Ayşet -36 (s. 255-260)
Maşbaş İshak (Tarihi roman) (s.255-260) (XIV)
XIV
Yol ve düşünce her zaman birliktedir. Düşünce, arzu ve niyet öne çıkmış olsa bile, yol onlardan geri kalmaz. Bazen birlikte ve birbirine bağlanmış olarak yol alırlar, bazen ayrılır, birbirleri ile yarışır, bazen de yaşlandıklarında tamamen birbirlerinden ayrılırlar.
“Yola koyulan yolda kalmaz” derler, ama Fahri ile Orhan için yol durumu nasıl gelişecekti? Uzun bir yolculuk mu, yoksa kısa bir yolculuk mu yapacaklardı? Bunu bilmiyorlardı. Hayırlı bir iş için yola koyulmuşlardı, kişisel çıkar, yiğitlik gösterisi amacıyla yola çıkmış değildiler. İnsanı sevinçten çok üzüntü yorar, “fırtına sonrası hava açar, sonrası yine fırtına olabilir” diyor ve başlarından geçmiş olayları unutmuyorlardı. Bu kaygıyla, birkaç günden beri. başarılı olup olmayacakları düşüncesi içinde yolculuk yapıyorlardı.
Yolcu ve iki kişi isen, çok şeyle karşılaşırsın. Anıların seni gülümsetir ya da seni yeniden üzer, moral verir ya da kendine kızmana yol açar. Fahri ile Orhan neyi anımsasa, birbirine anlatsa bile, yine yola devam ediyor, ama birbirine sorular sormadan da edemiyorlardı. Fahri’nin Melen’e gelinceye değin içinde sakladığı bir endişesini, ilgisiz şeylerden konuşarak anlatmaya başladı:
– Bu kenti, Melen’i kont çok sever, Paris’e yakın bir yer, bir gece olsun konaklamadan buradan ayrılmazdı. Biz de bu gece burada kalacağız.
– Kont bu yeri seviyor diye mi Melen’de kalacağız? – Orhan bu öneriyi beğenmediğini belli etmeden, biraz da şakaya vurarak sordu ve onu yanıtladı: – Öğle olmak üzere.
– Öğle olması iyi, – diye Fahri gülümseyerek arkadaşına katıldı, – Öğle namazını burada kılar, yemek yer, dinleniriz, beni üzen bir şeyi sana anlatırım, konuşuruz. Yarın sabah erkenden kalkar, bütün bir günü Paris’te geçiririz.
Orhan, Fahri’nin, korkulacak, üzülecek şey yok dediği sözleri üzerine beyaza kesilmişti, Fahriye baktı ve sordu:
– Neye üzülüyorsun, bunca yol aştık, yoksa pişman mı oldun?
– Orhan, telaşlanma. “Beni üzen şey” demişsem bundan pişman olduğum mu anlaşılmalı? – Otelde bir oda ayırttılar, sofrada öğle yemeğini yerken Fahri bir Türk ata sözünü söyleyerek sorusunu tamamladı: – “Yalancı tanıklık ile yalan aynı şeydir” dendiğini duymadın mı?
– Duymadım ama o sözü kim söylemişse, ondan daha doğru bir söz olamaz, neden soruyorsun?
– Öyleyse Ayşa’yı kandırmayalım, gerçeği ondan saklamayalım.
– Aklımdan geçeni ne güzel okumuşsun, Fahri?! – dedi Orhan gür bir sesle. – Ben de aynı şeyi düşünüyordum, ama sana nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Ayşa’nın “akrabası olduğumu” söyleyemeyecek biri değilim, tutsaklığım süresince benzeri çok şeyi Memluklardan öğrenmiş bulunuyorum. Bana göz kulak olan yaşlı bir Çerkes Memluk vardı, yalan söylediğimi anladığında, “yalanın eğdiği şey doğru ile düzeltilir” (pṡım yıuanţerer ŝıpkem yevzenćıjı) derdi. Bunu şimdiye değin unutmuş değilim. Senin söylediğine göre Ayşa, akıllı bir kız, ona doğru olmayacak bir şey söylemeyelim.
– Öyle diyorsan, kardeşim, ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz demektir. Bizi anlarsa iyi, ama bizim iyi niyetimizi kabul etmezse, gücenmeyelim, kendi iyiliğini düşündüğümüzü, başka amacımız olmadığını söyleyerek ayrılalım. Duydun, o durumda bir saat bile Paris’te kalmam, – Orhan’a söyler gibi yapıyordu ama kendisi için de söylüyordu.
– Fahriler, sabah kara bulutlar henüz dağılmamışken Sen-Klu’ya (Saint-Cloud) vardıklarında, Ayşet’in derste olduğunu düşünerek Jeanette-Nicole’ün yanına gittiler. Fahri ile Jeanette-Nicole birbirlerini tanıyorlardı, bu nedenle lafı dolandırmadan niçin gelmiş olduklarını söylediler:
– Arkadaşımın adı Orhan, Türkçe, Çerkesçe ve Fransızca biliyor. Charles de Ferriol bu yazıyı sana vermemizi söyledi. Kont kızı almamız için bizi yetkili kıldı. Bu konuda kimsenin bizi suçlama yetkisi yok. Ayrıca Paris Polis Müdürü Andre Farge’a yazdığı bir yazı da bu yazıya ekli. Bu yazılar kont tarafından yazıldı, ama kontun Charlotte-Elizabeth Aisse için iyi şeyler düşündüğünü söyleyemem. Gizlemiyoruz, niyeti başka, onu karısı yapmak, yatağına almak istiyor.
Beti benzi kaçmış halde Jeanette-Nicole kendini dizginleyerek zar zor konuştu:
– Ben de aynı şeyden kuşkulanıyordum… – ardından hemen toparlandı, yüz kaslarının seğirtmesini engelleyerek sordu: – Ne diye bana açıldınız, bana niçin itimat ettiniz kiBizi anlayacağınızı düşündüğümüz için, – Orhan aceleyle Fahri’nin yerine yanıt verdi.
– Bu bir yanıt değil, – Jeanette Nicole kestirmeden konuştu, – sizi anlamamı istiyorsanız gerçek niyetinizi bana söyleyin.
– Biz Türküz, siz Fransızsınız, Aisse de Çerkes, – Fahri yine uzaktan dolandırarak konuşmaya başladı, – esir alınıp içinize getirilen bu yabancı kız için bizim kötü bir niyetimiz yok. Deniz kendinden olmayanı dışarı atar (Xım şımışır yımıştev kızıxéźı) Aisse’nin başına aynı şey gelmeden onu mensubu olduğu Çerkeslere geri götürmek, kavuşturmak istiyoruz, Memluk olduğumuz dönemde bize yapılan iyiliğin benzerini, biz de Aisse için yapmak istiyoruz. “İyilik yap denize at” (Šuı ši, psım xaź) derler Çerkesler.
– İyi niyetlisiniz, – Jeanette -Nicole içinden üzülmüştü ama belli etmedi, – Charlotte- Eizabeth Aisse için üzüldüğünüz için teşekkür ederim, ama sanırım geç kaldınız… Bu konuda siz, ben ve size yazılı yetki veren Charles de Ferriol, hiç birimiz yetkili olamayız. Bu konuda iyi ya da değil, karar verecek olan tek bir kişi var, o da Charlotte- Elizabeth Aisse’dir.
– Hayır, hayır, kontun kötü niyetini Aisse’ye açmayacağız, – bir şey demeyen, sadece dinleyen Orhan heyecanlandı, – Bizimle gelmeyi kabul ettiğinde asıl niyetimizi, o zaman söyleyeceğiz.
– Öyle diyorsanız, ona sorun, yanınıza getirteyim… – hafif bir öksürükle Jeanette-Nicole ayağa kalktı, kapıdan dışarı çıktı, döndüğünde, Fahrilerin diyeceği hiçbir şeyin anlam ifade etmeyeceğinden emin olarak konuştu: – Sizi dinleyecekse size engel çıkarmam.
Kapıdan içeri giren Charlotte-Elizabeth Aisse, boyca uzamış ve değişim geçirmişti, içeride iki kişiyi görünce önce bir irkildi, ama birini tanıdı ve Fransızca sordu:
– Sen misin, Fahri?.. Niye geldin ki?
– Senin için geldik, – diye Fahri Adıgece olarak yanıt verdi.- Bu yanımdaki arkadaşım Orhan, Türkçe, Çerkesçe ve Fransızca biliyor, güvenilir biridir, benimki gibi onun da iyi bir ailesi var, seni ülken olan Çerkesiye’ye götürmek istiyoruz, bunun dışında bir niyetimiz yok.
Bu son birkaç yıl içinde hiç konuşmadığı için unutmuş olduğu Adıgecesiyle Orhan’a sordu:
– Adıge misin?
– Hayır, Türküm, – diye yanıt verdi Orhan.
– Çerkes değilsen, – Ayşet’in rengi değişti, kendisiyle Adıgece konuşmaya başlayan Orhan’a Fransızca yanıt verdi, – konuşmayı Jeanette-Nicole’ün de anlaması için Fransızca konuş. Sen de, Fahri de, – Ne düşünürlerse düşünsünler, girişimlerinin bir sonuç vermeyeceğini her ikisine de anlatmak istemişti.
– Benim için diyeceğinden geri kalma, Aisse, konuklarımızla Çerkesçe konuş.
– Hayır! – dedi Ayşet, yanaklarına değin vücudu titreyerek. –Türkçelerini de, Çerkesçelerini de duymak istemiyorum!
– Boşuna geldik… – dedi, kendisine yöneltilen acı söze aldırmadan Orhan Fahri’ye Türkçe olarak.
– Boşuna gelmedik, – Fahri Fransızca olarak Orhan’a yanıt verdi, – bize yapılan iyiliğin benzerini Aisse’ye yapamadık, ama onun iyiliği için elimizden geleni yaptık, Allah bu iyiliğimizi değerlendirecektir. Sana kırgın değiliz, – dedi Adıgece olarak Ayşet’e, – içine düştüğün topluluğa yararlı ve şanslı olman için Allaha ve sana kabul ettirilen Tanrıya da, senin mutlu olman için dua ederiz. Bu mektubu Charles de Ferriol sana gönderdi, sana veriyoruz.
– Konuşmanıza bu mektupla başlasaydınız, – diye ayıplayarak mektubu aldı, zarfı açtı, kızgın bir ifadeyle konuştu: – Babama Türkiye’ye gitmek bir yana, oraya adımımı bile atmak istemediğimi söylemiştim! Aynısını iletiniz.
– İletiriz… – Fahri ayağa kalktı. Tam bir Fransız kızı olduğunu söyler ve onu sevindiririz…
Fahriler içerideyken kararmaya başlayan gök yüzü, kuzeyden esen bir rüzgarla daha da karardı, yere düşen yağmur damlaları artmaya ve şiddetlenmeye başladı.
– Ayşa pencereden bize bakıyor… – dedi Orhan, bu ayrılışa üzülmüştü.
– Arkana bakma… – Fahri Orhan’a kesin komut verdi. – Biz yapmamız gerekeni yaptık… Onun Fransız olmayı kabul ettiğine inanmıyorum. Bu zavallı kız, kalan ömrünü böyle ezik biri olarak, yabancı bir diyarda tamamlayacak…
Soğuk rüzgarın pencerelere çarptığı yağmur damlalarından aşağı kalmayacak ölçüde Ayşet’in gözlerinden yaşlar dökülüyordu…
(Devamı var)
İshak Maşbaş, (Tarihi roman, s.