Paris’te Bir Çerkes Kızı – 10
Benzer İçerikler
BEŞİNCİ BÖLÜM
I
“Göz önündeki, can gibidir” denir (Нэм к1этыр псэм фэд). Blaise-Marie de Edie ile Ayşet arasında henüz önemli bir gelişme yaşanmamıştı – tanıştıkları daha yarım yıl bile olmamıştı. Ancak “aşk ateş gibidir, bir tutuştuğunda yakar gider, söndürmesi olanaksızdır” derler, iki genç, tek bir bakışla birbirlerine aşık oldular. İki sevgili, aralarında oluşan ateşin hararetiyle ısınıyor, araya girmek isteyenleri yakıp uzaklaştırıyor, gece ve gündüzleri bu duygu içinde sürüp gidiyor, bazıları bu temiz aşka saygı duyuyor, bazıları da saygısız davranıyorlardı. İki genç birbirini sevmekte özgürdü, ama aşklarının gereğini yerine getirme konusunda özgür değildiler.
Kont Charles de Ferriol, Ayşet’e ilişkin herhangi bir aşk beklentisinin olamayacağını anlamıştı, – Ayşet bunu tiyatroda, özel resepsiyonda belli etmişti, ardından bunu evde de yinelemiş, dükü de dışlamıştı. Ancak hasta olmasına karşın, kont, Ayşet’e duyduğu gizli aşkı şarkı söyleme yoluyla ifade etmek istemiş, ama başaramamıştı. Ayşet’in gerçek aşkını öğrendikten sonra kont, yaklaşım biçimini değiştirmiş, Ayşet’in gönlünü alma yoluna gitmişti.
Bu da ne türlü bir yaklaşım ve gönül alma biçimiydi ki? Kont Charles de Ferriol hastalığı nedeniyle korkuyor muydu ya da küçük kızı satın aldığı günkü gizli niyetini, onu elde etme arzusunu yitirmiş miydi? Bu iki konu ve daha başka duygularla sarmaş-dolaş olmuş, kont, beni “Guérin de Tansen kız kardeşlere rezil etme” ricasında bulunma gereğini duymuştu. Diğer konu ise gizli aşkıydı.
Kontun çekindiği iki kız kardeşin derdi ise farklıydı: Akılını oynatmış bu kişi, kont, ölürse ya da kendine bir şey yaparsa, “Çerkes kadınına” irat olarak verilecek yıllık dört ilvre sorun değildi, Marie Angélique kızın paylaşıma katılıp katılmayacağını bilemiyor ve bu durum onun içini kemiriyordu. Claudine-Alexandrine de öfkesini konta kusuyor, duruma göre acıyor-acımıyor gibi yapıyor, Ayşet’e de aynı öfkesini kusuyordu. Birincisi beklenti, ikincisi korku, üçüncüsü de kuşku içindeydi.
“Hey, Paris, Paris!..” diye Kont Charles de Ferriol’ün heyecanlandığı Paris onlar ve başkaları için bir anlam ifade etmiyordu, orası hiç seni duyar mıydı, orada yaşam kaynıyor, işi rast giden mutluluk, rast gitmeyen de keder/ üzüntü içinde yaşıyordu. Çocuk Kral XV. Louis’nin büyütüldüğü Versay, Trianon Sarayı ve Geyik Parkı gece gündüz zevk ve sefa içinde kaynıyordu. Orleans Dükünün Palais Royal sarayında da yeme içme ve kahkaha sesleri eksik olmuyordu. Yaşamın kaymağını yiyen bu kişiler para, malk mülk edinme ve sevgili değiştirme dışında bir şey bilmiyorlardı, evleniyor, ayrılıyor, sevgilinin birini bırakıyor, diğerini alıyor, günü gün etmeye ve hayatın tadını çıkarmaya bakıyorlardı.
Ayşet’in genç kızlığı böylesine çalkantılı XIV. Louis ve XV. Louis dönemlerinde, sonunun nasıl biteceğini bilemediği bir aşk ateşi içine düşmüştü. Ama karşısında tek değil, iki ateş duruyordu: Charlotte-Elizabéth -Aisse, Blaise Marie de Edie ile Charles de Ferriol’ün aşk ateşleri arasında kalmıştı. İlki Ayşet’i ısıtıyor, ikincisi ise kavuruyordu.
Ayşet, Şövalye de Edie’nin bir Malta şövalyesi olduğunu ve evleneme yasağı olduğunu bilmiyor olabilir miydi? Kendi Malta Şövalyeleri kuruluşuna verdiği evlenmeme yeminini unutmuş olabilir miydi? Aşkın soru sormadığını, bir engel tanımadığını, aşkın büyük bir yangın gibi her engeli yakıp geçtiğini bu iki genç canları ve her şeyleri pahasına kanıtlamış oldular. Ama bu kadarı, birbirini sevmek mutluluğuna erişme anlamına gelmiyordu. Aşk uzun veya kısa, ince veya geniş, olumlu veya olumsuz yanları olan bir yol olabilir. Bu iki yoldan hangisini seçeceksin, o yol seni nereye götürecek ve nerelerden geçirip geri getirecek? Aşkın sonsuz sorularını yanıtlamaya kalkışacak olursan, onun yol ayırımlarında şaşırıp kalırsın. İnsanın içine ve ruhuna sığmayan aşkı, para ve mülkle değiştirecek olursan, ömür boyu sürecek bir mutsuzluk yolunu seçmiş olursun.
Üç uzun kış ayını izleyen ilkbahar ayları ne soğuk, ne de sıcak olur. Bir önceki günün ince kar örtüsü erimiş olsa bile, topraktan soğuk yayılmasını sürdürür, ama ağaç dalları bir önceki haftadaki gibi çıplak ve solgun değildir. Dallar esen hafif yelden daha çabuk ve daha ince sallanırlar, batan güneşin kızıllığı güneşi izliyormuş gibidir. Ağaç tepesindeki iki alacalı kuş birbirini gözlüyor, birbirine kur yapıyor.
Doğu tarafında kararan gökyüzünde ilk yıldız göründü. Ona bakmaya sıra gelmeden Ayşet’in karşısına başka bir yıldız daha çıktı: “Şu ilk yıldız Edie’nin, ikincisi benim. Bak, yine başka başka yıldızlar oradan şuradan sökün etmeye, parıldamaya başladılar. Bunlardan hangileri tanıdığım kişilere ait olabilir?.. Jeanette-Nicole, Pon de Vel ve Arjanal’a ait olabilirler mi?.. Voltaire’in yıldızı hangisi olabilir?.. Marie Angélique ile Claudine Alexandrine’i unutmuşum… Tek bir anadan doğmuşlar, o halde yıldızları ayrı olamaz. Sophie’nin aydınlık yıldızı benimkinin yanında. Paraber ve Deffand markizler, kocalarından boşanmış olsalar da, yıldızsız sayılmazlar, kaç defa söyledim onlara, kocalarından ayrılmamalarını… Ne kadar malın mülkün olursa olsun, yalnız bir kadınsan, seni gören her erkek sana asılır, sana göz koyar, nasıl rahat edeceksin?.. Bu iki kuş bile, özgür oldukları halde, birbirini seviyor, ayrılmıyor, birbirini tamamlıyor…”
Her geçen dakika ilkbahar akşamı daha da kararmaya, yıldızlarla rekabet edercesine evlerde lambalar yakılmaya, Paris akşamı karanlığın içinden sıyrılıp parıldamaya başlamıştı.
– Vaktin bir türlü ilerlememesi Ayşet’i üzüyor, evden çıkma vaktinin uzamasından sıkılıyordu, saatin on olmasına daha iki saat vardı. “O zamana değin evde çok şey olabilir, dünyada da çok şey olabilir, – dedi Ayşet kendi kendine. – Ey ulu Tanrım, o saate değin papaya bir şey olmasın, sağlıklı ve aklı başında kalsın. Gideceğim yerde fazla kalacak değilim, en çok bir saatliğine evden ayrılacağım… Sadece Edie’yi göreyim, bir kez konuşayım ve gülümseyeyim yeter, bu dünyada her şeyden çok onu isterim, faytonuna binip onunla mahallemizde bir tur atayım yeter.
Deffand’ın salonunda birbirimizi iki hafta önce görmüştük. Bu iki haftayı nasıl da zor geçirdim? Durum papaya bildirildiğinde, papa küplere binmiş, hafta boyunca onu yatıştıramamış, söylenmedik söz bırakmamıştı. Dün bana nasıl da laf dokundurmuştu?.. “Birisine karılık yapman için mi seni satın aldım, sana bakar, seni okuturken, ben de senin için bir şeyler düşünmüyor değildim” dediğinde, şansıma orada bu sözleri duyacak başka birileri yoktu. Anlaşılan içindekini sonunda bana kustu. – Aklına gelen bu şey üzerine Ayşet’in kolları ve bacakları titredi, duvar gerisindeki tanrı resmine yanaşıp haç (istavroz) çıkardı, dün yaptığı gibi, yine ona yalvardı: – Beni papanın aklına esen o kötü şeyden koru, o sözleri hasta olduğu için söylemiş olmalı, o konuda hiçbir kuşku duymuyorum. Zor durumumda onun benim için yaptığı iyiliği asla unutamam, beni kızı olarak kabul edip etmemiş olması önemli değil, ben onu babam sayıyorum, üzerime düşeni yapacağım, onu hiçbir şeyden yoksun bırakmayacağım, elimden geldiğince ona bakacağım, ama onun bana ilişkin kötü niyetinden Allah beni korusun, Tanrım, bağışla beni, artık bu yükü kaldıramıyorum…”
Arjantal sevinç içinde odaya girdi, Aisse bunu neye yoracağını bilemedi:
– Charlotte-Elizabéth Aisse, hala hazırlanmamışsın?
– Jan, niye hazırlanacak mışım? – saat onda Şövalye Blaise Marie de Edie’nin faytonunun kendisini almaya geleceğini söylemedi.
– Markiz du Deffand’ın salonuna gideceğiz ya.
– Öyle bir sözüm yoktu, Jan… – dedi Ayşet, Arjantal’ı atlatmayı kendine yakıştıramadı, birini beklediğini açıkladı. – Şövalyenin gelmesini bekliyorum, yarım saat olsun bir görüşelim demiştik.
– Onun için mi böyle hazırlandın?..
– Niye, Jan, beni çirkin mi buldun? – Ayşet şakacıktan gülümsedi, ardından toparlandı: – En hırpani elbiseyi giymiş olsan bile, seni seven kişi seni güzel görür. Yoksa Lecouvrere Adrien ile sen farklı mı düşünüyorsunuz?..
– Charlotte-Elisabéth Aisse, seni konuşuyoruz, benim öyle bir derdim yok, – Arjantal’ın sevinçli gözleri kurnazca parıldadı, – sizin Çerkeslerin yaptığı gibi senden armağan almayı hakettim, kontun seni serbest bırakmasını sağladım. Nasıl, nasıl olurmuş, – diyerek Arjantal Ayşet’i alaylı taklit etti, – bana güvendiği için seni serbest bıraktı. Hazırlanman için yarım saat süre veriyorum.
– Jan, doğru mu söylüyorsun?.. – Ayşet saçlarına el atıp ayağa fırladı. – Öyle diyorsan, hemen, ama önce papaya iyi geceler dileyeyim…
– Aisse, ona da artık gerek yok. Kitap okuma yoluyla onu dinlendirmiş oldum. – Arjantal odadan ayrılrken, – Görüyorsun süren kısa, bunu unutma.
– Öyleyse Markiz Deffand’a gideceğimizi Marie Angélique mamaya söyleyeyim.
– Kontesi göremezsin, Claudine Alexandrine’i de. Onlar da Deffand’ın salonuna gittiler.
– Niye bana söylememişler?..
– Amcamız kont başlarına ekşimişti de sana bir şey söylemediler. Ben seni alt kattaki konuk odasında bekleyeceğim.
– Öyle ama, Jan, – Ayşet durumu anımsamış olmalı sevinçli konuşmasını kesti, – Edie’nin gelmesine daha bir buçuk saat var. Beklemesem ayıp olmaz mı?.. Ne yapabilirim?..
– Aisse, güzel kız kardeşim, meraklanma, Deffand’a gittiğimizi, kendisinin de oraya gelmesini bahçe kapısındaki bekçilerimize tembih edeceğim.
– Kendisini beklemediğim için gücenip dediğimiz yere gelmezse?..
– Nedir, Aisse, bu başına gelen, bu telaşın niye, seni tanıyamıyorum, – Arjantal bu duyduklarına şaşırdı. – Gelir. Aşk rüzgarına kapılanı hiçbir şey durduramaz, yıldırım, gök gürültüsü bile durduramaz diye kim söylemişti? Adaşım Jean Baptiste Molière ya da Philippe Neriko-Detouch olmalı. Kim demişse demiş, doğru demiş. Böyle olunca Aisse, biz, Adrien’i sordun, oraya gidelim, onu oradan alıp Deffand’ın salonuna götüreceğiz. Biliyor, biliyor, bizi bekliyor.
– Öyleyse, Jan, ben Edie’yi beklesem daha iyi olur…
– Olmaz, Aisse, Şövalye Blaise Marie de Edie erkek, bize gücenmez. Ona seninle birlikte Adrien’e uğrayacağımızı çıtlattım.
“Herkes kendisini düşünüyor…” – diye Ayşet gülümsedi, başka şey söylemedi.
Ayşet’in salona şöyle bir bakmasına fırsat bırakmadan Şövalye Edie’nin kendisini karşılamış olmasına çok sevindi, ama belli etmedi, ona sıcak bir selam verdikten sonra Jeanette-Nicole’a sarıldı, onu yanaklarından öptü, salonda göremediği kontesi du Deffand’a sordu:
– Kontes Marie Angélique nerede? Claudine-Alexandrine’i göremiyorum.
– Onlar, Charlotte-Elizabéth Aisse, başka bir yerdeler, – dedi Pierre Guérin de Tansen gülümseyerek, sözünü şakayla sonlandırdı: – Kontes kız kardeşlerim, sana göz kulak olmam için beni görevlendirdiler, ben de bu görevi yerine getireceğim. Anlıyor musun, Şövalye Blaise-Marie de Edie? Sen de matmazel Aisse. Olmayacak sözler etmeyin, olmayacak şeyler de yapmayın.
Ayşet’le Şövalye Edie yan yana durup kendilerini gözetecek Başpiskoposu dinleyeceklerini belirtir bir biçimde başlarını eğerek selamladılar, oturanlara da aynı selamı verdiler.
– Ben kız kardeşime dikkat etmeyecek biri miyim? – Arjantal da bu duyduğu söze kırılmış gibi yaparak sordu.
– Sen Adrien’den ayrılma, Jan, – diyerek Ayşet kardeşine şakacıktan takılarak talimat verdi, – onun dediğinden dışarı çıkma.
Aktris Adrien bu sözleri beğenmiş olmalı ki alkış tuttu, oturanlar da alkış tuttular.
– Ben salonuma buyurduğum kişilerin ne dediğine, ne diyeceğine karışmam, özgürdürler, – Markiz du Deffand şarap kadehini yukarı kaldırdı, – kadın erkek arası aşk özgürce gelişsin, yaşasın! İçin, neşelenin, evimin her bir bölmeli bölümünde sevişebilirsiniz, sevişmeleriniz ateşli ve müthiş olsun.
– Bravo, du Deffand! – diye haykırarak Markiz Martin de Boileau şarap kadehini aşığının kadehi ile tokuşturdu.
– Bravo! – dedi başka biri ve kadehini kaldırdı, karşılıklı tokuşturdu, haykırarak hep birlikte bunu üçer kez tekrarladılar.
– Serbest aşk diye duyduğun bu şeylerden umutlanma, şövalye, – Ayşet şarap kadehini Edie’nin kadehi ile tokuştururken lafını gediğine koydu. Bir yudumunu bile içmediği kadehini yerine bıraktı, Jeanette-Nicole’e baktı, Arjantal için kaygılandı: – İçkiyi fazla kaçırma, – dedi.
– Üzüme, şaraba lezzet katan Tanrıdır, – dedi Başpiskopos Pierre.
– Evet, evet, – diyerek Jeantte-Nicole Pierre’e katıldı ve eklemede bulundu, – Ama şarabın kırmızı renginin insanın aklını başından alacağını da bize O söyledi.
– Bize neşe ve zevk, güzellik ve tat katan şarap ebediyen var olsun! – Adrien Lecouvrere elinde şarap kadehi, şarap üzerine şiir okumaya başladı: – “ yere dökülmüş ve sararmış yaprakları hafif ve ılık bir rüzgar hışırdatıyor, güneş aydınlığını yansıtan şarabı beyaz üzümden üretirler. Ardından iyi dileklerle yüzyıllar boyunca mahzende bekletir ve yıllanmasını beklerler. Yaşasın şarap, göğsünüzden boşalan şarap, gençliğiniz heba olup gitmesin. Yaşasın fıçılardan akan şarap, yeryüzüne sürekli mutluluk saçmaya devam et. Barış dileklerimizin yere düşmemesi, ömür boyu sürecek bir yeryüzü sofrası, insanların mutluluğu için kadehimi kaldırıyorum!”.
Şiir sonrasında Adrien eski bir Fransız şarkısını söylemeye başlayınca, salondakiler gür sesleriyle ona eşlik ettiler. Markiz de Paraber de pek ortaya gelmeden Molière’in “Don Juan” piyesinden bir parçayı okud u ve temsil etti.
– Şimdi de Charlotte-Elizabéth Aisse La Fontaine masallarından birini okusun, – diyerek Arjantal Ayşet’ten ricada bulundu.
– Jan!..- Ayşet utanarak bir şeyler söylemek istedi, ama masal beklentisi içindeki topluluk buna izin vermedi, “Süt sağan kadınla kırılmış güğüm” masalını ince vücudu ve çekici sesiyle uyumlu olarak okudu.
Akşam buluşmasındaki gençler Ayşet’i içten alkışladılar. Adrien, du Deffand, de Paraber ve matmazel Aisse adına Şövalye Edie de birer teşekkür konuşması (hohu) yaptılar ve birer kadeh şarap içtiler. Çağırılan üç müzisyen parçalar çalmaya başladı, birlikte dansa kalkmış olan çiftler ikişer ikişer ve sessizce salondan kaybolmaya başlamışlardı. Bir süre sonra salonda sadece Başpiskopos Pierre, Şövalye de Edie, Jeanette-Nicole ve Ayşet kalmıştı.
– Marie Angélique ile Claudine Alexandrine salona gelecekti, – gece boyunca kendisini düşündüren şeyi Ayşet sonunda sordu, – niçin gelmediklerini bilemiyorum.
– Kız kardeşlerimi çok özlemiş olmalısın… – diyerek Pierre, Ayşet’le şakalaştı ve yeniden sordu. – Onları o kadar mı özledin? – Ardından eklemede bulundu: – Aisse, kız kardeşlerimin her bir dediğine inanma.
– Hayır, hayır, Pierre, onlar canımın birer parçası, – Pierre’in şaka yaptığını biliyordu, ama o içindekini söyledi. – Papayı evde yalnız bıraktığımız için kaygılanıyorum, sorun bu. Doğru, buraya gelmeme izin verdi. Bir ara iyi değildi, ama şimdi daha iyi, – kontun durumunu soran olmamıştı, ama Ayşet öyle konuştu.
– Çok iyi, Aisse, çok iyi, – dedi Jeanette-Nicole Ayşet’e gülümsedi, Pierre ve yanındaki Edie’ye döndü, – siz erkekler yerinizde kalın, özel olarak Aisse ile biraz konuşsam iyi olacak, – biraz ileride, bölmeli bir yere oturduklarında Jeanette-Nicole Ayşet’e fısıldadı: – Aisse, kontla olan sorununu biliyorum, moralini bozma. – Sonra kaygılandığı durumu sordu: – Charles de Ferriol’ün senden ona karılık yapmanı istediği doğru mu?
– Sen bunu nereden duydun?.. – Kendisinden başka kimsenin bilmediğini sandığı bu şeyi Jeanette-Nicole’ün sorması Ayşet’in gözlerini yerinden oynattı, ama kontu korumak istedi: – Papa hasta, dediği çok şeyi ciddiye almamak gerekir.
– Konta karşı böyle demen yerinde, ama, yine dikkatli ol, ona fırsat verme, tek başına onunla birlikte evde kalmamaya bak. Şövalye Edie ile ne gibi bir ilişki kurmayı düşünüyorsun?
– Jeanette-Nicole, durum bildiğin gibi, Şövalye de Edie serbest olan biri değil, kısıtlı biri…
– Sen de öylesin, Aisse, kont sana karışabilir.
– Niye?.. –Ayşet’in ince ve güzel yanakları kızardı.
– Kont sana “Kızım” diyor, ama durum farklı. Seni satın aldığında ve sana Katolik kaydı yaptırdığında, seni kızı olarak kendine yazdırmadı. Büyüdüğünde sana istediği gibi davranma hakkını elinde tutmak istedi. Bu nedenle “sana istediğim gibi davranırım” demiş olması da bundandır.
– Hayır, Jeanette-Nicole, papa öyle biri değil, – dedi Ayşet kalbi küt küt atarak, – hasta olmasaydı öyle bir şey demezdi. Ayrıca papanın benim için yaptığı iyilikleri unutmuş değilim, sana iyilik yapanın iyiliğini çiğnemek yakışmaz. Papa hasta, onu kimsesiz ve korumasız bırakamam. Kız evladın yapacağı şeyi ona yapmak bana düşüyor… – Ayşet’in içi karardı, yine konuşmasını kesmedi: – Papa hayatta olmasa bile bana yetecek kadar gelir bıraktı.
– Bunu evden kim biliyor?
– Sadece Marie Angélique biliyor. Sorduğunda bana yıllık dört bin livre yazdırdı dedim. Papa öldüğünde paylaşıma katılmak üzere beni de yazdırdığını söylemedim.
– İyi yaptın. Ama Marie Angélique’in bildiğini Claudine Alexadrine’in bilmediğini sanma.
– İsterse bilsin… – Ayşet’in güzel ve gevşek omuzları hemen dikleşti, – papa ve kardeşlerim beni korurken, sen de yanımda olduğun sürece o iki kız kardeşin bana yapabileceği bir şey olamaz. Benim açımdan en büyük sorun şu Şövalye Edie konusu… Bu başıma gelen nedir, bilemiyorum, görür görmez ona vuruldum…
– Başına gelen şeye, Aisse, – dedi Jeanette-Nicole, – kendin yanıt verdin, ama daha sonra neyle karşılaşacaksınız, işte onu bilmiyorsunuz. – Jeanette-Nicole kaygılı olduğunu belirtir biçimde iç çekti. – Farkındayım, Aisse, farkındayım, biz de aynı sorunla karşı karşıyayız. Bizler din görevlisiyiz, bizim için de yollar kapalı. Şövalye için de evlenme yasağı var, bu nedenle bizden farkı yok.
– Ben de onu söylemek istiyordum… – Ayşet’in beyaz yanakları kızardı ve Jeanette-Nicole ile fısıldaştı: – Bana “Seni seviyorum, benimle evlenmeyi kabul edersen şövalye ocağına verdiğim yeminden vazgeçmeye ve aldığım şeref nişanını geri vermeye hazırım” diyor… Ebediyen evde bekleyecek olsam bile sevdiğim şövalyeye öyle yap diyemem. O zaman aldığı onur nişanını ve Fransa için yaptığı özverileri kirletmiş olur… Bir bak, oturuşu ve duruşu ile onun ne denli onurlu, soylu ve iyi yetişmiş biri olduğu belli oluyor… Çok mu konuşuyorum, bilemiyorum, bağışla beni Jeanette-Nicole…
– Şövalyeden olumlu söz etmiş olması, – Jeanette-Nicole’ü sevindirdi, imrenmesine ve gülümsemesine neden oldu, – onu seviyorsun, Aisse. Aşkın sana mutluluk getirmesini istiyorum. Bir de peşini bırakmayan düzenbaz Orleans Düküne kendini kirlettirme, ona fırsat verme.
– Orleans Dükü konusunda kaygılanma. O konuda Marie Angélique ağzımı yokluyor, ama boşuna. – Ayşet yalancıktan bir gülümsedi, üzüldüğü şeyi söylemeden önce sordu: – Bu sağa sola kaçışan kişiler ne zaman geri dönecekler?.. papayı düşünüyorum, gece yarısı oldu, Jeantte-Nicole, kusuruma bakmazsan eve dönmek istiyorum.
– Onları beklememize gerek yok, – dedi Jeanette-Nicole, bunu söylemek için fırsat bekliyormuş gibi, – bizim de ayrılma saatimiz geldi. Onların sormadan salondan ayrıldıkları gibi biz de yavaş yavaş, İngiliz usulü salondan ayrılalım.
İki sevgili, Şövalye Blaise-Mari de Edie ile Ayşet faytona, yan yana değil karşı karşıya gelecek biçimde oturdular. Her ikisinin yüreğinde oluşmuş olan çarpıntı sesleri faytonun tekerlerinden çıkan seslerden aşağı değildi.
– Edie, canımın içi, – dedi Ayşet, fayton Feriollerin konağının önüne vardığında, – arabadan inme, bahçe aydınlık, konak bekçileri de işte kapı önünde bekliyorlar, bir başıma eve gireyim. Yalvarıyorum, papa bizi birlikte görmesin. Olmayacak bir şey söylemesinden korkuyorum. Yabancı biri ile birlikte görünmemi istemiyor…
– Öyleyse, Aisse, olur. Seni seviyorum, – Edie uzatılan sıcak eli bırakmak istemeyerek öptü.
– Ben de seni seviyorum Edie, – diye Ayşet şövalyeye karşılık verdi.
– İzin verirsen, Aisse, Kont Charles de Ferriol’le konuşmak isterim, – diye Şövalye de Edie Ayşet’in arkasından seslendi.
(Devamı var)
İshak Maşbaş, tarihi roman, (s.356-367)