet de henüz yok. 1,5 milyar Müslüman ise kış uykusunda, uyandırmazsan uyanacağı yok.
Bütün bu şeyler, aynı zamanda, dünya çapındaki büyük değişimlerin ve dönüşümlerin habercileri. Umalım, bu şeyler küresel bir felakete yol açmaz.
Yaratıkların en zekisi, zenginlikleri kimseyle paylaşmak istemiyor. 06.02.2025 – hcy
***
– Bir Rus’un gözüyle Çerkesler ve Çerkes ailesi için bk. https://mefenef.com/wp-admin/post.php?post=35&action=edit (Bir Rus kadın yazarının bu kitabını okuması için, Çerkes soykırımını yadsıyan Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Sayın Aleksey Yerhov‘a göndermeli).