Paris’te Bir Çerkes Kızı – 38 (s. 583-590)
IX (s. 583-590)
Hastanın durumu “boş umut, ümitsiz vakıa” dedikleri gibi olmuştu, Ayşet işlediği günahların hepsini rahip Bourso’ya eksiksiz anlattıktan sonra, ferahlamış ve o güçle yataktan kalkmıştı: Aynaya bakmayı göze alamadığı için yavaş yavaş odada gezinmeye başlamıştı; sabah akşam pencereden dışarıya bakıyor, yeni yeşermeye başlayan ağaç yapraklarını selamlıyor, uzun süre yeşil kalmaları için Tanrıya dua ediyor, yumuşak koltuğuna oturduğunda da, anıları ile sıkıntılarından uzaklaşmak için eline kitaplar alıyordu, en çok da Molière ile Voltaire’in kitaplarını okuyordu, kendi başından geçenleri de toparlamaya çalışıyordu. Geyik Parkı’ndaki büyük dönme dolaba Pierre ve Jeanette-Nicole ile birlikte bindiği, Adıgelerin ülkesinin hangi tarafta olduğunu sorduğu günü anımsıyor, o anlar kulaklarında yeniden çınlıyordu… Karadeniz kıyısındaki plajda değişik renkte taşları topladığı günü… Köle avcılarının evlerine gece baskını yapmalarını… İstanbul’daki esir pazarını… Marsilya, Paris, Saint-Cloud, Versay (Versailles) ve Trianon’u… XIV. ve XV. Louis’lerin dönemleride akşamları verilen saray balolarını… Şövalye de Edie ile karşılaşmasını… Palais-Royal, Orléans… Ablon… Cenevre… Sans’ı (Sens) anımsıyordu…
O balolar ne zaman verilmişti?.. Uzun zaman önce verilmişlerdi, ama bugün verilmişler gibi canlanıyordu gözlerinin önünde. Kaçırılarak Karadeniz üzerinden Fransa’ya götürülmüş olduğunu nasıl unutabilirdi? O zamanki yaşı, şimdi, kızının yaşı kadardı, kızının annesi olduğunu kızından saklaması bağışlanacak şey miydi?
Daldığı derin düşüncelerden sıyrılan Ayşet, peder Bourso ile görüşmesine Marie-Angélique’in değinmemiş olmasına akıl erdiremiyordu. Ama hemen kendini topladı: “Mama beni üzmek istememiş ya da pederle görüştüğümü henüz öğrenmemiş olmalı…”
– Kontes Marie-Angélique kendisinden gizlediğim şeyi öğrendiğinde çok kızabilir, Sophie. O konuda yerinde davranmamış isem, Tanrı beni bağışlasın. Mamanın bana yaptığı iyilikler, beni üzdüğü durumlardan daha çok, ondan razı ve memnunum, bildiğim günahlarını bağışlaması ve ona karşı sevecen olması için Tanrıya yalvaracağım. Ama, Sophie, Pati konusunda senden yakınıyorum, nasıl kaybolduğunu bana anlatmıyorsun… – Ayşet gözlerinden dökülen yaşları sildi. – Öyle olmasını Tanrı istemiş olmalı… Bolingbrocklar gibi iyi bir ailenin Selini’yi büyütüyor olması gibi, Pati’nin de iyi birinin eline geçtiğini bilsem içim yanmazdı… Hayır, Sophie, küçük kızımı köpeğimle bir tuttuğumu sanma, Edie yakında kızımızı Bolingbrocklardan alacağını söyledi, bunu bir görseydim, ölsem de gam yemezdim.
– Ölmeyecek kişi yoktur, Aisse, acele etme, – Sophie, Ayşet’in iyileşmeyeceğini biliyordu, yine de, ona moral vermeye çalışıyordu, – Tanrıya şükür, bu hafta ayağa kalktın. Sabahleyin, helal olsun, yemeğini yedin. Selini getirilip sana “teyze” (tante) yerine “mama” (anne) dediğinde, şövalyeye de “baba” dediğinde tüm acıların sona erecektir.
– Ağzına sağlık, Tanrı seninle beraber olsun, – Ayşet bu sözlere sevindiğini, gözlerine yeniden gelen fer ve yanaklarında beliren pembelikle belli etti, – dediğin gibi olsun, Sophie.
– Dediğim gibi olacak tabii, Aisse, içime doğuyor… Saçına şöyle biraz ellememe izin ver, seni “Adıge meleği” (Adıge melaiçe) diye çağıran Voltaire, bugün yanına gelebilir. – Sophie Ayşet’in saçını tararken Pati’nin kayboluşu üzerine kendisine söyleneni unutmamıştı: – Pati konusunda boşuna bana kızıyorsun, Aisse. Dün sabah bahçeden ayrıldı, ayrılış o ayrılış. Hizmetliler halen onu arıyorlar, mahalleyi baştan sona taradılar, çocuklara sordular, köpek satış pazarına bile gittiler. Umudunu yitirme, kendi gelir ya da onu bulup getirirler.
Ayşet gülümsedi:
– Umut büyük, beklenti değerli, sevinç ve mutluluksa daha değerli. Ama hastanın köpeği haneyi terk etmişse hayra yorulmaz derdi büyük annem, bunun benim için iyi bir şey olmadığını niye saklayayım… Ancak, kim bilir, bir gün, ölümümden sonra dönecek olursa, Pati için sana söylemiş olduğum dileğimi yerine getir…
– Buraya bak, Aisse, – küçük köpek için söylediğini duymamış gibi Sophie, küçük aynayı eline alıp Ayşet’e uzattı, aynaya baktırdı, – bak bakalım, yeni saçının nasıl yakıştığını bir gör, bu beyaz örgülü şalı da omuzuna atar ve altınlarını da takarsan, yeniden kral balolarının yıldızı sen olursun.
– Bırak artık, Sophie, durumumu bildiğin halde, Molière’in bir piyesinde dediği gibi “veba salgını sürerken bana ziyafet” mi verdireceksin?! – Ayşet, Sophie’ye çıkıştı, ardından bir umut ona baktı, ardından ikisi de holden gelen ayak seslerine doğru baktılar, oradan Jeanette-Nicole ile Kontes Marie-Angélique birlikte geldiler. Kontes her zaman yaptığı gibi, yalan ve yapmacık bir tavır takınmadan gördüğü manzarayı övdü:
– Jeanette-Nicole, kendin gör, Aisse’nin daha iyiye gittiğini sana söylememiş miydim? Ben boşuna mı söylemiştim, her bir kişi yılda bir kez olsun vaaz dinlediğinde daha iyi gelir diye. Kimse günahlarını biriktirmemeli. Eğitimli büyük din insanı Edm-Chrysostome Bourso’nun yanına geleceğini bilseydim, kızım, o gün evden dışarıya adımımı bile atmazdım. Tek tük günahlarımın bağışlanması için beni de dinlemesini isterdim.
Jeanette-Nicole, Ayşet’in kendisine sarılmasını içi sızlayarak karşıladı, ama belli etmedi, onu okşayarak konuştu:
– Her zaman olduğun gibi, Aisse, bugün de güzelsin, sağlıklı günlerine dönmeni Tanrıdan diliyorum. Dün kilisede Edm-Chrysostome Bourso’yu gördüm, seni övdü, sana selamını gönderdi, senin için Tanrıya dua ettiğini söyledi.
– Allah senden razı olsun, Jeanette-Nicole. Vaazdan sonra daha iyi olmuş gibiyim. Vücudum, el ve ayaklarım daha iyi, artık öksürmüyorum…
– Tabii öksürmüyorsun, daha da iyi olacaksın, – diyerek Marie-Angélique söze karıştı, – Aisse’nin temiz kalpli, adil ve dürüst biri olduğunu bilge Bourso da görmüş olmalı, seni takdir etti. Öyle olmasaydı kralın vaizi olabilir miydi? Onu bütün bir Fransa tanıyor, Cenevre’de de adı biliniyor ve seviliyor. Bu büyük insanı Kardinal André de Fleury de övüyor, ama bir konuda kırgınım: Tiatinlerden olmayıp yasinistler (*) arasında olsaydı daha sevinirdim. İstediğimiz her şey gerçekleşecek olsaydı, Aisse’nin hasta olmasını ister miydim?.. Ne yapabiliriz, Tanrıya kalmış sorunları biz çözemeyiz. Siz oturun, konuşun, konuşacak çok şeyiniz olmalı. Gidelim, Sophie, sen de biraz dinlenmiş olursun, aşçılarımızın hazırlamalarını istediğimiz yemekleri konuşuruz. Zavallı Augustin-Antoine benden neyi rica etti, biliyor musunuz? Suda pişirilmiş ve üzerine şeker dökülmüş kabak, onu yemek istiyor. Odadan Marie-Angélique ile Sophie ayrıldıktan sonra, Jeanette-Nicole ile Ayşet gözyaşları içinde birbirlerine bakıp bir süre oturdular.
– Umudunu yitirme, Aisse, her şeye gücü yeten Tanrıya güven. – diyerek Jeanette-Nicole Ayşet’e umut vermeye çalıştı. – Kalbinden konuşsan bile Tanrı seni duyar ve anlar.
Geçen aylarda hiç tanık olunmadığı gibi Ayşet’in gözleri ışıldadı, yanakları da pembeleşti ve gülümsedi:
– Tanrı senden razı olsun, canımın içi, boş umutlara kapılmak istemem. Gördüğün gözyaşlarım umudumu yitirmiş olduğum için değil, seni yeniden görmüş olmamın sevinci nedeniyle. Geçmiş yıllardan, günlerden farklı olarak bugün sana teşekkür etmek istediğimi söylemek isterim.
– Niye, Aisse, – Jeanette-Nicole Ayşet’ten duyduğu sözleri vasiyet gibi algılayarak Ayşet’in sözünü kesti, – bana teşekkür etmen, sana öğretmenlik yapmış olmam içinse, ben çok sayıda kız çocuğunu Saint-Cloud’a okuttum.
– Hayır, Jeanette-Nicole, – diye acele söze karıştı Ayşet, – sadece bana öğretmenlik yapmış olman nedeniyle değil, içinden çıktığım Çerkes ulusunu bana unutturmadığın için de sana teşekkür ediyorum.
– Öyle mi diyorsun?.. – Jeanette-Nicole gülümsedi ve şakalaştı: – Arasına getirildiğin Fransızlar içinde kimliğini yitirmeni istemedim. Beni utandırmadın, senin Fransız ve Çerkes özelliklerinden, her ikisinden de memnunum.
– Ben her iki kimliğim ile, hiçbir yere bağlı olmayan, ülkesiz biri olarak kendimi görüyordum… bu da başıma gelen felaketin bir sonucuydu… Senin dediğin gibi umutsuz durumumuz yok, zavallı de Edie’nin de ben ve Selini dışında bir derdi yok. – Kendi kişisel sorunlarını bir yana bırakıp Jeanette-Nicole’e sordu: – Bitmez tükenmez dertlerimi anlatarak seni bıktırdım, Pierre ile senin aranda bazı ufak tefek sorunlar olduğunu duymuştum, Jeanette-Nicole, aranızdaki ilişki ne durumda?
– Doğrusu, Aisse, her ikimiz de sıradan iki din insanı olduğumuz sürece durum fena değildi, ama Pierre başpiskopos olunca, sen de biliyorsun aşkımızı gizlemek zorunda kaldık. Tanrının kabul etmediği bir günahı ne diye yüklenecektik ki, ilişkimizi kestik. Hayır, Aisse, Pierre’i kınamıyorum, kendi sorumluluğumun da farkındayım. – Jeanette-Nicole Pierre ile olan ilişkisinden daha fazla söz etmek istemedi, Aisse’den, beraber iken dikkatini çeken bir şeyi sordu: – Aisse, birini mi bekliyorsun, yoksa oturmak mı seni yormaya başladı? Yorulduysan, benden saklama, seni yatağına yatırayım ya da arkana bir yastık dayayayım. İlaç saatin geldiyse, ilacını içireyim.
– Teşekkür ederim, Jeanette-Nicole, yataktan yeni çıktım, yorulmadım, – Ayşet her zamanki gibi öğretmenine sevgi dolu bir gözle baktı, neyi beklemekte olduğunu anlamasına şaşırarak başını uzattı: – Bugün seni beklediğim gibi, kıymetlim, iki kişiyi daha bekliyorum, – şık bir gülümsemeyle sözünü tamamladı, – ikisi de erkek.
– Aisse, seni tanıyamıyorum! – diyerek Jeanette- Nicole Ayşet’le şakalaştı.
– Öyle diyorsan, o iki kişinin adlarını da sana söyleyeyim: Voltaire ile de Edie. Voltaire ile benim aramdaki ilişkiyi biliyorsun, senin gibi o da benim öğretmenim. Yıllardan beri ikimizin beklediği haberi Edie’nin getirmesini de bekliyorum.
– Şimdi anladım, Aisse, niçin böyle şık giyinmiş olduğunu, – Jeanette-Nicole Ayşet’e moral vererek onunla şakalaştı.
– Sadece o değil, büyük yazar ve düşünür François Marie Arouet Voltaire’in beni yatakta görmesini istemedim, – daha konuşmasını bitirmeden bahçe tarafından gelen fayton sesi üzerine Ayşet başını kaldırdı, hasta olduğunu unutarak, saçını, entarisini ve yakasını düzeltmeye başladı: – Acaba bu fayton ikisinden hangisine ait olabilir, dedi…
Pencereye koşan Jeanette-Nicole yanıt verdi:
– Faytonla gelen bir kişi değil… Pon de Vel, Voltaire ve de Edie faytondan indiler, yanlarında tanımadığım bir geç daha var…
Marie-Angélique sevinç içinde, hastayı unutmuş halde gelen dört kişiyi eve aldı. İçlerinden Voltaire öne çıktı ve Ayşet için yazdığı şiirini okudu:
Kanında gür bir ateş bulunsun,
Soğuk buzlar göğsünde erisin.
İçindeki ateş yüreğinde tutuşsun,
Onun sıcaklığı seni alt etsin.
Benzer İçerikler
Şiiri okuduktan sonra Voltaire alkışlandı, ardından şiirin yazılı olduğu kâğıdı Ayşet’e uzattı ve gülerek seslendi:
-Aisse, Charlotte-Elizabéth Aisse, benim Çerkes meleğim, her zaman güzelsin, soylu ve fidan boylusun, en çok değer verdiğim yanın akıllı bir kadın, kişilikli ve saygıdeğer bir insan olman, bu şiirimi sana adadım. İyileş, çünkü sana gereksinim duyuyoruz, yalnız değiliz, sevdiğin ve bilincinde olduğun sanat çevresi ve kendi kalbim bunu bana söyletiyor, bunlar ve sanat çevresi sana gereksinim duyuyor. Yanımdaki gençlerden tanımadığın arkadaşımı seninle tanıştırayım: Bir düşünür olmasını beklediğimiz Denis Langer Diderot. Yirmi bir yaşındaki Diderot yanındaki gençlerden bir adım öne çıkarak Ayşet’i ve Jeanette-Nicole’ü başıyla selamladı ve geri çekildi, Voltaire yeniden konuşmasını sürdürdü: – Şimdi Kontes Charlotte-Elizabéth Aisse de Ferriol ve sen Şövalye Blaise-Marie de Edie ikinizi de kutluyoruz: Küçük kızınızın üzerinize yazılması için gerekli kral buyruğunu Kral XV. Louis bugün imzaladı. Göster, yazılı buyruğu, de Edie!
Ayşet beklediği kararı duyunca ve bu kararı kanıtlayan belgeyi de okuyunca, sevinçten ne yapacağını bilemez oldu. Marie-Angélique de sevince katıldı, Jeanette-Nicole’ün de sevinç gözyaşları döküldü. Kadınları yatıştırma işi Pon de Vel’e düştü:
– Mama, Jeanette-Nicole, ağlamak yerine, Aisse’yi yatıştırsanız daha iyi edersiniz. Sorunu çözen ve kralı ikna eden kişi Voltaire’dir, Şövalye Blaise Marie de Edie de bilinmeyen biri değildir. Sen, Charlotte-Elizabéth Aisse, sen de kralın tanımadığı biri değilsin. Fransa’da aşktan ve sevgiden daha güçlü bir şey bulunmadığını kız kardeşim ile eniştem birlikte kanıtladılar. Voltaire bu iki kişinin temiz aşkı üzerine kitap, opera ve piyes yazma işi de sana düşüyor.
– Öyle diyorsanız, – diyerek Kontes Marie-Angélique hemen ayağa kalktı, – sevincimizden onu yoksun bırakamayız, Kont Agustin-Antoine’ı da sevindirelim. Biz hazırız, birazdan size de haber veririz.
– Olur, mama, sevincimizi paylaşmasını isteriz… – Ayşet gülümsedi, Jeanette-Nicole’e bakıp kontese olur verdi, ardından Voltaire’e seslendi: – Teşekkür ederiz, Voltaire, bu iyiliğini hiçbir zaman unutmayacağız, – Ayşet savrulmuş ailesinin bir araya getirilecek olmasına seviniyordu, ama bu sevincinin uzun sürmeyeceğinin de bilincindeydi ve bir iç çekti, bizim için koşuştururken, Voltaire, yazı yazmaya fırsat bulamamış olmalısın.
– Hayır, Aisse, öyle deme. Bildiğin “Brug” piyesinden sonra yeni bir piyes daha yazdım. Adını da söyleyeyim: “Zaire”. Şu an “Sezar’ın Ölümü” (Цезарь ил1ак1э) üzerinde çalışıyorum, bitirmek üzereyim. Evet, küçük kız kardeşim, onları tiyatroda sahnelediğimizde izlersin, ister beni destekle, istersen kötüle, eleştirilerin benim için çok değerli olacak. Sen farkında değilsin, değerli Aissem, sen yaman bir tiyatro eleştirmeni olup çıkmışsın. Öyle değil mi, Pon de Vel?..
(Devamı var)
(*) – Tiatinler – yasinistler, kilisedeki dini fraksiyonlar.
İshak Maşbaş (Tarihi roman, s. 583-590).