Paris’te Bir Çerkes Kızı – 26
IX
Ayşet’in şansı varmış, sıkıntısını hafifleten Sophie, Pon de Vel ve Arjantal, şimdi kendince boş kalmış bu evdeydiler. Augustin Antoine ağabeyinin sağlığında yapmadığının aksine, çok şeyi düşünür olmuş, karısı ile yaptığı bıktırıcı çekişmeler de buna eklenmişti, Ayşet’e de daha özenli ve daha dikkatli yaklaşmaya başlamıştı.
Ayşet’in yaşama atılacağı, iyi ve kötü günlerinde dayanağı olacak tek kişi olan kont da artık yoktu, ama Ayşeti’i Ferriollerin arasında malsız, mülksüz ve çaresiz de bırakmamıştı… “Teşekkürler papa… Beni satın alıp buralara getirdin, çektiğim sıkıntıları unutmuş değilim, Tanrının bana verdiği bebeğimi göğsümden nasıl olmuş da ayırabilmişim?! Sorumlu olan, onu doğuran benim, şimdi ne gibi bir yaşam sürdürebilirim ki?! Ne diye bu dünyada yaşayacağım ki?! Her türlü zavallılık benim alnıma mı yazılmış, Allahım… – Ayşet farkında olmaksızın tekrarladığı bu yakınmalardan ürktü, bağışlanmak ve istavroz çıkarmak amacıyla elini kaldırdı, indirdi ve yalvardı: – Beni bağışla ve beni anla Allahım, İslam dinimi terk ettiğim için… Zor duruma düştüğümde, ismini her anımsadığımda, “seni başkası ile değiştirdim” dediğimde söylediğim sözler doğru olmamalı, ama senin bilgin dahilinde beni aralarına kattığın Fransızların Katolik dinini kabul etmemiş olsaydım, burada halim nice olurdu bilemiyorum. Yiyecek ve giyecek bulurdum, ama içlerinde barınamazdım. Nereye gidebilirdim, ne yapabilirdim? Bunaldığım anlarda dediklerim ve yaptığım şeylerde senin bilgin olmadığını, bunları görmemiş olduğunu söyleyemem, – duvar gerisindeki tanrı resminin karşısına çöküp istavroz (haç) çıkardı: – Tek ümidim sensin, Tanrım, beni bağışla, beni duy. Ben çok sayıda tanrısı olanlardan değilim, ama ne yapayım, ikiniz de kalbimdesiniz. Şu an senin karşında söylediklerimin doğru şeyler olmadığını anlıyorum, kendimi suçsuz biri olarak da görmüyorum, elimden bir şey gelmediğini yadsımıyorum. Bu nedenle olmalı doğurduğum bebeğime karşı çaresiz duruma düşmüş olmam da… Sorumluluğu kimseye yüklemiyorum, kendim ettim, kendim buldum. Selini’yi nikâhsız doğurmuş olmamı bağışla. Şövalye de Edie’nin beni sevme, benim de onu sevmem dışında bir suçu yok. Beni denemekte olduğunu unuttum, suçlu benim, sorumluluğu bana yükle. Sırtımda bu günahı taşırken bile beni anlayacağını umuyor ve sana yalvarıyorum: Papamın (kont babamın) bana karşı işlemiş olduğu günahları bağışlamanı diliyorum, aklı başında olsa bana karşı öyle şeyler söylemezdi. Başkalarına karşı da hiç suç işlemediğini iddia edemem, ama acımasız, merhametsiz biri de değildi. Onun bana yaptığı iyilikleri saymakla bitiremem, yaşadığım sürece onun için Tanrı’ya yalvaracak ve dua edeceğim”, – Ayşet yine istavroz çıkararak üç kez tanrı resmi karşısında başını eğdi ve oradan ayrıldı.
Gözyaşları içinde Jeanette Nicole’a yazdığı mektubu eline alıp yeniden okudu: “Julie’ye beynimdeki kötü şeyleri yazmadığım, onu kendimden soğutmadığım ve üzülmesine neden olmadığım için iyi etmişim, şanslıymışım. Jeanette Nicole’ün “İnsan yaşamı sevinç ve üzüntü ile birliktedir, bu ikisinden birine kapılmak olmaz” dediği doğru olabilir mi? Bu soruya nasıl bir yanıt verilebileceğini bilmiyorum. Buna herkes kendi anlayışına göre bir yanıt verebilir. Ben üzüntülerimden kaynaklanan sevinci gizlemem nedeniyle, yoksa, her şey benim için bir üzüntü kaynağı mı oldu? Üzülen sadece ben olsaydım sorun olmazdı… – Bolingbrokların bilgileri dahilinde, onların yanına gidiyormuş gibi yapıp Şövalye de Edie’ye haber vermeden ve Ferriollerden de gizleyerek, bebeğinin yanına Sans’a gittiğini, Isabelle-Louise’nin henüz yarım yılını doldurmamış Selini’yi kendisine gösterdiğini anımsadı, Ayşet’in gözyaşları döküldü, – dayanamadım, evladın sana yaptırmayacağı şey olmaz denmesinin anlamını şimdi daha iyi anladım, zorla göğsümden ayrıldığın için sana gücenmiyorum. Bana verdiğin yakınlık için teşekkür edecek yerde seni bırakıp ayrıldığım için bana gücenme, şanssız biriyim diyerek, gizlice kendimi avutarak içinden çıkamayacağım büyük bir yangının içine atmışım. Serbest aşk yaşayan Claudine, Paraber, Duffant ve Pri’nin doludizgin aşklarını onaylamamıştım, kendi başıma kendim iş açmış oldum…” – bu arada kapının çalınması Ayşet’i ürküttü, gözlerini sildiğini ve mektup sayfasını hızla çevirdiğini Pon de Vel ile Arjantal de gördüler.
– Aisse, yetmedi mi o denli üzüldüğün, ağladığın… – diyerek Pon de Vel Ayşet’i yanağından öptü, Arjantal de aynısını yaptı, daha üzücü bir ses tonuyla sordu: – Ne diye bu sayfayı gizliyorsun?
– Bu mu? Burada hiçbir şey yazılı değil, – dosya sayfasını eline alıp eskisi gibi yerine koydu.
– Hiçbir şey yazılı değilse, – diye Arjantal yaprağa takıldı, – ne diye ağlayarak yaprağı saklıyorsun? Yoksa içinde olmayacak bir şey mi yazılı…
– Jan, – Pon de Vel kardeşini azarladı ve sözünü kesti.
Ayşet artık kendine gelmişti:
– Ölen mi, yoksa geride kalanlar mı, hangisi daha zavallı? – diye söylenip düşünmelerine fırsat tanımadan sözünü bağladı: – Buna Montesquieu (Monteskiyö) ile Voltaire bile yanıt bulamadılar, biz boşuna yanıt bulmaya çalışmayalım. Bu sayfada gizli bir şey yazılı değil, okuyun, kime yazdığım tanıdığınız biri, Markiz Julie’ye yazdım. – Yaprağı Arjantal’e uzattı, aynı sırada soluyarak Kont Augustin Antoine odaya geldi.
– Sizler de burada mısınız? – dedi Kont çocuklarıaı gülümseyerek. – Kız kardeşinize destek çıkarak iyi yapıyorsunuz. Dünyasını değiştiren zavallı kont yabancınız olan biri değil, sizi severdi, başarılarınızla gurur ve mutluluk duyardı, benim size yapamadığım birçok iyiliği o size yaptı. Cenazeye kral ya da kralı temsilen birinin gelmediğini söyleyenlere aldırmayın. François Voltaire ve Charles Louis Montesquieu’nün Kont Charles de Ferriol için söyledikleri sözler ve ona verdikleri değer, tek başına her şeye bedeldir. Sen, Kontes Charlotte Elizabéth Aisse, babandan, ağabeyimden memnunum, ne dediyse içine atarak ona katlandın, onu bağışladın; ona özenle baktığını, onu kolladığını Tanrı biliyor, ben de unutamam, kimsenin senin kalbini kırmasına izin vermem. Bu gelme nedenimi kardeşlerin de duysunlar, gizlemiyorum: – Moralini yitirdiğini, bilmediğimiz bir olayın başına gelmiş olabileceğini Kontes Marie Angélique söyledi. Ağlama, kızım, bir sırrı olmayan kişi yoktur, başa ne gelirse gelsin kişi umudunu yitirmemeli, ne olursa olsun arkanda Ferrioller duruyor, bunu sakın unutma.
Konuşmasının ardından Augustin Antoine odadan ayrılırken, kontun ağır soluma sesi duyuluyordu, Ayşet içten acıyarak kontu izledi. Pon de Vel ile Arjantal babalarının kaygı verici durumundan çok, söylediği “söz” nedeniyle üzülüyor, bunu neye yoracaklarını bilemeden birbirlerine bakıp duruyorlardı. Ayşet de gençlerin içinden geçeni anlamış, kendi çözülmemiş gönül işlerinden kopmadan gülümser gibi yapıp sözü değiştirdi:
– Boş yere üzülmeyin, anne ve babanız şövalye ile benim durumumun ne olacağını bilemedikleri için kaygılanıyorlar. Hepsi bu.
– Artık bu konuda kimse kaygılanmasın, – dedi Ayşet’in başına gelenlerden habersiz Arjantal, – amcamızı toprağa verdikten sonra, Aisse, sorun bitti, şövalye ile artık evlenebilirsin!
– O zaman şövalyenin birliğine verdiği evlenmeme yemini ne olacak? – Pon de Vel önemsemeden sordu ve sözünü sürdürdü: – Sorun senin sandığın kadar basit değil.
– Elbette öyle… – dedi Ayşet, umduğu şeyi duymuştu, hemen söze karıştı, ama hemen toparlandı: – Zavallı papamın cesedi henüz soğumadan böyle şeyler konuşmak günah olur. Başka bir şey konuşalım, François Voltaire Charles Louis Montesquieu ölü yemeğine (hadeus) çağrılmamışlar mı bilmiyorum, kendilerini görmedim de.
– Çağrıldılar, – dedi Pon de Vel, – papadan sonra onları kendim çağırdım. Bilmiyor musun onların huyunu, Aisse, bahaneler uydurup ölünün ardından verilen yemeklere katılmıyorlar.
– Sadece o kadar da değil, – Arjantal de kendinden büyük abla ve abisine katılıyor ve kuşkucu davranıyor, – rahiplerin ölülere ilişkin okudukları duaları da yersiz buluyorlar. Bana sorarsanız söyleyeyim: Doğru davranıyorlar.
– Gereksiz şeyler söylüyorsun Kont Arjantal de Ferriol, – küçüklüğünde yapmadığı gibi Pon de Vel sakınarak kardeşi ile şakalaştı, – Fransız parlamentosunda konuştuğunu mu sanıyorsun?
– Beni seçtirirseniz orada da konuşurum! – dedi Arjantal coşku içinde, lafını uzattığını anladı ve konuşmasını bitirdi: – Aisse’nin dediği gibi başka şeyler konuşalım. Dayımız Başpiskopos’un hatırına olsun, din adamlarından, dinin kendinden değil, din adamlarından söz etmeyebilirdim… Siz burada oturun, benim işe dönmem gerekiyor.
Evde yalnız kaldıklarında Ayşet, Voltaire için duyduğu endişesini Pon de Vel’e söyledi:
– François’ya düşünce özgürlüğü gibi konularda konuşurken biraz daha dikkatli olmasını söyle, Bolingbroklar da onun adına kaygılılar.
– İngiliz hükümetinin baskılarına karşı çıkan Lord Bolingbrok ne zamandan beri böyle kokak biri olmuş ki? – diye bu duyduğunu neye yoracağını Pon de Vel Ayşet’e sordu, kendi görüşünü de belirtti: – İçinde kurt olmayan orman, Aisse, sıkıcı olur. Ben François’yı kurda benzetip eline geçeni parçalamasını istiyor değilim. Ormanın kralı olan aslan bazen kendini gösterse iyi olur. Voltaire’e dikkat etmemiz, tökezlemesini önlememiz gerekiyor, ama onun özgürlük içeren sözlerini köreltmemiz de doğru olmaz. Yalnız kalmaması ve ona destek çıkacak arkadaşlarının olması gerekiyor.
– Ayşet, kaygılarını ve Auguste Antoine’ın söylediği şeyleri unutmuyordu ve şimdi işittiği eğitici sözlerin değerini anladı ve yanakları pembeleşti, güzel ince başını sallayarak konuşmaktan da kaçınamadı:
– Bana akıl vermeye kalkışıyorsan, Pol, sana katılıyorum, bu sözlerinden dikkatli ve dayanışma içinde olmamız gerektiğini anlıyorum. Ancak sözlerine ilişkin görüşümü söyleyeyim: Kral XIV. Louis dönemindeki Molière, La Rochefouc, La Fayette, Corneli ve La Fontaine gibi güçlü ve yetenekli yazarlarımız artık yok, yeni yazarlara gereksinim var. Niçin yazarımız yok biliyor musun? Hele bir dur, sözümü tamamlayayım: – Ülkeyi kirleten kral naibi Orleans dükünden nefret ettiğim için konuşuyor değilim – Bu gibi kişiler yüzünden zaten bu hallere düştük. Sahnelerde serbest aşk konulu utanılacak piyesler dışında bir temsil verilmiyor. Restoranlarda, otellerde, tiyatro salonlarında, cadde ve sokaklarda yapılan uygusuz davranışlar da bu yüzden değil mi?.. Ayşet içini boşaltırken, kendi yaptığını da anımsadı, ne diyeceğini bilemeden çakılıp kaldı, ama zor durumlara düştüğünde, bir çözüm yolu bulduğu gibi, sorunun çözüm yolunu buldu: – Bu değil miydi, sevgili kardeşim Pon de Vel, ormandaki kurt ile bana anlatmak istediğin şey? Evet, bu, Pon. Bunlardan başka üzüleceğin bir şeyi de sana söyleyeyim. Bunlar ve başka anlaşmazlık ve çekişmeler yüzünden Fransız ülkemiz, tanrı esirgesin, bazen yok olacakmış gibi geliyor bana. Bu şeyi düşünelim, ama zavallı papanın bize söylediği gibi sinirlenmeden düşünelim, tabii ben bir Jeanne d’Arc değilim, korktuğumu sanma, biz üstümüze düşecek görevleri yerine getirelim.
Pon de Vel, Ayşet’in sağlam biri olduğunu, inandığı şeylerden sapmayacağını, sözlerine sadık kalacağını ve bazen kaygılarından etkilendiğini biliyordu, ama Kont Charles de Ferriol’ü anımsatırcasına Fransız edebiyatı, tiyatrosu ve tarihi ile toplum ilişkileri konularında bilgili ve bilinçli olduğunu bilmiyordu. “Ardından ülkesini düşündüğünü, ülke yazarlarının adlarını bir bir sayacağını beklemiyordu. Ülkesinin bestecilerini, şarkıcılarını, artistlerini ve dansçılarını, yaşayan ve yaşamayanları, başarı ve eksikliklerini değerlendirebiliyordu Aisse. Sevinç ve coşku içinde Pon de Vel kendi içinden kendine bunları söyledi.
– Pon, nedir bende bulduğun o denli ilginç şey? – Ayşet şimdi daha güzel bir gülümsemeyle şaka yollu sordu.
– Her konuşmamızda, Aisse, nedenini bilsem de bilmesem de beni etkiliyorsun.
– Bunun nedeni sensin. Yazdığın çocuk kitaplarından tut da, tiyatro yapıtlarına değin her yazdığını okudum. – Ayşet biraz ara verdi, ardından konuşmasını sürdürdü: – Öğretmenim Jeanette Nicole’ün yetişmemde katkıları oldu, Claudine Alexandrine’e de teşekkür ederim, edebiyat salonu, oraya sadece Voltaire ve Montesquieu gelmiş olsalar bile bana yetiyordu, orada çok şeyler öğrendim, derin ve köklü düşünceler konuşulduğuna tanık oldum. – Ardından yas içindeki Ayşet’in yüzü beklenmedik biçimde canlandı ve açıldı. – Pon, benimle dalga geçecek misin bilmem, ama Claudine gibi ben de yazı yazmak istiyorum.
– Aisse,- duyduğu şeye sevinen Pon de Vel hemen yanıt verdi, – hiç dalga geçer miyim, yazı yazacağından emin olayım tek.
– Neden? – diye sordu Ayşet.
– Unuttun mu Cenevre’yi, oradaki bahçemizi, Pon de Vel’i, La Source’u bize tanıtıcı yazılar yazdığını? O yazıları Arjantal ile birlikte okurken, yazar olabileceğini düşündük. Bu üzüntülü durumu yaşamasaydın, dönüşünde bu konuyu sana açmayı düşünüyorduk.
– Öyle ama, – utanaraktan Ayşet yanıt verdi, – O okuduğunuz yazılar, bir çırpıda yazdığım sıradan yazılardı.
– O yazılar derin düşünce ve duyguları yansıtmayan yazılar olsaydılar, sana sözünü bile etmezdik. Başka bir şey de söyleyeyim: Gönderdiğin mektuplardan bazılarını, sana ilişkin yazı yazman gibi bir şey söylemeden Voltaire’e de okuttuk, o da şimdi sana söylediğimize benzer şeyler söylemişti. Ama yazı yazmak istersen, sıradan bir yazıyı François Voltaire’in beğenmeyeceğini bilmelisin: “Claudine gibi yazı yazmak istediğini” sakın Voltaire duymasın. “Yazmak isteyen birinin söyleyeceği bir şeyi varsa, düşüncelerini – acı ve sevincini, isteksiz ve istekli anlarını, değişik düşüncelerini okuyucuya aktarabilecekse, yazdıkları ilginç karşılanacak ve başka yazarların yazıları içinde kaybolup gitmeyecekse, yazsın” diyecektir.
– Pon de Vel, – beklenmedik biçimde açtığı yazı yazma konusundan çok, şimdi Ayşet’in söylediği sözleri karşısında yüzü pembeleşti, gerinerek ve boşalarak konuşmaya başladı, – “Claudine gibi yazı yazmak istiyorum” dememin anlamını, anlaşılan anlamamışsın. François Voltaire’in ne diyeceği konusundaki sözlerin gerçeği yansıtıyor. Sen de ben de onun görüşüne katılıyoruz. – Söylediği şeyi uzun bir süreden beri düşündüğünü belli etmek istercesine Ayşet gülümsedi.
– Neler konuşuyoruz böyle? Zavallı ninemin bizler için ne dediğini biliyor musun: “Avlamadıkları ayının postunu yüzüyorlar”. Ne diye gizleyeyim, yazma işine beni yönlendiren Julie Calandrini’dir. Kendimden fazla söz etmiş olmalıyım, şimdi senin işlerinin ne düzeyde olduğunu bilmek isterim. Tiyatro için yeni bir piyes, temsil hazırlığın var mı?
– Bildiğin gibi, oyun yazarlarımız artık piyes yazmıyorlar mı bilmiyorum, yeni bir piyes gelmiyor. Gözyaşı döktürücü dramlarla lirik yanı bulunmayan kuru vodvillerden (hafif güldürülerden) başka şey yok, bıkkınlık verdi.
– Ne yapalım, günümüz onu götürüyor, – dedi Ayşet, merak ettiği oyuncuları sordu: – Michel Baron ile Adrienne Lecouvreur desene işsiz kalmışlar?
– Öyle oldu, Baron Michel yazı yazıyor, Adrienne Lecouvreur ile Arjantal de Ferriol aşklarını sürdürüyorlar. Jan’ın işine döndüğünü söylemesine inanma.
– Birbirlerini o denli seviyorlarsa, – diye bir iç çekti Ayşet, – sevindirici bir şey bu, ama Arjantal’in Adrinne’den karşılık bulacağını sanmıyorum. Yanılıyor olabilirim, ama oyuncular temsil ettikleri kişilere benzerler gibime geliyor. Ne diyebilirim…
– Dünya dediğimiz böyle bir şey – biri güler, diğeri ağlar, biri şımarır, diğeri aç aç gezer. Yaşamımız böyle olunca, Pon de Vel, düşündürücü, uyarıcı, emeği ile elde etmediği malın şımarttığı kişileri sarsacak piyeslerimiz-temsillerimiz olmalı…
– Hele, hele, Charlotte Elizabéth Aisse de Ferriol, – dedi Pon de Vel, duyacağı şey ilginç de olsa, gülerek Ayşet de sustu, – Voltaire’i gözetin demekle ne ne söylemek istiyorsun?.. Öyle şeyleri yazar ve sahnelersen, Bastil’in kapısı sonuna değin sana açılır… – Ardından daha alçak bir sesle konuşmasını bağladı: – Ne yapacağımızı bilmiyorum, “Zoraki Nikâh” oyununa geri dönmeyeceksek.
– Kral XIV. Louis’nin beğendiği Molière’in piyesinden mi söz ediyorsun? Ne diye sen de o piyesi beğenmiyorsun ki? Fena piyes değil. Özgün biçimine zarar vermeden güncellersen ve yeni eklemeler yapıp piyesi sahnelersen, izleyicinin beğenisini alırsın diye düşünüyorum. Bir bak, farklı görüşü olanlar da olabilir.
Söyleyeceklerini tamamlamadan “Zoraki Nikâh” sözcüğü Ayşet’in içine battı, bunu kendine ve şövalyeye yönelik bir laf atma gibi gördü, sözü değiştirdi: “İçine düştüğüm nikâsız durumu dikkate almadan, başkalarını eleştiriyorum… Aslında, Molière o piyesi ikimiz için yazmış olmalı… – Şimdiye değin Ayşet’in kaygılandığı, sırtında taşıdığı bu yük, bu durum artık başına vurmuştu. Pon de Vel ikimiz için mi o piyesten söz ediyor? Suçsuz yere onu sorumlu mu tutuyorum, bilemiyorum, ama ayıbımı burada kardeşlerime açmak istememiştim… Ama gizli şey günün birinde mutlaka açığa çıkar. İşte, kontesin kuşkusu üzerine Kont Augustin kardeşlerimin önünde beni sorguladı. Berikiler önemli, yoksa amcam sırrımı öğrense bile beni anlayacağını, hoş göreceğini umuyorum… “
– Böyle konuşarak, Aisse, beni güldürecek, Kral XIV. Louis’ye de tiyatromu kapattıracaksın… Aisse, nerede yaşıyorsun? Beni dinlemiyor musun?
– Hayır, hayır, Pon de Vel, seni dinliyorum, – Ayşet sıkıntı verici durumundan sıyrılıp yanıt verdi, – kendinden emin değilsen piyesi sahneleme.
Pon de Vel gülümsedi:
– Kendimi fazla korkak biri olarak görmüyorum. Böyle bir korkun olursa tiyatro yönetemez, piyes de sahneleyemezsin. Bu piyes için dediğini yapacağım, Aisse, başımıza bir şeyler gelecek olursa seni sorumlu tutarım, ne olacağına bakarız… – ikisi biraz şakalaştıktan ve söyleyeceklerini söyledikten sonra Pon de Vel ansızın bir şeyi anımsadı, içtenlikli biçimde Ayşet’e sordu: – Aisse, ne diye “Bir üzüntün varmış gibi” annemizden duymuş diyerek babamız sana sordu ki?
Beklenmedik bu soru karşısında Ayşet’in rengi attı, ama kadınlık yanı ağır bastı, gerçeğe yakın bir yanıt verdi:
– Şövalye Edie ile ilişkimi mamanın çekemediğini size söylememiş miydim…
– A-a, mama ile Claudine’in merak etmedikleri şey Paris’te var kalmış mı ki, – bunu önemsemediğini belli eder biçimde Pon de Vel elini kaldırdı, – benim de ağzımı yoklamışlardı, ben de aralarına girmeyin demiştim.
– İyi yaptın, – Ayşet’in yeniden rengi geldi ve gülümsedi. – Aşk, birbirini seven iki kişinin birbirine karşı duyduğu duygudur. Ama Edie ile olan aşkıma kimseyi karıştırmak istemiyorum. Evlenmeme andı verdiği şövalyelik ocağı (Orden), evlenmemize izin verir mi?.. Şövalyenin özgür hareket etme yetkisinin bulunmadığını bilmiyor musun?.. Bu işin sonunda çok sorun ortaya çıkar. Bir süre geçsin olacaklardan, durumdan seni haberdar ederim. – Pon de Vel şövalye konusunda bir şeyler söylemek istediyse de, Ayşet önüne geçti ve onu konuşturmadı: – Hayır, hayır, Edie’ye kusur bulma, o suçsuz, suçlu ve sorumlu olan benim sadece…
(Devamı gelecek)
İshak Maşbaş, (Tarihi roman, s. 474-484)
Benzer İçerikler
Tüm ifadeler:
Dursun Kuzucu, Erdal Doğan ve 9 diğer kişi