Natuhayların İzinde

Uzun bir süreden beri eski Adıge topraklarına bir bilimsel gezi yapmayı düşünüyorduk. Daha önceleri “Don” (Têne) Irmağı geçitlerinden başlayıp Terek Irmağı boylarına değin yayılmış olan eski Adıge topraklarının öyküsünü araştırma yönlü bazı girişimlerimiz olmuştu. Eski Natuhay toprağı yolculuğuna, bu yıl, bu amaç ve kapsamda çıktık.

Natuhay toprağına gezimiz başladı.

Adıge Devlet Üniversitesi (ADÜ) Ulusal Fakültesi öğretim yılı Haziran ayında  sona eriyor. Bu tatil döneminde, 2008 yılı fakülte öğretim üyeleri toplantısı sonunda, eski Natuhay yöresine bir bilimsel gezi yapmaya karar verdik.30 Haziran günü başlayıp 9 Ağustos günü sona erecek olan gezinin programı ADÜ rektörü Hunego Reşıd ve ADÜ Profesörler Kurulu başkanı K’uaş’e Deh’enef (КIуашъэ Дэхэнэф) tarafından hazırlandı. Gezi Kurulunu düzenleyen ve geziye başkanlık edecek olan kişi de belirlendi, bu kişi Adıge Filoloji ve Kültür Fakültesi dekanı Bırsır (Bırseyko) Batırbıy olacaktı.

Anapa Arkeoloji Müzesi’nde

Gezi Progamı 

-Gezi, Taman Yarımadasındaki-Temruk‘tan-Karadeniz kıyısındaki- Gelencik‘e değin Azak Denizi ve Karadeniz kıyı kentlerinde bulunan müzeleri ziyareti amaçlıyordu. Müzelerde sergilenen eserleri, tarihsel ve arkeolojik bilgileri görüp bir bilimsel değerlendirme yapmak istiyorduk. Bu işler için, bize bir araç tahsis edilmişti, ayrıca geceleri kalacağımız yerler de  ayırtılmıştı, bu bakımdan içimiz rahattı .

Hatramtuk eski Adıge diyarının en uç noktası, Adıge deyimlerinde ve halkın hafızasında yer almış olan ücra bir köşeydi. “Hatramtuk’ta mıydın, niye bu kadar geciktin?!” denildiğinde, kişinin çok geç kaldığı, azarı hak ettiği söylenmek isteniyordu, günümüze gelmiş deyimlerimizden biriydi bu (1). Grup olarak, gezide ilk önce, Natuhay diyarının Hatramtuk yöresine gitmeyi uygun bulduk. Kafilemiz eski Adıge toprağının batısında bulunan Anapa, Novorossiysk (Ts’emez), Gelencik, Taman ve Temruk kentleri müzelerini ziyaret edecek, bu müzelerde görevli olan tarihçilerin anlatılarını dinleyecek, Kafkas Savaşı (-1864-) sonrasında Natuhay ovasında var olmayı başarmış tek Adıge köyü olan Hatramtuk köyü sokaklarında Natuhayların izini sürecektik.

Antik Üzüm Sıkma/Çiğneme havuzları -Türkiye’deki Adıgece adı- “ц1ыхъ-ts’ıkh”=şaraplık-hcy

Bu yörenin bir eski Adıge toprağı, bir Adıge yerleşim yeri olduğunu kanıtlayacak ne gibi şeyler kalmış olabilirdi geride? Natuhay toprağında yaşayan şimdiki insanlar tarihte gerçekleşmiş olan olayları biliyorlar mıydı? Yoksa bu ovalık alanda, iki deniz arasında bulunan Taman Yarımadası ile Kuban Irmağının denize döküldüğü yörelerde yaşamış olan Adıgelere ait izler silinip gitmiş miydi? Bu sorularımıza bazı yanıtlar bulma umuduyla gezimizi başlattık.

İki binyıldan daha öncesine ait taş mezar taşları

Anapa Müzeleri

İlk uğrak yeri olarak Anapa‘yı seçtik (2). Kuzeybatı Kafkasya (-Çerkesya-), Taşçağı üzerinde çalışan bilim adamlarının bulgularına göre, 150-300 bin yıl öncelerinde bile  bir yerleşim alanıydı (Abzah yöresi/’Абдзэхэ уцуп1э’ ve daha başka yöreler bunun kanıtı). Adıge anayurdunun batı ucunda da insanların yaşadığı yerler bulunmuştu, 40 bin yıl öncesine ait olan bu yerleşimler İl Irmağı kıyısında bulundu. Yazılı/tarihsel belgelere göre de, iki üç bin yıl öncesinden beri, Natuhay toprağı kentlerin  ve ticari pazarların kurulduğu hareketli bir yöreydi. Bugünkü Anapa’nın kurulduğu alan, buradaki buluntular, bunun bir kanıtıdır.

Prof.Bırsır Batırbıy antik Sind yazılarını inceliyor

Anapa’da iki müze var: Birisi arkeolojik buluntuların yer aldığı müze, diğeri de doğa ve bu doğada yaşamış insanlara ilişkin tarihsel belgelerin sergilendiği bir başka müze. Arkeoloji Müzesi üç bölüme ayrılıyor. İlk bölüm M.Ö. V.yüzyıl öncesinde bu yerde yaşamış olan Sind Krallığı‘nın (3) başkenti Sind kentinde/limanında (Sind quhewıçup’;Синд къухьэуцуп1;Синдская гаван) arkeologlarca yürütülen kazılar sonucu ortaya çıkarılan antik bir cadde (урам) ile onun uzantısında, kent merkezinde bulunan sarayın 270 cm genişliğindeki duvar kalıntısı bulundu. Bu buluntuların bulunduğu yer şimdi bir açık müze yapılmış.

Sind evinin taş temelleri

Eski kentin geniş  taşlarla kaplı yolları, yüzyıllar süresince bu yollarda yürümüş olan insanların bıraktıkları, kumla ovulmuş gibi düzleşmiş olan ve parıldayan ayak izleri (Ortaya çıkarılan bu buluntular geçmişi adeta yeniden canlandırıyorlar gibi). Taş evlerin duvarları ve işlenme biçimleri, dağlardan su kanalları yoluyla getirilen temiz içme suyunun biriktirildiği ev içi taş örme su depoları, kirli ve kullanılmış/atık suların ya da yağmur sularının akıtıldığı yer altı boruları ağı, bitişik iki oda arasındaki küçük pencere önüne konan bir mumla her iki odanın birlikte aydınlatılması durumları görülebiliyor (Böylesine lamba koyma yerleri, 20.yüzyıla değin bitişik/uzun Adıge evlerinin ön pencerelerinde geleneksel olarak bulunurdu). Bütün bunlar,  arkeologların üç metre derinliğe inen kazıları sonucu bulundu, buluntuları antik kent kalıntıları olarak görüyor ve izleyebiliyoruz. Söz konusu eski cadde üzerinde, üzüm sıkılan -şarap üretilen iki ev de bulunuyor. Şarap üretimi için kullanılan gereçler, kap kacaklar, şarapların konduğu taş yalaklar/tekneler (хьакъуашъохэр) ile şarabın dinlendirildiği fıçılara değin, her şey yerli yerinde..Olgun ve lezzetli kırmızı üzüm salkımları ile dolu sepeti elinde ev sahibi eve dönüyor, hemen şimdi kapıdan ilk adımını atmak üzereymiş gibi bir hava esiyor odanın içinde. Bu Sind ailesi ne gibi bir nedenle insanı kendinden geçiren bu hoş kokulu güzel kırmızı üzümünü sıkmaya fırsat bulamamış olabilir ki? Bu antik dönem emekçi ailesine kıyamet günü azabını yaşatmış olan ve işini yarım bırakıp kaçmasına yol açan neden ne olabilir ki? Bir yönüyle, insan, ister istemez gördüğü bu manzara karşısında irkiliyor, etkilenmeden edemiyor. Adıge halkının türediği en eski yerli toplulukların yaşamına ilişkin olarak, tarihin hala kapalı duran duvarları, azacık da olsa, aralanmış gibi oluyor, bir yandan da  iğne ucuyla kazılarak ortaya çıkarılan bu buluntular, çok hassas olduğumuz bir konudaki gizleri aydınlatmaya başlıyor.

Olimpiyatlara katılanların adlarının yazılı olduğu taş yazıt

İkinci bölümdeki buluntular/müze yapıtları çıplak arazi üzerine yayılmış duruyorlar. En ilginç görüntüler de mermerden yapılma mezar tabutlar/lahitlerdir. Lahitlere ilişkin bilgiler artık bilinen şeylerden. Mermer lahitler belirli kişiler ya da kişiye sipariş üzerine yapılmıyordu, tabut kim ölür, kim isterse ayrımsız isteyene satılıyordu, parasını ödedin mi mermer mezarı alıyordun. Fiyatı pazar belirliyordu (Parayı bastıran mermer mezarı alıyordu).Bu da, bir antik Grek cenaze geleneğiydi.

Hatramtuk’a yolculuk

Mezar Yazıları  (Epigrafi)

Adıgeler adına en ilginç  sayılabilecek şey, epigrafi (yazıtbilim), yani mezar taşları üzerinde yazılmış yazılar bulunması. İki bin yıldan daha uzun bir geçmişi olan bir taş levha/yazıt üzerinde Olimpiyat yarışmalarında birinci gelmiş olan sporcuların adları yazılı. Bilim insanlarının belirlediklerine göre,-o dönemler- Olimpiyat yarışmaları dört dalda yapılıyordu. Birinciliği alanların adları taşın/yazıtın her iki yüzüne yazılıyor ve başarılı sporcular saygın kişiler arasına alınıyorlardı. Bu “taş kitaplar/yazıtlar” (мыжъо тхылъхэр), bir zamanlar Gürcü tarihçi ve dil bilgini İvane Cavahişvili tarafından çözülüp açıklanmışlardı: Cavahişvili taş yazıtların eski Abhaz-Adıge dilinde yazılmış olabileceği sonucuna varmıştı. Bilim insanının görüşünü pekiştiren veriler arasında antik erkek adlarının düzenleniş biçimi önem taşıyor. Beş yüz kadar erkek adı içinden üç yüzden çok adın, Adıge soyadı (tlequats’e) ve erkek adı örneğine/modeline göre düzenlenmiş olduğunu saptamıştı: ‘İsim+ko’. Sözgelişi: Hat+ko, Savsırı+ku, Şebatnı+ku,Değotl’ı+ku (Дэгъотл1ы +къу).

Eski Hatramtuk,şimdiki Suvarov-Çerkesskiy köyü girişi

İlginç olan olgu, bugünkü  Anapa Arkeoloji Müzesi‘nde sergilenmekte olan taş üzeri yazıtların kopyalarında bu özelliğin hemen saptanabiliyor olması. Başka bir dil özelliği de, erkek adlarının iki bitişik sözcük halinde bir arada bulunuyor olmalarıdır. Bu çift sözcüklü erkek adları birlikteliğinin düzenlenişinde Adıgece’nin bir başka üçüncü özelliğini de bulabiliyoruz:-ko morfemi/eki, iki sözcüklü olarak düzenlenmiş olan adın ilk sözcüğünün sonuna geliyor. Örneğin Adıgece’de erkeğin adı söylendiğinde, baba adı da belirtilecek ise,-ko morfemi baba adına eklenir, ardından oğulun adı gelir: Mıhamode+ko Aslan (Mahmud+oğlu Aslan),Khuséne+ko Aydamır,Bayzetı+ko Şıvmaf,İhsanı+ko Rami,Rami+ko Pşımaf gibi. Soy adı (tlequats’e/лъэкъуац1э) ardından kişi adı geliyorsa yine aynı kural geçerli: Bırsey+ko Batırbıy,Hamırze+ko Hamid,Carme+ko Aslan.

Bütün bunları  açık hava müzesinde sergilenen yazıtlarda görmek olanaklı.

Hatramtuk eski Camisi önünde

Üçüncü bölüm ise, müze binası içinde sergilenenlerden oluşuyor. Burada çoğunlukla, 2 600 yıl önce Kuzeybatı Kafkasya’ya gelmiş olan antik Greklerden kalmış eşyalar sergileniyor: Aile, ekonomi ve din ile bağlantılı ev eşyaları, kap kacaklar, araç ve gereçler. Bütün bunlar ayrı ayrı her bir köşeye yerleştirilmiş. Ancak bunlar arasında, antik Grek yazılarında anlatılan yerli halkı (-Sindleri-) anımsatıcı hemen hiçbir iz ile karşılaşmıyoruz, onlara ilişkin hiçbir tarihsel bilgi de verilmiyor.

Hatramtuk’un lezzetli dutu

Bahçedeki taş  ve mermer eşyaları tanıtan görevli, Kırım ve Kuzeybatı  Kafkasya’da kurulan Grek Devleti Bosporus Krallığı‘dan 200 yıl önce, bu yerde bir Sind Krallığı‘nın bulunmuş olduğunu da sözlerine eklemişti. Ancak adını söyleme dışında Sindlere ilişkin hiçbir bilgi vermemişti.

Son Natuhay ailesi olarak Hatramtuk’ta kalan Çuş’haların evi

Karşıt Bir İddia

Rusya tarihçileri ile dilbilimcileri, uzun bir süreden beri Sindlere, Adıgelere ve Kafkasya‘ya ilişkin konularda birbiriyle çelişen şeyler söylüyor/yazıyorlar. Bu tartışmalı konular arasında Sindlerin dili ve etnik kökeni sorunu da bulunuyor. Tarihçiler 1970 yılına değin Sindlerin Adıge atası halklardan biri olduğunu söylüyorlardı. Ancak 1976 ve 1978 yıllarında, Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi muhabir üyesi A.N.Trubaçev‘in “Вопросы языкознания” (Dil Sorunu) adlı dergide iki makalesi yayınladı. Trubaçev, bu makalelerinde Sindlerin bir Hint-Avrupa topluluğu olduğu görüşünü savundu. ‘Bu durumda Adıgelerin Sindlerden türemiş olduklarını söyleyemeyiz. Çünkü Adıgece İber-Kafkas Dil ailesi içinde yer alıyor, Adıgelerin kendileri de Kafkasya’nın yerli/otokton halklarından biridirler, ancak çok eski zamanlardan beri Kafkasya’da yaşamış olan halklardan biri de değildirler”,diyor A.N.Trubaçev. Tam da, Adıgelerin “Wimıs,wimıç’,wisew sıqimığehaj” (Kalma,gitme,döndüğümde de seni görmeyeyim) dedikleri gibi bir durum yaşanıyor.A.N.Trubaçev’in görüşüne göre, Sindler eski bir Kafkas halkı idiler ama Hint-Avrupa kökenli bir dilde konuşuyorlardı, günün birinde kalkıp Batı’ya göç ettiler. Adıgeler yerli/otoktondurlar ama otoktonlar da göç edebiliyorlar. Sonuç olarak, Sindler Kafkasya’dan gittikten sonra Adıgeler de gelip (nereden gelmiş oldukları söylenmiyor) Kuzey Kafkasya’ya yerleştiler, A.N.Trubaçev’in görüşü böyle.

Günümüzde Azak ve Karadeniz kıyı müzelerinde Sindlerden çok az,Adıgelerden ise çok çok daha az söz ediliyor.

Bırsır Batırbıy,Hatramtuk üzerine bizi bilgilendiren rehberlerin arasında

Anapa’daki Kray Tarih Müzesi‘nde ise, tarih, bu yerlere Rusların yoğun olarak yerleştirildiği günlerden başlatılıyor, Rusların yaşam biçiminden, ayaklık, ayak takılarından (takunya türleri-lapti ) başlatılarak, ev temizliğine varana dek, Rus yaşam kültürü örnekleri sergileniyor. Müzede sergilenen eşyalara ve anlatılanlara bakılırsa, bu eski Natuhay toprağında, Rus işgalinden önce kimsecikler yokmuş, yani bu eski Adıge topraklarına bomboş/sahipsiz yerler oldukları havası verilmeye çalışılıyor. Bu yerlerin bir Adıge yerleşimi, bir Adıge toprağı, bir Adıge topluluğu olan Natuhayların yurdu/yöresi olduğu gibi konulara ise, olumlu ya da olumsuz, hiç değinilmiyor. Müze ziyaretçilerine bu gibi konularda hiçbir bilgi sunulmuyor, ilginç/tuhaf bir durum olmalı. Bu gibi  örneklere, müze eşyalarını 1990-2000’li yıllarda yenilemiş olan müzelerde rastlıyoruz (Anapa ve Taman’dakiler, Novorossiysk’deki Tarih ve Doğa Müzesi).

Taman Müzesi ve Diğer Müzeler

Taman Arkeolojik Müzesi‘nde sergilenenler, sadece Greklerden kalmış eserlerdir diyebiliriz. Grek yapıtları içine dağıtılmış olarak birkaç da Meot (4) testi ve kapkacağı (yapanların kimler oldukları da yazılmış olarak) sergileniyor. Ancak bu eşyaların Greklerden çok önceleri bu yerlerde yaşamış olan Meotlardan kalmış olduğu, ardından Meotlarla Greklerin Kafkas toprağında bin yıl boyunca birlikte yaşamış oldukları, aralarında ekonomik ve ticari ilişkiler bulunduğu, her iki toplumun birçok ortak değeri paylaşmakta, her iki kültürün de birbirinden etkilemiş olduğu gibi bilgilere ise hiç yer verilmiyor.

Novorossiysk Müzesi‘nde son dönemler silahlarının  teşhir edildiği bir serginin açılışına katıldık.Açılışta Adıge silah ve giysilerinden (1шэ-шъуашэ) bazıları, sapsız kılıç ve kamalar (сэшхоку,къэмэку) sergilenmişti. Ancak görevlilerce, Müze müdür yardımcısı da içlerinde olmak üzere, bu kılıç ve kamalar üzerine hiçbir bilgilendirme yapılmıyor, bunları ziyaretçilere tanıtacak yazılı, görsel ya da duysal bir çalışma da yapılmamıştı. Sapsız, sadece demir/çelik kısmı kalmış kamaların altına “kama tipleri” diye bir yazı konmakla yetinilmişti, ama bu kama sözcüğünün kökeni, hangi dilden geldiği, bu silah çeşidini kullanmış olan halk/ulus, bu silahları giysilerinin eklentileri olarak taşımış olan ulusa ilişkin hiçbir açıklama, bilgi ve iz yoktu. Yönelttiğimiz sorulara verebildikleri bir yanıtları da yoktu. Görevlilerin sorduklarımızın ne anlama geldiğinin bilincinde olduklarını da sanmıyoruz, benzeri durumlarla daha birçok yerde karşılaştık. Oysa söz konusu sergi tarihsel bir anlam/önem taşıyor, tarihteki savaşları ve yurdu koruma kültürünü tanıtıyordu. Buna ilişkin olarak, bize, Kafkasya’da ve Adıgelerde savunma amaçlı istihkâmların nasıl yapıldığını ve bunlardan nasıl yararlanıldığını sordular. Bu amaçla -Maykop’taki- Adıge Ulusal Müzesi‘ne yazı yazdıklarını, yanıt beklediklerini söylediler.Kuzeybatı Kafkasya’da, eski Adıge yurdunda yaşanmış olan olaylar, bu topraklar üzerinde karşı karşıya gelmiş olan halkların tarihleri konusunda kitleler habersiz kalmışlar, tarihsel konularda koyu bir bilgisizlik sürüyor.

Adıgelerin türediği halklara ilişkin çok kısa ama özlü bilgiler ve bu halkların yerleşim yerleri, haritası da sunulmuş olarak Temruk Müzesi‘nde sergileniyor. Bu küçük kentin adının bir Adıge erkek adına bağlanabileceğini, Pşı -İdar- Temruk‘un Yeniçağ‘da -1557’de- Adıge ve Rusları birleştirmek için çalışmış biri olduğunu söylediğimizde, Müze görevlileri  bizi  ilgiyle dinlediler.

Gelencik Kent Müzesi’nde, o yerde, Karadeniz kıyısında yaşamış olan antik Kerketler (5) ile onlardan türemiş olan ve 150 yıl öncesine değin o yörede yaşamış olan Adıgeler ve kültürleri, altın işlemeli Adıge kadın elbiseleri konusunda, daha derli toplu, daha elle tutulur biçimde ve oldukça geniş bilgiler sunuluyordu.

Temruk ile Gelencik Natuhay toprağının uç noktaları idiler. Etnik özelliklerin, diğerlerinin aksine, bu iki müzede gerçeğe daha yakın bir biçimde sergilenmekte olması, kanımızca bu iki müzenin Sovyet yönetimi döneminde düzenlemiş olmalarından ileri geliyor olmalı.

Hohoy Ovasında (Хъохъой к1ахэм дэжь;Anapa ile Ts’emez/Novorossiysk arası)

Son Durak: Hatramtuk Köyü

Gezi grubumuzun son uğrağı, Kafkas Savaşı sonrasında eski Natuhay toprağında kalmış tek köy olan Hatramtuk (Хьатрамтыку) (6) köyüne gezi oldu. Daha önce belirttiğimiz gibi, ”Hatramtuk” dendiğinde Adıgeler, ülkenin uç,  çok uzak, ücra bir köşesini algılamış olurlardı.

Köy, Rusya köy adları  listesinde “Suvarovo-Çerkesskiy avul” diye yer alıyor. Bir bağlık, üzüm yetiştirme alanı olan köy, o adla biliniyor. Bugünkü köyde Adıge kökenli olan ve Adıgece soyadı (tlequats’e) taşıyan tek bir kişi bulunuyor. Bu kişi Çuş’ha (Цушъхьэ) ailesinden. Ancak babasının ve kendisinin adı Rusça: Aleksandr Aleksandroviç (Aleksandr oğlu Aleksandr). Annesi ve eşi Rus. Başkaları ona Çuş’ha Aleksandr-Adıge, Çerkes diyorlar, ama o kendisinin Rus olduğunu söylüyor, “Ben Rus’um, Adıge değilim” diyor. Köydeki yaşlılar,-1924 sonrasında- Hatramtuk köyünde iki Adıge ailesinin (l’equit’u) kalmış olduğunu anımsıyorlar: Yınıhular (Иныхъухэр) ve Neğuçlar (Нэгъуцухэр). Ama o ailelerden konuşacak birini bulamadık, köylüler de onların kimler olduklarını anımsayamadılar. Çuş’ha sülalesinden ev sahibimizin aslını, mensup olduğu ulusu anlatış biçimi (“sıwırıs”-“Rus’um” demesi), bize şunu belli ediyor: Burada eski ulusal anı ile ulus algısı birbirinden farklılaşmış. Hatramtuk köyünde kalmış olan bir iki aile, 150 yıldan az bir süre içinde, çoğunluktaki ulusun içinde eriyip gitmiş. Burada bir belirleme daha yapmak istiyorum: Köylüleri onun için –Çuş’ha Aleksandr, Çerkes, Adıge, diyorlar. Ama o kendisi için “Ben bir Adıge’yim”, “Ben bir Çerkes’im” (сыдыг,сычеркес) diyemiyor.

Hatramtuk köyü çıkışı

Hatramtuk köyünün Adıge aileleri, 1924’te devletin izni ile Adıge Özerk Oblastı’nın (şimdi-Adıge Cumhuriyeti)Tahtamukay rayonuna göç edip yerleşiyorlar. Bu insanlar Sups Irmağı kıyısına yerleştiriliyorlar, ama bu yeni köye, eski köyleri Hatramtuk’un adı verilmiyor. Natuhay toprağında bırakılan Hatramtuk köyü de şimdiki Rusça  adını –‘Suvorov-Çerkesskiy’ adını- aldı. N.G.Novitski‘nin 1830’da 240 bin nüfusları var, diye bildirdiği Adıge topluluğu Natuhayların anısını yaşatma amacıyla, bu yeni köye Natuhay adı verildi. Şimdi 100 kadar ailenin yaşadığı bu küçük köy, Natuhay köyü, Tahtamukay’a yakın bir yerde. Eski Hatramtuk ise, bir Rus köyüne (poselk) dönüşmüş bir liman köyü olarak Karadeniz kıyısında bulunuyor (Burası Sovyetler döneminde zengin bir sovhoz/çiftlik, yani bir Sovhoz milyoneri/’совхоз-миллионер’ idi). Köy, Adıge (-Çerkesskiy-) adı ile Rusya’nın iftihar ettiği Suvarov (7) adını birleştirmiş durumda, yani bir tarihsel geçmişi yansıtıyor olmalı: Köy adının bir yarısı Adıge gerilemesini anımsatıyor, diğer bir yarısı da Rusya’nın tarihsel genişleme sürecine vurgu yapıyor olmalı .

Bir zamanlar birilerinin “Hatramtuk’ta idim” (Hatramtıku sışı’ağ) demesi, Adıgeler açısından ülkenin en uç noktasında, en ücra bir köşesinde bulunmak anlamında algılanıyordu. Biz de bu yıl -2008 yılında- bu algıyı yaşamış olduk.

Sonuç  ve Değerlendirme

Yüklendiğimiz görev ile görmüş olduğumuz şeyleri düşünsel bir düzlemde nasıl orantılayabilir, bir araya getirebilir ve nasıl bir sonuca bağlayabiliriz?

İlkönce, bizden birçoğumuz, Hatramtuk‘un o canım yeşil çayırlarında çıplak ayakla gezmeyi, ömrümüzde tek kez olsa yaşamış olduk, bunu çok şeye yeğleyecek değerde bulduk ve o doyumsuz tadı algıladık.

İkincisi, kısa bir süre -10 gün- içinde, eski Ata toprağında 300 km gibi uzunca sayılabilecek bir yolculuk yaptık. Bir dünya Cenneti olan eski Natuhay Ovasını, Ts’emez’in (Novorossiysk’in) dağ sırtlarından izleme olanağını elde ettik, o yerde çok kısa bir süre bulunmuş olsak bile, Ts’emez’in çarpıcı güzelliğini sonsuza değin içimize depolama, özümleme tadını yaşadık.

Üçüncüsü, ulusun silinmiş olduğu toprakların dert ve sorunlarının (игук1ае) neler olduğunun ayırtına/bilincine vardık. Bu da, önümüzdeki dönemde nüfusumuzu artırma, olanı koruma ve dayanışma ruhunu geliştirme gibi şeyler olduğunu kavradık, bunların ipuçlarını gördük.“Sahibi başında olmayan -kişinin- atını köpekler yer” (Zış’he şımı’em yış hame aşxı;Зышъхьэ щымыIэм иш хьамэ ашхы) diyen atasözümüzün anlamını biraz daha yakından kavramış olduk diyebilirim.

Dördüncüsü, Kuzeybatı  Kafkasya’nın (-Çerkesya’nın-) Adıge ulusunun ve ulusal biçimlenişinin oluştuğu bir yer, ulusun bir direnme -toparlanma- alanı olduğunu, ulusun birlik bilincine eriştiği ata toprağı olduğunu, bu olgunun doğru bir biçimde tarihe yazılması gerektiğini ve bu gerçeği Adıge ulusal biliminin göz ardı etmemesi gerektiğini kavradık.

Beşincisi olarak, bilimsel alanda, ilk, orta ve yüksek öğretimde, kitle iletişim araçlarında, kültürel ve eğitsel kurumlarda, müze ve turizm firmalarında kullanılacak üst bilgilendirme çalışmalarının hemen başlatılmasının, kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu da anladık.

VINEREKO Mir, “Псалъ – Psatl”-2008, 5. Sayı 

 

Not :

(1)-Hatramtuk – Diasporada anneler, eskiden çocuklarına kızdıklarında “Hatramtıku wyah”, “Sıbır’uaş’he wyah” ve “Bıtırbıf wyah” (“Seni Hatramtuk’a götürsünler, sürsünler”, “Sıbır’oşha’ya sürsünler”, “Bıtırbıf’a sürsünler”) derlerdi.- hcy 
(2)- Anapa, Sind Krallığı dışında, 1828 yılı, yani Rus işgali  öncesinde Çerkesya’nın başkenti konumundaydı. Anapa tarihi  için Bkz.Vikipedi’nin  ‘Anapa‘,’Sindika‘, ‘Krasnodar Kray‘ ve ‘Adıge Cumhuriyeti‘ maddeleri.- hcy
(3)-Sindler-Anapa yöresinde merkezi Sind kenti/limanı olmak üzere bir devlet/krallık kurmuş olan ve Adıge atalarından sayılan bir topluluk. Sind kenti ‘Bosporos Krallığı‘ tarafından ele geçirildikten sonra tahrip oldu ve Sind kenti yerinde Gorgippia adlı bir Grek liman kenti/kalesi kuruldu. Sind Krallığı için Bkz.Vikipedi- ‘Sindika‘, ‘Anapa‘.- hcy
(4)-Meotlar (Mıwıt’/Мыут1)-Azak Denizi doğusunda ve Taman Yarımadasında yaşamış olan ve Adıge atası sayılan topluluklardan biri.- hcy
(5)-Kerketler-Karadeniz kıyısında, Ts’emez (Novorossiysk) yöresinde yaşamış olan ve Adıge atalarından sayılan bir topluluk. ‘Çerkes‘ adının ‘Kerket‘ adından geldiği de söylenir. Başka türlü bir yorum için Bkz. Prof. ĞIŞ Nuh, ‘Adigece’nin Temel Sorunları-1’, internet.
(6) – Hatramtuk’un kuruluşu konusunda, 1992’de, Prof.MEKULE Cebrail ve T’EŞU Yasin Çelikkıran ile birlikte, Karadeniz kıyısı Şapsığya’nın (Ş’açe/Soçi)  Kalej köyündeki iki katlı evinde bir gece bizi konuk eden Şapsığ aydını NIBE Ruslan şu bilgiyi vermişti: ‘Rus ordusundaki bazı Adıge askerler komutanlarından bir köy kurma izni aldılar ve 1864 sürgünü sonrasında Hatramtuk köyünü kurdular’.- hcy
(7)-A.V.Suvarov (1729-1800)- Rus Çariçesi II. Yekaterina‘nın kan dökücü bir generali, feld mareşal, kont. Kuban Irmağının kuzeyini Adıge ve Nogaylardan temizlemiş, çok sayıda insana katliam ve soykırım uygulatmış, Kırım’da da binlerce insanı/Tatar’ı da kılıçtan geçirtmiş bir Rus subayı. Daha çok bilgi için Bkz.Ç’IRĞ Ashad, ‘Tehlike Kuzeyden Geliyordu’, internet.- hcy

Not: Tire içi yazılar, ara başlıklar ve siyahlaştırmalar çevirmene aittir. Çeviri yazı ilkin Cherkessia.net ve Jıneps gazetesinde yayımlanmıştır – hcy

 

Yorum Yap