Paris’te Bir Çerkes Kızı – 7 (s. 337-341) (45)
Benzer İçerikler
IX
Gece boyunca Ayşet’in gözüne uyku girmedi. Kendisini endişelendiren sorunlarla karşı karşıyaydı. Akşamki temsilin izleyici tarafından nasıl karşılanacağından tutun da Kont Charles de Ferriole’nin tiyatroya gitmekten nasıl alıkonacağına değin her şeyi düşünüyor, içi rahat etmiyordu. Julie Calandrini ile konuşmasında, ona anne demek istemiş, onun da her bir sözcük karşısında istavroz çıkardığını görmüştü.
Tek başına kalır, kont gibi güveneceği bir dayanağı da olmazsa, suyun götürdüğü kuru dala sarılma gibi çaresiz, yalvar yakar durumuna düşersin. Julie Calandrini konusunda Ayşet amacına ulaşmıştı: “Aramızdaki ilişki karşılıklı isteğe dayanmalı. Marie Angélique’e kırgın değilim, benim için çok şey yaptı, ama Julie’nin insanca yanı, davranışı ve sevecenliği bana ninemi anımsatıyor. Varsın Cenevre’de yaşasın, bizim Çerkesiye yöresi gibi uzakta, unuttuğum bir yerde değil, yakın bir yerde. Cenevre’de çoğunluk Fransızca konuşuyor, kendi de kızı Rene’nin yanına Paris’e geliyor, sık sık ona yazarım, danıştığım kişi olur. Yeter ki Marie Angélique kıskanıp bize gücenmesin… Bunu da hallederiz… Temsil akşama sunulacak. İzleyicinin hepsi aynı görüşte olmaz, beğenen de beğenmeyen de olur. Bugün için en önemli sorun baba. Birkaç günden beri tiyatro için hazırlanıyor. Dr. Jean Baptiste ilaç almaya gittiğimde, “Kont toplum içine girmek isterse, tam sırası, sakinlik dönemi, problem yaratmaz, yaratacak olursa, bir tek seni dinliyor, hemen onu oradan uzaklaştır…” demişti. Tiyatroya gitmezsem, sanırım o da gitmek istemez, bir bahane uydurmam gerekir… Voltaire ve arkadaşları durumumu biliyorlar, kusuruma bakmazlar. Temsili başka bir gün, fırsat bulduğumda izlerim…”
Sabah kahvaltısından biraz sonra Ayşet, durumu görmek için kontun odasına girdi. Charles de Ferriole en güzel lacivert elbisesini giymiş oturuyor, okuyordu, sıcak çikolatası soğumuş, karşısında duruyordu.
– Çıkolatanı, baba, soğutmuşsun. Okuduğun da nedir?
– Bu mu? – Charles de Ferriole ciltlenmiş kitap yapraklarını rüzgara karşı sallayarak hemen karşılık verdi. – Bu o bildiğin Voltaire’in piyesi, Oidipus (Эдип) gecesinde izleyeceğimiz piyes. Charlotte-Elizabeth Aisse, ilginç bir piyes, – ayağa kalktı, odada gezinerek sözlerine devam etti, – Voltaire’in krallara karşı böyle bir bakışının bulunduğunu bilmiyordum. İzleyici beğenecek. Sen piyesi okumadın mı? Evet, okudum demiştin, bir gün konuşmuştuk. Orleans dükü ne diye beğenmeyecekmiş?! XIV. Louis sağ olsaydı piyesi beğenirdi, XV. Louis çocuk olmasaydı, o da beğenirdi. François Arois Voltaire, tanıdığımız biri, yazı yazma yeteneği olan biri, büyük bir yazar olacak kişi olarak onu görüyorum, – bazen dalıp giden kont, şimdi dingin ve açık sözlü idi. – Bir gün öyle demiştim, şimdi de yineliyorum.
– Evet, baba, evet, – Ayşet, kontun sevincine katıldı ve şakaya vurduraraktan sordu: – Baba, ikimiz de piyesi okuduk, ne diye tiyatroya gidelim ki?
– Öyle diyorsan, madmazel Aisse,- Charles de Ferriole gülümsedi, ellerini arkasında bitiştirip odada yeniden gezinmeye başladı, – bu konuda görüşümü söyleyeyim. Her ikimizin de okumuş olduğu bu piyes neye benziyor, biliyor musun? Sorduğun şey bu önümdeki çikolata gibi: Görüyorum, sabah kahvaltım olduğunu biliyorum, ama tadını bilmiyorum. – Bahçe penceresine gittiğinde eliyle işaret etti: – Yaprakları dökülmüş, dalları çıplak bu meşe ağacının görüntüsünü görüyor musun? Kağıda yazılmış olan piyes de ona benzer. Roman okur gibi piyes okunmaz, piyes tiyatroda temsil edilir. Piyesteki her sözcüğe oyuncular ruh katar, görüntü kazandırır, sahnede temsil edilen oyuna izleyiciler gözleriyle “bravo” diyerek alkış tutarlar. Piyesi okuduğun için temsili görmek istemiyorsun… Niye, Aisse, ne oldu sana, sana söylediğimi dikkate almadan ne diye bana sevgiyle bakıp duruyorsun?
– Türkiye’den döndüğünden beri böyle bir konuşma yaptığımızı hatırlamıyorum, baba… – Ayşet daha fazla sabredemedi, koşup konta sarıldı. – Ağlamıyorum, kendimi şanslı olarak görüyorum. Bir gün iyileşeceğini biliyordum. En merhametli, en akıllı ve en yakışıklı kişi sensin. Seni tanıdığım gibi, bugünün, yarının, yarınından sonrası günlerin de, Tanrının sana biçtiği ömrün boyunca hep öyle olsun, baba, – Ayşet Charles de Ferriole’ye el sürüp eski yerine oturdu.
– Sağol, benim şifa ve yaşam kaynağım sensin, kızım.
– Sen de öyle düşünüyorsan, baba, kontes Marie Angélique’in “kontun şifa ve yaşam kaynağı sensin” demesinin nedenini anlamış bulunuyorum.
– Marie Angélique bir sürü şey söyler, – diyerek kont gülümsedi, oturduğu yere yeniden oturdu, soğumuş çukolatayı ileriye itip konuşmasını sürdürdü, – onun her dediğine de inanma. Türkler ne derler? “ Tam bildiğin şey bildiğini sandığından daha iyidir” derler. Onun istediği, özlemini çektiği şeyi biliyorum, arasına karıştığın, kendilerinden biri olduğun Fransızlar da şöyle derler: Hasta ya iyileşir ya ölür. İlk sözcüğü iteleyen ve ikincisinde bana şifa kaynağı olan sensin. Charlotte-Elizabeth Aisse, mutluluğunu görmek istiyorum, bana sağlık ve yaşam umudu verecek olan şey budur… Bugünkü tiyatro temsili konusunda kaygılanma, size hiçbir sorun yaşatmam, kim bilir, olmayacak bir durum olursa, gözle ya da bir dirsekle beni uyarırsın.
– Öyle diyoruz, ama ya bir şey olursa…
– “Bir şey olursa” diye aklına getirme, demedim mi sana, Aisse, – Kont Charles de Ferriole rengi solmuş ve kaygı içine düşmüş olan Ayşetî uyardı, yıllardan beri söylemek istediğini şimdi başka bir sesle söyledi: – Doğrusunu söylemem gerekirse, ben başka bir şey istiyordum. Fransa elçisi olarak, Türkiye’den döndüğümüzü, görenlerin şaşıracağı, fısıltılı konuşacakları, doğru-yanlış şeyler söyleyecekleri tiyatroya birlikte gitmeyi çok istemiştim.
– Büyükelçilik görevini bıraktığında, baba, – kontun sözlerindeki gizli anlamı anlamayan Ayşet, – yine sordu, – başardığın başarılar da elinden alınıyor mu?
– Öyle bir gelenek, bir kural yok, ben ne istediğimi sana söyledim, ama bundan ikimizin de mutsuz olmamız gibi bir anlam çıkmaz… – Kont Charles de Ferriole söylediği sözler konusunda Ayşet’in düşünmesine fırsat bırakmadan sözlerine devam etti: – Kontes Charlotte-Elizabeth Aisse, sana ne önereceğimi biliyor musun? Faytonumuz sadece ikimizi tiyatroya götürecek. Niye şaşırıyorsun, ikimiz faytona bineceğiz dediğim için mi?
– Hayır, baba, o değil, sen ve ben birçok kez birlikte faytona bindik, şimdiye değin bana söylemediğin bir söz, kontes dediğin için şaşırdım.
– Niye?
– Bilmiyorum. Marie Angélique ile Claudine-Alexandrine bunu beğenecekler mi… Ayrıca bana uygun olmayan, bana layık olmayan bir isimle beni ilk kez çağırdın…
– Charlotte- Elizabeth Aisse, – kont, yumuşak ve tatlı bir sesle Ayşet’in konuşmasını kesti, – ne diyorsun böyle?! Şöyle bir aynaya bak, sana yaraşmayacak bir şey olabilir mi? Ben temelsiz bir söz etmiş değilim… Faytona sadece ikimiz bineceğiz dememin nedenini de sana anlatayım. Kontes, sen farkında değilsin, evet, evet, yine kontes diye seni çağırıyorum, tiyatroya gelenlerin hepsi sadece sana bakacaklar.
– Bütün bir aile, baba, bir sıra boyu koltuk üzerinde oturacağız, bir arada olacağız.
– İşte onu düşünmedik… – kont başını salladı. – bir zamanlar Opera Tiyatrosunda, Komedi Tiyatrosunda ve İtalyan Tiyatrosunda özel localarım vardı… Sorun değil, paran varsa, her kapı sana açılır. Mal varlığımız her ikimize de ebedi yeter, şimdiden loca ayırtmaya bakacağım.
Ayşet hiçbir zaman düşünmediği bir durumla karşılaştı: “Baba, ne diye “ikimiz- ikimiz” diyor, hangi mülk, hangi locadan söz ediyor… İlk kez bana “Kontes”, “kızım” demiş olmasında olmayacak bir durum yok. Baba iyileşmiş diye seviniyorum, bana dediklerini, sonradan vazgeçtiği sözleri anlayamıyorum. Bu gibi yakışıksız sözcükleri duymak istemiyorum! O zaman Marie Angélique ile Claudine-Alexandrine’in bana dedikleri doğru olmaz mı?.. Baba öyle şeyler yapmaz! Bana karşı kötü davranırsa… kime danışırım, kim bana yardım eder?.. Ne biçim sözler ediyorum!..” – Ayşet düşündüğü şeyi yakışıksız buldu ve kendi kendisini kınadı.
– Peki, Charlotte-Elizabeth Aisse, bir şey söylemiyorsun, yoksa sana olmayacak bir şey mi demişim? – Kont Charles de Ferriole bütün içtenliğiyle Ayşet’e sordu, yeniden sordu: – Bugün Pon de Vel’in ilk çalışmasını kutlayacağımız bir günde aklına olmayacak şeyler getirme, ben sağ olduğum sürece umutsuzluğa kapılma.
– Hayır, baba, aklıma öyle şeyler sokmuyorum, – içinin soğumuş olduğunu belli etmeden Ayşet konta yanıt verdi, – ailemizin sevinci, hepimizin ortak sevinci. – “Bir gün kontesin bana söylediğini konta söylesem mi, söylemesem mi? – Ayşet içinden kendi kendine sordu. – Bu zavallı ile herkes baş edemiyor. Ben de onlardan biriyim. Temsil sonrasında sunulacak büfe bedeli kont tarafından yüklenildi, ama yeterli değil, yine üç yüz livre (lira) gibi bir destek gerekeceğini konta söyle demişti Marie Angélique, buna Claudine-Alexandrine de katılmıştı. Baba bunun için size lazımsa, başka bir çözümünüz yoksa, tek sözcük dahi etmem. Kendi paraları kendilerine az geliyor, kontun parası ise çok, tek livre dahi koparmayı kâr sayıyorlar…”
– Bakıyorum, Charlotte-Elizabeth Aisse, bir şeylere üzülüyorsun, ama söyleyemiyorsun, – Ayşet’in karar veremediği, içinde sakladığı şeyi anlamış gibi kont sordu: – Tiyatroyu izleyecek olanlar içinde seni belli edecek altın-gümüş bir takın yoksa, çekinmeden söyle, hâlâ önümüzde koca bir gün var.
– Unuttun mu, baba, bir gün yeter dediğim halde bana almış olduğun altın takıları? – Ayşet sevgiyle konta gülümsedi, ama üzüldüğü şeyler arasında bunun da bulunduğunu söylemeden edemedi. – Onları takacak olursam Marie Angélique ile Claudine-Alexandrine çatlarlar, bana dünyayı dar ederler.
– Onları tak. – Kont kestirip attı, ardından yumuşak sözcüklerle devam etti: – Öyle yapmazsan sana gücenirim. Güzel bir Çerkes kızını büyüttüğümü o seni kıskananlar değil, bütün bir Paris görsün, ama sana gülen herkese gülerek karşılık vermeni istemediğimi de belirtmek isterim.
– Baba! – Uygunsuz-yakışıksız söylenecek sözlerden utanacağını ses tonuyla belli etti.
– İyi, iyi, Aisse, şaka nedir bilmeyen biri gibisin… – Kont geri adım attı, kendi bildiği gibi sözünü tamamladı: – Siz kadınları tanımayan tek kişi ben miyim?.. Sen kendi işlerinin peşine düş ve tiyatro için hazırlan. Ben resepsiyonda söyleyeceğim şeyi, elçilik dönemimde olduğu gibi yeniden düşüneceğim. Ama senden bir ricam var: Tiyatroya gideceğimi, resepsiyonda konuşacağımı evdekilere söyleme. Pon de Vel ile Voltaire de bunu bilmiyorlar. Onlar ve herkes için sürpriz olsun.
Tiyatro yolculuğu Ayşet için beklenmedik biçimde gerçekleşti. Bugün, yarın ve izleyecek günler için düşünecek-çözecek işleri vardı. Neye yoracağını, nasıl çözeceğini bilemediği iki konu vardı: “Kontun dediği gibi tiyatroya gideceklerini gizler, faytonla oraya gider, temsili izler, resepsiyonda konuşma yapar, seni süzenleri sen de süzmeyebilirdin, ama Ayşet’in çözemediği şey Charles de Ferriole’deki bu iyileşme durumu ve nedeniydi. Sadece bugünlük mü iyileşmişti?.. İyileşme nedeni ne olabilirdi?.. “Mal varlığımız ikimize de yeter” diye Ayşet’e ve kendine moral verişi? “İki kişilik loca” demesi, ansızın kendisini “kontes” diye çağırmış olması, bir kez “kızım”, bir kez de “Charlotte-Elizabeth Aisse diye ayrı ayrı ve bastırarak ismini söylemiş olma nedeni? “İkimizi birlikte görenlerin şaşırmaları, fısıldaşmaları, inanarak – inanmayarak hakkımızda konuşmaları… ” ne biçim sözler bunlar?.. – Ayşete birisi düşük bir sesle seslenmiş gibi geldi, daldığı düşünce dünyasından ayıldı ve başına geleni kendi kendisine sordu: – “Baba, beni hep yanında bulundurmak, beni mutsuz bırakmak mı istiyor?.. Ya da…”
– Sophie, öğle olmak üzere, – Ayşet hiç istemediği soruyu sorarken, sözünü değiştirdi, – kontesler ortalıkta yoklar,
– Saç yaptırmaya gittiler.
– Julie markiz de yanlarında mı?
– Sabah çikolatasını götürdüğümden beri odasında, seni sordu, kontun yanında demiştim.
– Julie’ye ayıp oluyor, – diye Ayşet ayağa fırladı ve odadan çıktı.
Yeni günün sorunlarını bir yana atan Ayşet, anne olarak benimsediği Julie Calandrini’ye sarıldı, geceyi nasıl geçirdiğini ve bir isteği olup olmadığını sordu, şimdiye değin yanına gitmediği için kendisini kınadı.
– Aisse, ben konuğum, siz ev sahibisiniz, – dedi Julie Calandrini, söz ve gülümseyişi uyumlu bir biçimde, – otur derseniz oturuyor, kalk derseniz kalkıyorum.
– Julie, canımın içi, – Ayşet’in gözleri sevinçten parladı, – konuk üzerine söylediğiniz o şeyler bizim yöremizde, Çerkesiye’de de söylenir, ama bir noktayı eksik bıraktın. Konuğun konukluk süresi, Çerkesiye’de üç günü geçti mi, konuk ev sahiplerinden biri olur.
– Onu bilemedim, yerinde bir söz, ama onu bu kez benim için yapamazsın, ikinci gelişim için beni düşünen Jean Louis’nin, bu şey konusunda bana ve size karşı nasıl davranacağına bağlı, – konuk konusunu Julie Calandrini şakaya vurdurup genç kızda gördüğü şeyi kınadı: – Peki, Aisse, tiyatroya gideceksin, ama saçını yaptırmamışsın? Sen de konteslerle birlikte kuaföre gitmeliydin.
– Ben o şeyi, saç için kuaföre gitmeyi sevmiyorum. Benim saç bakım merkezim uzakta değil, evimizde, Sophie’nin iki elinde, benim için en uygunu işte o eller. Ama senin saçını pek beğenmiyorum, Julie, şöyle bir Sophie’ye düzelttirsek diyorum. O takdirde senin Jean Louis de seni tanıyamaz.
– Jean Louis beni tanımayacaksa taranmış gür saçlara ne gerek var? – Julie markiz Ayşet’le şakalaşıp getirdiği, biri diğerinden güzel iki peruğu gösterdi, – ikisi de yeni, Aisse beğendiğini al, sana veriyorum.
Şimdi de Adıge söz ve davranışını andıran bu öneriyi ne yapacağını bilemeden, Ayşet’in karşısında oturan güzel Fransız kadınına daha da yakınlaşarak sevgiyle yüzüne bir baktı ve gülümsedi, ama “o şey sana kısmet oldu” dememesi için fazla üzerinde durmadı, Kont Charles de Ferriole’nin akıl yürütmelerinden giderek, kendisiyle zekice konuşan ve kendisine nazar değmesinden korkan kadına yanıt verdi. Kont, tiyatroya gideceğini kimseye söylememesini istemişti, ama artık gizlemeye gerek görmüyordu.
Ayşet, Julie’ye söylediği iki habere verilecek yanıtı önemsemiyor gibiydi, ama içinden geçeni oturuşu ve düşünüş tarzıyla belli ediyordu, sabredemiyor, yine de dayanmaya çalışıyordu.
– Kont Charles de Ferriole’nin kendine gelişi konusunda konuşmam için, – Julie Calandrini sözlerini uzatmaya başladı, – niçin öyle olduğunu açıklamak için, Aisse, ben bir doktor değilim. Ama yaşamda böyle şeylerle karşılaşıldığını ilk kez duyuyor da değilim. Tanrı’nın kontu duyduğunu ve ona acıdığını umalım, yaşamı boyunca bir daha kötü bir durumla karşılaşmaması için Tanrı’ya yalvaralım. Senin için de, kont için de seviniyorum, Aisse. Doğrusunu söylemem gerekirse, Claudine- Alexandrine ve Marie Angélique kontun durumunun çok ağır olduğunu yazmışlardı, ama kötü bir durumla karşılaşmadım. Bu denli çok çalışmış, birçok güçlüğü yenmiş olan bir devlet adamının kendisini biraz övmesi sorun olmaz, bağışlamak, unutturmaya çalışmak gerekir, karşılık vermemek, onunla iddialaşmamak, olmayacak sözler söylememek gerekir. Tanrı hepinizi esirgesin, kendinize dikkat edin.
– Claudine-Alexandrine ile Marie Angélique sana doğru olmayan bir şey söylemiş değiller, Julie, Ayşet bu iki kız kardeşe arka çıktı, – bu ilkbahar-yaz döneminde, geçtiğimiz yıllarda da babanın durumu kötüydü. Tanrı Orleans dükünden razı olsun, dükün doktorunun gönderdiği karışım iyi gelmiş olmalı. Babamın durumunun iyi olması için Tanrı’ya yalvaracağım.
– Tabii, Aisse, tabii, Tanrı’yı unutma, O’nun iyiliği ve şefkati sınırsızdır. Bugün tiyatroya gideceğini gizli tutmanı söylediyse, sana şu kadarını söyleyebilirim: Öyle diyorsa öyle yap, itiraz etme, birlikte tiyatroya gidin. Bana gelince, durumu hiç belli etmem.
Maşbaş İshak (s.332-341) – 45, Tarihi roman