Çevremizde Neler Oluyor? Tarih Bilgimiz Ne Düzeyde?

Çevremizde Neler Oluyor? Tarih Bilgimiz Ne Düzeyde?
Eski Adıge (Çerkes teknesi)

Kafkasya ve dünya olayları konusunda yazılarım var. Bunlardan söz edecek değilim. Ama onlara değinmeden de olmuyor.

Günümüzün olayları:

ABD ve İsrail, Türk desteği ile, Rusya ve İran’ın Suriye’den ayrılmasını sağladı. Bu ayrılış, bir uzlaşma sonucu barışçı biçimde gerçekleşti. Rusya, zorlu Ukrayna Savaşı nedeniyle, İran ise gücü yetmediği için Suriye’den çekildi. İsrail Gazze’de Hamas’ın gücünü kırdı, Gazze’yi yerle bir etti. Arap ülkeleri ise seyirci ya da arabulucu rollerini oynadılar. Hamas bir terör örgütü. Ortadoğu’da askeri ve teknolojik üstünlük ABD ile yavrusu İsrail’de. Yine de, Ortadoğu’da son söz söylenmiş değil. ABD ve İsrail tek başlarına Ortadoğu’yu yönetebilirler mi? Bekleyip göreceğiz.
Türkiye, gelişmeyi ve refahı simgeleyen AB kapısını 1978 ve 1979’da milliyetçi (Türkçü Ecevit) ve dinci (Erbakan) dürtülerle tekmeledi. Türkçü ve İslamcı (dinci) liderlerin ne denli sığ görüşlü oldukları görülmüş oldu. Atatürk kim bunlar kim? Yunanistan AB’ye katıldı ve zenginleşti. Kısmi Türk zenginleşmesi ise, askeri rejimin Amerikancı akıl hocası Turgut Özal ile başladı, asıl ivme Ecevit’in Kemal Derviş’i çağırması ve İMF ile anlaşması sonucu hız kazandı, ancak bunun meyvesini yemek, Devlet Bahçeli’nin çelme attığı Ecevit’in devrilmesi sonucu iktidar olan dinci Recep  Tayyip  Erdoğan’a nasip oldu. 2 Kasım 2002’deki seçimde gerici AKP ve Deniz Baykal’ın Türkçü-gerici CHP’si dışındaki bütün partiler döküldüler, değiştirilmeyen askerlerin seçim barajı yüzünden meclis dışında kaldılar.
İktidarı ele geçiren dinci AKP’yi yenmek artık hayal oldu. Dinciler örgütlüler ve derslerini iyi çalışıyorlar, gelir kaynakları ve belediyeleri var. Onları yenmek artık kolay değil. En zayıf gününde bile Erdoğan yüzde 52 oy alarak seçilmeyi başardı (2023). Çünkü “sol” ve beceriksiz Ecevit “düş kırıklığı” yaratmış kötü anılar bırakmıştı; patronlar Ecevit’e karşıydı. Ecevit çok konuşuyor, boş konuşuyordu. Ecevit, Erdoğan gibi değildi, kendini anlatamıyor, taraftarlarına mama dağıtamıyordu, “5’li çetesi” de yoktu. Yine de Ecevit, bir tanıdığımın ifadesiyle ülkeyi “40 yıl” ileriye götürmeyi başarmış, partizanlığa darbe indirmişti. Dürüst biriydi. Partizanlık, hile, trafoya giren kediler, mülakat ve soru çalmalar daha sonraları, “dini bütün Müslümanlar ve partiler” eliyle doruğa çıkacaktı.
İnanıyorum ulus doğru ve umut verecek adaylar gösterildiğinde desteğini sol patilerden de esirgemeyecektir.
Ama CHP, ürkek, beceriksiz ve bencil bir bürokrat emeklisinin laf bolluğu peşinde yıllarını heba etmiş bir “sol” parti.

Dini konular:

İslam dini tek tanrılı dinlerin sonuncusu. İmanın ve İslam’ın şartları belli, bunları yerine getirmek yeterli. Ötesi kişinin kendisine kalmış. İnancın asgarisi bu. Tanrı bağışlayıcı ve esirgeyicidir (Âl-i İmrân Sûresi 31. Âyet). Bu bir Tanrı, bir Kur’an sözü. Daha başka Âyet ve Hadisler de var. Durum böyleyken bir sürü tarikat ehli, cemaat ve dinci siyasi akım korku yayıyor, inananları esir alıyor, Tanrıyı bir korku, bir kötülük simgesine, objesine dönüştürüyor.
Bu oltaya geçmişte, 1848’de Çerkes Abzahlar da takılmışlar (1), çok acı çekmişler ve sonunda ülkelerinden kovulmuşlardı…
Geçmişte kilise cennette yer de satıyordu. Demek istemem o ki, her din istismara (insanları aldatmaya, korkutmaya ve soymaya) açıktır. Atatürk bunu yüzyıl öncesinden okumuştu, bu nedenle, laiklik ve eşitlik ilkelerini seçti, dinsel hukuku (şeriatı) kaldırdı, fazlalıkları söküp attı. Üstelik bunu 100 yıl öncesinin karanlık ortamında yapmayı başardı.
Bunun geri dönüşü olmaz, çırpınışlar boşunadır.

Fransız devrimi:

Fransa’da, değindiğimiz gibi 1789’da devrim oldu, orada devrimci düşünceyi (kuvvetler ayrılığını ve eşitliği) savunan Montesquieu ve Voltaire gibi büyük düşünürler ve hukukçular yetişmişti, ayrıca 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi bu büyük düşünürlerden esinlenilerek yazılmış ve Fransız devrimine de rehber olmuştu. Fransız bildirisi insanların “hür ve eşit” olduğu ilkesini kabul etmişti.

Daha sonra Fransız devrimi, Fransız askerler (Napolyon, vs) tarafından yörüngesinden saptırıldı ve yozlaştırıldı, dönemin modasına uygun olarak sömürgeci bir politikanın emrine girdi: Afrika’da Cezayir (1830) ve Tunus (1882) gibi birçok yer ele geçirildi. Yayılma Fransız çoğunluğunu da memnun etmiş ve halk sessiz kalarak bu dönüşüme onay vermişti; çünkü sömürgelerden para geliyor, yeni yeni iş yerleri açılıyor, refah ve konfor artıyordu. Baskı görenler ise zaten Fransız değildiler, milliyetçiliğin getirisi günümüzde bu.
Yayılmalar sömürge savaşlarına, soykırımlara, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına yol açtılar.
Milliyetçi akımlar, sonunda, üstün ulus ve üstün ırk (Nazi); aşağı ulus ve aşağı ırk (soykırım); benim ulusum diğer uluslardan üstündür gibi görüşleri getirdi ve geliştirdi. Dünya kargaşa, savaş ve sıkıntı içine düştü.
Bu tür kavramlar Türkiye’ye de sıçrayacak ve sağcı parti yönetimleri tarafından Türkçülük (milliyetçilik) ve komünizmle mücadele adları altında ABD ve yerel devlet eliyle devreye sokulacaktı.

Sola baskı:

Halkın cehaletinden ve dışa kapalı tutulmuş olmasından yararlanan sağcı iktidarlar sola ve 1965 seçiminde bir miktar oy alan TİP’e çullandılar, solu şeytanlaştırmak istediler. Ama istedikleri ölçüde başarılı olamadılar, sokaklar işçi, öğretmen ve gençlik protestoları ile çınlamaya başladı. Sağcı partiler başarısız kaldılar. Bunun üzerine devreye ABD güdümündeki sağcı generaller girdiler ve sol görüşlü askerleri (subayları) ordudan temizlediler, 1971 ve 1980’de yönetime el koyarak ülkenin geleceğini insafsızca çiğnediler.

Tarihi süreç, 1814 Viyana Kongresi:

1814’te Osmanlı Devleti hariç tüm Avrupa ülkelerinin katıldığı uluslararası bir kongre Viyana’da toplandı. Kongre’nin ana amacı Avrupa’daki devlet sınırlarını korumak, ayrılıkçı hareketleri bastırmak, baskı altındaki uluslara ve azınlıklara özerklik sağlamak ve açıkça söylenmese de, Rus yayılmasını önlemek ve köle ticaretini evrensel düzeyde yasaklamaktı. O sıralar Avrupa karasındaki tek yayılmacı devlet Rusya’ydı. Diğer ülkeler Okyanuslara açılmış, Okyanus ötesi sömürgeleri talan ediyor, katliamlar yapıyorlardı. Osmanlı ise, kof ve çok uluslu, kalıntı ve geri bir Ortaçağ devletiydi, Osmanlı gelişimi okuyamıyordu, zaten okuyamazdı, yöneticilerde o düzey yoktu, olmasına da fırsat tanınmıyordu. Her şey hep aynen kalsın ve hiçbir şey değişmesin isteniyordu. Osmanlı, Kongre’ye katılırsak Romanya için özerklik isterler ve vergi kaynağımız kurur diyerek yan çizmiş; tarihin akışına karşı çıkmıştı. Bunun ve reformlardan kaçmanın bedeli ağır olacak, bütün bir Kafkasya ve Balkanlar elden kayıp gidecekti.
Adıge – Çerkesler de her şeyin aynen kalacağı ve değişmeyeceği saplantıları içindeydiler. Elbette farklı ve doğru düşünenler de vardı, ama çok azdılar ve etkili olamamışlardı.
1814’te korkulan şey 1821 Mora Rum isyanı ile patlak verdi, Osmanlı gelişimi, isyanı  hot-zot, sopa ile bastırmaya kalkıştı. Gerisini biliyorsunuz: Sadece Mora Yarımadası ve Romanya değil bütün bir  Balkan Yarımadası ve Kafkasya elden kayıp gitti.
1864 Çerkes Soykırımı, Kafkasya ve Balkanları terk olayları bu aymazlığın bir sonucu olarak yaşanacaktı.

1917 Sovyet İhtilali:

1914-1918 Birinci Dünya Savaşı sürerken 7 Kasım 1917’de Rusya’da Bolşevik (sosyalist) devrimi oldu, işçi-köylü iktidarı kuruldu.
Lenin başkanlığındaki Sovyet Rusya, önce bir federasyona dönüşerek, dağılmaktan, büyük toprak kaybından kurtuldu, ardından yabancı devletler askerlerinin de katıldığı iç savaşı kazandı, isyancıları ve Batılı askerleri yendi (1920-21). 30 Aralık 1922’de federasyon, yeni katılımlarla genişledi ve büyük bir birliğe dönüştü: SSCB.
Sovyet başarısı Türkiye’de Kemalist hareketin güçlenmesine, Anadolu dışında da alan kazanmasına ve Sovyetlerden yardım almasına fırsat yarattı, aciz Padişah hükümeti İngiliz korumasında İstanbul’a tıkılıp kaldı.
İngiliz ve Fransızlar Sovyetler tarafından Karadeniz’den kovuldular ve güçlenen Türk milliyetçilerini (Ankara) desteklemeye başladılar (1920-21). Yayılma hayali peşindeki Yunanlılar ise ertesi yıl, Eylül 1922’de ağır bir yenilgi yaşadılar.
Mustafa Kemal durmayı ve kendi lehinde oluşmuş olan dengeyi korumayı bildi ve içe dönük, modern ve Türk milliyetçi-asimilasyoncu bir programı uygulamaya koydu ve taraftarlarına fırsatlar sundu. Hıristiyan nüfusu (yüzde 10 ) kovdu, Müslüman Türk nüfusunu çoğalttı.
Bu arada İngilizler kendi idarelerindeki Filistin’e Yahudilerin yerleşmesine izin verdiler ve petrol diyarı Musul’u ve Basra Körfezi ülkelerini aldılar. Arap ülkeleri ile Kürdistan’ı böldüler. Bugün bütün bu olayların sancıları yaşanıyor. Sonucu bekleyip göreceğiz.

Yozlaşma ve egoizm:

Lenin’den sonra (1924) Rusya, Leninist eşitlik çizgisinden ve ilkelerinden sapmaya, küçük ulusları ve dilleri küçümsemeye, hor görmeye ve yutmaya başladı, bu da birlik ve federasyon ruhuna ve ilkelerine aykırı bir sapmaydı; Ruslar kendilerini üstün ulus olarak görmeye başlamışlardı. Stalin bu yozlaşmaya destek veriyordu. Özellikle Kruşçev döneminde (1953-1964) Sovyetlerde Ruslaştırma politikası hız kazandı, Rusça dışı eğitim iyice kısıldı ve yer yer de kaldırıldı; Rusça dışı diller baskı altına alındı, Rus nüfus Ruslaştırma amacıyla ve devlet eliyle kenar bölgelere, Kazakistan, Sibirya ve Kuzey Kafkasya’ya taşınmaya başlandı. Bu da çağın ruhuna aykırı düşüyordu. Dış dünya bunu sanki bilmeyecekti… Türkiye de benzeri yollara başvuracak ama Çerkesçe ve 70 kadar küçük dil dışında – Kürtçe, Arapça ve Zazaca-  karşısında başarıyı gösteremeyecekti.
O sıralar Batılı ülkeler sömürgelere peyderpey bağımsızlık vermeye başlamışlardı (1960’larda). Fransızlar son sömürge savaşını kanlı bir biçimde Cezayir’de verdiler ve Cezayir’den çekildiler (1962).
ABD, Kore’nin tamamının komünist rejim altına girmesini, Afganistan’da da Sovyet yayılmasını önledi. ABD 1973’te uzlaşarak Vietnam’dan askerlerini geri çekti. ABD, önce Sovyetlere karşı desteklediği, sonra şımaran Afgan şeriatçılarını (Taliban ve El Kaide) cezalandırma amacıyla Afganistan’a müdahale etti (2011), batağa saplanınca da, 2020’de Talibanla uzlaşarak Afganistan’dan çekildi. Ancak Taliban’ın keskin dişleri törpülendi.

ABD, Ilımlı (uysal) İslam politikasına destek verdiğini söylüyor. Bu da özünden saptırılan dinin emperyalizmin hizmetine nasıl sokulduğunun bir örneğiydi.
İsrail 1967 sınırlarına dönmeyi ve bir Filistin Devleti kurulmasını kabul etmiyor, yayılmak ve toprak kazanmak istiyor, ama Filistinliler de çetin cevize dönüşmüşler, ölümüne direniyor ve topraklarını terk etmiyorlar… Bu nedenle yeni ABD-İsrail oyunları beklenebilir…  İsrail şimdilerde Filistin ve Suriye’den arazi koparmaya bakıyor, kuşkusuz bunun arkası da gelecektir. Türk Başkan Erdoğan, İsrail’in gözü Türk toprağında diyor, ama Filistinli liderler ABD ve İsrail tarafından yok edilirse sonuç ne olur?.. Orası belli değil.

Rusya Ukrayna’da yayılma peşinde, can yakıyor, ama şimdilerde frenlenmişe benziyor.

Yayılma bir hastalık, sonu gelmez. Başkan Trump Kanada ve Grönland bizim olmalı, diyor. Yayılma günümüzün faşizmidir. ABD, RF, Putin ve Trump bunu sonunda anlayacaklar mıdır?..

(1) – Bk.- “Kuzey Kafkasya’nın Ekonomik Potansiyeli ve Sosyo-politik Durumu”, Mefenef.Com.

Yorum Yap