Paris’te Bir Çerkes Kızı – 27

X
Sabah mahmurluğu içinde Sophie çıkıp geldiğinde Ayşet önce bir ürktü, ardından gülümseyerek sordu:
– Sophie, nedir bu halin böyle? Bu gece durmadan yağan kar dersek, değil, uzun bir süreden beri uyku uyuyamıyoruz.
– Kar yağması değil… – Sophie kapıyı iyice kapatarak, söylemek istediği şeyi yavaşça mırıldandı: – Kontes Maria-Agngélique sırrımızı biliyor…
– Ne sırrı imiş bu?.. – İlkin Ayşet, Sophie’nin ne demek istendiğini anlayamamıştı.
– Sabah çikolatasını götürdüğümde kontes, “Charlotte-Elizabéth Aisse’nin bir bebeğinin olduğu doğru mu” diye bana sordu, ben de “hayır!” dedim.
Ayşet korkacak yerde duyduğu bu habere, kendisini tutamayarak yüksek sesle güldü. Sophie, ne diyeceğini bilemeden Ayşet’e baktı, ardından yardımcı olamamanın bilinciyle gözlerinden yaşlar döküldü. Ayşet, o an kınanacak bir durumda idi, yine sarılarak Sophie’yi dindirmeye (sakinleştirmeye) çalıştı.
– Ağlama Sophie. Gözyaşı sıkıntıyı gidermenin bir yolu ise de, bizim güçlü ve sağlam durmamız gerekiyor, güçsüz ve zayıf olacak halimiz yok. Bilir misin babaannem gizlilik konusunda ne derdi: “Karanlıkta bile seni görür, kırda bayırda yine duyarlar. Komşu kadının bir şeyleri gizlediğini anladığında da, onu şöyle azarlardı: “Karnında olan şeyle bahçesinde olan şeyi kim saklayabilir ki?” Dikkatli davranayım derken görüyorsun bu başıma geleni? Ayrıca bu şeyi içimde saklayarak kendi kendime zarar verdim.
– Sen olmayacak bir şey yapmadın! – Sophie ansızın haykırdı. – Kontes açığını arayacağına kendi kız kardeşi Claudine’e baksın. Bunu yüzüne vurmama ramak kalmıştı, ama şanslıyım ki kendimi tutmayı başardım… Hayır, hayır, Aisse, pişmanlık duyuyor değilim, sadece seni kollamak istedim.
– İyi yaptın, Sophie, kendini tuttuğun için. – Ayşet bir süre bakınıp sözünün devamını getirdi. Marie-Angélique mamanın derdi nedir, biliyorum… Bir gün Laroche bana bir şeyler çıtlatmıştı.
– Aisse, seni dinliyorum, – Sophie, Ayşet’in diyeceğini yarım bıraktı, – ne kadar da ilginç birisin sen! Yalan dolan içindeki o kontesi “Marie-Angélique mama diyerek anıyor ve çağırıyorsun? Bu arada yalaka Laroche ile ne diye konuşup durursun?
– Sophie, canımın içi. – Ayşet de kendisine söyleneni ilginç bulmuştu, – her şey istediğin gibi olmuyor… bazen kabul eder, bazen de etmezsin. Marie Angéliue mama bana karşı kuşkucu ise de, zor günlerimde bana annelik de yapmıştır. Papamın bana yaptığı iyiliklerin gerisinde kalmamıştır. Her türlü sözünü bağışlamakta olmam da bu nedenle, onun şu an kaygılandığı şeyi de biliyorum. Daha önce söylemiştim, yine söyleyeyim: İş başa düştüğünde, kendi başının derdi peşine düşer, mal mülk uğruna aklını yitirir. Sen de bilirsin, hiçbir zaman başkasının malında mülkünde gözüm olmadı, şu durumumda bile öyle bir şey düşünmüyorum. Marie Angélique mamamı itemem, o da beni itemez, ne de olsa annemdir. Ama papam konusunda benden işkillenmiş olmasına üzülüyorum. Laroche konusunda haklısın. Bildiğimiz kadarıyla kötü biri değil, işini iyi yapıyor, papayı akıl hastanesine kaldırmayı önerdiklerinde, eksik olmasın, karşı çıktı. Kusursuz biri demiyorum, ama iyi yanı daha çok.
– Aisse, ne kadar da iyi birisin! – diyerek Sophie, Ayşet’e gülümsedi. Orleans dükünün hekiminin gönderdiği ilaçtan emin olmadığı için su katarak dozajını düşürmekte olduğunu anımsıyorum. Kadınlara düşkünlüğü nedeniyle Laroche’tan hoşlanmıyorum, şimdi o yalakaya iyi gözle bakmama neden oldun… Bana kalsa Aisse, o dediklerini bir araya toplayıp dünyada söyleyemezdim. Konu sen olsan söylerdim tabii. Berikilerin yaptıklarını, gördüklerimi her anımsayışımda ne yapardım, bilemiyorum…
Ayşet Sophie’ye diyecekleri konusunda farkında olmadan boşalıyor olsa da, sevgi dolu bir bakışla, onu kınamadan ve şakalaşmadan edemiyordu:
– Sophie, öyle yapma, sende olmayan ve beğenmediğin huylara kapılma. Beni överken başkalarına kötü gözle bakma, benim yüzümden sana kinlenenler olur ve başına iş açabilirsin.
– A, çok umurumda, – böylesi durumlarda yaptığı gibi, elini gözlerine perde yapıp gülümsedi, – o gibiler bana lazım değil!.. Sen olmasan, o Marie Angélique başta hiçbirinin yüzünü görmeye katlanmam, tek bir saat olsun Ferriollerin konutunda durmam. – Sabah kahvaltısı vaktinin geldiğini bildiren zil sesinin duyulması üzerine Sophie, ürkerek konuştu: – Bu çan sesi beni sevmiyor olmalı! Şimdi ben “bana onu getir, bunu ver” diyecek kişilerle yine baş başa kalacağım. Aisse, sen gelme, biraz halsiz der, sana ayrı bir tepsiyle kahvaltını getiririm.
– Sophie! – yüksekçe bir sesle Ayşet konuştu. – Bu dediğine de bir bak, bana uygunsuz bir iş mi yaptıracaksın? Kendi kusurumu Ferriollere yükleyecek miyim?!
– Öyle düşünüyorsan, olur, – Sophie söylediklerini içinden reddetmeden gülümsedi ve fikrini değiştirmiş gibi yaptı, – senin sıkıntın benim de sıkıntım, seni yalnız bırakamam, her şeyine katlanırım. Olmayacak bir şey söylemişsem, bağışla beni.
– Sözlerinde doğru taraf yoktur demiyorum, ama kendine dikkat etmeni istiyorum.
– Ben de öyle düşünüyorum, ama yapamıyorum. Sen de fazla gecikme.
Odada yalnız kaldığında Ayşet’i bir ağlama tutturdu, hemen ayağa kalktı. Birinin kendisini çağırdığını sanıp bahçeye bakan pencereye koştu: Yeryüzü son noktasına değin bembeyaz karla kaplanmıştı. Karı eritecek beklenmedik bir ılık yel de esmiyordu. Soluk alacak olursa, kendisini bir başlık gibi örten kar örtüsünü üzerinden atacağından korkuyormuş gibi, o sevdiği heybetli meşe ağacı da yerinde duruyordu. Tam o sırada nasıl olduğunu bilemeden uzaklarda kalmış, çocukluk günlerindeki o sivri kama gibi tepeleri olan kendi sıradağları gözünün önünde canlandı. “Bizim taraflar sıcak bir yer, büyük kar yağdığı görülmüyor, – dedi Ayşet, kendi kendine, – ama sıradağlarımızın tepelerinden de kar eksik olmuyor… Fransa’da şimdiki gibi büyük bir kar yağdığını şimdiye değin görmüş değilim. Sans’ta da böyle bir kar yağmış olabilir mi?..” – diye henüz sormuşken, Ayşet ikinci zilin çaldığını duydu, sadece iki kez gördüğü bebeğinin görüntüsünden çıkmak isteyerek ve içi bulanarak çağrıldığı yere doğru gitti.
Sofrada karı koca, Kont Augustin Antoine ve Kontes Marie Angélique dışında kimse yoktu.
– Gel, gel, Aisse, – diyerek kontes Ayşet’i sofraya çağırdı, – biz de yeni oturduk. Ah, Aisse, bakınıyorsun, ama zavallı babanın koltuğu yok, kaldırttık, yetmez mi hepimizin onca üzülmüş olmamız. Öyle değil mi, Auguste? – ayak topuğuyla kontu dürttü.
Tombul bir ayı gibi oturan Augustin Antoine ilkin soruyu anlayamadı, ardından dürtmeler onu kendine getirdi ve durumdan hoşlanmadığını Ayşet’e de belli edecek biçimde karısına çıkıştı:
– Kontes, ne diye yerinde rahat durmuyor, ikide bir beni dürtüyorsun?.. Evet, Charlotte-Elizabéth Aisse, baban Kont Charles de Ferriol’ün koltuğunu kaldırttım. Gel de sol tarafıma otur, yaşadığım sürece bu koltuk, senin oturma yerin olacak.
– Evet, öyle, Charlotte-Elizabéth Aisse, – kocasının kendisine çıkışmasına aldırmamış gibi yaparak Marie Angélique, “yalnız kaldığımızda, o senin o lafını ağzına tıkarım” diye içinden geçirerek, kontu destekledi, – Kont Agustin Antoine’ın dediği gibi, onun solunda oturacaksın. Bizden sonra da kardeşlerine göz kulak olursun.
– Tanrı size uzun ömürler versin, sizi başımızdan eksik etmesin, şu an öyle şeyler konuşacak bir konumda değiliz. Ancak sizden bir ricam olacak: Ben babamın koltuğunda oturmak isterim.
– Teşekkür ederim, Aisse, abime karşı bu denli bağlı ve saygılı kaldığın için, – duyduğu bu saygılı rica karşısında sevindi ve sofra hizmetçisine seslendi: – Kont Charles de Ferriol’ün koltuğunu kızı Kontes Charlotte-Elizabéth Aisse için buraya getirin. Şimdi de, Charles’ın yaptığı gibi Tanrıya dua edelim.
Dua sonrasında, Marie Angélique alelacele bir haç (istavroz) çıkardı, sofradakilerden önce konuştu:
– Tanrı dualarımızı kabul etsin, sana ayırdığımız bu koltuk da, Aisse, senin için hayırlı olsun, – “Ne düşündüğünü bilmiyoruz, Ferioller ile sıkı bir dayanışma içindesin… Kont bana izin vermiyor, ama kuşkulandığım şey doğrulanıyor… kısa sürede zaten belli olur…” – içinden eklemeler yapıp konuşmasını bitirdi, ardından kaygılandığı şeyi bir yana bırakıp sözünü değiştirdi: – Aisse, bu gece yağan büyük kar konusunda bir şey demedin, biz de demedik. Çok kar yağmış olması seni korkutmadı mı, güzel kızım?
– Hayır, Marie Angélique mama. Karlı bir kış, karsız bir kıştan daha iyi olmaz mı? Tarlalardan daha çok, daha bereketli ürün alınır diyorlar.
– Aman Tanrım, bu bizim Aisse’mizin bilmediği şey de yok. Duydun mu, Auguste?
– Duydum… – abanmış rafadan yumurtasını yemekte olan kont homurdandı.
– Duymadın, Auguste… – kontes Ayşet’e bir göz kırpıp kocasıyla şakalaştı.
– Yahu, duyuyorum. Yeni mi kar gördünüz. Biraz yememize izin verin, çay geldiğinde ne isterseniz söyleyin. Aisse’nin dediğinde doğruluk payı var, kar yağması iyi bir şey.
– Böyle yağacağını bilseydik iki faytonumuzdan birinin altına kızak taktırırdın, Auguste.
– Ne diye kızak taktırayım, – içi boşalmış yumurta kabuğunu ileri itti, memnun biçimde sordu – unuttun fayton için kızağımız olduğunu?
– Evet, evet, unutmuşum, var tabii, – “şu çayını iç te bu küçük ince kafalı kızla beni baş başa bir bıraksan” diyerek kontes konta yanıt verdi. – Kar yağdığı gibi erir gider, bunun için demir kızak getirtip seni uğraştırmam. O şeyden önce evde ve bahçede yapılması gereken çok şey var.
Kont Agustin Antoine Ferriole kendisine denen şeyden hoşlanmamış halde çay fincanını yarım bıraktı, kendini zor tutarak kontese yanıt verdi:
– Bu yaşlı dönemimde bana uygun bulduğun şey bu mu?.. Hayır, kontes, sana bir şaka yaptım, seni kınamış değilim. O sözünü ettiğin şeyleri yapacak kişinin ben olmadığımı biliyorsun, bunları yapacak işçilerimiz var, bahçedeler. Sen olmayacak şeyler istiyorsun, sizin boş sözlerinizi dinlemek istemiyor ve gidiyorum. Ama uzun uzadıya dedikodu yapabileceğinizi sanmıyorum – çocukları kahvaltı için göndertirim.
– İstemez, uyusunlar! – Marie Angélique kontun arkasından seslendi.
– Duyuyor musun, Aisse, bunun ne dediğini? – Augustin Antoine çökmüş bedeniyle geriye dönüp sordu. Yanıt beklemeden her ikisi ile şakalaşarak Ayşet’e bir soru sordu: – Charlotte-Elizabéth Aisse, Marie Angélique sana bir dizi şeyler sıralar, boş ver.
– Nedir bu giden somurtkan kişinin sana bu söyledikleri? – Umursamıyormuş gibi Marie Angélique Ayşet’e sordu, ona acımakta olduğunu da söylemekten kaçınmadı: – Kar yağdığını ilk kez görüyormuşuz gibi gevezelik yaparken kontun doğru dürüst kahvaltı yapmasını engelledik. Çok yemesi de gerekmez, görüyorsun vücudunu taşıyamayacak denli şişmanlamış.
– O konuda, Marie Angelique mama, amcam Augustin Antoine konusunda sana katılmıyorum, yaşına göre durumu fena değil: Ayrıca beden ve akıl sağlığı yerinde.
– Aman Tanrım, ne kadar da enteresan bir kızsın sen, Aisse, – o tombul ayıyı bana tarif etme, onun ne olduğunu kimse benden iyi bilemez” diye homurdanarak kontes Ayşet’e bir göz attı ve konuyu tatlıya bağladı, – aramızda olmasa bile şapka taşıyan Ferriollere laf ettirmiyorsun, böyle yaparak onları şımarttın, kimseyi umursamayan kişiler yaptın. Arkamdan bir söz etmiştiniz. “Bana aldırmamanı söyleyen” kimdi?
– O konuda Marie Angélique mama hiç tasalanma, bizimle şakalaşmak istemiştir… – “Sophie’nin kontu sofradan kovdu dediği sırrımız şimdi açığa kavuşuyor, Pon de Vel ya da Arjantal’den biri olsun gelse iyi olurdu, göz boyayacak durumda değiliz” diyerek Ayşet mırıldanmaya yanıt verdi.
– Ben lafın gelişi konuştum, öyle de olabilir, iyi kalpli Augustin Antoine bana gücendi ama bahçedeki kar karılmış mı? – Marie Angélique konuşmasına ara verip pencereden bahçeye bir bakıverdi. – Bahçemiz işçilerine diyecek yok, bahçeyi karıp tertemiz yaptılar, – “bu küçük yalancıya canını versen bile alacağın bir şey olamaz, kont yukarı çıktıysa iki oğlunu aşağı kovalar, konuşmamızı keserler. Deli olmadıysam, bu yerde o tür şeyler konuşulmaz. Ama bu kişiye, sırrını söyletmeden de onun peşini bırakmam”. – Aisse, kahvaltımızı bitirdik, hala ne diye sofra başında oturuyoruz ki? Uykucu, tembel kardeşlerine mi özeniyorsun? Seni bir yakaladılar mı öğleye kadar bırakmazlar… Bak, bak Arjantal geldi bile.
Arjantal günaydın dedi, yanağından öpmek için Ayşet’e yanaştı, ama Arjantal:
– Önce mama, sonra ben.
– Tabii öyle, – Kontes Marie Angélique oğluna söylenenden, oğlunun kendisini yanağından öpmüş olmasından memnun kalmış halde ayağa kalktı. – Siz oturun, ben işlerimin başına döneyim. Pon de Vel’i de kaldırıp yanınıza gönderirim.
– Pon de Vel, mama, yatsın, günah, tiyatro işi geç saatlere değin sürüyor, demişti Ayşet.
– Evet, onun işini bitirdiği saati bilmiyorum, – diyerek kontes önemsemeden yanıt vermişti,
– Sabaha değin uzatmasın, vaktinde gelsin, demişti.
– İyi, mükemmel, mama, – Arjantal annesini kınar biçimde seslendi, – o uykucuyu kaldır.
– Jan, sana ne kadar söylemiştim, böylesine acımasız olma diyerek.
– Şaka yaptım, Aisse.
– Şakanın içinde gerçek de vardır, – diye Ayşet kestirip attı.
Paris’te sonunda kar erimişti, ama Marie Angélique’in derdinin eriyecek yanı yoktu. Bugün yarın derken, sonunda dayanamayıp Ayşet’in ağzının çözülmesini, ne olup bittiğini anlatmasını beklerken bir ay ve daha fazla süre geçmişti. Ayşet de yas tutup evde vakit geçirmemişti. Şövalye Edie ile buluşuyordu, Edie Ferriollerin evine de iki üç kez gelmişti, tiyatroya da birlikte gittiler, Deffant, Paraberi ve Claudine Alexandrine’in edebiyat söyleşilerini kaçırmıyordu, fazla sorun etmeden bazı giysiler satın alıyor ve diktiriyordu. Ama Ayşet’in asıl üzüntü nedenini kontes anlayamıyordu, bazı yoklama girişimlerinde bulunuyor ama sonuç alamıyordu. Güvendiği tek tük kişilere açılıyor, merak ettiği şeyi çocuklarına çıtlattığında tersleniyor, bazı bahaneler uydurup onlar da Ayşet’i kolluyorlardı. Kont Charles de Ferriol’den sonra Claudine Alexandrine de bu işin üzerinde durmamaya başlamıştı.
Marie Angélique sıkılıp kız kardeşine Ayşet’in durumunu soracak olduğunda, “Benim problemlerim bana yeter, bir de araya onu sokma, döndüğünde durumu kocan Kont Augustin Antoine’a sorarsın” dediğinde, “evlerinde büyüdüğün, her konuda sana yardımcı olan Ferriollere artık gereksinim duymuyor olmalısın” diye karşılık veriyordu, kızmış-gücenmiş halde kendisiyle günlerce konuşmadığı çıkıyordu. Yine de Claudine Alexandrine ablasına onay vermeden nereye gidebilirdi ki, Ayşet’in sorunlarına bir yazar bakışıyla yaklaşıyor, akla gelmeyecek ince ayrıntılarla karşılaşıyor, ikisini karşılaştırıyordu. Bu kez Claudine Alexandrine, gözleri fırlamış halde Marie Angélique’in Ayşet’in odasına koştuğunu görmüş, ama ilgi duymamıştı.
– Ayşet, duydun mu Orleans dükü çok fenaymış deniyor, lafını etme, öldüğünü sanıyorum.
– Marie Angélique mama, – Ayşet gülümsedi, – bu haberi kimden duymuşsun bilemem, ama ben onu dün akşam tiyatroda gördüm.
– Benzetmiş olmayasın?! – kontes duyduğu bu söze şaşırmış gibi gözleri yeniden dışarı fırladı, – Çok hastaydı…
– Hasta da iyileşir, hasta olmayan da ölür… – Kendi görüşünü belirtip Ayşet sözünü bitirdi:
– Utanma nedir bilmeden altın locasından kadınlara bakıp oturuyordu.
– Çok enteresan bir şey söylüyorsun… Tanrı beni korusun, dediğimi senden başkası duymasın… O koca yakışıklı adam kaç yaşında olabilir ki? – Marie Angélique Orleans dükünün yaşını biliyor idiyse de, getirdiği bu kötü haberi değiştirmek ister gibi sordu.
– Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, – diye Ayşet kestirip attı.
– Eceli henüz gelmemiş, benim yaşlarımda biri o… İşte böyle, Charlotte-Elizabéth Aisse, kızım, insanların aklına gelip de uydurmadığı şey olmaz… Bizim için de neler söylenmekte olduğunu Tanrı bilir… “böyle davranırsan, benim küçük inatçı kızım, her ikimiz de daha iyi bir durumla karşılaşamayız, seni düşündüğüm için sorayım, en azından bir sıkıntımı atmış olurum” diyerek Ayşet’e açıkça sordu.
– Aisse, canımın içi, bir şey duydum, beni anne yerine koyuyorsan benden gizleme, bebeğin olduğu doğru mu?
– Doğru, – bu soruya Aşyet uzun bir süreden beri hazırlıklıydı, yanıtı kısa oldu.
– Tanrı korusun, babası kim?
– Senin kuşkulandığın biri değil, Marie Angélique mama, zavallı papa ile benim günahımı alma. Küçük kız bebeğimin babası Şövalye Marie-Blaise de Edie.
– O mu!.. – Marie Angélique sevindi “Baba oysa sorun yok, Ferrioller adına endişelenecek bir şey yok… niçin gizlemeye çalıştığını bilemiyorum “ kendi kendisine söylenip Ayşet’e öğütte bulundu: – Hep demir gibi soğuk mu duracaksın, kızım, şöyle bir sarıl bana, ikimiz de bir soluyalım.
– Hayır, oturduğum yerde rahat oturayım, Marie Angélique mama.
– Olur, kızım, olur, anlıyorum… Durumunu kim biliyor?
– De Edie ve bir iki kişi.
– Ferrioller olarak sorduğum şey de bu.
– Evimizde durumu bir tek sen öğrenmiş bulunuyorsun.
– Öyle mi? Öyleyse, Aisse, anneler meraklı olurlar, sorularımdan anlam çıkarma. Niye onca sıkıntıya katlandın, niçin bizden gizledin. Bilseydik sana yardımcı olurduk…
– Bizim taraflarda, Çerkesiye’de, böyle durumlarda, annesi çocuğu nikâhsız doğurmuş diyerek kadını dillendirirler, onun için gizledim… Evet, evet, Marie Angélique mama, “burası Fransa, öteki de Çerkesiye” diyeceğini biliyorum, ama sonrası… kan bir yangın gibidir, baş edemezsin. Edie evlenme yasağını kaldırttığında, kız bebeğimizin işini yoluna koyacağız… – Ayşet, o ana değin içine gömdüğü sıkıntıyı atıp ağladı.
– İşte bunun için sana yanıma gelip otur demiştim… Kontes Marie Angélique dediğini ve öğrendiğini unutmuş halde, anne şefkatiyle Ayşet’i göğsüne bastırdı, okşayarak öğüt verdi: – Tek biz kalsak bile bebeğini ele güne bırakmayız, kızım. Şövalye Marie-Blaise de Edie iyi biri, temiz bir insan, işinde ve sözünde doğru olan, yiğit biri… Bu sözüme katılmıyorsunuz ama kadınlar talihsiz kimseler… – Claudine Alexandrine’in başına gelene değinmek istemişti, ama uygun bulmadı.